bc

KÜLLER KADAR SESSİZ

book_age18+
5
FOLLOW
1K
READ
dark
forbidden
family
forced
friends to lovers
arranged marriage
dominant
stepfather
mafia
single mother
gangster
heir/heiress
drama
no-couple
scary
highschool
mythology
small town
cheating
war
like
intro-logo
Blurb

🌫 “Küller Kadar Sessiz”

Sessiz bir mahallenin içinden doğan sessiz bir kız…

Ve o sessizliği bozmaya gelen, karanlık geçmişli bir yabancı…

Ela, güzelliğiyle değil, sessizliğiyle direnen bir genç kızdır. Aras ise kalabalık içinde bile yalnız kalan, zengin ama ruhu karanlık bir çocuktur.

İki zıt dünya…

Biri hayata tutunmak için okurken, diğeri hayattan kaçmak için her şeyi yakabilir.

Ama kader, küllerin içinden bir kıvılcım çıkarır.

Ve bazen en sessiz aşklar, en yakıcı olanlardır.

chap-preview
Free preview
Küller Kadar Sessiz🥀Aşk vardı. Ama zamanı yoktu.Tutku vardı. Ama yeri yoktu.Çaresizlik, onların diliydi.
KÜLLER KADAR SESSİZ Sabah, gri perdelerin arasından usulca süzülen bir ışıkla başladı. Mahallenin üzerinde ince bir sis tabakası vardı; sanki gece boyunca bastırılmış tüm hayaller sabahın ilk saatlerinde bu sisle birlikte havaya karışmıştı. Beton yorgunu sokaklar, çatlak kaldırım taşları ve duvarları yosun tutmuş eski binalar... Her biri, başka bir hikâyeyi fısıldıyor gibiydi. Ve o sabah, yeni bir hikâyenin ilk satırları yazılıyordu. O hikâyenin adı Ela idi. Ela, on yedi yaşındaydı. Sarışın saçları, yaz güneşinin dokunduğu buğday tarlaları gibi hafif dalgalıydı. Mavi değil, ela değil, griye çalan cam gibi saydam gözleri vardı. Sanki her bakışında kelimesiz bir şiir gizliydi. Mahallede herkes onun ne kadar güzel olduğundan bahsederdi ama Ela’nın haberi yoktu. Aynaya her baktığında, sadece göz altlarındaki yorgun halkaları, biraz fazla ince olmuş bileklerini, eskiyen kazağının yakasını görüyordu. Zarifti. Hatta fazlasıyla. Ama bu zarafet giydiği elbiselerden değil; içinden gelen bir duruluğun dışa taşmasından doğuyordu. Herkes onun yürüyüşünü izlerdi, sanki bir kederin üzerinde dans ediyormuş gibi, dikkatli ve hafif. Annesi hasta, babası yoktu. Kardeşi ise henüz beş yaşındaydı. Tüm yük omuzlarındaydı ama hiç şikâyet etmezdi. Çünkü içinde yanan bir hayal vardı: Okumak. Üniversite kazanmak için sabahın beşinde uyanır, kardeşini okula hazırlar, annesinin ilaçlarını verir, sonra evden çıkıp sokak lambalarının hâlâ yandığı saatlerde halk kütüphanesine yürürdü. Ders çalışırdı. Notlar alırdı. Kendine başka bir hayat inşa etmeye çalışırdı, kitap sayfalarının arasında. Ve işte o sabah, Ela kütüphaneden dönerken onu ilk kez gördü. Siyah bir araba. Camları kapalı, aynaları yeni parlatılmış. Mahallede böyle arabalar pek dolaşmazdı. Çocuklar arabanın etrafında fır dönerken, içerideki o siluet hareketsizdi. Sadece gözleri hareket ediyordu. Soğuk. Dipsiz. Ve dikkatli. Adı Aras. Yirmi yaşındaydı. Ailesi kentin en güçlü, en görünmez zenginlerinden biriydi. Ama bu servetin gölgesinde büyüyen çocuk, bir türlü "ışığı" içinde hissedememişti. Evet, elinde her şey vardı: Para, araba, güce aç dudaklar, yalakalıkla parlayan bakışlar. Ama o hiçbirine güvenmiyordu. Çünkü Aras her şeyi gören ama kimseye görünmeyen biriydi. Gizemliydi. Karanlıkla beslenir gibiydi. Duygularını belli etmezdi. Ama içi, çatışmalarla doluydu. Babasının ona yüklediği “soğukkanlı liderlik” kalıbı ile annesinin hâlâ küçük bir çocukmuş gibi üzerine titreyen şefkati arasında sıkışmıştı. Bu yüzden bazen acımasız oluyordu. Düşünmeden kırıyor, sonra içten içe kendini kemiriyordu. Ama bunu kimse bilmiyordu. Mahalleye gelişi bile bir tesadüf değildi. Ceza gibi gönderilmişti. Babası, lüks plazalarda büyüyen bu çocuğun “hayatın diğer yüzünü” görmesini istemişti. Aras, buna karşı çıkmamıştı. Aksine, karanlığını taşımak için yeni bir sokak arıyordu belki de. Ve o sabah, camın ardından bir kızı gördü. Başını önüne eğmiş, eski sırt çantasını sıkıca kavramış bir kız. Gözleri yorgun ama ışıkla doluydu. Her adımı dikkatli, sessizdi. Ama Aras, onun sadece adımlarını değil, taşıdığı bütün hikâyeyi duymuş gibiydi. Ela ile Aras’ın yolları o sabah sadece kesişmişti. Henüz konuşmamışlardı. Ama şehirde yeni bir hikâye yazılmaya başlanmıştı. Ela, o arabadaki yabancıyı uzun süre düşünmediğini sansa da o bakış zihninden çıkmadı. Aras ise ilk defa biriyle göz göze gelmiş ama içindeki karanlık bastırmak yerine çözülmeye başlamıştı. İki zıt karakter. Biri iyilikle ayakta duran, diğeri kötülüğün içinde bir iyilik kırıntısı arayan. Biri sevgiyle büyümeye çalışan, diğeri sevgiyi zayıflık sanan. Ama ikisinin de içinde sessiz bir yangın vardı. Ve o yangın, yaklaştıkça birbirini bulacaktı. Tıpkı bir külden doğan kıvılcım gibi. Ela o sabah kendini daha yorgun hissediyordu. Annesi gece boyunca sancı çekmiş, küçük kardeşi kabus görmüştü. Uyuyamamıştı. Göz kapakları ağırdı ama içindeki irade daha ağır basıyordu. Kalemi eline aldığında titreyen parmaklarını dizginledi. "Sadece üç ay kaldı sınava," diye mırıldandı. "Sonra… başka bir hayat başlayacak." Mahalleden yürürken yine o arabayı gördü. Camlar hâlâ dumanlıydı. Ve yine içinden bir çift göz onu izliyordu. Aras, birkaç gündür sabahları erkenden uyanıyor, arabasıyla o sokağın köşesine park ediyordu. Ne kadar anlamsız gelse de bunu yapmaktan kendini alamıyordu. Ela'nın yürüyüşü onu rahatsız ediyordu. Çok sessizdi. İnsan böyle sessiz olamazdı. Sessizlik, Aras'ın en korktuğu şeydi. Çünkü sessizlikte kendi iç sesi daha yüksek konuşuyordu. Vicdanı. Bastırdığı anıları. Yaptıkları. Yaptırıldıkları... Ama o kız... O kızın yürüyüşüyle bir şey değişiyordu. Sanki onun içindeki bütün çürümüş katmanların üzerinden hafifçe esip geçen bir meltem gibi... Acı vermiyor, ama hissettiriyordu. O gün, kütüphane çıkışında yağmur başladı. Ela'nın yanında şemsiye yoktu. Kitaplarını kabanının içine sakladı ama yine de defterlerinden biri çamurlu suya düşüp ıslandı. Eğilip almak isterken elinden kaydı. Bir çift ayakkabı yaklaştı. Siyah, pahalı, parlaktı. Defteri yerden alıp ona uzattı. Ela başını kaldırdığında o gözleri gördü. Soğuk ama derin. Donuk ama içten içe titreyen... > “Bunu düşürdün,” dedi Aras. Sesi kalın, net ama biraz boğuktu. İçinde yutulmuş cümlelerin izi vardı. Ela, kısa bir “teşekkür ederim” fısıltısıyla defteri aldı. Aras biraz eğildi. > “Islanmış. Bir şey olmaz umarım.” Ela başını salladı. Gözlerini kaçırmadan. Korkmuş değildi. Ama içgüdüsel olarak dikkatliydi. Çünkü karşısındaki kişi, normal biri değildi. İçinde sert bir şey vardı. Belki de tehlikeli bir şey. > “Seni birkaç gündür görüyorum. Kütüphaneden çıkarken. Her sabah.” “Bilerek mi izliyorsun?” diye sordu Ela. Sesinde ince bir sertlik vardı. Kendini koruyordu. Aras gülümsedi. Alaycı değil, daha çok şaşkınlıkla. > “Hayır. Sadece... Tesadüf. Ya da kader. Artık adına ne denirse.” Ela hiçbir şey demeden yürümeye başladı. Aras bir adım geri çekildi ama gözleri onu bırakmadı. Yağmur hafifliyordu ama içlerinde bir şey daha yeni başlıyordu. Aras arabasına bindiğinde elleri titriyordu. Bu kadar basit bir diyalog, neden onu bu kadar sarsmıştı? İyi biri değildi. En azından, yıllardır kendine bunu söylemişti. Zorbalık yapmıştı. Yalanlar söylemişti. Birini incitmişti. Onun yüzünden psikolojik destek alan bir kız vardı hâlâ. İsmini bile hatırlamıyordu artık. Ama şimdi... Bu sessiz kızın “güvenli duruşu” onu sarsıyordu. Çünkü içinden bir ses, “Bu kıza dokunursan... Onu da kırarsın. Ve o, kırılmayı hiç hak etmeyen biri,” diyordu. Ve Aras, belki de ilk kez, bir şeyden korkuyordu. Kendinden. Ela, akşam eve geldiğinde kitaplarını sobanın kenarına serdi. Islanan defterin sayfalarını açtı. Aras’ın tuttuğu kenar buruşuktu. Kiminle konuştuğunu bilmiyordu ama bakışlarından ve tavrından tehlikeli biri olduğunu hissetmişti. Ama garip bir şey vardı… Onun gözlerinde, daha önce hiçbir erkekte görmediği bir yalnızlık vardı. Ve belki de, kendini yalnız hisseden biri, başkasını anlama konusunda daha becerikli olurdu. Ela’nın içinden bir his geçiyordu: "Bu çocukla yollarım kesişecek. Ve bu, güzel bir şey olmayacak." Ela’nın evinde her şey sessizdi. Ama bu sessizlik huzurdan değil, zamanla büyüyen yorgunluktandı. Duvarların rengi sararmış, kapı menteşeleri gıcırdardı. Annesinin nefesi zaman zaman derin, zaman zaman kesik kesikti. Küçük kardeşi Eymen bazen uykusunda sayı sayar, bazen rüyasında ağlardı. Ela’nın içiyle evi arasında garip bir benzerlik vardı. Her şey ayakta gibiydi ama her şey de yıkılmak üzereydi. Ama yıkılmamak için bir nedenin varsa, yıkılmamayı öğreniyorsun. Ela bunu öğrenmişti. Hem de çok erken yaşta. Dışarıdan bakan biri için o sadece “güzel bir kız”dı. Sarı saçlarıyla güneşi kıskandıran, zarif yürüyüşüyle rüzgârı utandıran bir genç kız. Ama onun gözlerinin ardında biriken şey, güzellikten çok daha fazlasıydı: Sorumluluk. Ela güzeldi. Ama güzelliği süs değildi. Yük gibiydi. Onu herkes izliyordu. Ama kimse gerçekten görmüyordu. Oysa onun içindeki çığlık, en çok görülmek istiyordu. Ama usul usul. Bağırmadan. Küller kadar sessiz🥀...

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

ASEF- İ HASRET

read
3.6K
bc

Odun Külü

read
207.2K
bc

ZEYŞAN | TÖRE |

read
34.1K
bc

ESK-AŞK (mahalle) +18

read
44.1K
bc

DİYET

read
42.5K
bc

BANA ELLERİNİ VER

read
3.5K
bc

Beni Sevmene Muhtacım

read
41.1K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook