İyi okumalar dilerim...
3 hafta sonra...
Gülpare'den...
Büyük bir heyecanla "hadi Gökçe geç kalacağız" dedim. O lanet olası adamdan kurtulalı üç hafta olmuş ve iler de fazlası ile durgunlaşmıştı. Çünkü on bir ayın sultanı Ramazan başlamış ve bu gün tam on üçüncü gündü. Dün sabah bir iftar yemeğinin tatlı siparişlerini almıştık. Neredeyse iki aylık bir meblağ için anlaşmış tam tamına iki yüz elli kişilik Gülpare tatlısı yapmıştık. Özellikle pembe şerbet ile yapılmasını istenilen tatlılar hazır bir halde sadece Gökçe'nin kafeyi kapatmasını bekliyordum.
Derince bir nefes aldığım da Gökçe yolcu koltuğuna kendini hışımla atmış "hadi patron bas gaza" demişti. Kıkırdayarak aracı çalıştırıp Kadıköy'de bulunan büyük ve lüks otele doğru ilerlemeye başladık. Trafiğin biraz yoğun olması nedeni ile yarım saatlik sürede belirtilen adrese varmış ve otele giriş yapmıştık. Bizi kapıda takım elbiseli adamlar karşılamış çatık kaşları ile yüzümüze bakarlarken boğazımı temizleyip "Kılıç Holding iftar yemeği için hazırlanan tatlıları getirdik. Figen hanım burada mı?" diye sorduğum da biraz önce çatık kaşlar ile bize bakan adam ceketini önünde ilikleyip "aferdersiniz Gülpare hanım. Figen hanım sizden bahsetmişti buyurun size mutfağa kadar eşlik edeyim" dedi.
Yüzüme tebessüm yerleştirip "zahmet olacak" dediğim de "asla buyurun lütfen" diyerek önden yürümüş biz de Gökçe ile takip etmeye başlamıştık. Asansöre bindiğimiz de -2 kata basmış ve mutfak bölümüne girmiştik. Figen hanım telaşla son kontrolleri yaparken , bizi görmesi ile yüzüne gülümseme yerleştirip "hoş geldiniz Gülpare hanım. Buyurun bu tezgaha bırakabilirsiniz" diyerek önümdeki tezgahı göstermiş ben ve Gökçe de taşımaktan kollarımızı kopartan tepsileri tezgaha bırakmıştık. Derin bir nefes alıp "Figen hanım konuştuğumuz gibi adetler iki yüz elli tane ve hepsi pembe şerbetler ile yarıldı. Yarın tepsileri getirdiğiniz de ücret kısmını hallederiz" dedim.
Figen hanım "ahh ne olur kusura bakmayın , o kadar yoğun ki. Bir arkadaşım da bugün mecburi izin kullandı ama yarın ben bizzat kendim getireceğim" demişti. Gülümseyerek yüzüne bakıp "sorun yok Figen hanım ben bilerek bunu söyledim. Zira telaşınız görülmeyecek gibi değil. Daha fazla sizi meşgul etmeyelim hayırlı Ramazanlar dilerim" diyerek elimi uzattım ve samimi bir şekilde tokalaştım. Kısa süren vedalaşma faslı ile bize refakat eden beyefendi ile tekrardan otelin giriş kısmına gelmiş "size de çok teşekkür ederim beyefendi" diyerek elimi uzatmıştım. Oda çekinerek elimi tutmuş "ne demek efendim benim vazifem" demiş ve bizi uğurlamıştı.
Gökçe "hadi bizde iftar için bir yerlere gidelim yaklaşık on beş dakika sonra iftar olacak" dedi. Ona gülümseyerek bakıp "tamam canım" diyerek arabaya ilerledik. Ramazan ayı bereketti , tüm rısk kapılarının açık olduğu , gerçekten gül kokan bir aydı.
Bereketini anlatmaya kelimeler yetmez , güzelliğini yaşamak ise ömür boyu bitmez. Bu güzel hisler ile arabaya binmiş ve iftarın adresi olan Saniye ablanın evinin önüne gelmiştik. Gökçe şaşkınca yüzüme bakıp "neden buraya geldik ?" diye sorunca kıkırdayarak "oruç başına vurdu galiba , kızım sabah bizi iftara davet etmedi mi Saniye abla ?" diye sordum.
Gökçe yüzünü buruşturup "gerçekten kafayı sıyırdım ben" diyerek arabadan indi. Aracın bagajını açıp bu akşam iftar için hazırladığım tatlıları alıp bagajı tekrar kapattım. Gökçe büyük bir heyecanla "hadi Gül üç dakika kaldı" dedi. Onun bu sabırsız halleri beni kahkahalara boğarken hızla yürüyüp "hadi çal kapıyı" dedim. Yeşim kapıyı açmış "nerede kaldınız ya ?" diyerek isyan etmişti. Gökçe "kız çekil şu kapıdan geberdik be koca koca tepsileri taşırken" diyerek içeri girmiş beni yine bir kahkaha almıştı.
Yeşim'i öperek ayakkabılarımı çıkarttıktan sonra içeri girdim. Saniye abla "nerede kadınız kızım ?" diye sorduğun da "anca abla otele gidip teslimatı yaptık. Trafik derken bu saat oldu" dedim. Saniye abla tebessüm edip "hadi geçin bakalım neredeyse top patlayacak" dedi. Gülümseyerek elimdeki paketi ona uzatıp "iftardan sonra yeriz ablam" dedim. Oda tebessüm edip "ne zahmet ettin kızım her şey var zaten" dediği an ezan okunmaya başladı. Gökçe çocuklar gibi "EZAN OKUNUYOR , EZAN OKUNUYOR ÇOK ŞÜKÜR BU GÜN DE KAZASIZ BİR ORUÇ TUTTUM" diyerek ilk önce su dolu bardağı besmele çekerek kafasına dikmiş , ardından da sofrada kase içinde bulunan hurmadan alıp ağzına atmıştı.
Ben oruç olduğumu unutup onun bu haline kahkahalar atarken içerden Emre gelip "yine Gökçe ablanın iftar krizi mi ?" diye sorduğun da hep birlikte kahkahalara boğulmuştuk. Ne güzel geldin be Ramazan , neşe getirdin hanemize , mutluluk verdin Allah nicelerine de hep birlikte sağlıkla eriştirsin diyerek masadaki yerimi almadan önce lavaboya gidip ellerimi yıkadım. Ardından hızla masaya geçip dua ettikten sonra hurma alıp besmele çekerek ağzıma atıp orucumu açtım. Saniye abla her zaman ki gibi yine döktürmüş ve harika yemekler yapmıştı. Başlangıç olarak her zaman icat edene dualar ettiğim tarhana çorbası servis etmişti.
O kadar güzel kokuyordu ki insanı kokusu ile iyileştiren , lezzeti ile aileyi anımsatan ve her derde deva olan bir çorbaydı. Ardından etli türlü ve pirinç pilavı gerçekten muazzam lezzetlerdi. Hele ki o çoban salata Allah'ım yarattığın tüm nimetler için şükürler olsun.
İftarın ardından sofrayı hep birlikte toplamış şimdi ise bol köpüklü kahveler eşliğinde Gülpare tatlılarımızı yiyorduk. Saniye ablanın oğlu Emre "Gülpare abla bu tatlıyı nasıl bu kadar lezzetli yapıyorsun ? Hayır daha önce başka bir yerde arkadaşlarla yemiştik ama asla bu kadar lezzetli değildi" demişti. Onun bu tatlı söylemi ile gülümseyip "bu benim sırrım küçük aşkım. Ama ne zaman isterseniz arkadaşlarınla gelip kefede dilediğiniz kadar yiyebilirsiniz" dedim.
Emre gülümseyerek "biliyorum ablacım kafe bizim" dedi. Onun bu söylemi ile kıkırdayıp başımı aşağı yukarı doğru sallamıştım. Gökçe "ay resmen bir dünya yedim ve kendimi durduramıyorum" dedi. Yeşim gözlerini devirip "her zaman ki arsızlığın canım biz alıştık sen bir türlü kendine alışamadın" dedi. Saniye abla kıkırdayıp "tamam kızlar oruç zamanı olur böyle şeyler nefis mücadelesi sonuçta" demişti.
Yeşim "ay ablam Gökçe'nin her zaman ki hali" dediğin de Gökçe Yeşim'in kafasına bir tane patlatıp "ulan yediğimde içtiğim de gözün mü var ?" diye sordu. Onlar genel olarak hep böyle didişerek anlaşırlar ama birbirlerini sevmekten asla vazgeçmezlerdi. Gülen gözlerle onları izleyip bir kez daha şükür etmiştim. Kafeyi açmaya kara verdiğim ilk zamanlar gelmişti aklıma. Gökçe daha tadilat halindeyken gelmişti kafeye ve acil işe ihtiyacı olduğunu anlatmıştı.
Onun o günkü hali gözümün önünden bir türlü gitmiyordu. Gözleri ağlamaktan kızarmış ve panik haldeydi. Onu sakinleştirip temiz bir sandalyeye oturtup ilk önce neyi olduğunu sormuştum. Evlilik hazırlığında olduğu nişanlısı tarafından aldatıldığını hem eve hem de çalışacak bir işe ihtiyacı olduğunu söylemişti. Gökçe kimsesiz bir kızdı ve yetiştirme yurdun da büyümüştü.
Daha o gün karar vermiştim açtığım kafede sadece kadınlar çalışacaktı. Birkaç ay bende kalmış daha sonra Yeşim'in işe başlamasıyla kısa sürede birlikte aynı eve çıkmışlardı. Yeşim'de benim gibi annesini ve babasını kaybetmiş yalnız bir kızdı. Saniye abla ah benim canım ablam. Hepimizin kaderi başkaydı ama onun ki bambaşkaydı. Kocasını gözleri önün de kan davası uğruna öldürmüşler karnında ki çocuğuyla da ortada bırakmışlardı. Oda memleketi olan Diyarbakır'da daha fazla duramadan neyi var neyi yok satıp İstanbul'a kaçmış ve oğlunu bu töre denilen illetten uzak tutmuştu.
Bir daha hiç evlenmemiş hayatını oğluna adamış bir kadındı o. Emre şuan on altı yaşında lise ikinci sınıfta okuyan başarılı bir öğrenciydi. Saniye ablam ise tesadüf eseri kafenin önünden geçerken görmüştü ilanı ve çekingen tavırları , kendine has konuşma aksanı ile iş aradığını dile getirmişti. Ben hep ilk görüşte sevmiştim onları ve yaklaşık üç yıla yakın bir süredir de birlikteydik.
Her birinin yüzüne bakıp bir anda "iyi ki hepimizin yolları kesişmiş ve koca bir aile olmuşuz. Benim anne yokluğumu , babamın kaybını hafiflettiniz hepinize ayrı ayrı minnet duyuyorum" dedim. Saniye ablam yanıma gelip anne şevkati ile beni göğsüne çekip "ah kurban olduğum gül kokulu kızım benim. Esas Allah senden razı olsun bak kaç tane hayat sayende bir araya geldi" dedi. Gözlerim dolmuştu burnumu çekip "Allah sizlerden de razı olsun ablam bak hepimiz birbirimizin yarasına merhem olduk" dedim.
Bu duygusallıktan yine yaptığı gaflarla bizleri çıkartan Gökçe olmuştu. Aslında aramızda en duygusal olan oydu. Özellikle eski nişanlısının evlenip birde Gökçe adında kızının olduğunu öğrendiği gün kafeyi erkenden kapatıp sadece onunla ilgilenmiştik. Ağlamaktan maf olmuştu kız. Madem çocuğuna eski nişanlının adını verecek kadar çok seviyordun da ne diye kızı aldatıp ortada bırakmıştın?
Hepsi koca bir saçmalıktı aslında. Bu arada Buğra'yı o günden sonra bir daha görmemiştim. En son Damla ile konuştuğumuzda İngiltere'ye gittiğini öğrenmiştim. Onu da bir daha görmeyecek olmanın mutluluğundaydım. Bu üç hafta içerisin de o adam bir daha karşıma çıkmamış ve beni rahatsız etmemişti. Aslında ona bir yandan minnet borcum vardı ama bana o şekilde davranmasını bir türlü anlamıyordum. Neyse ki o da yoktu artık. Derince nefes alıp "bana müsaade hanımlar. Bu gün hem oruç hem de işler yordu. Yarın öğleden sonra açarız kafeyi sizlerde dinlenin güzelce" dedim.
Gökçe "oh be ben öğlene kadar uyumayı planlıyorum" dedi. Yeşim başını sağa sola doğru sallayıp "tamam Gül" demişti. Onun da bu aralar pek keyfi yok gibiydi ama nedeni bir türlü öğrenemiyordum. Gökçe ile en kısa zaman da konuşup ne derdi olduğunu öğrenmek istiyorum. Oturduğum koltuktan yavaşça kalkıp "hadi bakalım hepinize hayırlı geceler" diyerek ilk olarak Saniye ablam sarılıp güzel yanaklarından öpmüştüm. Sırası ile Gökçe ve Yeşim ile de vedalaştıktan sonra küçük aşkım Emre'nin anlından öpüp çıkış kapısına gelmiştim. Ayakkabılarımı giyip kapıdan çıktıktan sonra ardıma dönüp beni uğurlayan aileme baktım. Onlar benim bu hayatta ki en değerlilerimdi.
El sallayıp aracıma bindikten sonra kornaya basıp aracımı çalıştırarak oradan yavaşça uzaklaştım. O kadar çok yorulmuştum ki bir an önce eve gidip duş alıp uzanmak istiyordum. Kısa süre sonra evimin önüne geldiğim de aracı uygun bir yere park edip koşar adımlarla apartmana girdim. Kendi dairemin önüne geldiğim de pembe gül buketi ile karşılaşmak oldukça şaşırtmış ve bir koku duymamı sağlamıştı. Tedirgin adımlarla kapıma yaklaşıp yere eğilerek gül buketini elime aldım. Etrafına baktığım da yine küçük bir not kağıdı aradım ama maalesef yoktu. Bana böyle bir buketi üç haftadır görmediğim yeşil gözlü adamın gönderdiğini anlamak çokta zor değildi.
Derince nefes çekip kapıyı açıp yorgunlukla bedenimi evime attım. Kayı kapatıp ayakkabılarımı çıkarttığım gibi ilk önce mutfağa girip küçük bir vazo çıkarttım. Gül buketini dikkatlice vazoya yerleştirip içine biraz çeşmeden su koyup mutfak penceremin önünde ki masanın üzerine koydum.
Kendimi de hemen banyoya atıp üzerimdeki kıyafetleri tek tek çıkartıp kirli sepetine atarken bir yandan da ılık suyu açmıştım. Bedenimi suya bıraktığım da yüzümde rahatlamanın etkisi ile bir tebessüm peyda olmuştu. Güzelce vücudumu ve ardından saçlarımı yıkadıktan sonra bir kovanın içine ılık su doldurup yarım kapak yılang yağı ve birkaç damla gül suyu attım. Elimle karıştırdıktan sonra maşrapa yardımı ile gözlerimi kapatıp esanslı suyu saçımdan itibaren tüm vücuduma dökmüş ve yıkanma işlemimi bitirmiştim.
Banyo havlusuna bedenimi sarıp kendimi rahatlamış bir şekilde yatak odama atmış ve hemen kurulanarak sadece bir kilot ve üzerine salaş kısa kollu geceliğimi giyip saçlarımı taramaya başladım. Artık kendimle işim bitince salona geçip telefonumu alarak tekrar yatak odama geçtim. Telefonumu şarja tarakken saatin bire yaklaştığını fark ettim. Çok uykum vardı bu yüzden sahur vaktini bekleyemeyecektim. Mutfağa hızla gidip kendime kahvaltılık bir şeyler hazırlamaya başladım. Sahurda ağır yemekler yemek hem vücuda sağlık açısından zarardı , hem de orucu fazlasıyla zorlardı.
Bir tane yumurta haşlayıp yanına biraz peynir , domates , salatalık , zeytin ve vazgeçemediğim bergamut reçelinden çıkartım. İçecek olarak bir litre su çıkartmam çok saçma değildi. Oruç vakti uzundu ve insan suya ihtiyaç duyuyordu. Yavaşça sahurumu da yaptıktan sonra suyumu yudum yudum içip bitirmiştim. Mutfağı toplayıp bulaşıkları yıkadıktan sonra banyoya geçip elimi ağzımı yıkayıp dişlerimi fırçaladım.
Kendimi güçlükle yatağa atıp üzerime ince bir pike örterek gözlerimi yumdum. Ruhumu manevi huzuru ile kendimi tatlı uykuya teslim ettim...
***
Gözlerimi çalan telefonumun sesi ile açmıştım. Telaşla yattığım yataktan doğrulup kimin aradığına baktım. Figen hanım arıyordu hemen kendimi toparlayıp "efendim" diye yanıtladım ısrarla çalan telefonumu. Figen hanım "merhabalar Gülperi hanım umarım rahatsız etmiyorumdur" dedi. Boğazımı temizleyip "estağfurullah Figen hanım. Malum oruç ayı hem ibadetimizi yerine getiriyoruz , hem de kafeyi bu ay öğleden sonra açıyoruz" dedim.
Figen hanım "ne güzel Allah kabul etsin. Ben sizi tepsiler ve ücret için rahatsız etmiştim birde bir konu hakkında konuşacaktım" dedi. merakla "umarım dünkü tatlılarla alakalı bir sıkıntı yoktur" dedim. Figen hanım kıkırdayarak "aksine o kadar çok sevildi ki Ramazan ayının son günü tekrardan büyük bir organizasyonumuz olacak ve tekrardan sizinle çalışacağız" dedi. Gülümseyerek "çok sevindim Figen hanım. Lütfen yanlış anlamayın paradan önce beğenilmek çok önemlidir benim için" dedim.
Figen hanım "merak etmeyin tatlı sevmeyen patronumuz dahi keyifle hazırladınız tatlıyı yedi" dedi. Dudaklarımdan bir kıkırtı kaçmış "buna daha çok sevindim" dedim. Ardından Figen hanım "kaç gibi kafeye geçersiniz ?" diye sordu. Boğazımı temizleyip "bir saate kafede olurum Figen hanım" dedim. Figen hanım "o halde bir saat sonra görüşmek üzere" diyerek telefon konuşmasını sonlandırmıştı.
Seri bir şekilde yataktan çıkıp hemen banyoya koşturup elimi yüzümü yıkadım. Malum oruç olduğum için kesinlikle dişlerimi fırçalamıyor sadece ağzımı çalkalıyordum. Seri hareketlerle tekrar yatak odasına gelip kıyafet dolabımı açtım. Üzerime beyaz bir gömlek , altına da siyah dar paça kumaş pantolonumu çıkarttım. Çıkarttığım kıyafetleri seri bir şekilde giyinip saçlarımı da at kuyruğu yaparak telefonumu elime alıp salona geçtim. Saat öğlen on ikiyi gösteriyordu ve biraz daha acele etmem gerekirdi. Yine de ne olur ne olmaz diye siyah ince hırkamı salon koltuğu üzerinden alıp çıkış kapısına doğru yürüdüm. Siyah babetlerimi de giydikten sonra çantamı ev ve araba anahtarlarımı elime alarak nihayet evden çıkmayı başarmıştım.
İçimde anlamlandırmadığım bir heyecan vardı. Hayra yorarak araca binim seri bir şekilde çalıştırmıştım. Yarım saatlik bir yolculuğun ardından kafenin önüne aracımı park edip Gökçe'nin yorgunlukla açtığı kafeme göz gezdirdim. Ramazan dolayısıyla pek müşterimiz olmuyordu ama yapacak bir şey yoktu. Allah nasıl olsa hiçbir zaman kulunu rısksız bırakmazdı.
Derin bir nefes alarak kafeye girip "tünaydııııın" diye seslendim. Yeşim hemen yanıma gelip "günaydın Gül'üm" diyerek boynuma sarılmış yanaklarımdan öpmüştü. Gökçe yorgun gözlerle bana bakıp "günaydın" demişti duru bir sesle. Endişe ile yanına yaklaşıp "neyin var canım?" diye sordum. Yüzünü buruşturup "malum gün lanet olsun" demiş ve karnını tutmuştu. Her bayan biraz ağrı çekerdi bu günlerde ama Gökçe'nin çok fazla ağrısı olur neredeyse hastaneye bile götürmek zorunda kalırdık. Telaşla "çabuk eve gidiyorsun ve güzelce dinleniyorsun" dedim. Gökçe "olsun çalışırım ben" desede kızgınlıkla yüzüne bakıp "sineklere mi servis yapacaksın safım benim. Kalk çabuk bin taksiye ve doğru eve" diyerek onu kafeden yine onun için kovmuştum.
Yeşim Gökçe'ye yardımcı olur taksi durağına kadar götürürken kafeye Figen hanım ve bize dün yardımcı olan beyefendi girmişti. Gülümseyerek "hoş geldiniz" dedim ve hemen oturacak bir masa göstererek onları karşıladım. Boğazımı temizleyip "ne içersiniz ?" diye sordum. Figen hanım "biz de niyetliyiz" dediğin de mahcup bir ifade ile "afedersiniz Figen hanım" dedim. Oda tebessüm ederek "sorun yok Gülpare hanım öncelikle tepsilerinizi getirdik" diyerek diğer masanın üzerine yanındaki beyefendi bırakmıştı. Ardından çantadan çıkarttığı beyaz zarfı "buda dün geceki tatlıların hakkı" diyerek bana uzatmıştı.
Tebessüm ederek "teşekkür ederim" dedim. Figen hanım "sizden patronumuz Aslan Kılıç'ın özel bir isteği var" dediğin de şaşkınca Figen hanımın yüzüne baktım. Oda tebessüm ederek "iki kişilik Gülpare tatlısından hazırlayıp belirteceğimiz adrese götürmenizi rica ediyor" dedi. gülümseyip "iki kişilik mi?" diye sordum. Figen hanım da gülümseyip "evet iki kişilik dilerseniz İbrahim bey sizi adrese götürsün" diye sordu. Başımı sallayıp "aslında çok iyi olur. Malum orucum ve adresi bulamayabilirim" dedim.
Figen hanım ayaklanıp "o halde saat 18:00'da İbrahim bey sizi almaya gelsin" dedi. Başımı sallayıp "benim için uygundur" dedim. Tokalaşarak vedalaştıktan sonra kendimi hemen mutfağa atmış ve tatlı yapma hazırlığına başlamıştım. Yine fazla yaparak Yeşim'e eve götürmesini ve Gökçe'nin mutlaka yemesini dile getirerek tembihledim. Mutfaktaki işim bittiğin de tatlıları paketleyip poşetledim. Tam kafe bölümüne geçmiştim ki İbrahim bey içeri girip "hazır mısınız?" diye sormuştu. Tebessüm ederek "evet İbrahim bey çıkabiliriz" dedim.
Birlikte siyah jeep araca bineceğimiz vakit aracın arka koltuğunun kapısını açmış "buyurun Gülpare hanım" demişti. Şaşkınca yüzüne baksam da ikiletmeden araca binip arka koltukta yerimi almıştım. Yaklaşık kırk beş dakika sonra yemyeşil bir ormanın içinde büyük bir malikaneye gelmiştik. Etraf o kadar güzeldi ki içim gitmişti adeta. İbrahim beyi takip ederek malikanenin içine girmiş ve yemek odasına doğru yürümeye başlamıştık. İbrahim bey "biraz bekleyin Gülpare hanım" diyerek yemek salonundan çıkmış ve beni yalnız bırakmıştı. İki kişilik muazzam bir yemek masası karşımda tüm ihtişamı ile duruyordu.
Masa düzeni , hazırlanan yemekler , konulan tabaklar her şey o kadar güzeldi ki enseme değen nefes ile daldığım o güzellikten irkilerek çıktım. Belime dolanan bir kol ve o tok ses tüm ruhuma sirayet ederken kalbim neredeyse ağzımdan fırlayacak hale gelmişti. Duyduğum cümleler ise beni olduğum yere çivilemişti.
'Evine hoş geldin Gülpare'...