BORA KUZGUN
Deniz, Mavi Gri’den şarkı isteyince Alin’in otobüste dinlediği şarkı aklıma geldi ve onu çalmaya başladım. Başını Deniz’in omzuna koymuş dinliyordu. Elindeki şişeyi kafasına dikip şarkıya girdi. Herkesin ona hayretler içinde bakması dikkatime çekti. Bende şaşırmıştım “sesi bu kadar güzelken neden sakladı ki insanlardan?” diye düşünmeden edemedim. Emir ağzını açmış bir şekilde dinlerken. Gözlerimi Alin’e çevirip son nakaratta ona eşlik ettim. Belki mavilerini bana çevirip bakar diye ama ne bir bakış attı ne de başını ateşten kaldırdı. Tabii benim ona bakmam bile Emir’i öfkelendirmişti.
Şarkıyı söylerken gözleri dolmuştu. Deniz ellerini beline doladı. Ona güç vermek ister gibi kendine çekmişti. Saçma bir kıskançlık baş gösterdi.
Alin şarkı bitince ayağa kalktı. Tökezleyince Deniz ayağa kalkmaya çalıştı. Asya’yıda bırakası yokmuş gibi gelince hızla yerimden kalkıp ona işaret verdim.
Bu sırada gözlerini Alin’den alamayan, Emir’in bakışları hiç hoşuma gitmemişti. Koluna girdim ve onu odasına götürdüm. Kartını bulup açtığımda bir an tereddüt etsemde odaya girip Alin’i yatağına yatırdım.
Masumdu… o kadar masumdu ki…
Ona zarar vermem gerekiyordu, plan buydu. Ama ben… ben bu kıza nasıl kıyacağım?
Kendi kendime küfrederek
“Özür dilerim maviş…” diyip odadan çıktım.
Neyin özrüydü bu?
Belki geçmişte yaptığım her şeyin.
Belki ona gerçek ben gibi yaklaşamayacak olmamın.
Belki de onu gerçekten hak etmediğimin…
O an anladım.
Alin’e bir şey olursa bu iş, bana da yazık edecek.
Ve ben belki ilk kez birini gerçekten kırmak istemedim.
ALİN SELVER
Sabah alarmın çalmasıyla gözümü açtım demek isterdim ama başım beni o kadar zorluyordu ki göz kapaklarımı bile hareket ettiremedim. Hayata, baş ağrılarıma ve dün gece o kadar içmiş olmama sövüp yataktan kalktım. Üzerimde hala gece giydiğim kıyafetler vardı; sanki gecenin ağırlığını hala üzerimde taşıyordum.
Bora’nın beni odaya getirdiği anı silik silik hatırlayınca utandım. Otobüste yanıma ilk oturduğu anda gözleri dikkatimi çekmişti. Kehribar…
Aynı Caner’in gözleri gibi. İşte o an yine gözlerim doldu. Onu hatırlamak istemesem de aklım devamlı aynı noktaya dönüp duruyordu.
Artık onun için ağlamayacağım. Beni iki tehdite, iftiraya bırakıp giden kendisiydi. Tabi kalbim buna ne kadar ikna oldu onu zaman gösterecekti.
Kafamdaki düşüncelerden uzaklaşmaya çalışırken aklıma Bora’nın odadan çıkmadan önce söylediği şey geldi.
“Özür dilerim maviş”
Neden özür dilemişti. Yolsa bir şey mi yapmıştı? İçimde bir huzursuzluk baş gösterdi. Bora’ya dikkat etmem gerektiğini kafamın bir yerine not edip Asya’yı uyandırdım. Üzerimizi değiştirip odadan çıkmak için kapıya yöneldiğimizde, kapıyı açmamla Deniz’i görünce küçük bir çığlık attım.
“Ay…Yine mi sen” dedim şaşkınlıkla.
Deniz gülerek cevap verdi.
“Evet bebeğim yine ben sizi yemeğe çıkartmaya karar verdim.” Dedi sonra elindeki bardağı uzattı. “Ama beni görmek istemiyorsan…kahveni vermesemde olur.” Kahveyi geri çekti. Kahveyi almak için elimi uzattım. Benden bir kaç adım uzaklaşıp arkasını döndü.
“Deniiiz…” diye bağırdım arkasından. Tab o çoktan koşmaya başlamıştı.
Ahh… çocuk gibi oyun oynayacaktık” Deniz koşmaya başlayınca bende peşinden gittim.
Deniz’lerin bungalovun önüne geldiğimizde odadan çıkan Bora’yı üzerime itti. Dengesizce sendeledim, tam yere kapaklanacaktım ki Bora beni yakaladı.
Bir kaç saniye öylece kaldım.
“ Pardon…” deyip hemen uzaklaştım. Tabi odadan çıkan diğer gözle tüm vücudumu sinir kaplamıştı. Ama dönüp bakmadım.
Bora:
“Önemli değil canım… ne zaman istersen bana çarpabilirsin” diyip güldü.
Deniz sesinden bariz belli olan kıskançlığıyla Bora’ya döndü.
“Kendine sana çarpması için başkasını bulsan iyi olur bay kazık…”
Sonra duraksadı. Dediği kelimeyle yüzünü buruşturdu.
“Kazıkta değilsin aslında… şöyle bir bakınca yakışıklıymışsın” dedi.
Bora’yı baştan aşağı süzüp. Sonra kehribarlarına dikkat kesildi.
“Gözleri de aynı Caner’in gözleri gibi…” deyip cümleyi tamamlamak üzereyken araya girdim.
“Deniz…” sesim istemesemde sertleşmişti bunu herkes fark etmişti.
O sırada gözlerim Emir’e kaydı.
Gülüyordu.
Bora ise hepimize tek tek bakıyordu; gözleri Emir ve benim aramda gidip geldi.
Deniz pişmanlıkla fısıldadı
“Özür dilerim Alin…”
Artık her şey için çok geçti. Emir buz gibi sesiyle konuya atlamıştı bile.
“Sahi… O çok sevdiğin Caner’ini çabuk unuttun galiba. Bakıyorum kendini Bora’nın kollarına atmaya başlamışsın.” dedi imalı bir şekilde.
Bana yaptığı onca şeyi unutup böyle konuşabilmesi sinirimi bozmuştu.
Bu zamana kadar bana yaptığı her şeyi yok sayıp üzerine doğru yürüdüm. Dibi e girdiğimde yüzüne bakmak için kafamı kaldırdım.
“Sakın Emir… Sakın beni Caner’le vurmaya kalkma” deyip derin bir nefes aldım.
Gözlerim dolmuştu ama ağlamamalıydım. Caner iki tehditle beni bırakıp Londra’ya gidebilecek kadar sevmişti işte.
“ Seni bir daha uyarmayacağım” diyip devam edemedim.
Hızla oradan uzaklaşırken arkamdan seslenmelerini asla umursamadan yürümeye devam ettim. Ne kadar yürüdüğümü anlamadım. Arkama baktığımda kimse yoktu. Demek ki Deniz’i tutmuşlardı. Yoksa o çoktan yanıma gelirdi.
Adımlarım beni her zaman geldiğimiz uçurum kenarına getirmişti. Telefonumu çıkarıp müdüre ilk günden eğitimlere katılamacağımı anlatan bir mesaj attım. Telefonumu kapatıp yanıma koydum.
Gözlerimi denizin dalgalarıyla buluşturduğumda içimdeki kırgınlıkları daha derinden hissettim.
Caner, Emir ve sebebi dahi bilmediğim bir sebepten benden özür dileyen Bora.
Bir anda kurduğumuz boş samimiyet ve Deniz’in ona güvenmesi içimdeki huzursuzluğu ateşlemişti.
Belki de içimi en çok yakacak kişi oydu… bunu göze alarak bana yaklaşmasına izin vermeyecektim.
Yeniden kalbimin atmasına sebep olan kişinin Bora olması fırsat vermeyecektim…
Aradan ne kadar geçtiğinin farkında değildim. Hava kararmaya başlamıştı. Yerimden kalkıp bir süre ayakta denizi izlemeye devam ettim.
Şu an buradan atlasaydım belki de her şey son bulacaktı. “Peki benim buna cesaretim var mıydı?” diye düşünürken istemsizce bir adım atmıştım ki arkamdan gelen bağırtıyla gözlerimi açtım.
Deniz:
“ Alin… Alin dur. Çok uçtasın. Geri adım at güzelim… aşağı sakın bakma…” diye nefes almadan konuşuyordu.
Dönüp yüzüne bakmadım aynı şekilde durmaya devam ettim. Biraz sonra adım sesleri yaklaşmıştı. Ama tek değildi.
Biri daha fazla yakınıma gelmişti. Ama Deniz değildi. Yükseklik korkusu vardı. Buraya her geldiğimizde geride dururdu.
Bora’nın sakin ve korkmuş sesini duydum:
“Alin…” dedi. Cevap vermedim. “”Seni oradan alacağım! Sakın ters bir hareket yapma” gözlerim dolmuştu.
“Uzak durun benden” diye bağırdım. Tekrar küçük bir adım atmak için harekete geçtim. Aslında tek amacım Deniz’i korkutmaktı. Ama ayağımın boşluğa gelmesiyle sendeledim.
Artık her şey için çok geç diye düşünürken Bora beni yakalamıştı. Olduğum yerde dizlerimin üzerine çöktüğümde Bora’nın benimle beraber oturduğu dikkatimi çekti. Sarılmış bırakmıyordu.
Deniz ve Asya yanımıza geldiğinde kendimi zorla kollarından kurtarıp Asya’ya sarıldım. Deniz’e olan sinirim hala geçmemişti.
Deniz bana doğru yöneldiğinde Bora onu kolundan tutup bizden uzaklaştırdı.
Asya korkmuş titriyordu. Aslında ben o bir kaç saniye içinde o kadar huzura kavuşmak üzereydim ki. Asya’nın benden uzaklaşıp tokat atmasıyla kendime geldim.
“Sakın Alin… sakın bir daha bizi bu şekilde sınama” deyip tekrar sarıldı. Bizi izleyen Bora ve Deniz’e baktığımda hayretle bakıyorlardı.
Asya’ya hiç bir şey diyememiştim. Sadece sarılmasına karşılık verdim. Tekrar gözüm çocuklara kaydığında kendimi tartamadığımı fark ettim
“Asya…” dedim derin bir nefes alıp durdum.
Asya’nın sesi kulaklarımda yankılandı
“Alin…iyi misin? Deniiiz kooş”
Gerisi yoktu. Sadece hatırladığım odunsu bir parfüm kokusu ve güçlü kollardı…