-Shay
Uykunun en tatlı yerinde olmalıydım çünkü yaklaşık on dakikadır kulağımın dibinde beni uyandırmaya çalışan Felix'e hiçbir tepki vermemiştim. Sanki bir rüyada gibiydim ve bütün bu sesler aslında beynimin içindeydi. Gözlerimi açmak hiç istemiyordum, henüz yorgunluğumu bile atabilmiş değildim. Üstelik kaçıp gitmek için bile halim yoktu. Çünkü dün gece çok geç uyumuştum; geç ve korkuyla.
" Majesteleri Shay eğer uyanmazsanız farklı şeyler denemek zorunda kalacağım ve inanın hiç hoşunuza gideceğini sanmıyorum. " dedi Felix. Bana emir veremezdi, bu tavrı sadece biraz daha uyumama sebep olurdu hepsi bu!
" Peki efendim... " dedi sonra. Sanırım benimle baş edemeyeceğini anlamıştı diye düşündüm. Ta ki başımdan aşağı buz gibi suyu dökene kadar...
" Feliiiix! " diye haykırdım yataktan sıçrarken ve adeta şoka uğradım. Şaşkınlıktan gözlerim irileşirken buz gibi olmuştum. Buğulanan gözlerimi ellerimle silerken görüntüyü kısa bir sürede netleştirdim ve tam yatağımın karşısına sırayla dizilmiş on tane kadınla karşılaştım. Üstelik Felix de elinde boş sürahiyle başucumda bekliyordu. Bu görüntü karşısında neye uğradığımı şaşırırken ıslak saçlarımı suratımdan çektim ve ayağa kalktım. İlk önce şaşkın suratımı Felix'e çevirdim ve bakışlarımı kısarak ciddi suratına sabitledim. O da elindeki sürahiyi komodinin üzerine bıraktı ve yine ellerini pelerininin arkasında birleştirdi. Bu sabah üzerinde daha farklı bir pelerin vardı. Çizmeleri ve içine giydiği gömlekte farklıydı. Dalgalı saçları ise dün geceye göre daha kıvırcıktı. Üstelik yine dinç duruyordu.
" Sen ne yaptığını sanıyorsun? Neler oluyor yine? " diye sordum merakla ve tekrar sırayla dizilen kadınlara odaklandım.
" Bu adam dün gece beni zorla kaçırdı! Hem de ulu orta, sokak ortasında! Üstelik sebebini hala bilmiyorum! Size ne söylediğini de! Tek isteğim buradan gitmek! Anladınız mı? " diye sordum ve sesim oldukça gür çıkmıştı. Fakat hiçbirisi yüzüme bakmıyordu, hepsinin başı öndeydi ve ellerini de önlerinde birleştirmişlerdi. Üstelik söylediklerim karşısında da hiçbir tepki vermemişlerdi. Hemen yüzümü Felix'e çevirdim ve işaret parmağımı onlara doğrulttum.
" Onlarda mı senin emrindeler? Hepsi mi? Herkes mi! " diye haykırdım ve Felix hiçbir şey demeden kapıya doğru ilerledi. Oldukça da sakin görünüyordu.
" Yemekten sonra hazırlıklara başlayın. Diretirse ona bu şekilde hiçbir yere varamayacağını da söyleyin. " dedi ve kapıyı açmak için yeltendi. Ben ise hemen arkasından koştum ve hızla koluna yapıştım.
" Lütfen beni buradan çıkar! Ben hazırlanmak istemiyorum, daha fazla vakit kaybetmek istemiyorum! Sadece gitmek istiyorum! " dedim fakat Felix yüzüme bile bakmadan kolunu benden çekti ve kapıyı açtı.
" Bu geceden sonra buradan asla çıkmak istemeyeceksiniz majesteleri. Bu yüzden sabırlı olun ve sizden istenileni yapın. " dedi sonra. Kafayı yiyecektim. Ona asla güvenmiyordum. Benimle oyun oynadıklarının farkındaydım ve nasıl karşı koyabileceğimi bilmiyordum. O kadar çaresiz hissediyordum ki sanki inme inmişti. Felix'in kapıyı kapatıp gidişiyle kitlenip kaldım. Gözlerim dolmuştu ve çenem titriyordu. Hıçkırarak ağlamanın belki de tam vaktiydi fakat yapmadım. Sadece öfkeyle ardından haykırdım.
" Madem oyun istiyorsun peki zibidi! Senin kurallarınızla başlayalım; ama gecenin sonunda benim kurallarımla devam edeceğiz! "
Gözlerimi silip derin derin nefes alırken arkamı döndüm ve hizmetlilere odaklandım. Hiçbiri yüzüme bakmıyordu. Saatlerce yalvarsam bile işe yaramayacağı o kadar belliydi ki!
" Kaç para istiyorsanız veririm! Ya da ne isterseniz yaparım! Yeter ki beni buradan çıkarın! Lütfen! Bakın yoksa sizin de başınız belaya girer! Çünkü ben eninde sonunda bu akıl kaçkınlarının olduğu yerden çıkacağım! Sadece bana yardım edin yeter! Hiçbirinizin adını vermem! " diye söze girdim fakat suratlarında tek bir mimik dahi oynamayınca sinirden hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım... Lütfen biri bana yardım etsin! Benim burada ne işim var..?
-FELİX
Elime aldığım sıcak sütü yudumlarken çiftlikte atlarla birlikteydim. Aynı zamanda köpeğim Max'de yanımdaydı. Yakın arkadaşım Richeard'ı bekliyordum. Richeard benim çocukluk arkadaşımdı ayrıca en güvendiğim insanların başında geliyordu. Mavera'nın meşhur kahini Hanry'nin oğluydu. Kraliyet üyelerine büyü bozma dersleri veriyordu. Bu yüzden zamanının çoğunu sarayda geçiriyordu. Boş zamanlarında ise birlikte kılıç çekiyor, at biniyor ya da ona cadı yakalama sanatını öğretiyordum.
Benim boylarımda, esmer, kıvırcık saçlı ve yakışıklı bir çocuktu Richeard. Oldukça da anlayışlıydı ve her ne kadar ciddi ya da soğukkanlı dursa da herkese kendini kolayca sevdirirdi. Sadece Prens Khris'ten nefret ederdi. Onunla asla anlaşamaz, bulunduğu ortamda bile olmak istemezdi. Geçmiş yıllarda onunla kavga etmişliği bile vardı. Hatta kavga esnasında onu bir salyangoza çevirmişti... İki saat boyunca da bir kavanozda bekletmiş, dakikalarca o çirkin sesiyle şarkı söyleyerek işkence etmişti... Tabii bu olay da haksız olan taraf Khris olduğu için krala taşınmamış, Richeard hiçbir ceza almamıştı. Bu yüzden ne zaman Prens Khris'i görse, hemen bana salyangoz diye fısıldar sonrada uzaklaşırdı. Salyangoz prens...
" Prensesi ülkemize getiren koca yürekli Felix! " diye seslendi arkamdan ve elini omzuma atarak sıktı. Gülerek karşıladım onu. Elinde bir fincan bitki çayı vardı ve oldukça mutlu görünüyordu. Yine her zamanki gibi büyükbabasından kalma uğurlu kırmızı pelerini üzerindeydi.
" Olaylı bir gece geçirmişsin, muhafızlar prenses tarafından esir alındığını söylediler. " deyip kahkaha attı. Benimle alay etmeyi ve şakalaşmayı çok severdi. Henüz birbirimizi kırdığımızı hiç hatırlamıyordum.
" Güzel tespit, daha çok onun beni esir aldığı doğru. Ah! Tam bir baş belası... Dün geceden beridir baş ağrısı çekiyorum. Sanki prenses kafamın içinde. Hatta şuan çığlık atıyor! " dedim gözlerimi devirerek.
" Ne diyor mesela? " diye sordu gülerken.
" Zibidi! At hırsızı! Hapse gireceksin! Bırak beni! Aşağılık adam! Aynen böyle söylüyor ve ben kafamın içindeyken bile ona cevap veremiyorum! Yetişemiyorum çünkü! Dünyadan olmasaydı cadı olduğuna yemin edebilirdim dostum! " dedim ve sütümden bir yudum alarak sırtımı çitlere yasladım. Richeard bu söylediklerim karşısında şaşırırken, eğleniyordu da. Aslında bu görevi ona vereceklerdi ancak son anda kral vazgeçmiş ve beni seçmişti. Keşke onu seçselerdi. Eminim ki Richeard bunun üstesinden daha rahat gelirdi. Bende dün geceyi yatağımda ve sakince geçirmiş olurdum.
" Vay canına, Mavera'da bir cadı öyle mi? Peki şeyden haberi var mı? Senin aynı zamanda bir cadı avcısı olduğundan? " diye fısıldadı göz kırparken ve yere oturup Max'in tüylerini okşamaya başladı.
" Hayır, benim hakkımda hiçbir şey bilmiyor. Beni tanımıyor bile. Bildiği tek şey; onu kaçıran bir zibidi olduğum hepsi bu! Çok inatçı! Söylediklerime bir an olsun inanmıyor, o kadar saçma geliyor ki sorgulamıyor bile. Ama bu gece büyük bir şoka gireceğini ve mutluluktan havalara uçacağını biliyorum. Peri masalına hoş geldin Shay... " diye fısıldadım uzaklara dalarken ve istemsizce iç çektim.
" Birkaç gün daha zorluk çıkarır, inanmak istemez, sonra pes eder. Bu düzen böyle, bilirsin... Peki, sayın prenses güzeller mi Felix Rainer? " diye sordu ve Max'i okşamayı bırakıp bana odaklandı. Bende elimdeki bardağı çevirip duruyordum.
" Şey... Bilmem, hiç dikkat etmedim. " diye yanıtladım sorusunu ve yutkunarak elimdeki boş bardağı yere bıraktım. Sonrada yanına oturdum ve kafamı gökyüzüne kaldırdım.
" Gece boyunca prensesle birlikteydin. Öyleyse çok çirkin? Korkma bu dedikoduyu Mavera'ya yaymam. Khris'ten çirkin değildir sonuçta!" deyip omzuma vurdu, güldüm.
" Şey gibi... " diye geveledim sonra ve yerden bir papatya kopararak oynamaya başladım. İçimde tuhaf bir sakinlik oluşmuştu. Onun hakkında hem hiçbir şey söylemek istemiyordum hem de nasıl biri olduğunu tarif etmek istiyordum. Resmen gereksiz, aptal bir çelişkinin içine düşmüştüm ve gözlerimin önüne gelen sadece saat 12'yi vurmadan önceki o masum haliydi. Kafasını gökyüzünü kaldırmış, karın yanaklarına inmesine izin veren küçük kız çocuğu hali...
" Ne gibi? " diye sordu Richeard. Dalıp gittiğimi fark edip irkildim ve önümdeki papatyaları sırasıyla koparmaya başladım.
" Dünyada sihir diye bir şey olmasaydı, sanırım ben yine de onun büyülü olduğunu düşünürdüm. " dedim sonra ve derin bir nefes alarak papatyaları kokladım.
" Vay canına, fazla iddialı! Merak ettim... Neyse ki benden alacağı dersler var, yakında görürüz. Kimmiş bu cadı prenses? Ayrıca betimlemen sence de biraz fazla romantik değil mi? Benim için sorun yok ama Prens Khris'e de bu şekilde bahsetmesen iyi olur. " dedi Richeard. Bakışlarını kısmış, imalı ve alaycı bir tavır takınmıştı. Hemen ciddi bir ifadeye büründüm.
" Büyü dediysek, lanetli bir büyü! Aksi ne mümkün? Hem bir cadı olduğundan bahsetmiştim. Bence güzel değil... " diye yükseldim hemen ve gerilerek hemen ayaklandım.
" Artık gitsem iyi olacak. Prens Khris'e bakmalıyım. Onu bu büyük gece için hazırlamam lazım. Bence başına gelebilecekleri bilmeli... Prenses tarafından darp edilmek pek hoşuna gitmeyebilir! " dedim ve gülerek bitirdim sohbeti.
-Shay
Üzerimde gece mavisi parlak, taftalı bir elbise, ayağımda siyah topuklu ayakkabılar vardı ve kıvırcık saçlarımla birlikte adeta başka birine dönüşmüş gibiydim. Aynanın karşısındaki görüntü beni şaşkınlığa uğratıyordu. Kendime bile yabancı gelmiştim. Bu kadar değişmeyi beklemiyordum ama şuan tıpkı bir gelin gibiydim! Fazlasıyla abartı olduğumun farkındaydım ancak buradaki herkesin böyle giyindiğini Felix söylemişti. Onlar için gayet normaldi yani. Saçmalık! Kot ve tişört varken neden gelinlikle gezesin ki? Neredeyse sabahtan beridir bu tuhaf ve abartı halimi sorgulayıp duruyordum. Aklıma hiç iyi şeyler gelmiyordu...
Kaç saattir benimle uğraştıklarını bilmediğim hizmetkarlar ise asla tek kelime etmemişler, onlara söylenilenin dışında bir şey yapmamışlardı. İşleri bittikten hemen sonra muhafızlar tarafından odadan çıkartılmışlardı ve kapıyı tekrar üstüme kilitlemişlerdi. Prenses kılığında esir tutulan tek tuhaf hayat hikayesi an itibariyle bana aitti. Sanırım kaçırılmaların en havalısını ve asilini yaşıyordum. Ama bir sorun bakalım kaçırılmak isteyen var mıydı?
Hava kararmaya başlamıştı, bense yatağın üzerinde oturmuş sıkıntıdan patlıyordum ki nihayetinde kapıdan kilit sesi geldi. Yani kilit açılmıştı, ancak kapıyı aralayan kimse olmamıştı. Tabii bunu fırsat bilip hemen yatağımdan kalktım ve kapıya doğru ilerledim. Kalbim çarpmaya başlamıştı. Neler olacağını çok merak ediyordum. Benden ne istediklerini öğrenecektim, buradan nasıl çıkacağımı öğrenecektim ve birçok şey... Şuan içinde bulunduğum durum psikolojimi bozmaya yetse de, karşılarında asla eğilmeyecektim. Ne kadar güçlü olduğumu göreceklerdi. Evet, onların sarayında ya da hala inanamadığım ülkelerinde olabilirdim ancak, savaşı kalabalık olan değil, güçlü olan kazanırdı öyle değil mi? Ya da onlardan daha zeki olduğumu düşünürsek?
" Majesteleri Shay! " diye seslendi Felix ve elim kapının kolundaydı.
" Hazırsanız gidelim efendim. " dediğinde ise derin bir nefes alarak kapıyı tamamen açtım ve Felix'le göz göze geldim. Sanki beni böyle görmeyi beklemiyormuş gibi donup kalmıştı. Yeşil gözleri şaşkınlıkla üzerimdekileri süzerken yutkundu ve yüzünde şapşal bir tebessüm oluştu. Sanırım bu halimi beğenmişti. Benim ise bakışlarım elinde ki papatyadan yapılmış taca takılmıştı. Küçükken onlardan yapıp takmayı çok severdim, özellikle büyükbabam bu konuda ustaydı.
Odadan çıktığım için fazlasıyla rahatlamış, bakışlarımı gökyüzüne çevirmiş gerginliğimi biraz olsun azaltmıştım. Yine de içim fazlasıyla buruktu...
" Gidelim efendim. " dedi Felix ve hiçbir şey söylemeden onu takip ettim.
Birlikte sarayın ihtişamlı merdivenlerine doğru yürümeye başladık. İçerisini gerçekten çok merak ediyordum ve tabii beni neyin beklediğini de. Daha önce hiçbir kraliyette bulunmamıştım. Ayrıca bulunsam bile bunun bu kadar korkutucu olacağını da hiç düşünmemiştim. Oysa dünyadaki bütün krallıklar özel olurdu ve insanlar kraliyetin bir parçası olabilmek için her şeyi yapabilirlerdi. Eğer buraya bana zarar vermeleri için getirilmediysem, bu gerçek bir davet olabilir miydi? Ya da bir görev... Belki de daha asil olmalıydım? Ya da daha sakin..?
Merdivenlere gelmiştik ve ben elbisemin eteklerinden tutarak ayağıma takılmasın diye güçlükle çıkıyordum. Felix ise hemen yanımdaydı ve adımlarıma ayak uydurmaya çalışıyordu. Papatya tacı da hala elindeydi.
" Sen mi yaptın? " diye sordum. Ses tonum onunla konuştuğumuz andan itibaren ilk kez bu kadar sakin çıkmıştı.
" Evet, çiftlikteyken uğraştım öyle. Daha güzel taçlarımda var. Bazen değişik bitkilerden böyle güzel şeyler çıkarabiliyorum. " deyip gülümsedi.
" Peki bu benim olabilir mi? " diye sordum fakat o bu sorum karşısında afallamış gibi oldu ve eli hemen ensesine gitti.
" Majesteleri bu size layık bir şey değil, sizin takmanız gereken tacı Prens Khris verecek ve emin olun en güzeli o... " deyip gülümsedi.
" Şuan benim gördüğüm en güzel şey bu. Vermek istemezsen anlarım tabii... " diye fısıldadım ona ve elindeki papatya tacını hemen bana uzattı. Bende alıp kıvırcık saçlarıma taktım ve nedense iyi hissettirmişti. Oysa basit bir papatya tacıydı. Belki de papatyaları çok sevdiğim içindi. Fakat bunun üstüne istemsizce dönüp Felix'in yüzüne gülümsedim. Bunun ne kadar aptalca olduğunu fark eder etmez ise hemen önüme döndüm ve yine ciddi bir surat ifadesi takınarak yoluma devam ettim.
Sarayın içine girmiştik. Uzun bir koridorda ilerliyorduk. Yerde kırmızı bir halı seriliydi ve etraf meşalelerle aydınlanıyordu. Bir sürü kapı vardı, fakat etrafta kimsecikler yoktu. Tabii birde her kapının yanında taştan bir kolon vardı. Kolonların üzerinde ise küp şeklinde şeffaf bir cam. Küplerin içinde de farklı hayvan figürleri vardı. Sanırım 3 boyutlulardı. O kadar gerçekçi duruyorlardı ki, resmen ağzım açık kalmıştı. Kartal, tavşan, Kedi, aslan... Hepsi kristal küplerin içinde tam kapılarının yanına inşa edilmişlerdi. Bu kadar değişik bir şey ilk kez görmüştüm. Ayrıca kapıların üzerinde de bilmediğim bir alfabenin yazıları yazıyordu. Sanki kapıya kazınarak işlenmiş gibiydi ama oldukça karışık görünüyorlardı. Ayrıca koridoru aydınlatan meşalaler de fazlasıyla ilginçti. Dikkatli bakınca sanki alevler dans ediyor gibi oluyordu. Bu görüntü ürkütücü mü yoksa fazla mı mükemmel bir yorum getirememiştim.
Loş koridoru bitirip birkaç merdiven yukarı çıktık ve yine ihtişamlı, ahşap bir kapının önüne gelince durduk. Bu kapı hepsinden farklıydı. Yanındaki cam kürede kükreyen bir aslan animasyonu vardı ve meşalesi kırmızı renkte yanıyordu. Baya kan kırmızısı gibiydi ve fazla gürdü. Bu nasıl olabilirdi ki? Her saniye her detay beni fazlasıyla düşündürecekmiş gibiydi.
" Vakit doldu, içeriye girebilirsiniz majesteleri, geldik." dedi Felix ve bir adım geri çekildi. O an oldukça gerilmiştim ve yutkunarak korku dolu bakışlarımı ona çevirdim.
" Sen gelmeyecek misin? " diye sordum. Tek başıma bu odaya girmek istemiyordum... O gelse ne değişecekti onu da bilmiyordim. Sadece yalnız kalmaktan korkmuştum.
" Hayır, buna müsadem yok efendim. Umarım yüzleşeceğiniz gerçekler sizi fazlasıyla tatmin eder... Ve umarım bu odadan çıktığınızda tıpkı karların altındaki haliniz gibi gülümsersiniz..." diye fısıldadı Felix ve eliyle kapıyı gösterdi. Ne demek istediğini anlayamamıştım ama pek iyi şeyler söylediğini sanmıyordum. Stresten elbisemin eteklerini sıkıyordum ve cesaretimi toplamaya çalışıyordum.
" Çıktığımda, yani buradan çıkabilirsem... Beni burada bekleyecek misin? " diye sordum. Ona muhtaçmış gibi görünmek istemiyordum ama sanki buradan kurtulmak için asıl ona ihtiyacım varmış gibiydi...
" Artık sarayın alt katındaki odada kalmayacaksınız. Sizin için hazırlatılan odanın son işlerini takip edip, tekrar buraya geleceğim. Artık içeriye girseniz iyi olur... " dedi ve benden bir hareketlilik göremeyince gelip kapıyı açtı...
Kalbim sanki yerinden çıkacakmış gibiydi ve Felix'e son bir korku dolu bakış atıp odanın içine girdim.
Kalbim deli gibi çarparken gözlerim bulunduğum odayı incelemeye başladı. Önce tam ortadaki ihtişamlı yemek masasına bakındım. Kadehler, çeşit çeşit şaraplar, adını bile bilmediğim ya da hayatımda hiç yetmediğim yemekler... Fakat bütün bunlar tabak, çatal ve kaşıktan anladığım kadarıyla sadece iki kişilikti. Bakışlarımı odanın içinde gezdirmeye devam ettim. Her köşede kocaman saksılara doldurulmuş rengarenk çiçekler vardı. Tavanda görkemli bir avize, duvarlarda çok eski ahşap tablolar ve bir kafes içerisinde beyaz bir güvercin... O da tam kapının sağ tarafinda duruyordu. Odadaki her şey bundan ibaretti. Sanırım burası sadece basit bir yemek odasından başka bir şey değildi.
Elimi saçlarıma atmış düzeltirken kapının aniden kapatılmasıyla irkilerek arkamı döndüm ve elim hızla kalbime gitti. Gözlerim irileşmiş, korkudan ağzım açık kalmıştı ki karşımda 1.80 boylarında, kahverengi gözlü, kumral ve zayıf bir gençle karşılaştım. Saçları oldukça kısa, gözleri iri, burnu fındık gibiydi. Aynı zamanda da zayıf yüzünün hatlariı oldukça keskindi. Kısa sakalları vardı ve benim yaşlarımda duruyordu. Üzerinde kolları bol beyaz bir gömlek, askılı kahverengi bir pantolon ve siyah çizmeleri vardı. Birkaç saniye susarak onu süzdüm. O da aynı şekilde beni. Hiç konuşmadık, belki de konuşamadık. Tuhaf birine benzemiyordu, yüzü oldukça temizdi.
Ellimi göğsümden çektim ve öksürerek sesimi düzelttim. Kızarmaya başladığımın farkındaydım fakat bana doğru birkaç adım atmasıyla iki kat gerginleşmiştim ki önümde hafifçe eğilerek elime uzandı ve tuttuğunda bütün vücudumu bir sıcaklık sardı. O da kibarca elimi öperek geri bıraktı ve doğruldu. Açıkçası bu hareketi beklemiyordum. Ya ben olayları çok abartıyordum ya da buradaki herkes fazlasıyla centilmendi.
" Majesteleri, Mavera'ya hoş geldiniz... " dedi. Sesi kalın, oldukça da etkileyici bir tondaydı. Bakışları fazlasıyla derindi ve gözleri badem gibiydi.
" Nereden başlamamız gerekiyor? Yani bu saçmalığa bir son verebilmemiz için! " diye girdim söze ve ciddi bir ifade takındım. Biraz hızlı bir giriş olmuş olabilirdi ancak beni bu şekilde ve zorla getirdikleri için tabii ki de sakin kalmayacaktım. Oysa bu ani girişim karşısında sadece güldü.
" Önce akşam yemeğimizi yiyelim majesteleri. Konuşacak çok şeyimiz var, zinde kalmalısınız. " dedi ve yemek masasını gösterdi. Bu her şey normalmiş bir ben anormalmişim tavrı beni sinirlendirmeye yetmişti.
" Tanımadığım biriyle, üzerimde nişan kıyafetleri varken yemek yemek mi? Saçmalamayı kesin lütfen! Ve bana neler olduğunu açıklayın! Neden kaçırıldığımı bilmek istiyorum! Kulağıma çok aptalca şeyler söyeniyor. Benim burada ne işim var? Ve ben neden bu haldeyim! " diye çıkıştım. Bu tepkimi belki de beklemiyordu çünkü bir an afalladı.
" Mavera, sihirli bilet, prenses... Ya da size aşık olmak! Bütün bunlar ne anlama geliyor? Aklımı oynatmadan söyleyin yoksa o halimle hiç başa çıkamazsınız! Duydunuz mu beni! " diye bağırdım ve işaret parmağımı ona doğrultmuştum. Yüz ifadesi değişirken başını da hafifçe yukarı kaldırdı ve çenesini sıvazlamaya başladı.
" Yanlış yerden başlamış olabilirim majesteleri, kusura bakmayın. İsterseniz önce size gerçekleri söyleyeyim. Daha sonra da yemek... " dedi ve bende sinirle her zamanki gibi alnıma şap diye vurdum.
" Hala yemek diyorsun! Sen beni çıldırtmak mı istiyorsun ya? " diye haykırdım ve irileşen gözlerimi ona sabitledim. Birazdan alev çıkartacaktım ki hiç istifini bozmadı ve sırıtmaya başladı.
" Sizin kadar harika bir kadının şuanda burada olacağını tahmin etmemiştim doğrusu. Ne kadar şanslı olduğumu bilemezsiniz majesteleri. Sizinle birlikte olmak beni çok mesut edecek... " dedi ve yavaşça kısıldı gözlerim.
" Benimle birlikte mi? Benim kimseye ait olduğum falan yok! Ne sana ne de bu aptal ülkene! " diye haykırdım ve bunun üstüne Khris bana doğru yaklaşmaya başladı.
" Mavera... Görünen evrenin ötesinde. Yani normal insanlardan uzak, gizli ve sihirli bir ülke. Sadece seçilmişlerin olduğu... Sihirbazların, kahinlerin ve hatta cadıların yaşadığı bir yer. Yani şuan bulunduğun bu ülke ve her toprağı, her karışı sihirli! Asıl önemli olan şu ki bu ülke bana ait. Bu ülke benim emrimde, benim yönetimimde ve sende bu yüzden buradasın. Bu büyülü hayata, hayatıma ortak olmak için. Sen herhangi birisi değilsin Shay, Mavera'nın prensesisin! Sen kaçırılmadın, davet edildin! Seçildin! Ne kadar büyük bir şans seninle farkında değilsin ama anlayacaksın. " dedi ve gözlerim dolmaya başladı. Delilerin içinde olduğumu düşünmeye başlamıştım. Hatta artık kanıtlanmıştı! Khris ise bana iyice yaklaştıktan sonra elini buklelerime attı ve oynamaya başladı. Bense tirriyordum.
" Sihirli bir bilet... Seni seçti. Biliyorum inanması zor belki de... " dedi ki eline sertçe vurarak saçlarımı çektim.
" Benden uzak dur! Bu kadar yeter! Sizin saçmalıklarınıza daha fazla katlanamayacağım! Anlaşılan burası bir saray falan değil! Bir akıl hastanesi! Sizinle kalıp delirmeyeceğim! Anladın mı beni! Ruh hastası manyak! " dedim ve kapıya doğru ilerledim. Göğsümde hızla inip kalkıyordu, gittikçe kötü olmaya başlamıştım ve başım dönüyordu. Daha fazla bu konuşmaya tahammül edemeyecektim. Tam kapıya yaklaşmıştım ki son bir kez yüzümü Khris'e çevirdiğimse sağ elinin parmaklarını hareket ettirerek masadaki şarap dolu kadehlerden birini havaya kaldırdı. İşte o an irileşen gözlerimle olduğum yerde donup kaldım...
Khris havalanan şarap kadehinin kendine doğru gelmesini sağlayarak tuttu bir yudum aldı ve daha sonrada parmaklarını şıklatarak kadehi yok etti! Adeta kalbime inecekti. Ellerimle ağzımı kapatırken büyük bir korkuyla gözlerine bakıyordum. Bu gördüğüm de neydi?
" Se-Sen... " diye kekeledim yutkunurken ve geri geri gitmeye başladım. Sanki vücudum alev alev yanmaya başlamıştı. Bu bir tür şaka mıydı?
Şaşkınlıktan düşüp bayılacaktım ki yine sağ elinin parmaklarını oynatarak sağ köşede duran vazodaki çiçeklere odaklandı ve saniyeler içinde hepsini kuruttu... Bütün bunları saniyeler içinde gozlerimin önünde yapmıştı ve yapmaya da devam ediyordu... Daha sonra ise yüzünü bana döndü, sinsi bir ifadeyle gülüyordu.
" Majesteleri bunlara sadece şaşırırsınız ama buna düşüp bayılabilirsiniz... " dedi sonra ve işaret parmağıyla havada bir daire çizdi. Korkuyla ne yapmaya çalıştığını seyrederken bir anda ayakları yerden kesildi ve yükselmeye başladı... Evet! Yere başlıyordu! Tıpkı uçuyor gibiydi, gibi değil uçuyordu!
Nefes alışlarım bu görüntü karşısında aniden kesildi ve gözlerim bir anda netliğini kaybederek usulca kapandı. İşte o an dengemi kaybettim ve yere yığıldım...
-Bölüm Sonu