Medyatik iş insanları ve onların çocukları arasında gözde olan, herkes tarafından çok hanımefendi, akıllı, uslu bulunan ve sevilip sayılan Ahu Karaca'nın, Amsterdam'da İşletme okuduğu günlerden kalma bir sırrı vardı. İstanbul'a kesin dönüş yaptıktan iki yıl sonra onun için babası tarafından seçilen damat adayının Amsterdam'da yaşadığı dört yıl boyunca her hafta sonu buluştuğu gizemli seks arkadaşı Erem Haznedarlar çıkacağını nereden bilebilirdi ki?
Ben aşkı çok seviyordum ama bir fikir olarak. Bir Jane Austen romanı, bir şarkı sözü olarak. Aşkın gerçeklerle herhangi bir ilgisi olamazdı. Yaşadığımız dünyada, yaşadığımız devirde hiç kimse kimseyi Darcy'nin Elizabeth'i öptüğü kadar incelikli bir tutkuyla öpemez, sahip olduğum hiçbir öpücük kitaplarda okuduğum kadar özel hissettiremezdi. Bu yüzden fazla kitap okumayan insanları şanslı buluyordum zaman zaman. Gerçek hayattaki gerçek şeyler onları mutlu edebilirdi çünkü. Ama ben sahip olduğum boktan gerçekliklerin hepsini yok saymaya, kafam attığı an kitapların içinde yaşamaya eğilimli biri sayılırdım. Eğer bir gün dünya tersine döner ben çok, çok özel bir aşk bulursam da karşımdaki insan kesinlikle Edgar olmayacaktı. Gerçek aşk için bile onu kaybetmeyi göze alamazdım çünkü. Aşkların ne ara çıkmaz sokağa girdiğini anlayamazdı insan. Bir akşam üstü hiç beklemediğin yerden gelebilirdi ayrılık. Edgar'ın benden ayrılmasına dayanamazdım. Bu yüzden ayrılmasına sebep olacak zemini de oluşturmayacaktım. Bazen gözlerinde belli belirsiz gördüğüm duygu kırıntısını görmezden gelmeye devam edecek, hayatımın sonuna kadar en çok ona sahip olacaktım. En çok ona koşacaktım, benim biricik güvenli alanıma.