"Dokunayım mı Hasan? Senin bana dokunduğun gibi ben de sana dokunayım mı hı erim?" Kısık sesimle konuşarak ellerimi hareket ettirdim.
Gözlerine kenetlediğim gözlerime bakarak başını salladı. İstiyordu beni istediğini zaten biliyordum ama bunu göstermesi hem de çekinmeden beni içten içe mutu ediyordu.
"Tamam mı kocam? Dokunayım o zaman ama ben bilmem bir şey. Sen yardım et bana." Anında beni onayladı.
Kucağından kalkarak yere oturdum. Kucağında rahat edemezdim. Ellerimi bacaklarından yukarıya doğru okşayarak götürdüm. Ta ki kasıklarına gelene kadar.
Yusuf tam o anda gözlerime bakıp şunları fısıldadı.
“O mahur beste çalar, müjgânla ben ağlaşırız…”
Sesi öyle ince, öyle yorgun çıktı ki, kelimeler boğazımda bir yumru gibi düğümlendi. İkimizin de kirpiklerinde asılı kalan o tek damla, sanki aynı acının ağırlığına dayanamamış gibi aynı anda aşağı doğru süzüldü. Gözyaşlarımız birbirine değmedi ama öyle yakın aktı ki, aramızda görünmeyen bir çizgi çekti sanki.
Kıpırdamadık. Nefes almayı bile unuttuk bir an.
Yusuf’un yüzünde acıdan doğan o belli belirsiz tebessüm vardı; benim yüzümde de aynı yarım kalmışlık… Ne tam gülüyorduk ne tam ağlıyorduk, ama birbirimizi tamamlayan bir eksiklik gibi bakıyorduk.
Sanki dünyada ikimizden başka kimse yoktu. Sanki yıllardır susup biriktirdiklerimiz nihayet bir çatlak bulmuş, sessizce dışarı sızıyordu.
Yusuf elini bana uzatmadı, sarılmadı, dokunmadı.
Ama o bakış — insanın canını hem okşayıp hem yakan o bakış — bir temas kadar güçlüydü.
O an anladım.
Biz konuşmadan da kırılıyorduk, susarak da tamamlanıyorduk.
Ve belki de bu yüzden, aynı anda düşen iki damla gözyaşı kadar benziyorduk birbirimize.
Kayıt dışı bir operasyon.
Silinmiş kimlikler.
Ve bir kadın, hem anne hem asker, tek başına bir ordu.
Marya Karakaya, yıllar önce “öldü” sanıldı.
Şimdi gizli bir devlet projesinin göbeğinde, kendi oğlunu kurtarmak için geri döndü.
Her dosya bir sır, her emir bir ihanet.
Ve en tehlikeli düşman artık düşman değil — devletin kendisi.
Geçmiş, hiçbir zaman unutulmaz. Karanlık sırlar ve gölgeler, yüzleşmekten kaçındığınız anlarda bile peşinizi bırakmaz. Leyla, sıradan bir hayat sürdüğünü düşünürken, bir anda kendini kadim güçler ve tehlikeli bir mirasın ortasında bulur. Güçlü bir enerji taşıyan bu miras, sadece onun değil, etrafındaki herkesin kaderini sonsuza dek değiştirecektir. Yanındaki dört sadık dostuyla birlikte, karanlığın derinliklerinde gizlenen sırları açığa çıkarmak için savaşmak zorundadır.
Ancak bu yolculukta en büyük düşmanı sadece dışarıda değil, içinde de yatmaktadır. Leyla, içindeki karanlıkla ve büyüyen cinsel çekimle yüzleşirken, Ardin'le olan gerilimli ilişkisi, kaderin iplerini daha da düğümler. Karanlık güçlerle dolu bu dünyada, hem kendini hem de sevdiklerini koruyabilecek mi?
Yasemin'in hikayesi, kayıplar ve yeniden buluşmalarla dolu bir yolculuk. Geçmişiyle yüzleşmesi, kimlik arayışında ona rehberlik edecek pek çok anı ve duyguyla şekillenecek. Ailesiyle yeniden bir araya gelme süreci, Yasemin'in kendini keşfetmesine ve içsel bir huzur bulmasına yardımcı olacak.
Annesinin "Seni geç bulduk ama çabuk kaybetmeyeceğiz" sözü, yalnızca bir sahiplenme ifadesi değil; aynı zamanda sevginin ve bağlılığın da bir yansıması. Yasemin, geçmişteki travmalarını geride bırakırken, yeni bir başlangıç yapma cesaretini bulacak. Ailesinin ona sunduğu destekle birlikte, kendini yeniden tanımlayacak ve kimliğini bulma yolculuğunda daha sağlam adımlar atacak.
Bu süreçte Yasemin'in yaşadığı duygusal dalgalanmalar, okuyucuya derin bir empati sunacak. Korkularıyla, umutlarıyla yüzleşirken, aynı zamanda sevginin ve bağların gücünü de keşfedecek. Her adımda büyüyecek ve sonunda hem kendini hem de ailesini bulacak. Bu yolculuk, yalnızca bireysel değil, aynı zamanda kolektif bir hikaye olacak; kayıpların ve yeniden buluşmaların hikayesi.