**KRALİYET**

2625 Words
-Shay Atın üstünde korkuyla, belki de biraz öfkeyle ilerlerken rüzgâr saçlarımın arasından sertçe geçip gidiyordu... Tenim buz gibi olmuştu. Ellerim kızarmıştı ve nefes nefeseydim. Ne kadar zamandır atın üstünde olduğumu bilmiyordum, nereye gittiğimi de. Bildiğim tek şey bir an önce buradan kurtulmam gerektiğiydi. En son neler olduğu kafamda canlanıyordu fakat sonrasına bir anlam yükleyemiyordum. Hatırladığım son şey, gözlerimi kapatıp dilek dilediğimdi. Buraya nasıl ya da ne amaçla getirildiğimi bilmiyordum ve sanırım öğrenemeden de kaçıp gitmiş olacaktım! Nihayetinde bu çöle benzeyen kara parçasından kurtulmuştum. Hayatım boyunca ilk kez at binmeyi bilmenin vermiş olduğu bir rahatlık vardı üzerimde. Atların en sevdiğim hayvanlar olması da cabasıydı tabii. Bu eğitimi büyükbabamdan almıştım. Onun harika bir at çiftliği vardı ve beni güzelce eğitmişti. Atlara nasıl davranmam gerek ya da bir atla nasıl kaçılır? İşte bu ikinci dersi pek ciddiye almamıştım...  Kalp atışlarım gittikçe hızlanmaya başlamıştı ve gittiğim bu yol hiçbir yere varmıyor gibiydi, her an bayılarak attan düşebilirdim Ancak sonunda tam karşıma iki tane insan çıkmıştı! Onları görünce şaşkınlıkla çığlık atmış ve hemen atımı durdurarak üzerinden atlamıştım. Yüzümdeki korkuyu metreler öteden fark edebileceklerine emindim ve panikle yanlarına doğru koştum. Daha doğrusu kendimi onların önüne attım ve dikkatimi çeken ilk şey tuhaf giyinişleri olmuştu... Tıpkı onlar gibi giyinmişlerdi. Onlar; zibidiler... " Telefonunuzu kullanabilir miyim? Lütfen! Bakın be-ben... Kaçırıldım! 3 tane adam tarafından kaçırıldım ve nerede olduğumu da bilmiyorum. Sadece polisi arayacağım... Lütfen bana yardım edin! " diye yalvarmaya başladım ve stresten parmaklarımla oynuyordum. Neredeyse ağızlarının içine girecektim. Az önce onları incelediğim gibi şimdide onlar beni incelemeye almışlardı ve bakışları hiç normal değildi... Aynı zamanda da yerimde duramıyordum ve ayaklarımla ritim tutup duruyordum. O kadar acınacak halde görünüyordum ki, bana yardım etmemeleri imkansızdı! Fakat bu söylediklerim üzerine ikisinin de yüzünün şekli değişti ve birbirlerine bakmaya başladılar. Tıpkı deli olduğumu sanıyor gibiydiler... Ama neden? " Burası neresi..? " diye sordum nefes nefese. Artık bir tepki vermek zorundalardı yoksa onları gasp etmek durumunda kalacaktım!  " Mavera majesteleri. Siz kimsiniz? " diye sordu adam. Gözlerim irileşirken ellerimle başımı çevreledim. Dudaklarım titriyordu. Mavera neresiydi ve ben neden bilmiyordum? Kalbim deli gibi çarpıyordu ve gözlerim dolmaya başlamıştı. Bu ismi daha fazla duymak istemiyordum! Mavera denmesini istemiyordum!  " Bana telefonunuzu verir misiniz? " diye sordum tekrar. Bu kez sesim oldukça kısık çıkmıştı, sanki boğuluyor gibiydim...  " Telefon mu? Mavera'da kimse telefon kullanmaz majesteleri. Söylediklerinizden hiçbir şey anlaşılmıyor. Başka nasıl yardımcı olabiliriz?  " dedi kadın. Çıldırmak üzereydim. Nesini anlamamış olabilirlerdi ki! Üstelik bu perişan halim karşısında nasıl bu kadar sakin kalabilirlerdi?  " Kaçırıldım diyorum neyini anlamıyorsunuz? Ayrıca ne demek telefon kullanılmıyor! Mavera neresi? Bu lanet şehir ya da köy, hangi cehennemde! New York'un neresi? Ya da nasıl burayı terk edebilirim? Havalimanı, otogar? " diye haykırdım öfkeyle ve artık yumruğumu sıkmaya başlamıştım. Adeta öfkeden gözüm dönüyordu. Hiçbir şey anlamadığım bir bilmecenin içinde gibiydim. Bu kesinlikle bir rüya olmalıydı. Yoksa bu insanlar benimle gerçekten dalga geçiyorlardı... Asla anlaşamıyorduk, sanki başka bir dili konuşuyordum! Beni anlamıyorlardı!  Daha fazla dayanamadım ve çığlık çığlığa bağırmaya başladım. " İmdaaaaaat! Yardım edin! Kimse yok mu! İmdaaaaaaaaaaaat! " dedim ki biri aniden eliyle ağzımı kapatarak beni sertçe kendine doğru çekti ve ağzıma baskı uygulayarak beni susturdu. O an neye uğradığımı şaşırırken panikle kafamı kaldırmaya çalıştım ve anlık bir şekilde Felix'in yüzü ile karşılaştım. Hemen ağzımı kapattığı elini tutarak çekmeye çalıştım fakat o başımı göğsüne yasladı ve hareket etmeme izin vermedi. Bense sadece boğuluyormuşçasına göğsünde çırpınıyordum ve bakışlarım bana bakan kadın ve adamdaydı. Bir şey yapmaları gerekti! İşte şahit oluyorlardı! Evet!  " Kusura bakmayın, hallediyorum. İyi günler efendim. "  dedi Felix ve ben hala tum gücümle göğsünden kurtulmaya çalışıyordum. Ayaklarımla dizlerine vurmaya çalıştım ve ayak uçlarına bastım ancak hiç kıpırdamıyordu!  " İyi akşamlar Bay Felix, Kolay gelsin efendim. " dedi adam ve kadının koluna girerek öylece çekip gittiler... Onu tanıyorlardı! Ve hiçbir şey yapmadılar! Beni bu halde bırakıp gittiler, sanki çok normal bir şeymiş gibi...  Adeta kitlenip kalmıştım ve onların çekip gidişiyle birlikte Felix'in kolları arasında çırpınmayı bıraktım. Felix ise ağzımdaki elini usulca çekti ve bu kez de arkamdan sarılarak beni tuttu. Daha sonra ise o soğuk sesiyle kulağıma eğildi. Nefesini ensemde hissettiğim o an ürpererek kapattım gözlerimi. " Yakaladım, majesteleri... " dedi ve ben aniden kafamı çevirip gözlerimi açınca bakışlarım bir anda buhar çıkaran dudaklarıyla buluştu. Elleriyle de iyice çevrelemişti beni ve kaçacak hiçbir yerim yoktu, yorulmuştum. Her an bayılabilirdim. Hiçbir şey anlamıyordum, kafam hiçbir şey anlamıyordu. Neler olduğu konusunda hiçbir fikrim yoktu, ilk kez kendimi bir boşlukta gibi hissediyordum. İçimdeki korku yerini tamamen bu hisse bırakmıştı ve bir şey, kaçmanın hiç iyi bir fikir olmadığını söylüyordu. Neler olduğunu anlamaya çalışmanın vakti gelmişti belki de. Tabii eğer bu beni bir ölüme sürüklemeyecekse Ya da neden bunu bilmem gerekti ki? Hiçbir şey bilmeden hayatıma devam etmek istiyordum hepsi bu! " Saraya geç kalıyoruz majesteleri, bu kadarı enerjinizi atmanız için yeterliydi sanırım? Prens Khris sizi göreceği için çok heyecanlı. Bu yüzden bir an önce buradan gidip, hazırlıklara başlamamız gerek. Sizi beğeneceğine eminim ve sizin de onu... " deyip ellerini sarmış olduğu vücudumdan çekti. Yüzümü ona döndüğümdeyse kafasını başka yere çevirerek bakışlarını hemen benden kaçırdı. Ellerini de pelerinin arkasına gizlemişti ve soğuktan olsa gerek yanakları kızarmıştı. Benden fazlasıyla uzundu ve kahve tonlarında dalgalı, harika saçları vardı. Bembeyaz teni keskin yüz hatlarıyla birlikte adeta ben buradayım diyordu ve gözleri benimkiler gibi koyu yeşildi ama onunkiler daha güzeldi. Tıpkı bir masal kahramanı gibiydi. Küçükken hayran olduğum kahramanlar gibi...  " Benden ne istiyorsun? " diye sordum soluk duruşumla ve dolan gözlerimi kollarıma silerek dudaklarımı ısırmaya başladım. Yine de oldukça sakindim. Belki de duygularım yerini sadece meraka bırakmaya başlamıştı. Hep gizemleri, şifreleri seven bir çocuk olmuştum. Bu yuzden merak her zaman beni ele geçirmeyi başarırdı.  " Sadece sakin olup benimle gelmenizi majesteleri. Eğer korktuğunuz şey birinin size zarar vermesiyse, ben bunun için varım. Sizi korumak için... " dedi ve gözlerini gözlerime sabitledikten hemen sonra elini bana uzattı. O an tek düşündüğüm şey yapabileceğim başka bir şeyin olup olmadığıydı.  " Sen kimsin ki? Sana neden inanayım ya da neden güveneyim? At  süren bir hırsızsın! Tamam işte! At hırsızı, buldum! " diye sordum hırçın sesimle ve kollarımı birleştirerek başımı umutsuzca iki yana doğru sallamaya başladım. " Çünkü ben sizin tek başınıza olduğunuzu bilen tek kişiyim... Tek başınıza olduğunuz için ne kadar tehlikeli olduğunuzu bilende... Ve asla başımı belaya sokmak istemem. Zira fazlasıyla güçlüsünüz. Yani korkmanıza gerek yok... Beni alt edebileceğinize olan inancınızın sonsuz olduğunu görebiliyorum. " deyip göz kırptı fakat yine kim olduğu hakkında bir bilgi vermemişti ve bu söylediklerinin bir çocuk kandırmacası olduğunun da farkında değildi. Bir şey söylememi de beklemedi ve elimden tutarak atlara doğru yürüdü. Sadece onu takip ettim o kadar ve az önce kaçırdığım beyaz atın üzerine binerek bana tekrar elini uzattı.  " Gidelim mi majesteleri? " dedi sonra. Sanki hayır deme şansım varmış gibi! Önce birkaç dakika atın üstündeki kendinden emin haline baktım. Sonra pelerininin düzeltişine ve en sonunda da o ata bindim. Bir seçeneğim olmadığı gibi, bir seçenek yaratabilecek durumumda yoktu. " Sıkı tutunun majesteleri, Mavera'nın en iyi at binicisi ile birliktesiniz. Bu fırsatı iyi değerlendirmenizi öneririm. " deyip atın yelesini okşamaya başladı. Atlara bayılırdım fakat bir insan kaçakçısının atlara olan bu sevgisi pek hoşuma gitmemişti. Belki de çok hoşuma gitmişti ama tuhaf bulmuştum. Ya da atları çok seven birinin bir insana ne denli zarar verebileceğini merak etmiş olabilirdim. " Gidelim! " dedi sonra ve sanırım bu komutu hemen arkamızdaki, kendisinin sözde muhafız dediği askerler içindi. Resmen saatlerdir hiçbir şey demeden bizi takip ediyorlardı. Gerçekten buna ne gerek vardı? Kendimi yasadışı bir olay gibi hissetmeye başlamıştım... Bir vaka gibi! " Belimden tutabilirsiniz efendim, güvende hissetmeniz için. " dedi birden.  " Düşsem ve seninle aynı atın üstünde olmaktan kurtulsam, daha fazla güvende hissederim! " dedim ona ve ellerimle atın ipine uzanıp onlardan tuttum. Oysa bu söylediğime sadece güldü ve ata hareket etmesi için komut verdi. Benimse hiç susmaya niyetim yoktu ve kendi kendime konuşmaya başladım. " FBI'dan mı geldiniz? Doğru söyle, ya da cinayet masası? Uyuşturucu? Trafik polisi..? Hadi ama ülkeyi sizin gibi zibidilere emanet ettiysek işimiz var demektir... Zaten yanlış insanı kaçırıyorsunuz, gerçek suçlu şuan çatır çutur çaldığı paraları yiyordur! Ya da terk etmiştir ülkeyi! "   -FELİX Asla benden destek almıyordu ve fazlasıyla inatçıydı. Yine de vereceği bu hırçın tepkiyi biliyordum. Sandığımdan güçlü ve kuvvetli olmasının yanı sıra oldukça da cesurdu. En azından şuan gözlemleyebildiğim şeyler bunlardı. Saraya gidince nasıl bir tepki vereceğini fazlasıyla merak ediyordum. Daha doğrusu kaç dakika içinde hayranlıkla çığlık atacaktı aklımdaki soru buydu. Sonuçta bir peri masalının içinde sayılırdı. Artık neredeyse her şey onun sayılırdı, tabii o da prens Khris'in...  Onu seveceğine emindim. Oldukça yakışıklı bir prensi kim sevmezdi ki? Hoş, biraz geveze birazda şımarıktı ama olsun o kadar. Kötü birisi değildi, daha doğrusu kötü yanlarını bana pek yansıtmazdı. Onun 18 yaşımdan itibaren korumalığını yapmakla görevliydim ve hemen hemen arkadaş gibiydik. Tabii aramızdaki resmiyette ya da statü farkı da her zaman ön plandaydı. Khris yaptıklarıyla, yakışıklılığıyla ya da elde ettikleriyle övünmeyi fazlasıyla seven birisiydi. Halkın bir kesiminin onu itici bulduğu doğruydu. Hatta bazıları sırf onu sevmedikleri için Mavera'ya bir söylenti yaymışlardı. Onun gerçek prens olmadığına dair... Bu nasıl mümkün olabilirdi ki?  Ben hayata gözlerimi açtığım andan itibaren hep saraydaydım. Sarayda hizmetkarlarla büyümüş, eğitilmiş ve yetiştirilmiştim. Bir ailem yoktu. Anne ve babam bir lanet sonunda ölmüşlerdi. Yani bana söylenen şey buydu... Sarayda görev yaptıkları içinde evim orası olmuştu. Mutluydum ve de şanslı bir çocuktum. Saray hayatı gerçekten de muazzamdı. Prens Khris'le birlikte olduğum için birçok şey öğrenmiştim. Kaçmaya çalıştığı ve sevmediği derslerin hepsine beni sokardı. Ya da ben olmadan eğitimlere gitmek istemezdi. Bu yüzden en az prens kadar bende üst düzey eğitim almış birisiydim. Ondan daha iyi kılıç kullanır ya da at binerdim.  " Daha ne kadar yolumuz kaldı! Kusacağım! " diye haykırdı kulağımın dibine. Neyse ki kraliyet sınırları içine girmiştik. Fakat onu bu halde kimse görmemeliydi, yasaktı. İlk önce temizlenmeli, yemeğini yemeli, dinlenmeli ve sonrada en güzel kıyafetlerle hazırlanıp Prens Khris'in karşısına çıkmalıydı. Prensesi önce prens görmek zorundaydı. Çünkü Khris onu bütün bu olanlara ikna edebilecek tek kişiydi. Ona her şeyi anlatacaktı ve sonra da birbirlerini tanıma süreçleri Prensesi halka tanıtma, nişan... Biraz uzun bir süreçti. Evlenmeleri bile aylar sürecekti. Çünkü Shay'ın ilk önce zarafet, nezaket, dans, diksiyon gibi eğitimleri alması gerekliydi. Yani tam anlamıyla bir prensese dönüştürülmesi lazımdı. Bu da kısa bir zaman değildi. Shay gerçekten de harika bir prenses olurdu. Zaten bunun için yaratılmış gibiydi. Hatta belki de Mavera'nın gelmiş geçmiş en güzel prensesi olabilirdi. Hayatım boyunca onun kadar güzel birini hiç görmemiştim. Aslında verilen eğitimlerin hiçbirine de ihtiyacı yoktu. O olduğu gibi güzeldi. " Majesteleri geldik! Ancak içeriye bu şekilde giremeyiz. " dedim ve atı durdurarak derin bir nefes aldım ve aşağı indim. Shay atın üstünde kaldı ve meraklı gözlerle sarayın kalın surlarına bakmaya başladı. Gözlerine bile inanamıyor gibiydi, ağzı açık kalmıştı. Sarayın surları bile şimdiden onu etkilemiş gibiydi. Ne tepki vereceğini gerçekten de merak ediyordum. Gözlerim üzerindeydi ve nihayet dudaklarını araladı. " Hapishane duvarı gibi! " dedi öfke dolu sesiyle. Tamam... Pekte etkilenmemiş olabilir. Onun bu söylediklerine çokta aldırış etmeden hemen arkamızda duran muhafızlardan siyah bir beze sarılan görünmezlik pelerinini aldım ve saatini kontrol ettim. Mavera'da görünmezlik pelerinini sadece bakanlık yetkisi olanlar ve kraliyet yetkilileri kullanabilirdi ama herkes değil. Ancak her bir pelerinin süresi vardı. En düşük bir saatlik en yüksek ise bir günlüktü. Yani süresi dolan pelerinler normal sıradan bir pelerine dönüşüp özelliğini kaybediyorlardı. Prenses için ise bir saatlik olanını almıştık. Sadece giriş için kullanacaktık. Hava zaten karanlıktı ama sarayın her yeri aydınlıktı. Kurallar gereği yine de onu gizlemeliydik. Bu yüzden pelerini ona doğru uzattım.  " Bu ne? " diye sordu ve asla eline almadı.  " Pelerin majesteleri. Bunu üzerinize geçirmeden kapıdan içeriye giremeyiz. Hemen giyer misiniz? " diye sordum. Oldukça nazik olmaya çalışıyordum fakat o bu teklifime adeta burun kıvırdı. " İstemiyorum! " deyip kafasını çevirdi. Oldukça netti.  " O zaman birde emir kipiyle deneyelim? " dedim sesimi alçaltarak, ona laf anlatmaktan fazlasıyla yorulmuştum.  " Emretsene bir neler oluyor deneyelim? Hadi! Şöyle bir çarpayım ağzının üstüne de rahatlayayım hadi! " dedi sonra ve sinirden bende dudaklarımı ısırmaya başladım. Neyse ki çok diretmedi ve oflayarak elimdeki pelerini aldı. Daha sonra her yerini inceledi ve üzerine geçirdi. Şapkasını da taktıktan sonra bir anda atın üstünde görünmez oldu. Fakat o bunun farkında bile değildi ve gayet rahattı. Zaten farkında olsaydı eminim ki şimdiye kadar bayılmıştı. Bir anlık ortadan kaybolması nedense beni rahatlatmıştı ve derin bir nefes aldım. Tabii önemli olan görüntüsü değil hırçın sesiydi... " Gidelim hadi! " diye bağırdı ve atın ipinden tutarak yavaşça yürümeye başladım. Kapıya geldiğimizdeyse verdiğim komutla birlikte kapılar açıldı ve muhafızlarla birlikte içeriye giriş yaptık. Gözlerim hemen saray kapısının köşesinde yatan köpeğim Max'e çevrildi. Gülümsememe engel olamamıştım ama şimdi yanına gidemezdim. Bir an önce Shay'ı odasına götürmeliydim. Kimsenin görmemesi gerektiği için onu arka kapıdan sokmuştum. Sanki boş bir atı yürütüyormuş gibi görünüyordum ancak bu kokusunun burnuma dolmasını engellemiyordu. Varlığından fazlaca emin haldeydim.  Bahçenin beyaz taşları üzerinden geçiyorduk ve Shay bu sırada fısıldıyordu. Bence onun kendi kendine konuşması, sihirli bir ülkede olması kadar tuhaftı. Birazdan içinden 3-5 kişi daha çıkabilirdi. 5 tane Shay mı?  " Ben böyle bir şey dilememiştim! Ben gerçekten böyle bir şey dilememiştim! Tek başına olduğun için daha fazla övünecek misin Shay? Çünkü şuan tek başına olduğun için, kimsen olmadığı için bu haldesin! Kaçırıldın ve ardında seni arayabilecek tek bir kişi bile yok! " dedi ve sanırım ağlıyordu. Bu hali gerçekten de hiç içime sinmiyordu. Onu korkutmak istemiyordum.   Nihayetinde yolu tamamlamıştık ve sarayın giriş katındaki onun için özel olarak hzırlanılan odaya gelmiştik. Birazdan emrine sunulan hizmetkarlarda ona eşlik edecekti ve kapısına muhafızları dikecektik. Ben mi? Tabii ki gidip uyuyacaktım.  Etrafta askerlerden başka kimse yoktu hepsi nizami bir şekilde yerlerinde duruyorlardı. Kafalarını bile çevirmiyorlardı ve her şeyin iyi olduğuna emin olup Shay'a elimi uzattım. " İnebilirsiniz majesteleri. " dedim fakat o bir çırpıda başındaki şapkayı açarak kızaran gözleriyle etrafa bakınmaya başladı. Derin derin nefes alıyordu ve yanakları pembeleşmişti. Şuan için görebildiği şeyler; askerler, sarayın surları, köpeğim Max ve bahçe yoluydu. Onu arka kapıdan soktuğum için görüş açısında neredeyse hiçbir şey yoktu.  " Ben neredeyim! Kafayı yiyeceğim neler oluyor! " diye söylendi tekrar ve bu kez sakinliğini daha fazla koruyamadı ve ağlamaya başladı... Elleriyle yüzünü kapattı ve saniyeler sonra hıçkırıkları da eşlik etti. " İner misiniz? " dedim tekrar. Beni duymazdan geldi ve ağlamaya devam etti.  " İnmelisiniz, ağlamanızı gerektirecek hiçbir şey yok! Anlayacaksınız! Bana güvenin majesteleri lütfen " dedim. Bu kez sesim daha ısrarcıydı. Fakat beni bir hiç yerine koyuyordu ve gözlerini koluna silerek derin bir iç çekti. Daha sonra da pelerini çıkararak yere fırlattı ve hışımla atladı attan. Güzel, kafama geçireceğine emindim...  " Bak bir saraydayız ve böyle bir yere kaçırılmam çok saçma! Neler olduğunu asla beynim idrak edemiyor! Ama koskoca sarayda illa aklı başında, normal bir insan vardır diye düşünüyorum ve umarım bir saate buradan çıkmış olurum. Yoksa inan bana hiç ama hiç iyi şeyler olmaz! Şuan tek düşündüğüm şey yapacağınız lanet açıklama pislik! " dedi ve işaret parmağını tehdit edercesine bana doğrultmuştu. Hiçbir şey söylemedim Sadece gözlerine baktım ve özel odanın kapısını açarak onu içeriye buyur ettim.  " Majesteleri Shay, Mavera'ya hoş geldiniz. " deyip elimle içeriyi gösterdim. Oraya girmek istemiyordu ve dişlerini sıkıyordu.  " Hepsi sizin adamlarınız mı? " diye sordu askerlere bakarken. " Hepsi ve daha fazlası " dedim. Bunun üstüne  öfkeyle içeriye girmek için bir kaç adım attı fakat tam kapının girişindeyken bir anda bileğinden tutarak onu durdurdum ve hızla kafasını bana çevirdiğinde sarı saçları rüzgâr gibi yüzüme çarptı. O an sersemledim fakat hiç istifimi bozmadan derin bir nefes aldım ve ona şöyle söyledim, "  Ya buradaki en aklı başında insan bensem? " diye sordum ve tek kaşımı kaldırarak bir cevap bekledim. Oysa sertçe çekti bileğini ve kaşlarını çatıp gözlerini kıstı. " Ya buradaki tek aklı başında insan bensem! İşte sen o zaman gör kaosu! " dedi ve hızla içeriye girdi. " Zibidi demeyecek misin? " diye seslendim gülerken. " Artık ismini öğrendiğine göre sürekli tekrarlamama gerek yok! Zeki çocuksun çabuk kavradın!" dedi ve kapıyı suratıma çarptı...  -Bölüm Sonu/Yazariçe
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD