4. BÖLÜM

2302 Words
Olivia olduğu yerde donup kalmış, şaşkınlıkla etrafı izliyordu. Düşmanının kalesi düşündüğünün aksine gerçekten çok büyük ve ihtişamlıydı. Peterson kalesi ile karşılaştırınca, inanılmaz farkları olduğu belli oluyordu. Genç kız gelirken gözüne çarpan denizin, kalenin duvarlarına vuran sesini duyabiliyordu. Ve kabul etti ki, İskoç kalesi beklediğinden daha güzel, en önemlisi korunaklaydı. Anlaşılan Andreas McGray düşmanlarına karşı her zaman hazırlıklı bir adamdı. Etrafta çok fazla İskoç askeri vardı. Hepsi de nerede ise liderleri kadar iri yapılı, güçlü görünüyorlardı. Olivia İngiliz askerlerine acımadan edemedi. Bu insan irisi devlerin karşısında hezimete uğramaları normaldi. Genç kız yanına kadar gelen yaşlı kadının seslendiğini sonradan fark etti. Başını ona doğru çevirip “Bana mı seslendiniz?” dedi kibarca. Kadın soğuk bakışlarını kızın üzerinde gezdirip “Sana seslendim.” diye cevap verdi. Sesindeki küçümseme genç kızı kızdırsa da aldırış etmedi. “Yoksa sağır falan mısın? Ya da aptal. Gerçi giyimine bakılırsa çok sağlıklı olduğun söylenemez.” Olivia kendisine hakaret eden kadına, gereken cevabı vermek istese de kendini tuttu. Nihayetinde kalede kalabilmesi için, sabırlı olması sakin davranması gerekiyordu. Hedefine ulaşana kadar içindeki öfkeyi bastırması şarttı. “Özür dilerim hanımefendi.” diye cevap verdi. "Bana seslendiğinizi duymadım. İnanın sağır değilim. Sadece biraz şaşkınım. Bu kale çok güzel. Daha önce hayatımda böyle bir yer görmemiştim. “Adın ne?” “Adım Sumata efendim.” “Sumata...” Bir an yüzünü buruşturdu kadın. “Yüce Tanrım! Ne garip bir isim. Daha önce hiç duymamıştım. Neredensin Sumata?” “Hintliyim hanımefendi.” "Hintli de ne demek?” "Hindistan'dan geldim.” “Ben o dediğin yeri bilmem. Tek bildiğim yer İskoçya. Peki, burada ne işin var?” "Lordunuz beni satın aldı.” "Ben Lordumuzu ava gitti sanmıştım. Seni nereden buldu hala anlamış değilim?” "Bir İskoç'tan aldı.” Kadının kendi kendine söylendiğini duyabiliyordu. Tavırlarından anladığı kadarıyla kendisinden hoşlanmadığı açıktı. Ama bunu umursamadı. Sonuçta o da hiç bir İskoç'tan hoşlanmıyordu. “Pek ala” dedi kadın buz gibi bir sesle. "Lordumuz seni satın aldı ise vardır bir bildiği. Beni takip et.” Olivia ağır adımlarla kadının ardı sıra yürümeye başladı. Kalenin içine girince, karşısına geniş bir hol çıktı. Hole açılan nerede ise on kapı bulunuyordu. Yaşlı kadın en uç noktadaki kapılardan birini işaret edince, o tarafa doğru ilerledi. Kapıdan içeri girince mutfak olarak kullanılan odaya girdiklerini anladı. Burası gördüğü en büyük mutfaktı. Taş ocakların üzerinde bulunan kazanlar, tahta raflara dizilmiş tabaklar, kocaman bir masa... Olivia etrafta koşuşturan hizmetçilerin telaşını fark edip, ayak altından bir kenara çekildi. Anlaşılan tam da yemek saatine denk gelmişti. Yanındaki kadın İskoç dilinde oradakilere bağırırken, genç kızı unutmuş gibiydi. Olivia Galce dilini biliyordu ama kesinlikle bildiğini fark ettirmeyecekti. Genç bir hizmetçi kız içeri giren Olivia'yı fark edip, önce Olivia'ya sonra yaşlı kadına bakarak “Bu kim?” dedi merakla. "Yeni hizmetçimiz.” diye cevap verdi yaşlı kadın son derece alaycı bir tavırla. “Lordumuz onu ormanda avlamış. Buraya getirdiğine göre bu kızı beğenmiş olmalı. Galiba artık senden sıkılmaya başladı.” Sidelya mavi gözlerini yaşlı kadına dikip, sert bakışlarını yüzünde gezdirirken, bir anda yakasını iki elinin arasına aldı ve kadını hızla itip, arkasındaki duvara yasladı. Kadının söylediklerine öfkelendiği belliydi. Olivia olanları izlerken, genç kızın kadının canını yaktığını fark etti. “Kapa çeneni aptal bunak!” diye bağırdı Sidelya. “Benimle konuşmalarına dikkat et. Yoksa seni pişman ederim!” Kadın boğazına dayanan ellerle zor nefes alırken, gözleri resmen yuvalarından fırladı. Genç kıza cevap vermek istese de yapamıyordu. Olivia kadının haline üzülüp, elindeki bohçayı yere bıraktı ve ardından Sidelya'nın bileklerini iki eliyle sıkıca kavrayıp “Çek ellerini!” diye bağırdı. “Kadını öldürecek misin?” Sidelya işine karışan genç kıza sert bir bakış atarak “Sen karışma fahişe!” dedi. "Aramıza girme hakkını sana kim verdi? Kapa çeneni ve geri çekil!" Olivia kızın ellerini tüm gücü ile çekmeye çalışırken, mutfakta onları izleyip, kıllarını dahi kımıldatmayan diğer hizmetçilere gerçekten çok sinirlendi. Anlaşılan bu Sidelya denilen kız, onların gözünü epey korkutmuştu. Belki lordlarının koruması altında olduğu için çekiniyorlardı. Ama Olivia yaşlı bir kadına bu derece de kaba davranılmasına kesinlikle seyirci kalamazdı. Sidelya kadını bırakmamakta direnirken, Olivia ona yumuşak davranmanın faydası olmadığına karar verip, bir bacağını kıvırıp dizi ile kızın karnına sertçe bastırıp, onu olanca gücüyle ileri doğru itti. Sidelya beklemeden aldığı bu darbe ile geriye doğru savrulup, kaba etinin üzerine yere çakıldı. Genç kız, bir anda neye uğradığını şaşırdı ve öfkeden adeta deliye döndü. İyice kızaran yanakları ve kıstığı mavi gözleriyle ile Olivia'yı öldürecek gibi bakıp “Seni aptal kadın!” diye bağırdı. Adeta mutfağı inletti. “Bana vurmaya nasıl cesaret edebilirsin? Senin ellerini kestireceğim!” Yaşlı kadın öksürüğe boğulmuş, nefes almaya çalışırken, dizlerinin üzerine çömeldi. Olivia kendisine tehditler savuran Sidelya'yı gayet rahat ve umursamaz bir tavırla süzdü. “Birilerinin seni durdurması gerekiyordu.” dedi soğuk bir sesle. “Az önce bu kadını nerede ise öldürecektin!” Sidelya elinden tutan, bir hizmetçinin yardımı ile ayağa kalkıp, Olivia'ya doğru ilerledi. Genç kızın karşısında durdu. "Sana ne!” diye bağırdı öfkeyle. “Sen kendini ne zannediyorsun pis sünepe? Şu haline bak. Ne olduğun bile belli değil. Lordum bana yaptıklarını öğrenince, kaçacak delik arayacaksın!” Olivia daha ilk günden başına gelene inanamadı. Oysa kaleye adım atarken, sakin olacağına dair kendi kendine söz vermişti. Şimdi bu sözü tutmamanın bedelini nasıl ödeyeceğini düşündü. Kesin McGary, sevgili gözdesine yaptığı şeyi affetmeyecekti. Fakat bu saygısız kızdan özür dilemeye hiç niyeti yoktu. Yaşlı birine eziyet etmek için hiçbir haklı sebep olamazdı. Açıkçası onu kurtardığı için pişman değildi. “Git ve efendine beni şikâyet et.” diye cevap verdi gülümseyerek. “Ama yaptığın şeyi anlatmayı da unutma!” "Kendine bu kadar güvenme boyalı surat. Benim Lordum kime hak vereceğini gayet iyi bilir. Şimdiden defolup git istersen yoksa seni yerlerde sürükleyip kaleden atacaklar!” "Hiç bir yere gitmiyorum. Beni buradan sen kovamazsın. Bu kararı ancak Lordum verir.” " "O senin Lordun değil!” Olivia kara gözlerini kısarak, genç kızın yüzüne doğru baktı. “O benim de Lordum. Çünkü beni satın aldı.” Sidelya hala kendisine cesurca diklenen kıza, cevap vermek için ağzını açtı ama sonra derin bir nefes alıp, yumruklarını sıkarak kapıya yöneldi. Mutfaktan çıkmadan önce arkasına döndü. “Kimin haklı olduğunu birazdan göreceksin!” diye bağırdı ve hızla oradan uzaklaştı. Yüce Tanrım! Nasıl bir şansı vardı böyle? Buraya girebilmek için çok zorlanmış şimdi ise daha ilk günden işleri berbat etmişti. Yerde oturan yaşlı kadına şefkatle bakıp, elini ona doğru uzattı. Hizmetçi başını kaldırıp, Olivia'nın ona uzattığı ele, sonra da yüzüne bakarak "Yardımına ihtiyacım yok. “ dedi buz gibi bir sesle. “Kendim kalkabilirim.” Duvardan güç alarak çömeldiği yerden usulca ayağa kalktı. Sonra derin bir nefes alıp, onu izleyen hizmetçilere "İşinizin başına dönün! “ diye bağırdı. Olivia kabalığından hiçbir şey eksilmeyen kadına dikkatlice bakarken, İskoçların kesinlikle iyilikten anlamayan insanlar olduğuna karar kıldı. “Sana kalacağın odayı göstereyim. Beni takip et.“ dedi kadın. “Aslında zahmet etmesiniz iyi olur.” diye cevap verdi genç kız. “Az önce olanlardan sonra lordunuzun beni buradan göndereceğini ikimizde biliyoruz.” "Henüz ortada böyle bir şey olmadığına göre, sersem bir tavuk gibi gezinmene gerek yok. Odana bir yerleş. Bakalım neler olacak?” Olivia yaşlı kadına çok üstelemeden peşinden yürümeye başladı. Mutfaktan çıkıp, başka bir kapıdan içeri girdiler. Sonra uzun bir koridoru geçip, başka bir kapının önünde durdular. Genç kız kaledeki kapı sayısından inanılmaz rahatsız oldu. Galiba burayı öğrenene kadar, epey bir zaman geçecekti. Tabii kalede kalabilirse... Sidelya hızlı bir şekilde merdivenleri tırmanmaya başladı. Sevgili lordunu bahçede bulamadığı için, odasında olduğuna karar verip, odaya doğru ilerledi. Şu an o kadar sinirliydi ki kendine hâkim olmakta zorlanıyordu. Hiç tanımadığı oldukça tuhaf giyimli bir kızın, kendi kalesinde ona kafa tutması inanılacak gibi değildi. Tanrı aşkına! O kim oluyordu? Andreas McGray'ın biricik gözdesine ne hakla böyle davranabilirdi? Ya yaşlı hizmetçi Eppie'e ne demeli? Bu saygısızlığının bedelini mutlaka ödeyecekti. Kapının önüne gelince derin bir nefes alıp, topuz yaptığı sarı saçlarını iki eliyle kontrol etti. Ve ardından elbisesinin üzerinden kabaran göğüslerini düzeltip, usulca kapıyı çaldı. Genç adamın gel dediğini duyunca, ağır bir şekilde kapıyı açıp içeri girdi. Andreas yeni yıkanmış, uzun bir havlu ile bedenini kurularken, Sidelya her zaman hayran kaldığı erkeğinin, çıplak vücudunu, kaslı kalçalarını izlerken yutkundu. Bu adamın kadını olmak her zaman kendisine ayrı bir gurur veriyordu. Evet, evli değillerdi ama umurunda değildi. Yine de bir gün böyle bir ihtimalin olacağını düşünmeden edemiyordu. Belki de bu adama bir çocuk verse... Fakat Çakal asla böyle bir şey istemiyordu. Hatta bir defasında genç adam kendini tutamamış, genç kız hamile kalacak diye fazlasıyla endişelenmişti. Gerçi Sidelya bunun olması için günlerce tanrıya dua etmiş, fakat duaları kabul görmemişti. İskoçların korkusuz lideri Andreas, soylu bir kadınla evlenip çocuk yapacaktı. Basit bir hizmetçi ile ne işi olabilirdi ki? Sidelya aklından geçen düşüncelerden uzaklaşıp, “Lordum...” dedi sakin olmaya çalışarak. "Size önemli bir şey söylemem gerek. “ Andreas pencereye doğru dönük olan başını, genç kıza çevirdi. "Ne var Sidelya?” diye cevap verdi soğuk bir sesle. Genç kız kendisine soğuk davranmasına alışkındı. Yatağına girdiği anlarda bile adamın ağzından kendisini mutlu edecek bir tek kelime bile duymamıştı. Sadece bedeninin ateşini söndürüyor, işi bitince yüzüne bile bakmadan odasından gitmesini emrediyordu. Tam bir yıldır bu adamın özel hizmetçisiydi. Tabii bu durum diğer hizmetçiler arasında alay konusu haline gelmişti. Sidelya kalede çalışanların kendisine bir fahişe gibi baktığını fark etse de aldırış etmiyordu. Andreas McGray'in kadını olmak bambaşka bir duyguydu. Evet, sırf bu yüzden kıskanılıyor, bugün olduğu gibi dalga geçiliyordu. Ancak her biri bunları ödeyecekti. Bir gün kalenin hanımı olacak, tüm hizmetçileri teker teker ezecekti. “Konuşsana!” diye bağırdı genç adam. “Bana ne söyleyeceksin?" Sidelya ellerini önünde birleştirip, gözlerini yere doğru devirdi. Az önceki öfkeli halinden hiç eser kalmadı. Hem Çakal'ın önünde öfkeli olmak kimin haddi neydi ki? “Ben…” dedi ve yutkundu. “Çok kötüyüm Lordum...” diye devam etti usulca. Kelimeler ağzından zor çıkıyordu. “Az önce kaleye gelen tuhaf görünüşlü kız, hiç suçum yokken üzerime yürüdü ve bana vurdu." Andreas'ın duyduğu şeyle birden kaşları çatıldı. Yüzündeki tüm kasları gerildi. "Sumata mı?” diye cevap verdi dişlerini sıkıp tıslayarak. “Adının ne olduğunu bilmiyorum Lordum.” Andreas elindeki havluyu yatağın üzerine fırlatıp, sandalyenin üzerinde bulunan kiltini beline doladı. Daha ilk günden nasıl böyle bir şey yapmaya cüret etmişti? Oysa ne kadar sakin ve itaatkâr görünüyordu. “Sana neden vurdu Sidelya? Bana her şeyi anlat!” "Eppie ile tartışıyorduk. Birden aramıza girdi ve beni itti. Ne olduğunu anlamadan kendimi yerde buldum. Üstelik bununla kalmayıp sizden korkmadığını, onu satın aldığınızı, bu kaleden hiçbir yere gitmeyeceğini söyledi. Tanrım! Çok canım yandı. Böyle bir kızın burada ne işi var? Huzursuzluk çıkaracağı ortada Lordum.” Andreas onu dikkatlice dinlerken, hiç tanımadığı yabancı bir kızı ve üstelik bu bir Hintliydi, kalesine getirdiği için hata ettiğini düşündü. Hiç kimse kalede huzursuzluk çıkaramaz, arkasından iş çeviremezdi. Üstelik bu aptal bir kadınsa, asla izin vermezdi. Hintli henüz onun kim olduğunun farkında değildi. Yeterince gözünü korkutamamıştı. Kiltini giyince kapıya yöneldi. Sidelya'nın yanından hızla geçerken “O kızı derhal görmek istiyorum!” diye bağırdı. “Nerede ise bul ve salona getir. Bakalım benden neden korkmuyormuş? Öğrenmek için sabırsızlanıyorum.” Sidelya genç adama olumlu anlamda başını sallayıp, içten içe gülümsedi. Birazdan olacakları düşününce haliyle mutluydu. Çünkü Lordu onu korumak için, o aptala haddini bildirecek, geldiği gibi kaleden dışarı atacaktı. Andreas odadan çıkınca, genç kız peşinden koşarak aşağı indi. Genç adam salona girince, Sidelya mutfağa yöneldi. Kazanın başında yemekle uğraşan Eppie'ye doğru bakıp “Lordumuz O kızı salonda bekliyor.” dedi gayet rahat bir tavırla. “Şimdi git ve getir.” Eppie genç kıza cevap vermeden hızla mutfaktan çıkıp, Sumata'nın odasına yöneldi. Çakal bekletilmeyi asla sevmediği için acele ediyordu. Kapıyı hızla çalıp, içeri daldı. Genç kız yatağa uzanmış dinleniyordu. Olivia iki gündür doğru düzgün uyumadığı için gerçekten çok yorulmuş, artık bedenini taşımakta zorlanır olmuştu. Odaya girince karşısına çıkan yatak, onu inanılmaz cezbetti ve biraz olsun dinlenebilmek için uzanmıştı. Ama içeri giren hizmetçiyi görünce toparlanıp oturdu. Kadının yüzündeki ifadeye bakılırsa, onu görmek isteyen biri vardı. Zaten bunu bekliyordu. “Anladım hanımefendi.” dedi Olivia gayet sakin bir sesle. “Halinize bakılırsa Lordunuz beni görmek istiyor." Eppie genç kızı anlamsız gözlerle süzüp, “Sen gerçekten kimsin?” diye cevap verdi. “Hiç öyle hizmetçi gibi görünmüyorsun. Ne bileyim çok gizemli bir halin var. Ayrıca cesursun. Hiç tanımadığın bir kadına yardım etmek için kendini riske attın.” “Yaşlı bir kadına kim olsa yardım ederdi. Ben de olması gerektiği gibi davrandım o kadar.” “Yapma ama... Orada senden başka bir sürü hizmetçi vardı ama hiçbiri Sidelya'ya karşı beni korumadı.” "Sanırım bahsettiğiniz kız onları epey korkutmuş ancak benim ondan korkmam için hiçbir sebebim yok.” "Sidelya Lordumuzun kadını Sumata. Yani o adama hepimizden çok daha yakın. Bir erkek yatağına giren kadına değer verir.” "Ben öyle olduğunu düşünmüyorum. Lordunuz ona değer verseydi kalede hala bir hizmetçi olarak çalışmaz, buranın hanımı olurdu.” Eppie ister istemez genç kıza hak verdi. Ancak asil olmayan bir kızla evlenmek nerede görülmüştü? “Sonuçta Sidelya'nın bir ayrıcalığı var. Bunu inkâr edemeyiz.” "Siz buna ayrıcalık mı diyorsunuz? Benim ülkemde buna ahlaksızlık denir. Genç bir kızı kendine sadece metres yapmış.” "Yüce Tanrım! Sakın bunları efendimizin karşısında söyleme. Yoksa senin dilini keser.” "Korkmayın söylemem. Çünkü şu an gidecek yerim yok. Yani bu adamın merhametine sığınmak zorundayım.” "Seni salonda bekliyor Sumata. Sidelya aranızda geçenleri ona kesin anlattı ve hesabını soracak. Ben şey… Her neyse hadi beni takip et.” Eppie odadan çıkıp koridora yöneldi. Olivia derin bir iç çekip, saçlarını kapatan şalı düzeltti. Sonra elbisesine çeki düzen verdi. Gariptir ki herkesin önünde korkudan titrediği Andreas McGray'den korkmuyordu. Ayrıca onu tanıdıkça nefreti daha çok artmıştı. Ne ile karşılaşacağını bilmeden, ağır adımlarla odadan çıktı. Kadını takip edip, salonun kapısına geldi. Eppie genç kızdan önce içeri girip, Sumata’yı peşi sıra çağırdı. Genç kız oynamak zorunda olduğu aciz ve uslu kız rolünden sıkılsa da pes etmeye niyeti yoktu. Salona girince başını yere devirip, gözlerini Çakal’dan kaçırdı. Andreas odanın bir köşesinde dikilmiş, kollarını çıplak göğsünün üzerinde birleştirmiş, genç kızı izliyordu. Ve bakışları adeta ateş saçıyor, yüzündeki ifade çok sinirli olduğunu belli ediyordu. “Yüzüme bak!” diye bağırdı. “Kafanı kaldır ve bana bak Hintli!”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD