1.BÖLÜM
Ben Ember. Hayatımın çoğunu bu köhne yerde geçirdim. Soğuk, ıslak ve karanlık bir mahzende...
Ben burada doğdum, burada yetiştim. Dış dünyayı hiç görmedim; benim gibi birilerini ya da daha iyisi, annem gibi melek olanları...
Annem beni daima korumak için burada tuttuğunu söylüyor. Ben, babası insan olan, melek kanı taşıdığım halde hiçbir etkisi ve vasfı olmayan bir melezim. Birçok kişiye göre eminim, dünyaya gelmemeliydim. Benim doğumum bir hata; annemin karnına düştüğüm o ilk an bile bir hataydı.
Anneme göre eğer biri beni bulursa sonum ölüm olurmuş. O, beni çok sevdiği ve kıyamadığı için senelerce burada saklamış. Başka bir hayat ve hatta başka bir insan hiç görmedim. Kendi yüzümü bile gündüzleri yerde biriken o lağım suyuna yansımadan yarım yamalak görmüştüm. Ama her şeye rağmen kitap okumayı çok severim. Annem bana gökler tarihiyle ilgili kalın, birçok kişiye göre sıkıcı ama oldukça eğitici kitaplar getirir.
Bugün kitap okumak istemediğim bir gündü. Dışarıdan garip kalabalık sesleri ve uğultular geliyordu. Merak etmiştim. Annemin her zaman geldiği yoldan azıcık bakmak istemiştim. Adımlarımı oldukça sessiz tutarak ilerledim. Tam köşeyi dönecekken annemin zarif ve görkemli silueti beni durdurdu.
“Ember! Buraya kadar gelmen yasak biliyorsun, kendini mi öldürteceksin! Bu çok tehlikeli!”
“Üzgünüm anne, sesleri duydum ve merak etmiştim.”
“Etme! Yaptığın şey hepimize mal olur.” Sonra yumuşadı biraz, keskin hatları gevşedi. “Neyse, bir daha tekrarlama yeter. Ben de seni uyarmak için geldim. Bugün burada önemli kişiler olacak, serafimlerden biri buraya gelerek bizi onurlandırıyor ve sen her zamankinden daha sessiz olmalısın, tamam mı?”
“Elbette anne, sana sorun çıkarmam.” dedim başımı eğerek. O ise memnun bir şekilde uzaklaştı.
Kendimi oyalamak için bir sürü şey yaptım ama hâlâ aklım dışarıda olan seslerdeydi. Yıllar geçtikçe merak duygum güçlendi ama şimdi, şu an daha ağır basıyordu. Acaba diğer melekler neye benziyordu?
Ama annemi tehlikeye atmak ya da kendimi, pek cazip gelmediği için sessizce oturdum. “Yatak” diye adlandırdığım eski bir döşek üzerinde, başım duvara dayalı duruyordum. Uyku ağır bastırdı ve gözlerim kapanıyordu.
“Yok artık, bu bir insan mı!”
Ani bir irkilmeyle gözlerimi açtım. Ses, duyduğum hiçbir şeye benzemiyordu. Ne annemin tatlı uyarısı gibiydi, ne de dışarıdan gelen o uğultulu kalabalığın sesi gibi. Daha keskin, daha... şaşkın bir tınısı vardı. Kalbim göğüs kafesimi dövmeye başladı. Annemin sözleri kulaklarımda çınlıyordu: “Eğer biri beni bulursa sonum ölüm olurmuş.”
Hızla ayağa kalktım. Mahzenin en karanlık köşesine doğru sindim, sanki görünmez olabilirmişim gibi. Gözlerim, sesin geldiği yöne odaklandı. O ana kadar sadece annemin kullandığı, dışarıya açılan o gizli kapı aralık kalmıştı. Ve aralıktan sızan loş ışıkta, daha önce hiç görmediğim bir siluet beliriyordu.
“Hey hey, sakin ol, sana zarar vermem.”
Ama sözleri beni sakinleştirmedi. “Lütfen beni öldürme!”
“Öldürmek mi?” Kahkaha attı. “Meleklerin birini öldürmesi yasaktır, küçük fare. Yani seni öldürmeyeceğim.”
Usulca başımı çıkardım. Neler olduğunu bilmiyordum; karşımdaki kim, onu da bilmiyordum. Biraz daha yaklaştığımda yüz hatları belirginleşti. Hayatımda ilk defa bir erkek görüyordum ama yine de güzel görünüyordu.
“Ben Darrel.” dedi elini uzatırken. “Sen kimsin?”
Çekinerek elimi uzattım. “Ben Ember. Annem Amaya, ben onun kızıyım.”
“Yok artık! Ev sahibi Amaya mı? Seni senelerce nasıl saklamış olabilir?!” dedi şaşkınlıkla.
Yaptığım hatayı o an fark ettim ama karşımdaki adamın her şeyi söyletecek bir cazibesi vardı. “Ben bunu söylememeliydim. Lütfen ona kızmayın ve eğer başına bir şey gelirse...”
“Sakin ol, kimseye söylemeyeceğim. Ama açık konuşmak gerekirse ilgimi çektin. Yarın gece yarısı herkes dağıldığında yanına geleceğim, dost olarak.” Gülümsedi. Mekanik olarak gülümsedim ben de.
O arkasını dönüp çıkarken, az önce hayatımda yaşadığım en heyecan verici olayın etkisinden çıkamamıştım. İçim içime sığamıyordu. Acaba gerçekten bana arkadaş olur muydu? Diğer yandan tedirgindim ama beni ispiyonlayacak olsa bunu çoktan yapardı, değil mi?
Uyandığımda mahzen her zamanki gibi soğuktu ama içimde tuhaf bir sıcaklık vardı. Kalbim, geceden kalma bir heyecanla atıyordu. O anı tekrar tekrar düşünmeden edemedim; onun gözlerini, sesindeki merakı, bana “ilginçsin” derken bakan o ifadesini.
Darrel…
Adını bile düşünmek, garip bir şekilde hoşuma gidiyordu.
Annem sabah erkenden gitmişti. Bir serafimin de katıldığı kıdemli melekler toplantısı uzun sürecekti, dönene kadar yalnızdım. Bu da demek oluyordu ki… gerçekten gelebilirdi.
O kadar saçmaydı ki! Kendime kızdım. “O bir melek, Ember. Sen ise lanetli bir melez. Neden gelsin ki?”
Ama kalbim mantığımı duymuyordu.
Gün ağır ilerledi, taş duvarlardan süzülen damlaların sesi sabrımı zorladı. Her damla, içimdeki beklentiyi daha da büyüttü. Akşam olduğunda artık dayanamadım; kapıya yaklaştım. Belki de gelmeyecekti… belki de sadece beni avutmak için söylemişti.
Tam o sırada, taş zemine yumuşak bir adımın yankısı karıştı.
“Beni mi bekliyordun, küçük fare?”
Sesini duyduğumda nefesim kesildi. O buradaydı. Gerçekten gelmişti. Gerçek bir arkadaş!
Işığın az olduğu mahzenin girişinde belirince, etraf sanki onunla birlikte aydınlandı. Kanatlarını toplamıştı, yüzünde belli belirsiz bir tebessüm vardı.
“Sen... gerçekten geldin.” dedim fısıltıyla.
“Ne sandın?” Omuz silkti. “Sözümü tutarım ben.”
Yaklaştığında gözlerimi kaçırdım. O kadar yakındı ki, kalbimin sesi taşlara çarpıp yankılandı sanırım.
“Buralar... çok karanlık.” dedi çevresine bakarken. “Burada nasıl kalıyorsun?”
“Sana anormal geliyor olabilir ama benim normalim bu. Buradan başka bir yer görmedim hiç.”
Şimdi şaşkınca havalandı kaşları. “Şaka yapıyor olmalısın!” dedi. Ciddiyetle durduğumda, “Cidden mi, başka hiçbir yer görmedin mi!?”
“Elbette görmedim, Darrel. Ben doğmaması gereken biriyim. Varlığımdan haberdar olmaları benim için ölüm olurdu.”
“Haklısın ama ne bileyim, hiç merak etmedin mi?”
“Aslında ettim ama daha çok melekleri... ama elden bir şey gelmiyor, değil mi?” Sustuk, sonra aklıma bir şey geldi.
“O nasıl bir his?” dedim. “Dışarıda olmak, gökyüzünü görmek?”
Darrel gülümsedi. “Tanımlaması zor. Güneş ışığı yüzüne vurduğunda gözlerini kısmak, rüzgâr saçlarını karıştırdığında gülmek... Gökyüzüyle nefes almak gibi. Bir gün sana da gösteririm belki.”
“Beni dışarı mı çıkarırsın?” dedim heyecanla ama aynı zamanda korkuyla.
“Belki...” diye fısıldadı. “Eğer bana güvenmeyi öğrenirsen.”
Sesi yankılandığında içimde tuhaf bir titreme hissettim. Meleklerin seslerinde büyü olduğu söylenirdi ve belki de doğruydu. Çünkü her kelimesi kalbimde yankılandı, damarlarımda bir sıcaklık gezindi.
Darrel biraz daha yaklaştı. Artık aramızda sadece bir nefeslik mesafe kalmıştı.
“Gözlerini kapat.” dedi yumuşak bir sesle.
“Ne yapacaksın?”
“Sana bir şey göstereceğim.”
Tereddüt ettim ama sonra itaat ettim. Gözlerimi kapattığımda etraf sessizleşti. Bir an sonra, tenime hafif bir rüzgâr değdi; o kadar yumuşaktı ki nefesim kesildi. Ardından bir sıcaklık yayıldı, kalbimden başlayan ve tüm bedenime dolan bir sıcaklık.
“Ne hissediyorsun?” diye fısıldadı kulağıma.
“Rüzgâr gibi... ama daha yakın. İçimden geçiyor sanki.”
“Bu sadece benim gücümün yankısı.” dedi. “Melekler bazen hislerini dokunmadan da hissettirebilir. İstersen bir gün uçmanın nasıl bir şey olduğunu da hissettirebilirim.”
O an gözlerimi açtım. Kanatlarının kenarındaki ışık titriyordu. Ona baktıkça kalbim hızla çarpmaya başladı.
“Sen... farklısın.” dedim istemsizce.
Darrel gülümsedi, gözlerinde bir parıltı vardı. “Sen de öylesin, Ember. Belki de bu yüzden seni buldum.”
İltifatı karşısında gülümsedim. Bir an transa girdi sanki; gözleri donuklaştı. “Babam beni arıyor, gitmeliyim. Yine geleceğim, Ember.” dedi. Dilim tutuldu sanki, sadece başımı sallayabildim. Kalbimde müthiş bir his peydahlandı. Daha önce bilmediğim ama karnımı gıdıklayan bir his. Sadece bana bir an yaklaşmıştı ve ben benliğimi unutup onun olmak pahasına her şeyi yapmak istiyordum.
Enerjisinin ağır havası yok oldu o çıktıktan bir dakika sonra, ve hissettiğim o yoğun duygular az da olsa söndü. Kaybolmadı ama azaldı. “Ah Ember, kendine gel! O bir melek ve tabii ki ondan etkileneceksin. Aciz insan vücuduyla başka ne beklenirdi!” diye kendime söylendim.
Ama yine de kendimi tutmalıydım. Ona kapılmak bir hipnoz gibi olurdu.
Mahzen, bir önceki geceden daha sessizdi.
Kalbimse, çok daha gürültülüydü.
O, geleceğini söylemişti ama bu kez inanmak daha zordu.
Güvenmekle korkmak arasında asılı kalmıştım.
Yine de, ayak sesini duyduğumda kalbim sanki sesine koştu.
Kapının aralığına yansıyan o tanıdık ışık parladı.
“Yine geldin.” dedim, sesim kendi kulaklarıma bile yabancı geldi.
Darrel hafifçe gülümsedi. “Sözümü tutarım demem boşuna değildi.”
Elinde bir kitap vardı, kalın ve eski bir ciltle kaplı. Kapağı yıpranmıştı ama üzerindeki yazılar hâlâ altın gibi parlıyordu.
“Bu... sana getirdiğim bir hediye.”
Kitabı bana uzattı. “İçinde göklerin ilk dönemine ait hikâyeler var. Meleklerin bile unuttuğu zamanlardan kalma.”
Titreyen parmaklarımla kitabı aldım. “Neden bana bunu getiriyorsun?”
“Çünkü bilmek, görmek kadar değerlidir.” dedi. “Sen hiç dışarı çıkmadın ama zihinle de gökyüzüne ulaşabilirsin.”
Gülümsedim ama içimde bir huzursuzluk vardı. Gözlerine her baktığımda kalbim hızlanıyor, düşüncelerim karışıyordu.
Bir şey diyemedim, sadece başımı çevirdim.
Darrel sessizliği fark etti. “Benden mi korkuyorsun?”
Sesindeki tını, neredeyse incinmiş gibiydi.
“N… hayır… sadece...”
Boğazım kurudu. “Senin... enerjin. Sanki beni içine çekiyor. Düşünemiyorum bile.”
Bir süre bana baktı, sonra başını eğdi. “Şey... bunun olacağını düşünmemiştim.”
Ardından bir şey çıkardı; sedef gibi parlayan ince bir yüzüktü.
Yavaşça parmağına yerleştirdiğinde, etrafı saran o yoğun enerji dağıldı. Hava hafifledi, içimdeki baskı azaldı.
“Bu,” dedi yüzüğe dokunarak, “melek gücünü bastıran bir şey. Sadece kısa süreliğine kullanırım, çünkü uzun sürerse ben de zayıflarım. Ama senin rahat olmanı istiyorum.”
Derin bir nefes aldım.
İlk kez onun yanında huzurlu hissediyordum.
Ne kalbim delicesine atıyordu ne de damarlarımda ateş gibi dolaşan o büyü vardı.
“Böyle daha iyi mi?” diye sordu.
“Evet...” dedim fısıltıyla. “Artık... sadece sen varsın.”
Gülümsedi. “İşte bu cümleyi sevdim.”
Sonra yere oturdu, duvara yaslandı. “Hadi, sen de otur. Şu sayfaları birlikte açalım.”
Yanına oturdum. Kitabı açtığında sayfalardan hafif bir koku yayıldı; zamanın, tozun ve belki biraz da cennetin kokusu.
Darrel bana eski bir hikâyeden söz etmeye başladı; bir melek, yasak bir sevgiyi korumak için kanatlarını feda etmişti.
Anlattıkça sesi yumuşuyor, aramızdaki mesafe siliniyordu.
Bir noktada, başımı fark etmeden onun omzuna yaslamıştım.
“Affet,” dedim hemen geri çekilerek.
“Affedilecek ne var ki?” dedi Darrel, gülümseyerek.
Ama o gülüşün ardında bir şey daha vardı, tıpkı benim gibi bastırmaya çalıştığı bir his.
Sonra kitap kapanırken fısıldadı:
“Ember… bazen yasak olan şey, kalbimize en çok yakışandır.”
Yine de bu söz ve bakışları hoş değildi. Bu yüzden titredim istemsizce.
Darrel bir adım geri çekildi.
Bakışları yumuşadı, kanatlarının ucuna düşen loş ışık kıpırdadı.
“Bu kadar korkma, küçük fare,” dedi hafif bir gülümsemeyle. “Yarın gece… sana dünyayı göstereceğim. Gerçek gökyüzünü.”
Bir an kalbim duracak sandım.
“Gökyüzü mü?” dedim neredeyse fısıldayarak.
“Evet. Buradan değil, yukarıdan. Biraz nefes alırsın belki.”
Göz kırptı, ardından yavaşça geri çekildi.
“Söz veriyorum, kimseye zarar gelmeyecek.”
Cevap veremedim. Ne “evet” diyebildim ne de “hayır”.
Sadece bakakaldım.
Ve o, varlığıyla ışığı da beraberinde götürerek sessizce kayboldu.
Mahzen yeniden karanlığa gömüldü ama içimde bir şey yanıyordu artık. İlk kez karanlıktan değil, ışıktan doğan bir ateşti bu.
Ertesi sabah...
Gözlerimi açtığımda duvarların üzerindeki gölgeler bile daha soluktu.
Sanki sabah bana bakıyordu.
İçimde tarif edemediğim bir kıpırtı vardı; huzursuzlukla karışık bir sevinç gibi.
“Ember.”
Annemin sesiyle irkildim. Annem her zamanki gibi sessizce gelmişti ama bu kez bakışları daha dikkatliydi.
Elindeki gümüş tepsiyi masaya bırakırken, gözlerini benden ayırmadı.
“Bu sabah farklı görünüyorsun.”
Sesinde temkinli bir ton vardı.
“Belki… iyi uyumuşumdur.” dedim, gülümsemeye çalışarak.
“İyi uyumak,” dedi yavaşça, “bir melez için lükstür.”
Yanıma yaklaşıp başımı ellerinin arasına aldı. “Yüzünde bir parıltı var. Gözlerinde… başka bir ışık.”
Yutkundum. “Anlamadım.”
“Anladın,” dedi alçak bir sesle. “Bir şey olmuş sana. Ya da biri.”
Boğazım kurudu, ellerim istemsizce kucağımda kenetlendi.
“Anne, hiçbir şey olmadı. Sadece… dün çok düşündüm, o kadar.”
Amaya başını yana eğdi.
“Düşünmek seni böylesine parlatmaz, Ember. Ama neyse,” dedi, belli ki konuyu zorlamak istemiyordu, “bugün çok sessiz ol. Kıdemli melekler hâlâ çevrede. Seni görmeleri felaket olur.”
“Evet anne,” dedim usulca.
O çıkınca, geriye sadece sessizlik kaldı.
Ama bu kez sessizlik bana ait değildi. Sanki her taş, her gölge, geceyi bekliyordu benimle birlikte.
Kalbim göğsümün içinde sabırsız bir kuş gibi çırpınıyordu.
Yarın demişti Darrel.
Yarın… gökyüzünü görecektim.
Gece, suyun yüzeyine düşen ay ışığı gibi titriyordu.
Darrel söz verdiği gibi gelmişti. Kanatlarının ucunda sedef ışıltısı, gözlerinde yaramaz bir parıltı vardı.
“Hazır mısın, küçük fare?” diye fısıldadı.
Hazır mıydım?
Kalbim deli gibi atarken başımı sadece sallayabildim.
Darrel elini uzattı.
Dokunduğu anda, ayaklarım yerden kesildi.
Soğuk hava tenimi kesti ama içimde tarifsiz bir sıcaklık vardı. Aşağıda taş duvarlar, demir kapılar küçüldü, karanlık dağıldı.
Ve ben…
İlk kez gökyüzünü gördüm.
Ay, bulutların arasında parlayan gümüş bir yara gibiydi.
Yıldızlar, o kitaplarda okuduğum ama asla hayal edemediğim kadar parlaktı.
Rüzgâr saçlarımı savururken Darrel’in sesi kulağımda yankılandı:
“Görüyor musun Ember? İşte dünya bu kadar geniş, bu kadar canlı.
Ve sen bugüne kadar onun sadece yer altındaki gölgesinde yaşamışsın.”
Gözlerim doldu.
“Sanki nefes almayı ilk kez öğreniyorum,” dedim kısık bir sesle.
Darrel gülümsedi. “Senin için küçük bir mucize olsun bu.”
Bir süre sessizce süzüldük gökyüzünde.
Hiçbir şey konuşmadık; sadece rüzgâr konuştu, yıldızlar dinledi.
O an sanki ne ben melezdim ne o bir melek; sadece iki varlıktık, sonsuzluğun ortasında.
Ama her mucizenin bir sonu vardı.
Darrel yavaşça alçaldı, mahzenin girişine kadar getirdi beni.
Ay ışığı kapının paslı kenarlarına vuruyordu.
“Burada ayrılmalıyız,” dedi yumuşak bir sesle. “Kimsenin bizi fark etmesini istemem.”
“Yine gelecek misin?”
“Eğer sen istersen.”
Bir an tereddüt etti, sonra bana o meşhur sedef parıltılı gülümsemesini verdi. “Bu geceyi unutma, Ember. Gerçek gökyüzü seni çağırdığında korkma.”
Ve o, gökyüzüne karışarak kayboldu.
Bir süre öylece kaldım, nefesimi toplayamadım.
Rüzgâr hâlâ saçlarımda, kalbim hâlâ gökyüzündeydi.
Sonra yavaşça içeri girdim.
Ama mahzen karanlık değildi bu kez.
Masanın üzerindeki kandil yanıyordu.
Ve annem, Amaya, orada oturuyordu.
Elinde Darrel’in dün getirdiği kitabı vardı. O altın işlemeli, “Gökler Tarihi’nin Yasak Bölümleri” yazan kitap.
Parmakları kapağın kenarına sıkıca bastırılmış, gözleri öfkeyle parlıyordu.
“Bunu bana açıklamak ister misin, Ember?”
Sesi buz gibiydi.
Donup kaldım.
“Anne… ben—”
“Kes!” diye kesti sözümü. “Bana yalan söylemeye bile cesaret etme. Bu kitabı kim getirdi?” dedi hükmedici bir sesle.
Sustum. Kalbim, az önce gökyüzünde çarptığı hızla şimdi korkudan titriyordu.
“Senin dışarı çıktığını biliyorum,” dedi.
Gözlerinde sadece öfke değil, korku da vardı.
“Bir melekle görüştün, değil mi?”
İçimden bir ses, “inkâr et” diyordu ama artık çok geçti.
Annem ayağa kalktı, elindeki kitabı masaya fırlattı.
“Ben seni korumak için yıllardır bu karanlıkta saklıyorum! Sen ne yaptın biliyor musun?
Hepsini tehlikeye attın! Hem kendini, hem beni, hem de onun soyunu!”
Gözlerinden yaşlar süzülüyordu artık.
Öfkenin altında kırılmış bir kalp yatıyordu.
“Anne, lütfen… o bana zarar vermedi,” diyebildim sadece.
Amaya’nın sesi çatladı:
“Henüz, Ember. Henüz vermedi.”
Mahzen, Amaya’nın öfkesiyle doluydu.
Elinde tuttuğu kitabın parıltısı karanlığı keskin bir ışıkla yarıyordu.
“Bunu durdurmam gerek,” dedi kendi kendine, nefesi titreyerek.
Ve sözde korumak için, eski bir melek büyüsüyle mahzenin kapısını, kendi çocuğu için bir hap gibi mühürledi.
Ben irkildim ama gücüm yoktu; büyü gövdemi sardıkça hareket edemiyordum.
Tam o an kapı aralandı ve mahzenin içine bir rüzgâr esti. Farklı, tanıdık bir enerji.
Darrel!
Gözleri hafifçe parladı, kanatlarının ucundaki sedef ışığı büyüyü kolayca çözdü.
“Bu kadar kolay mıydı?” diye fısıldadı ama sesinde hiç kızgınlık yoktu.
Sanki yıllardır beklediği an nihayet gelmişti.
Nefesimi tutmuş, gözlerimi ona dikmiştim.
“Darrel… ben… ben hareket edemiyorum…”
Darrel yaklaştı, tek bir dokunuşla büyünün etkisini tüm bedenimden sildi.
Ve o an, ben boşlukta hissettiğim yalnızlığın ağırlığını fark ettim.
Yıllardır bastırdığım korku, merak ve açlık… her şey bir anda onun üzerinden akıyordu.
Gözlerim doldu.
Ve içgüdüsel olarak ona sarıldım.
Darrel durdu ama itmedi; kollarını çevirdi, göğsüne bastırdı beni.
“Shh… artık güvenli, küçük fare,” dedi yumuşak bir sesle.
Hiç olmadığı kadar yakın davranmıştı.
Darrel’in kalp atışını, nefesini hissettim; sanki yıllardır kaybolan bir parçamı bulmuş gibi.
“Bırakmam seni,” dedi sessizce, başını omzuma gömerek.
Darrel saçlarımı okşadı, kanatlarını hafifçe açtı, gövdemi saran bir sıcaklık yayıldı.
“Bunu hissetmen normal,” dedi. “Sadece seninle olacağım, Ember.”
Annem mahzenin girişinde duruyordu, gözleri öfke ve şüpheyle doluydu.
Ama bu kez büyü işe yaramamıştı.
Darrel ondan çok daha güçlüydü; sanırım bu yüzden annemin büyüsünü kolayca bozmuştu.
Ben, Darrel’in kucağında, sessizliğe karışan rüzgârla birlikte, uzun zamandır hissetmediğim güveni duydum.
Ve o an anladım ki Darrel, sadece bir arkadaş değil, beni tamamlayan bir varlıktı.
Annem köşeden çıkıp birkaç adım attı ve dikkat çekmek için öksürdü.
“Sen! Darrel. Neden buradasın!? Kızımla işin ne? Hemen buradan git ve çeneni kapalı tut!”
Darrel birkaç adım uzaklaştı. “Ben Ember’ı korumak için buradayım, gerekirse sizden bile. O yüzden geri çekilin!”
“Benden mi koruyacaksın! Ben onun annesiyim, Darrel! Onu senelerdir ben koruyorum, o yüzden git buradan!”
Darrel’in öfkesi yoğun bir enerji yayıyordu. Annem hem korku hem de cesaret ile çıkıştı ona. Ama her şeye rağmen anneme bir şey olmasını istemiyordum.
“Darrel,” dedim omzuna dokunarak, “gitmelisin. Bunu biz halledelim, teşekkür ederim.”
“Pekâlâ, sen öyle istiyorsan,” dedi ve çıkarken anneme ters bakışlarını görüyordum.
Nihayet baş başa kaldığımızda açıklama yapmak için ağzımı açmıştım ki annem elini kaldırdı.
“Sana tek seferliğine söyleyeceğim; o güvenilir biri değildir, Ember! Sen hiç dış dünyayı görmedin ve inan bana, dışarıdakiler yanıltıcıdır.”
Tek kelime etmeme müsaade etmeden gitti. Kalbim binlerce parçaya bölünmüş gibiydi. Arada kalmıştım.
Peki ya şimdi neler olacaktı? Ne yapacaktım? Darrel ve annem arasında kalmak, hatta bu duyguyu hissetmek, benim için bir ilkti.
............
Aradan birkaç gün geçti. Bence Darrel kesinlikle annemin dediği gibi biri değildi. Evet, Darrel henüz genç bir melekti ama gelecek vaat ediyordu. Her ne kadar annem ondan kıdemli olsa bile, Darrel’in gücü tartışılmazdı. Bu yüzden annem ondan uzak duruyor, benimle de konuşmuyordu. Her zaman fazla ilgili bir ebeveyn değildi zaten.
Darrel ile aramızda ne oluyorsa güçlenmişti. Onu her gün görebilmek için her şeyi feda edebilirdim; hele ki beni anneme karşı koruduğu o geceyi hatırladığımda ona daha da güveniyordum. Geçen zaman beni ona daha çok bağladı sanki.
Akşam üzeri yeniden gelmişti. Oturdu yanıma, arkadaşlarından bahsediyordu. Ama ben ona o kadar çok kilitlenmiştim ki konuyu dinleyemiyordum bile.
“Hey! Biliyorum çok yakışıklıyım ama beni dinlemiyor musun?” dediğinde hafifçe kızardım. Ama içimde daha da güçlenen o duyguya mani olamıyordum.
Yüzüğünü yavaşça çıkardım parmağından. “İzin verirsen eğer bir şey denemek istiyorum,” dedim titrekçe. Belki bu yaptığım bizi sonsuza kadar değiştirecekti. Ama günlerdir hayalini kurmak beni bitiriyordu.
Ses çıkarmadan hamlemi bekledi. Usulca dudaklarına yaklaştım. Hala geri çekilmemişti. Bu beni mutlu etmişti ve dudaklarına bir buse kondurdum. Usulca gözlerine baktığımda, her zamankinden başka bir parıltı vardı. Hoşuna gitmiş miydi?
Hala sesi çıkmayınca, “Ben üzgünüm, kendime mani olamıyordum,” dedim.
Elini yanağıma koydu. “Şimdi izin verirsen ben bir şey denemek istiyorum?” Usulca salladım başımı.
Benim gibi kibarca değil haşin bir şekilde öptü oda dudaklarımdan. Sadece bir öpücük diye düşünürken, alt dudağımı ısırıp kendine doğru çekmişti. Normalde acıması gerekmez miydi? Ama şuan zevk vermişti belkide bunu yapan darrel olduğu içindi o. Bunu bir kaç kez daha tekrarladığında, ağzımdan kaçan inilti ile dili ağzımın içini tavaf etmeye başladı. Kadifemsi hoş bir histi ama bir öpücüğün bu denli derinleşeceğini nereden bilebilirdim ki?
Bir anda kendimi onun altında yatarken buldum. Dudakları benden hiç kopmamıştı. Ama sanki hasta oluyormuşum gibi hissettim garip bir sıcaklık tenimi yakıyordu. Hem hoş hem garipti, bütün kanım karnıma hücum ediyordu.
“darrel ben çok farklı hissediyorum.”
Durdu dirseğini üzerinden bana baktı. “çünkü,” dedi baş parmağı dudağımı gezerken, “benden hoşlanıyorsun ve tahrik oluyorsun hissettiğin şey, Zevk.”
Bana yabancı bir duyguydu kesinlikle, “sana bunun daha ötesini hissettirebilirim uçmak ve gevşeme gibi ama daha iyisi”
Ona güveniyordum nedensizce bana dünyada ki en güzel yeri kollarını bahşetmişti. Benim için sakınacak bir şey yoktu. Elbisenin üzerinden aşağıya doğru kayan elleri aynı hissi tetikledi.
Tam kadınlığımı üzerine gelip bir noktaya değdiğinde dokunuşları beni titretti. Mükemmel bir histi. Yüzüme sanki tek bir anımı bile kaçırmak istemiyor gibi bakıyordu. Kulağıma fısıldadı, aynı anda kanatlarının ucu bir parıltı ile titreşti.
“şimdi gelmelisin bebeğim. Kendini kasma ve gevşe” sonra dudaklarıma kapandığında, içimde bir şeyler patladı gevşeme ve uçma hissi gibiydi kesinlikle. Yada karnımda yüzlerce kelebek uçuyor gibiydi. Bu hisle ağzına doğru inlerken geri çekildi. “aferin benim kızıma”
Geri çekildi ben pelte kıvamında uzanırken yüzüğü parmağına geçirdi enerjisinin yoğun hissi kayboldu ama hissettiklerim gerçekti ve ben onun girdabına kapılmıştım bile.
“bu hissettiğim en güzel şeydi.” Diye itiraf ettim. Eminim yanaklarım al aldı.
“benimleyken daha bir çok şey hissedeceksin ve az önceki en azıydı emin ol.” Dedi toparlanırken. “yine geleceğim babam beni arıyor.”
“elbette bekleyeceğim” dedim arkasından. Ah tanrım onun bana yaptıklarını hayal ettikçe o his beni çıldırtıyordu. Ve sürekli bunları düşünmek o yokken yapabileceğim tek aktivite olduğundan kafayı yiyecektim. Beni seviyor muydu? Eğer sevmese neden benimle bunları yaşasın ki?
Yine onun geleceği zamanı dört gözle bekliyordum. Bu sefer nasıl olacaktı kim bilir ama daha çok merak ettiğim bir şey varsa oda onun için ne ifade ettiğimdi. Bir yandan bu şeyler beni heveslendirirken diğer yandan acı bir gerçeği göz ardı etmek zorundaydım. Ben bir insandım o bir melek. Kesinlikle onunla meşru bir ilişkimiz olamazdı ve bu durumda bize ne olacaktı.
Ertesi gece yeniden geldi. Adım sesini duyduğum o ilk an beni her zaman heyecanlandırıyordu. Heleki o yakışıklı yüzü saf ve temiz bakan masmavi gözleri insana huzur ve güven veriyordu. Beyaz teni meleklere has o temiz ve nurani havayı taşıyordu.
Bu kez çekingen bir şekilde köşeme çekilmedim. Gidip ona kocaman sarıldım. Aynı şekilde karşılık verdi.
“geldin!”
“hep gelirim biliyorsun. “ dedi kadifemsi bir tonda gülerken. Günümün nasıl geçtiği ve daha başka bir çok soru sordu ilginç olan ben değildim halbuki hergün aynı yerde aynı şekilde aynı sıkıcı kitaplarla vakit geçiriyordum. Ama o her zaman büyük bir dikkatle dinliyor sanki ilk defa duyuyormuş gibi tepkiler veriyor beni önemsiyordu. Bir an bir sessizlik oldu ve aklımda dolanan o soruyu sormak istedim.
“darrel?” başını kaldırdı hemen, “efendim”
Nasıl başlayacağımı bilemeden konuştum. “darrel senin için ne ifade ettiğimi bilmiyorum ama, benim için yerin önemli ve ilerisi beni endişelendiriyor. Yani kafam çok karışık”
Yanıma yaklaştı, beni teskin etmek için eliyle omzumu sıvazladı. “ember, hislerinin farkındayım onları bende hissediyorum.” Dedi gözlerimi kaçırdım. “ve sana bir sır vereyim ki bende aynı şeyleri hissediyorum”
Tüm olumlu düşünceler bir yana olumsuzlar bir yana olsa, olumsuz olanlar daha ağır basardı ve o şimdi benden hoşlanıyordu öyle mi!? Tanrım delirmiş olmalıyım o bir başmeleğin oğlu ben ise lanet bir melez ama benden etkilenmişti ha?! Cidden vay canına.
Hayatım boyunca bir erkek görmesem bile elbette seks hakkında bir şeyler biliyordum. Ve kesinlikle tek taraflı olmadığının farkındaydım. Nasıl hissettirdiğini bilmesem bile işleyişini biliyordum.
Darrel de hislerini söylediğinde, “dün hissettiklerim harikaydı darrel aynı şeyi senin de hissetmeni istiyorum.” Dedim kararlılıkla
Bu kez parmağındaki yüzüğü o çıkardı. Yüzünde haylaz sırıtış ile. Eski komodinin üzerine bıraktı.
Yine tutku ile kapandı dudaklarıma dili dilimin üzerinde kayarken bile aldığım zevk tarifsizdi. Üzerimdeki kıyafet yavaşça omuzlarımdan kaydı ve yere düştü şimdi bütün çıplaklığım ile gözleri önündeydim. Göz ucu ile uzaktan baktı. “harika görünüyorsun” dedi. Utandım biraz. Yeniden yaklaştı bana bu kez dudakları boynumu sömürüyor hafif bir ıslaklık beni ürpetiyordu. Ve hiç durmaksızın o ıslaklık uzunca bir yol çizerek kadınlığımda durdu. Hafif şehvet dolu öpücükler kondurdu ve yeniden ayağa kalktı şimdi o da çıplaktı. Tıpkı bir heykel gibi vücudu vardı. Bakanın yeniden bakacağı türken ellerim kaslı vücudunda dolanırken, ellerimi tuttu. Kendi uzvuna doğru götürdü. Utanç ve merak içinde itaat ettim ona.
Oldukça iri duran aletine ellediğimde oda kapatmıştı gözlerini. Usulca sıvazlamıştım. Gözlerime baktı yeniden “bunu istediğine emin misin bebeğim”
Başımı salladım. Cevap vermeye utanmıştım ama devamını deli gibi merak ediyordum. Belimden kavrayıp sıkıca çekti kendine. “O halde her şeyinle artık benim olmalısın ilkin ve sonun ben olmalıyım” dedi. “şimdi bacaklarını benim aç ve gevşe” diye ekledi otoriter bir şekilde. Sadece itaat ettim ve dediğini yaptım. Az önce dokunduğum o iri uzvu kadınlığımda hizalanmıştı. Darrel in kanatları yine parlıyordu.
“darrel ne yapıyorsun?”
“ilk seferinde acımaması için” dedi gülümseyerek.
Kendini içime doğru gittiğinde kesinlikle hiçbir acı hissetmedim. “kahretsin” dedi duraksayarak. “sorun nedir?”
“alışması için bekleyeceğim oldukça darsın” dedi dediğini anlamadım ama sorgulamadım da. Yavaşça hareketlerine başladı ilk başta herşey normaldi. Bir kaç saniye sonra onun kanatlarına sarılmış bir şekilde duvarda duruyordum ayaklarım yerde değildi. Ve gelmek üzereydim. Ama o yorulmuş gibi değildi. Boşaldığımı fark ettiğinde yüzüme baktı. “rahatladığına sevindim bebeğim” dedi.
“peki ya sen?” dedim hemen. Gülümsemesi genişledi kulağıma yaklaşıp fısıldadı “ben daha yeni başlıyorum” cümlesi bittiğinde öyle bir hızlandı alt bölgeme girip çıkan aleti hızla çarpıp sesler çıkarırken ikinci bir zevk dalgası nüksetti.
Gözlerim aniden açıldı. Darrel in gözleri vahşi ve yoğundu. Göz bebekleri genişlemişti. Onunla göz teması kurmaya çalışmıştım. ama içimdeki penisin hissinden başka bir şeye odaklanmak çok zordu.
Şimdi daha da hızlanmıştı. Kendini biraz daha içime itiyordu, özellikle her sert itişinde ağzımdan utanç verici derecede yüksek sesler çıkıyordu.
Darrel gülümsedi gözlerinde vahşi ve ilkel parıltılar vardı her zaman kibar bir adam olmuştu şimdi böyle olması şaşırtıcıydı cidden. “kimse sana böyle hissettiremez. Yada inletemez sen benimsin küçük fare”
Başka sert bir itiş daha ağzımdan daha yüksek bir inleme çıkardı. Fısıldadı “söyle kime aitsin?”
Konuşamayacak halde olsam bile kekelemeyi başardım. “ben seninim.”
Memnuniyetle parladı gözleri. Sonra kanatlarında bir parıltı gördüm. İçimdeki zevk dalgası bununla beraber daha da yoğunlaştı. Karnımda daha fazla sıcaklık hissettim. Ve onun altında çözülüyormuş gibi hissediyordum. Herşey daha iyi hissettirirsen gelmek üzereydim. Darrel in altında sıkışırken ve onunla birlikte çözülürken havada erkeksi bir hırlama duydum..
Tüm menisi yere doğru akarken hayatımın en iyi deneyimiydi öte yandan artık ondan kopamayacak şekilde bağlanmış, inkar edilemeyecek şekilde aşık olmuştum.
Biraz sonra toparlandığımızda gitmek zorunda kaldı. Bana samimi ve sıcak bir veda etti ve yeniden geleceğini söyledi. Ben ise yarattığımız bu dağınıklığı toplamak için giriştim. Annem görürse çılgına dönebilirdi.
Temizlenmek ve toparlamak gün ağarana kadar sürmüştü. Ve hayli yorgun düştüğümde uzanıp yattım; biraz dinlensem iyi olacaktı sanırım.
Ne kadar uyudum bilmiyorum ama kesinlikle en güzel kısmındaydım. Ta ki cadının biri beni uyandırana dek!
Algılarım henüz uykunun etkisinde yetersizdi. Ne olduğunu kavrayamadım; saçlarımda derin bir acı hissettim. Mahzenin kapısına doğru sürükleniyordum. Kurtulmak için tırnaklarımla tutunmaya çalıştım ama nafileydi. Hata iki tırnağımın yerinden çıktığına eminim. Çığlık attım.
“Kes sesini, iğrenç melez!” diye bağırdı kadın.
Gün ışığı yüzüme vururken etrafın kalabalık olduğunu fark ettim. Saçlarım serbest kaldığında etrafıma baktım korkarak. Annem ve Darrel yoktu ve iki düzine melek bana lanetli bir nesneymişim gibi bakıyordu.
“B-ben masumum,” diyebildim sadece. Belki zararsız olduğuma inanırlarsa beni öldürmezler diye.
Arkamdaki kadın yeniden saçlarıma yapıştı. Öyle bir tokat attı ki, çenem yerinden çıkacak sandım.
“Konuşma! Senin konuşmaya hakkın yok, sen iğrenç, sürtük bir melezsin!”
Ve tokat devam ettiğinde başım döndü, bilincim kapanıyordu. Sanırım birinin beni kurtarması için içimden dualar ettim. Aklıma gelen tek kişi ise oydu; dudaklarımdan usulca adı döküldü: Darrel.