bc

MAVERA

book_age12+
419
FOLLOW
1.2K
READ
dark
time-travel
second chance
friends to lovers
kickass heroine
bxg
mystery
brilliant
royal
enimies to lovers
like
intro-logo
Blurb

Shay, New York'ta yaşayan, genç ve güzel bir bilet satıcısıdır. Üstelik oldukça sıradan bir hayata sahiptir. Geçimini sadece sattığı biletlerle sağlar ve böylelikle zamanının çoğunu New York sokaklarında karların altında geçirir. Ancak bu yılbaşında sattığı biletlerin her zamankinden farklı bir özelliği vardır. Çünkü satılan biletlerden birisi Mavera'nın prensesini seçmek için özel olarak üretilmiştir ve bundan kimsenin haberi yoktur. Yani biletlerden bir tanesi sihirlidir ve yılbaşı gelip saat 12'yi geçtiği anda, biletin sahibi kendisini Mavera'nın sihirli kraliyetinde bulacaktır...

chap-preview
Free preview
**MAVERA**
-ELSA Bir krallık kurmuştum. Her şeye sahiptim ve yaşamım boyunca da her şeye sahip olacağımı sanmıştım... Yanılmışım... Ve yaşamım boyunca sahip olamadığım tek bir şey, beni aslında hiçbir şeye sahip değilmişim gibi yaraladı. Aslında hayatta anlam yüklediğimiz şeyler bizim her şeyimiz olurmuş... Ben bütün anlamımı sadece sana yüklemiştim ve sana sahip değildim... Elbette çok yaralandım, belki sende yaralandın. İkimizi de pes etmemek yordu biliyorum. Sen gelmemeye yemin etmiştin, ben asla vazgeçmemeye. Şimdi... Son bir kez deniyorum... Sana söz...  31 Aralık 2020/New York -FELİX Çınar ağacının arkasına geçmiş keskin bakışlarımla onu seyrederken aramızda yaklaşık bir on metre kadar vardı. Hardal sarısı paltosu, beyaz; atkı, şapka ve beresi ile sadece gözleri görünüyordu. Ayağında da bileklerinden biraz daha yukarıda biten kahverengi postalları vardı. Her ne kadar atkıyı boynuna dolarken saçlarını da sarmış olsa da kıvrım kıvrım beline süzülmesine engel olamamış gibiydi. Aynı zamanda da kâkülleri vardı ve göz rengi yeşildi. Saatlerdir dikkatimi çeken bütün detaylar bunlar olmuştu. Sıradan bir bilet satıcısına göre fazlasıyla iddialı ve güler yüzlüydü. Yaşadığı hayattan ya da yaptığı işten çok zevk alıyormuş gibi duruyordu. Bilet satmak ne denli zevkliydi bilemiyordum. Sattığı biletlerin çoğunu indirimli fiyata vermişti. Demek ki para kazanmak merhametinin ve iyi kalbinin gerisinde kalıyordu. Aralarında sihirli biletinde bulunduğu tam 30 bilet yaklaşık 6 saattir kendisindeydi ve sadece 2 tane bileti kalmıştı. Eğer elindeki iki biletten birisi sihirli olan değilse, 16 tane kadından birindeydi. Ayrıca bileti almaya gelen bütün kadınların bilgisi elimdeydi. İçlerinden birisi bu gece Mavera'nın prensesi olarak yeni bir ülkeye geçiş yapacaktı. Bana kalırsa hiçbirisi buna layık değildi. Araştırmalarım doğrultusunda bu 16 kadından birinin bile Mavera'ya layık olduğunu düşünmüyordum. Kimisi çok hırslı, kimisi kötü kalpli, kimisi de zengin hayat aşığıydı. Yine de benim yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Sonuçta bilet kimi seçerse prenses o olurdu... Ben sadece Mavera'nın korumalarından biriydim o kadar. Mavera'nın kapıları sadece senede bir kez açılırdı ve bunun sebebi de prensesin ülkemize geçişinin sağlanması içindi. Yani normal günlerde ülkeden çıkmak kesinlikle yasaktı ve kapıdaki güvenlik korumalarıyla neredeyse imkansızdı. Ayrıca prensesin Mavera dışından biri olması da ülkemin yıllardır sürdürdüğü bir gelenek daha doğrusu zorunluluktu. Ülkeyi yönetecek kişi sadece melez prensler olabilirdi. Bunun anlamı ise hem normal insanların hem de kendi dünyamızın hakimiyetinin elimizde olmasıydı. Yani melez prens iki tarafa da ait büyük bir güç demekti. Olası bir savaş halinde her iki dünyaya da hükmedebilirdi. Bu yüzden prensesler hep dünyadan seçilirdi. Böylelikle Mavera'nın en şanslı kadınları her zaman onlar olurlardı. Harika bir yaşam, itaat eden bir halk, güçlü bir prens ve bir çok şeyin sahibi olurlardı. Seçilen prensesler Mavera'ya geçtikten sonra uzun şoklar yaşasalar da, henüz büyülü bir dünyaya ve harika bir krallığa hayır diyen, kaçmak isteyen olmamıştı. Tabii güçlü prensleri, yüzlerce hizmetkarları ve onlara itaat eden bir halkta işin içinde olunca; Mavera onlar için adeta bir peri masalına dönüşüyordu. Yıllardır dünyadan getirilen prenseslerle ilgili hiçbir sorun yaşanmamıştı. Bu yılda yaşanacağını sanmıyordum. Kim bu peri masalına hayır diyebilirdi ki? Elbette ilk başta yaşadıkları şok yüzünden zorluk çıkarıyorlardı ama Mavera karşı konulamaz bir ülkeydi. Zaten hayır dese de bu bir işe yaramazdı. Çünkü Mavera'dan çıkış yoktu. Ölüm ve yılbaşı hariç... Ya da bilmiyorum belki de kaçmak için fazla zeki ve güçlü olmak gerekirdi. En azından bir insan için... Mavera sihirli bir ülkeydi. Büyücülerin, kahinlerin ve sihirbazların yaşadığı; dünyadan prensesler haricinde kimsenin bilmediği ve sadece gizli bir geçit sayesinde ortaya çıkan gizemli bir yerdi. Ülke nüfusu 10 binin üzerindeydi ve krallıkla yönetiliyordu. Bu yüzden çok disiplinli bir yerdi. Büyücülük hakları sadece kraliyetin seçmiş olduğu kişilere veriliyordu.  Bu büyüleri ise bakanlık seçiyordu. Ülkede lanetler ve yasak olan büyülerle ise kahinler ilgileniyordu. Tabii yaptığın işe göre sahip olduğun özel güçlerde istisnalar olabiliyordu. Krallık fazlasıyla güçlü ve sertti. Kraliçenin ya da görevlilerin haberi olmadan ülkede hiçbir şey yapılmazdı. Geceleri bakanlığın görevlendirdiği polisler sokaklarda olur, güvenliği sağlamaya çalışırlardı ve Mavera'nın bazı keskin kuralları vardı. Bu kurallar ülkenin dört bir yerinde asılıydı ve yasakları çiğneyenleri hiç iyi şeyler beklemezdi... Mavera Kraliçe Elsa tarafından yönetiliyordu. Elsa Mavera'nın en genç ve güzel kraliçesiydi. Kral ise erkek kardeşi Khris'ti. Anne ve babaları ölünce görevi beraber devralmışlardı. Ben de ikisinin korumalığını yapıyordum çünkü biz aslında beraber büyümüştük.  Saat-23.40 Üzerimdeki siyah paltonun omuzlarına düşen karları temizlerken ona doğru yürümeye başladım. Elindeki biletleri tamamen bitirmiş görünüyordu ve elleri cebindeydi. Aynı zamanda da tıpkı bir kar küresinin içindeki melek gibi başını göğe kaldırmış gülümsüyordu. Karların suratına çarpmasından büyük bir zevk aldığı o kadar belliydi birkaç saniye kahkaha atarak taçlandırdı bu mutluluğunu. Yeni yılın gelmesine çok az kalmıştı. Birazdan prensesin yanında olacaktım ve o yok olacaktı... Onu bir daha göremeyeceğime emindim. Bu yüzden yanına gidip konuşmak istemiştim. Belki de iyi bir karar değildi bilmiyorum. Daha önce hiç dünyadan bir insanla konuşmamıştım. Sanırım bunun merakı sarıyordu beynimi. Söze nasıl girmem konusunda da bir fikrim yoktu. Bu yüzden biraz gergindim. Ellerimi paltomun cebine koydum ve derin bir nefes alarak ona yaklaştım. Bana arkası dönüktü ve hala kapalı olan gözleriyle birlikte göğe bakıyordu. Bu hava benimde hoşuma gitmişti çünkü şuan Mavera'da ilkbahar yaşanıyordu. " Kardan adam olmak için hoş saatler... " diye girdim söze ve aniden gözlerini açarak bana döndü. Yüzü şimdi daha da yakındı. Pembe burnu haricinde bembeyazdı. Tıpkı kristal bir kar tanesine benziyordu ya da bir cam parçası... Gözleri de daha büyüktü. Büyük ve çekik. " Ya da karlar ülkesi Olaf olmak için... " deyip gülümsedi. Bir tepki veremedim çünkü kimden bahsettiğini bilmiyordum. Sadece anlamış gibi yaparak tebessüm ettim. Bence güzel bir başlangıçtı. " Biletlerinizin hepsi bitti sanırım, yeni yıla girmek için hazır mısınız? " diye sordum. " Hayır son bir biletim kaldı. Saatlerdir beni kesiyorsunuz, fark etmiş olmanız lazımdı bay... " dedi ve gözlerini kıstı. " Felix, adım Felix. " deyip elimi cebimden çıkardım ve ona uzattım. Aslında biraz kekelemiş olabilirim...  " Bay Felix... " diye fısıldadı uzattığım elime bakarken. " Bende Shay, memnun oldum. " dedi ve karlı eldiveniyle elimi sıktı. " Sizinle asla göz göze gelmedik, sizi izlediğimi nereden bilebilirsiniz ki? " deyip elini bıraktığımda küçük adımlarla yürümeye başladık. " Çünkü kafamı o tarafa çevirdiğimde sizde aynı anda kafanızı başka bir tarafa çevirip durdunuz. Kimsenin bilinçli bir şekilde logar kapağını seyretmeyeceğini de düşünürsek... " deyip güldü. Bu gülümse biraz olsun utangaç halini yansıtmıştı. " Ben rahatsızlık vermek istememiştim. Özür dilerim majesteleri. " deyip elimi boynuma attım ve bakışlarımı ondan kaçırdım. " Majesteleri mi? Hayır sadece Shay. Tarihi severim, eski kelimeleri de ama sadece Shay. " dedi. Hitap şeklime şaşırmış gibiydi. Yine de yüzündeki gülümseme hala gitmemişti. Ona başka nasıl hitap edebilirdim bilmiyordum. Bizim ülkede hep bu şekilde hitap edilirdi. Prenses ya da majesteleri. Sadece Shay değil... " Yeni yılı tek başınıza mı geçireceksiniz? Aileniz, arkadaşlarınız ya da sevdikleriniz neredeler? " diye sorduğumda meraklı görünmemeye çalışıyordum. Fakat o bu sorumun üzerine yürümeyi bıraktı ve yüzünü bana dönerek dik bir duruş sergiledi. Ne söyleyeceğini daha doğrusu hiç tanımadığı birine ne söyleyeceğini fazlasıyla merak ediyordum. " Ben tek başımayım " dedi sonra ve o yumuşak, sıcacık tebessümünden etti. " Ve bu insanlar için çok tehlikeli biliyor musun? " dedi ve sesinde oldukça gizemli bir hava vardı.  " Ne gibi bir tehlike söz konusu majesteleri? " diye sordum. Ne söyleyeceğini merak ediyordum. Biraz düşünür gibi yaptı. Kafasında söyleyeceği şeyleri toparladı. Daha sonra ise tekrar yürüyüşümüze bir yön verdi ve devam etti. " Çünkü eğer tek başınaysan her şeyi, hem de her şeyi bilmek zorunda kalırsın. Daha doğrusu sen farkında olmadan, karşına çıkan zorluklarla birlikte hayat sana öğretir. Tehditlere karşı dövüş sanatlarını mesela ya da silah kullanmayı... At binmekten araba sürmeye ya da bozulan bir makineyi tamir etmekten çok ağır yükleri taşımaya kadar... Tek başına olmak demek güçlü olmak demektir. Bu tuhaf ya da küçümsenecek bir şey değil. " dedi ve derin bir iç çekti. " Ya sen? Yılbaşına sadece bir kaç dakika kaldı. Ve bir sokak biletçisiyle girmeyeceksin herhalde? " dedi. Kendini önemsizmiş gibi göstermeye çalışması pek hoşuma gitmemişti. Çünkü ben onun yanında olduğum için kendimi gayet iyi hissediyordum. Hatta tuhaf bir şekilde mutlu ve heyecanlıydım.  " Ben de tek başımayım majesteleri Shay ve eğer yeni yıla benle girmek istemezseniz sizden bir adım geride dururum ve hiç konuşmam. Sizde tek başınıza girmiş olursunuz. " deyip duraksadım. Sonra oda benimle birlikte durdu. Önce birkaç saniye duraksadı ve kolundaki kabanı birazcık yukarıya çekerek siyah kordonlu saatine baktı. Yeni yılın gelmesine sadece dakikalar kalmıştı. Bakışlarımı kar tanelerinin konduğu saç uçlarında gezdirdim. Sanki karlar onun üzerine konmuyordu, o etrafa kar taneleri saçıyor gibiydi... Büyüleyici...  Kendi etrafında bir tur dönerek rengarenk New York sokaklarına ve el ele yürüyen çiftlere bakındı. Her yerde ışıklar, Noel baba kıyafetli insanlar, sokak satıcıları, şarkı söyleyen, keman çalan insanlar ve dansçılar vardı. Burası gerçekten de muazzamdı. Tabii Shay'da öyle! O kadar hayat dolu, o kadar güzel görünüyordu ki, onu bir daha göremeyecek olmak üzücüydü.  Sağ tarafına taktığı kahverengi bez çantasını açtı ve içine biraz bakındıktan sonra küçük bir kar küresi çıkardı. O an istemsizce güldüm ve fısıldadım. " Bu sensin... " dedim fakat o bunu duymadı ve kar küresini bana doğru uzattı. İçinde melek figürü olan, kar dolu bir küreydi. Onu ıslanan eldivenlerinin üstünde tutuyordu ve bakarken adeta gözleri parlıyordu.  " Bu büyükbabamdan bana kalan son şey. Bir yılbaşı gecesi vermişti. Şimdi bu kar küresini beraber tutacağız ve gözlerimizi kapatarak yılbaşı dileği dileyeceğiz tamam mı? Bunu yapmak bana hep iyi hissettirir. Ama sakın para ya da zenginlik dileme asla gerçekleşmez. Her neyse son 30 saniye "  dedi heyecanla ve ellerimi ona doğru uzattım. Heyecanlanmıştım ya da onun heyecanı bana yansıyordu. O da kar küresini elime verdi, kendi ellerini de benim ellerimin altına koyarak tuttu. Sonra da ışık dolu gözlerini kapattı. Benimde bunu yapmamı söyledi ancak saniyeler sonra prensesle birlikte yok olacaktım... Bu yüzden ona birkaç saniye daha bakmak istemiştim. Hatta gözlerini açtığında beni göremeyeceği için büyük bir şok yaşayacaktı ve bunun olmaması gerekti ancak umurumda bile değildi. Sadece gülümseyerek ve ellerini tutarak minik yüzünü seyretmek istedim. Sonra gözlerini hiç açmadan fısıldamaya başladı. " 10-9-8-7-6-5... " dedi ve sokaktaki herkes aynı anda bu rakamları haykırıyordu. Son 3 saniyesinde ise bende gözlerimi kapattım ve ona eşlik ettim... " 3-2-1... "  -Mavera/01.01.2021/00.01 -FELİX Kendimi ahşap duvara savrulurken bulduğumda adeta nefes nefese kalmıştım ve gözlerimi açtığımda ayak uçlarıma bayılan prensesle birlikte artık Mavera'nın içindeydik. Geçit bizi alakasız, saçma bir yere ışınlamıştı. Genelde böyle olurdu... Sırtımı dayadığım ahşap duvardan çektim ve köşedeki masanın üzerinde duran mumu elime aldım. Fakat o an dikkatimi yerde tuzla buz olan kar küresi çekti... Bu da neydi şimdi? O buraya nasıl gelmişti? Birkaç dakika şaşkınlıkla duraksadım. Onu elimde tutuyordum. Sanırım o yüzden benimle gelmişti. Yere eğilip prensese bakmak için yeltendim fakat o an ahşap kulübedeki bütün mumlar tek seferde sönerek odayı birden karanlığa boğdu... Pencereden süzülen buz gibi hava ise adeta içimden geçmişti ve titrememe engel olamamıştım.  Yere eğildim ve prensese yaklaşarak elimle yüzünü bana doğru çevirdim...  İşte o an ay ışığı doldu yüzüne... Shay... Bir anda çığlık atmak istedim. Evet! Bu Shay'dı...  Gerçekten Mavera'da olamazdım öyle değil mi! İrileşen gözlerimle baktım saatime. 12'yi geçmişti... Bu olamazdı... Panikle yanaştım pencereye ve hızla araladım perdeyi. Nerede olduğumuzu bilmiyordum, dışarıda hiçbir şey görünmüyordu ama Mavera'da olduğumuza emindim. Evet... Burası Mavera'ydı. Ama bu nasıl olurdu? Shay'ın burada ne işi vardı? Buraya prensesle birlikte gelmem gerekiyordu onunla değil! Yaşadığım şokla yerde baygın halde yatan Shay'ın suratına bakarken donup kalmıştım. Onun burada olmaması lazımdı. Bir yanlışlık olmalıydı. Buraya sadece sihirli biletin sahibi olan prensesle gelebilirdim... Bakışlarım irileşmişti. Kalbim hızla çarparken eğilip elimi boynuna attım ve nabzına bakındım, durumu iyiydi. Sadece bu sihirli geçit ona biraz ağır gelmiş olmalıydı. Oda fazlasıyla karanlıktı. Bu yüzden parmaklarımı şıklatarak mumları tekrar yaktım ve etraf birden loş bir şekilde tekrar aydınlandı. Bende hemen Shay'ın paltosunun ceplerine bakmaya başladım. O sırada yürürken söylediği şu cümle geldi aklıma, " Hayır son bir biletim kaldı. " Evet... Aynen böyle söylemişti! Yüzümdeki şaşkınlık ifadesi gittikçe artarken, paltosunun sağ cebinden çıkan sihirli biletle birlikte artık nefes alışlarımda değişmişti. Sihirli bilet... Prenses... Bilet onu seçmiş... diye fısıldadım içimden ve bakışlarımı yerde baygın halde yatan Shay'a odakladım. Daha sonrada yutkundum ve yere eğilerek yavaşça onu kucağıma aldım. Bunu gerçekten beklemiyordum. Biletin onu da seçebileceğini bilmiyordum... Buna hiçbir ihtimal vermemiştim. Onun sadece dünyada gördüğüm en güzel kadın olarak kalacağını düşünmüştüm. Prens Khris'in prensesi olabileceği aklıma gelmemişti. Aklımda buna dair en ufak bir ihtimal bile oluşmamıştı... Onu pencerenin köşesinde duran boş yatağa yatırdıktan sonra geri çekildim ve şöyle bir bakındım. Onunla birkaç kelime etmiş olmamız ve prens için seçilmiş kişi olması bende pek güzel etkiler yaratmamıştı ve eğer biraz daha ona bakmaya devam edersem kendime çok kızacaktım.  Ellerimle saçlarımı karıştırıp küçük odanın içinde birkaç adım attım ve kanepenin kenarındaki kar küresinden düşen melek figürünü görüp yerden aldım. Figür hala sapasağlamdı. Sonrada şöyle bir bakınıp cebime koydum. Bunun onun için önemli olduğunu biliyordum, geri vermeliydim. Artık her şey daha farklıydı. Mesela üzerimde yakası koyu kırmızı işlemeli bir pelerin vardı. Botlarım daha farklı ve uzundu. Ya da belimde bir kılıç vardı. Sihirli bir kılıç... Oysa hala aynıydı... Birazdan kraliyetten muhafızlar gelecekti ve onu saraya götürecektik. İlk gün herhangi birinin görmesi yasaktı. Bu yüzden onu kraliyetin alt sınıf odalarından birine kapatıp gerçeklerle yüzleştirmeye çalışacaktık. Mavera'nın ve insanlarının normal bir ülke olmadığını ona anlatmamız gerekti. Belki ilk etapta çok fazla ayrıntı veremezdik ama en azından nasıl bir yerde ve ne amaçla olduğunu bilmeliydi. Çünkü prenses olmanın da ağır yükleri vardı. Kraliyet ailesine ve halka karşı davranışları bile saygınlık için çok önemliydi. Zaten prensle evleneceği süreye kadar bir sürü ders alması gerekecekti. Shay gibi güçlü birinin peri masallarına inanacağını hiç sanmazdım ama prens Khris'e herkes gibi aşık olup kabulleneceği kesindi... Kraliyet muhafızları çok geçmeden burada olurlardı. Onlar gelene kadar Shay uyanırsa ne yapmam gerektiğini çok iyi bilmiyordum. O bir insandı ve korkutabilirdim. Ben ilk kez böyle bir görevi üstlenmiştim. Kaçmaya çalışabilirdi ya da söylediğine göre beni dövmeye çalışırdı, bilemiyordum ama ben sandığından çok daha güçlü birisiydim. Oysa henüz beni hiç tanımıyordu. Köşede duran sandalyelerden birini çektim ve baş ucuna oturup beklemeye başladım. Ne zaman uyanacağı konusunda hiçbir fikrim yoktu ama uyandığında dünyada konuştuğu o kibar çocuk olmayacaktım. Belki de ben uyandırmalıydım ama nasıl? Derken göğsündeki elini hareket ettirerek başına doğru götürdü ve yavaşça bana doğru döndü, uyanıyordu. Gözlerini açtı ve on saattir uyuyormuşçasına yüzünü buruşturdu. Oldukça sersem görünüyordu ve tam karşısında duran benle göz göze gelince bir anda başını yastıktan kaldırdı ve gözleri panikle irileşirken birkaç saniye hiçbir şekilde üstümden çekmedi, konuşamadı da. Sonra şaşkınlık içinde etrafına bakınmaya başladı ve tam anlamıyla yataktan doğruldu. Boş odada bakışlarını iyice gezdirdikten sonra ise yüzünü tedirginlik kapladı. İşte şimdi başlıyorduk... " Neler oluyor? Neredeyim ben? " diye sordu ve yatağın etrafına bakınmaya başladı. Sanırım çantasını ya da telefonunu arıyordu ama özel eşyalarla Mavera'ya girmesi yasaktı. Bu yüzden eşyaları geçitten geçmemişti. Zaten burada iletişim için telefon kullanılmazdı, yani çok bir şey kaybetmiş sayılmazdı.  " Uyandınız majesteleri, iyi misiniz? Nasıl hissediyorsunuz? Sadece ufak bir baygınlık... " diye girdim söze. Aynı zamanda da pelerinimin iplerini düzelttim ve dik bir duruş sergiledim. O ise alnına düşen saçlarını kulaklarının arkasına tıkıştırırken yüzünde hırçın bir ifade oluştu. Elleriyle gözlerini ovuşturdu ve söze girdi. " Burası neresi ve sen... Sen neden bu haldesin? Eşyalarım nerede? Buraya nasıl geldim ben? Anlatır mısın neler oldu? " diye sordu. Üşüyor olmalıydı ki kollarını birbirine sardı ve sıvazlamaya başladı. Yine de ellerindeki eldivenlerden rahatsız olmuş olacak ki çıkarıp paltosunun cebine koydu.  " Sanırım burası konuşmak için pek uygun bir yer değil majesteleri. Sizinle sarayda konuşmam daha uygun olur. Birazdan gideriz, muhafızlar gelmek üzereler. " dedim ve kaşlarını çatarak oturduğu yataktan kalktı. Yüzünün şekli gittikçe kasılıyordu ve pek iyi göründüğü söylenemezdi. Sanırım sergilediği ifade bir korku ifadesiydi... " Ne? Ne saçmalıyorsun sen? Beni buraya nasıl getirdin? Hiçbir şey hatırlamıyorum en son... En son... Kimsin sen? " dedi fakat ben bir cevap vermedim ve bilmiyorum anlamında başımı salladım. O ise buna çok sinirlendi ve bir hışımla ahşap kapıya doğru yürüdü. Bense ondan hızlı davrandım ve tam kapıyı açmak üzereyken, önüne geçip elimi kapının gövdesine koydum. Hemen şaşkınlıkla başını kaldırdı ve öfkeli, bakışlarını üzerime dikti.  " Hiç komik değil... Çekil önümden! Ne bu? Kaçırdın mı beni? Dalga mı geçiyorsun? Ne istiyorsun ya da? Sinirleniyorum, komik değil! " diye söylendi ve tekrar kapıyı açmak için zorladı. Fakat karşısında benim gibi güçlü biri varken bir başarı elde etmesi söz konusu bile değildi. Gittikçe sinirleniyordu, yumruğunu sıkmaya başladı. Yüz hatları fazlasıyla keskinleşmişti. Göğsü hızla inip kalkıyordu ve sanki gözlerinden alev çıkıyor gibiydi.  " Üzgünüm majesteleri, muhafızlar gelmeden buradan ayrılmamız yasak. Sadece sakince beklemenizi öneririm. Merak ettiğiniz bütün soruların cevabını sarayda alacaksınız. " dedim ona ve bunun üstüne hiç beklemeden dirseğiyle tam mide boşluğuma sert bir darbe geçirdi ve ben yaşadığım şokla elimi kapıdan çekerken o da kapıyı açıp aceleyle dışarıya çıktı. Bu hareketi beni fazlasıyla sinirlendirmişti. Öfke kontrolümü sabit tutmak zorundaydım ama davranış şekli buna pek müsaade vermiyordu.  Kaşlarımı çatarak hemen ardından dışarıya çıktım ve hiç hareket etmeden, karşısına dikilen muhafızlara baktığını gördüm.  " Neler oluyor? Bu... Burası neresi? " diye kekeledi ve etrafına bakmaya başladı. Fakat çevresinde hiçbir şey yoktu. Adeta boş bir çöldeydik. Burası Mavera'nın uzak ve kullanılmayan bir parçasıydı o kadar. Yani kimsecikler yoktu. Artık korktuğunu hissedebiliyordum çünkü elleri titremeye başlamıştı. Yüzü bembeyaz kesilmişti. " Benden ne istiyorsunuz? Nereye götüreceksiniz, kimsiniz siz! Niye kaçırdınız beni! " diye haykırdı ve sesi oldukça kuvvetli çıkmıştı. Çenesi titremeye başladı, yüzü kızarıyordu. Ellerini saçlarına geçirdi ve öylece bekledi. " Bize zorluk çıkarmazsanız her şeyi öğreneceksiniz majesteleri. Şimdi lütfen şöyle buyurun... " dedim ve ona bizim için hazırlanan atları gösterdim. " Bana majesteleri demeyi kes! Sizinle hiçbir yere gelmiyorum! Benden uzak durun aşağılık herifler! Tipe bak! Zibidi! " diye bağırdı korkuyla ve koşmaya başladı. Bense hemen el işaretiyle arkasından gitmek isteyen muhafızları durdurdum ve bakışlarımı ona sabitledim.  " Bırakın koşsun, hiçbir yere gidemez. Biz onu takip edelim, nasılsa binmekten başka bir çaresi yok! " dedim ve ardından bağırdım. " Sakın yardım istemek için bağırıp kendinizi yormayın. Zira bu sadece yolunuza vahşi hayvanları çıkarır! " dedim ve sakince atlara doğru yürüdüm. Benim atımda gelmişti. Beyaz, güzeller güzeli atım... Hemen bindim ve muhafızlara arkamdan gelmeleri gerektiğini söyleyerek Shay'ı takip ettim. Koşarken saçları uçuşuyordu ve sürekli arkasına bakıp duruyordu. Bu şekilde bizden kaçması zaten imkansızdı. Arkasına bakıp durursa önüne çıkan tehlikeleri kaçırabilirdi. Nereye gittiğini kendisi de bilmiyordu ve şuan ağladığına emindim. Çünkü boşa koştuğunun farkındaydı. Ne karşısına bir şey çıkıyordu ne de yol değişiyordu. Yaklaşık bir 10 dakika kadar deli gibi koşmuştu ancak daha sonra yavaş yavaş temposu düşmeye başlamıştı ve böylelikle bende ona daha fazla yaklaşmıştım. " Majesteleri, burada koşarak bir yere varamazsınız. Benimle gelin, belki kaçmak için kendinize daha fazla alternatif bulursunuz. Ya da ne bileyim işte at falan kaçırırsınız daha rahat olur! " diye seslendim arkasından. Oysa daha fazla dayanamadı ve ağlayarak dizlerinin üstüne çöktü. Bende hemen attan indim ve yanına yürüdüm. " İyi misiniz? " diye sorduğumda kendi kendine konuşmaya başladı. Asla yüzüme bakmıyordu. " Nerede olduğumu bilmiyorum, hava çok karanlık, 3 tane tuhaf giyimli zibidi tarafından kaçırıldım ve bir tanesi hala iyi misiniz diye soruyor! " deyip elleriyle yüzünü kapattı. Oldukça isyankar bir haldeydi ve birkaç dakika sonra öfke dolu sesiyle bağırmaya başladı. " O ata bineceğim ve insan gördüğüm ilk yerde atlayacağım, durduramayacaksınız! Tamam mı? Hepinizi hapse attıracağım! Ömrünüzün sonuna kadar hapis yatacaksınız! Aşağılık herifler! " dedi ve ayağa kalkarak atıma doğru yürüdü. Bense artık yorulmuş bir vaziyette ardından bağırdım. " Bilet seni seçti! " dedim ve bunun üzerine duraksayarak bana döndü. " Yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Bilet seni seçti Shay! " dedim ve yüzünü buruşturdu. Bu şekilde beni anlamayacağına ya da bana inanmayacağına emindim ve sadece şansımı denemek istemiştim. " Ne biletinden bahsediyor olabilirsin ki? Ne saçmalıyorsun! " diye sordu. Aynı zamanda da atın boynundaki ipten tuttu. " Sattığın yılbaşı biletlerinden birisi sihirliydi ve bilet birini seçmekle görevliydi. Seçtiği kişi Mavera'nın prensesi olacaktı. Bilet seni seçti. O yüzden buradasın, Mavera'da! Burası Mavera Shay, benim ülkem! " dedim ve eliyle alnına vurmaya başladı. " Saçmalıyorsun, delirmişsiniz! Mavera'ymış! New York'ta böyle bir eyalet yok aptal! Hangi akıl hastanesinden kaçtınız? " dedi ve saçlarını arkaya atarak derin derin nefes almaya çalıştı. " Majesteleri Mavera ile ilgili bütün detayları, saraya gittiğimizde daha net anlayacaksınız. Şuan sizi daha fazla korkutmak istemiyorum. Zaten benden bir şeyler duymanızda doğru değil.  Sadece burada olmanızın tek bir nedeni var o da seçilmiş kişi olmanız. Ne kadar büyük bir şans sizinle farkında bile değilsiniz ama göreceksiniz. Sizden tek istediğim sakin kalabilmeniz. Bu çok da zor olmamalı. Size kimse zarar veremez, vermeyecekte." dedim ve kaşlarımı çattım. Söylediklerim ona o kadar saçma geliyordu ki bakışlarından bile bunu anlayabiliyordum. Adeta burnundan soluyordu. " Ben prenses değilim zibidi! Ben sadece sıradan bir bilet satıcısıyım. Son bileti kimse almadığı için bende kaldı! Yani ben onu satın almadım. Sadece elimde kalan ve satmam gereken son biletti hepsi bu! " dedi ve dişlerini sıkarak öfkesini belli etmeye çalıştı. Aynı zamanda da tek hamlede atımın üstüne bindi ve hemen iplerinden tuttu. Bu hızlı çıkışı beni oldukça şaşırtırken ilgimi de fazlasıyla çekmişti. Duruşunu düzeltti ve ata hareket komutu vermek için hazırlandı. " Majesteleri Shay, zaten olması gereken sihirli biletin prensesi seçmesiydi. İnsanların sihirli bileti seçmesi değil. Eğer öyle olsaydı bileti yaşlı ve buruşuk bir beyefendi alırdı ve Prens Khris onunla evlenmek zorunda kalırdı öyle değil mi? " dedim tok bir sesle ve ellerimi arkamda birleştirip göğsümü öne çıkarıp cesur bir duruş sergiledim. Oysa tüm heybetiyle atın üstünde dururken bir aptalı dinler gibi bakıyordu suratıma ve söylediklerim karşısında sadece gözlerini kıstı, derin bir nefes aldı ve şu cevabı verdi, " Çok geçmiş olsun... Umarım iyileşirsin... " dedi ve atımla birlikte yola çıktı... Bense sadece bakakaldım. Hadi ama şaka mı bu! " Majesteleri bekler misiniz o benim atım! " diye haykırdım ardından. Oysa saçları uçuşurken kafasını bana döndürdü ve bağırdı. " Yakala yakalayabiliyorsan! " dedi ve hızla uzaklaştı. En azından cümle sonuna zibidiyi koymamıştı... Derken tekrar haykırdı, " Zibidi! "  -Bölüm Sonu/Yazariçe -

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

SINIR (TÜRKÇE)

read
13.3K
bc

HÜKÜM

read
137.4K
bc

Kalbimin Derininde

read
7.8K
bc

Leyl Tutkusu

read
308.4K
bc

KALP HIRSIZI (Hırsız Serisi-2)

read
6.0K
bc

Ufaklık | Texting

read
1.7K
bc

Yasak İlişki (+18)

read
8.2K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook