HAYIR YAAA!

1415 Words
Keyifli bir şekilde yolculuğumuz devam ediyor, en azından ben çok keyifliyim. Öğle saatlerinde mola veriyoruz, annemin evde hazırladığı böreklerden ve köftelerden yiyiyoruz. Bana kalsa yemeğe gerek yok, bir an önce okuluma ulaşmalıyım! Annemin gönlü olsun diye de bir parça börek ile bir adet köfte yiyiyorum. Hava güzel, ben güzel, gelecek güzel, harikayım ben ya! Yolumuza koyuluyoruz yeniden, sanırım bir yarım saat veya kırk beş dakika geçiyor aradan. İçimdeki heyecanın yerine bir kasılma, bir bulantı gelip yerleşiyor. Midem de artık kelebekler değil, solucanlar uçuyor gibi. Su içiyorum, yutkunuyorum, annem nane şekeri falan veriyor bana ama yok, geçmek şöyle dursun gittikçe artıyor bulantım ve ağrım. -''Eve dönelim, seni böyle bırakamam!'' diyor annem. -''Hayır asla! Bir an önce okuluma kavuşup okumak istiyorum ben!'' derken yeni ve tuhaf bir şeyler oluyor midemde. Gurul gurul sesler geliyor kulağıma. -''Soğuk aldın sen soğuk! Beni dinlemedin, öyle ince ince giyinip gezdin ah kızım ah!'' -''Anne susar mısın lütfen!'' derken adeta inliyorum. Babam, bir dinlenme tesisinde mola vermemizi öneriyor, kabul ediyoruz ama yol böyle bitmez ki! Babam uygun gördüğü bir tesise giriyor, hemen atıyorum kendimi arabadan dışarı, hafif bir esinti karşılıyor beni ve bu bana çok iyi geliyor. Aracın arka kapısına dayanıp önce öne doğru eğiliyorum, ardından dikiliyorum, sanki içimdeki olumsuzlukları atmak istiyorum. -''Gel bir lavaboya gidelim de elini yüzünü yıka!'' diyor annem. Tabelaları takip ederek, yandaki bir yoldan ulaşıyoruz hedefimize. Aynaya baktığımda resmen tipimin kaymış olduğunu görüyorum. Ne oldu bana böyle demekten kendimi alamıyorum. Yüzümün rengi bile değişmiş. Sarı ile yeşil arası tuhaf bir renge dönmüşüm, uzaydan dünyaya düşmüş gibiyim. Bu solgunluk ve renk çeşitliliğinin yanında saçlarımın rengi daha fazla öne çıkıyor. Kargaları korkutmak için bir tarlaya dikilmek üzere hazırlanmış bir korkuluğu andırıyorum. Yooooo olamaz! İlk günümde orada herkes beni böyle mi görecek şimdi?! Ama haksızlık bu! Günleri saydım ben, saatleri saydım ben bugün için! Annemle babamın her istediğine eyvallah ettim şu günün hatrına. Şimdi bu olacak şey mi? Hayır yaaaa! Öylesine sinirim bozuluyor ki ağlamaya başlıyorum sessiz sessiz. -''Yavrum bu kadar üzülüyorsan geri döneriz!'' cümlesi annemin dudaklarından döküldüğünde kendimi yerin yedi kat dibinde hissediyorum. Ben savaşçı bir kızım ama! Böyle şeylere yenilmem diye aklımdan geçiriyorum ve anneme tek laf söylemiyorum. Musluğun altına kafamı sokuyorum ve soğuk suyun bana şifa olmasını diliyorum. -''Yapma kızım, daha kötü olacaksın!'' diyen annem oldukça telaşlı ama ona sadece bir sus işareti yapıyorum bir anlık kaldırdığım ve süzülen suların içindeki yüzümle. Annem biraz susmayı başarıyor. Bol suyla yüzümü ve saçlarımı yıkıyorum, bir parça rahatlatıyor bu beni. Lavabodan çıkıyoruz annem arkamda, babamı görüyoruz yerleştiği masada, biz de gidip ona katılıyoruz. -''Bir şeyler yemek ister misini?'' diye soran babama annem ters ters bakıyor. -''Bana yemek demeyin!'' diyebiliyorum ben ise sadece. -''Bir şeyler içelim o zaman.'' diyor babam. Annemle kendisine çay,bana nane limon söylüyor. Güya nane -limon bulantıya iyi gelirmiş. Ne yiyecekler, ne içeçekler hiç umrumda değil,yeter ki şu yol bitsin bir an önce! Temiz hava da bana iyi geliyor. Annem bu arada içmediği çayı hafifçe havaya kaldırmış, bardağına hijyen kontrolü yapıyor, deli bu kadın ya, temizlik ve tertip delisi! -''Kalkalım mı artık?'' diye bize soran babam ne beni ne kadar mutlu ediyor bunu asla tahmin edemez. İşte o sırada annem yine açıyor ağzını: -''Bey acaba diyorum eve mi dönsek? Bu halde nasıl bırakacağız kızı oraya?'' Bu sorular üzerine babam anneme boş boş bakıyor önce, sanırım ne diyeceğini hesaplıyor: -''Onca emekten sonra akıl karı mı bu? Okuluydu, dershanesiydi derken ne külfetlere girdik. Kız istediği bölümü de tutturdu. Kızımızın geleceği için sen bu mesafeye katlanacaksın. Biliyorum neden huysuzluk yaptığını, hep dizinin dibinde olsun istiyorsun Gizem'in. Allah rızası için bana artık mantıklı bir şey söyler misin?'' Annem, susmayı tercih ediyor. Aslan babam benim, hep benim yanımda olur zaten! Ve tekrardan bitmeyen yolculuğumuza başlıyoruz. -''Baba daha ne kadar kaldı?'' diye soruyorum. -''Bir saat falan.'' Bu cevap beni mutluluktan çıldırtıyor ama midemdeki savaşı zirveye taşıyor. Bir de durmadan nane ve limon tadı gelmeye başlıyor ağzıma, daha kötü oluyorum. -''Baba dur!'' deyip atıyorum kendimi dışarı ve yolun kenarındaki çalıların arasına girip midemde ne varsa çıkarıyorum. Ağzımda pas gibi başka bir tat beliriyor, yanımdaki su şişesini dikiyorum başıma, yeniden ağzımı ve yüzümü yıkıyorum. Bir yandan da acayip heyecan duygum mideyi böyle tetikleyebilir mi diye düşünüyorum. Ama eminim ki İzmir'e vardığımız an hepsi bitecek. Arabaya geri dönüyorum ve hayret ediyorum nasıl oldu da annem yanıma gelmedi. Bunun da nedenini biliyorum, ben karışmıyorum ayaklarında. Daha kötü hissedersem eve dönmeyi isteyeceğimi sanıyor. Asla, özgürlüğümden taviz veremem! Hem aşkım beni bekliyor, ona ihanet edemem! Kim bilir ne zamandan beri yolumu gözlüyor?! Bu mide durumunun üzerine bir de aşırı bir duygusallık çıkıyor ortaya. Ve son düzlüğe girdiğimizden eminim çünkü babam sabırsızca gaza basıyor. Annem beş karış suratla önde oturuyor, arada bir dikiz aynasından bana baktığını fark ediyorum. Boşuna uğraşma anne, beni vazgeçiremezsin! Gözlerimi kapatıp başımı koltuğa yaslıyorum bana iyi gelebilir diye. Ama arada bir tabelalara bakmayı ihmal etmiyorum, o kadar az kaldı ki yeni hayatıma! Ve İzmir'e giriyoruz. Gözlerim kocaman kocaman, her detayı aklıma kazımaya çalışıyorum. Mis gibi deniz kokusu yalıyor yüzümü. İstanbul'da da deniz var ama buradaki denizin kokusu bir başka ferahlık taşıyor. Bir süre sonra yol boyunca sahil kenarından gidiyoruz. Sonra babam merkeze doğru dönüyor ve uzaklaşıyoruz denizden. Ben artık buradayım ya, istediğim zaman denizime sarılırım! Geldik dese de yol hala bitmiyor. DEU ( Dokuz Eylül Üniversitesi)'ya, Tınaz Tepe yerleşkesine nihayet ulaşıyoruz. Ve gözlerim parlıyor, her yer yaşıtlarımla dolup taşıyor. Babam KYK yurdu önünde duruyor. Yurt kurallarına göre ki bu beni çok daha mutlu ediyor ve YAŞASINNNN!, annemle babam yurda giremiyorlar, yasak! -''Eşyalarımı bırakıp hemen geliyorum!'' diyorum ve yurda dalıyorum.Girişte memur olduğunu düşündüğüm ve yanılmadığımı gördüğüm bir görevliden yardım alıyorum. Evraklarımı görevliye uzatıyorum, görevli bilgisayardan bilgilerime ulaşıyor ve oda numaramı söylüyor. Oda numaram 503. Hemen çıkıyorum odama, odada henüz kimse yok, büyük valizimi bırakıp tekrar çıkıyorum bizimkilerin yanına. Kalan birkaç valizimi taşıyorum birkaç kerede. Sonunda işim bitiyor. -''Eee ne yapalım şimdi?'' diye soruyor babam ama bu konuda hiçbir fikrim yok. Annem hala inatla susuyor. Babam: -''Bir yemek yiyelim, sonra Gizem yurduna gider biz de eve.'' -''Ya böyle öksüz, yetim gibi bırakıyoruz sanki kızı.'' diyen annem hala aynı kafada. -''Olur mu öyle şey! Onun bir ailesi var ki buralara gelebildi. Alış artık sen de! Kızın kafasını karıştırma, okusun, iyi bir meslek sahibi olsun!'' Annem, sessiz sessiz ağlıyor, babam içinden kesin of offff, diyor. Bense o arada çevremden gelip geçenleri takip ediyorum ama şimdiye dek hiç yakışıklı bir delikanlı göremedim. Ama daha yeni geldik, daha gelecek olanlar da vardır. Babam bizi yurda yakın bir yerde denk geldiğimiz bir lokantaya götürüyor. Hiç aç değilim, annem de öyle, gözleri kan çanağına dönmüş ağlamaktan. Babam kendince bir şeyler sipariş ediyor hepimize. Yemek faslımız biraz uzuyor annem sayesinde. Yol boyunca dediklerini tekrarlıyor durmadan, yorulmadı kadın bir türlü! Nihayet bu etabı da tamamlıyoruz. Tekrar yurda gidiyoruz ve vedalaşma anı geliyor. Babam bana sarılıyor son nasihatlerini ediyor. -''Bak kızım, sen bizim biricik evladımızsın. Paran biter, darda kalırsın, hiç çekinme, bana bir telefonun yeter. Beni aramayacaksın da kimi arayacaksın! Aç kalma, beslenmene dikkat et,bizi aramayı unutma ki merakta kalmayalım.'' -''Tamam babacığım.'' -''Gel kızım vazgeç bu sevdadan, aklım sende kalacak!'' sözleri ile annem kendini acındırmaya çalışıyor bana. -''Bir şey olmaz anne, bana güven, seni seviyorum, sizi seviyorum.'' diyorum ve ikisine birden sarılıyorum. Annem hala hüngür hüngür. Babam onu arabaya binmeye ikna ediyor.Ben gitmelerini bekliyorum. Sonunda uzaklaşan aracın ardından onlara el sallıyorum. Artık tam anlamıyla özgürüm! Ve onu görüyorum. Allahım bu nasıl bir şey?! Yakışıklılık anıtı, o bir eski Yunan tanrısı, daha hangi kelimeyi söylesem de onu tanımlayabilsem. Olduğum yerde donuyorum adeta ama o beni fark etmiyor bile. Çektiği valizi ile oldukça yakınımdan geçmek üzere. Uzun bir boy, kaslı bir vücut, çekici yüz hatları,iri iri beni benden alan gözler! Ağzım açık, sırıtarak ona bakıyorum ve işte o an içimde bir yükselme hissediyorum. Yolda yaptığım mideyi boşaltma işlemimin ikincisi tam da o an oluyor. Gark sesi ile kasılıyor midem ve ben kendimi engelleyemiyorum. Çocuğu son adım attığı yer ve valizi bir parça benden nasibini alıyor. Ağlamak istiyorum delicesine, hayır yaaaa! Bu şimdi olacak iş mi?! O tanrısal varlık bana önce tuhaf bakışlar atıyor, sonra söyleniyor: -''Böyle şeyler de hep beni bulur! Dikkat etsene kızım!'' Bu iki cümle beni adeta dünyanın çekirdeğine dek gömüyor. Hayır yaaa! Başlıyorum ağlamaya, ben kesin bir bedeviyim! O kadar yıl bekle, onu bul ve şu karşılaşamaya bak! Allahım ben bir daha onun yüzüne bakamam! Ağlayarak yurdun giriş kapısına doğru koşuyorum ve hala onun arkamdan söylendiğini duyuyorum. -''İnsan olan bir özür diler ya!'' Özür dilemek bir şey değil ki bunu yaparken senin yüzüne bakabilmek önemli. Tek seçeneğe sarılıyorum içimden. Ne olur yüzümü tam görmemiş olsun, unutsun şu halimi. Biz yeniden tanışalım ne olur Allahım! Bahtsız kulundan bunu esirgeme!
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD