2 ▪️

1882 Words
Seçil'den... Kafeden çıktıktan sonra Yusuf'un ödünç aldığı arabayla İzmir turuna başladık. Yan koltukta iyice yayılmış olan İzmirliye yandan bir bakış attım. Radyodan gelen müzikle dudaklarını kıvırdı. "Ne zamandan beri bu kadını dinliyorsun?" "Nil Karaibrahimgil'i mi? Yoo, hep severdim." Giray Yusuf'a 'Tabi tabi' dercesine baktı. Yusuf Asya'ya katılıp şarkı söylemeye başlayınca Giray'ın gözleri bana kaydı ve göz göze geldik. Bir anda aklıma gelen ilk soruyu sordum. "Sen hiç gülmez misin?" "Çok mu merak ediyorsun?" diye sordu ifadesiz bir şekilde. "Soruma soruyla karşılık verme." diyerek kaşlarımı çattım. "Sen de bana emir verme." dedi sert sesiyle. Bakışlarımı tekrar dışarıya çevirdim. Ne ters biriydi bu adam. Araba durduğunda ilk inen İzmirli oldu. Ceketini omzuna asıp Bornova Çamlıca Sineması'na doğru yürümeye başladı. İzmir'e ilk defa gelmeme rağmen burayı çok sevmiştim. Ama önümüzdeki adamın kendini beğenmiş tavırları keyfini çıkarmama engel oluyordu. "Filmi o seçmeyecek değil mi?" diye sordum Yusuf'a dönerek. Yusuf'un cevap vermesine fırsat bırakmadan Giray arkasına dönüp konuşmaya başladı. "Romantik olmasın tamam mı?" "Savaşçı da olmasın." diye araya girdim. "Sana sormadım." diyerek bakışlarını bana çevirdi. "Ben de sana söylemedim zaten." Yusuf'a dönerek konuşmamı sürdürdüm. "Korku ve savaşçı olmasın lütfen." Bana cevap vermek yerine Asya'ya döndü. "Sen ne dersin Asya?" Bakışlarımı Asya'ya çevirdim. "Bence romantik olsun." Zafer kazanmış edasıyla gülümsedim. Giray nefesini sesli bir şekilde dışarıya verdikten sonra içeriye doğru yürümeye başladı. Sonunda Love, Rosie'ye karar kıldık. Bu filmi hep izlemek istemiştim. Film başladığında Yusuf, Asya'nın elini tuttu. Yakışıyorlardı ama çok hızlı ilerliyorlardı bence. Birbirlerini ilk defa dün görmüşlerdi sonuçta. Filmin ilerleyen dakikalarında Giray'a insanlık yapıp patlamış mısır uzattım. Yüzüme bile bakmadan istemediğini söyledi. "Hadi ama! Film patlamış mısır olmadan izlenmez." diye direttim. "Bak, ben izliyorum. Çek şunu gözümün önünden." dedi yüzüme bile bakmadan. "İyi be. Yemezsen yeme." Ukala diye boşuna demiyordum. Mısırımdan yeyip filmi izlemeye devam ettim. Ta ki o sahneye kadar. Adamla kız sevişmeye başlayınca bakışlarımı kaçırdım. Gözlerim ona kaydığında onun da rahatsız olduğunu gördüm. Başka yerlere bakıyordu. "Love, Rosie'miş. Başka film mi yoktu?" "Sessiz ol. Bence film çok güzel." Hayır iğrençti. Yani film olmasa da kızla adamın... Her neyse. Bu kelimeden nefret ediyordum. Aklıma hep o geliyordu. Yani Gereksiz Hacim. Önümden geçen siyah gölgeyle düşüncelerimden sıyrıldım. Giray kalkmıştı. Koltukların arasında ilerlemeye başladığında Yusuf 'un, kolunu tuttuğunu görüm. "Nereye?" "İzleyin siz. Sarmadı beni." Sinema salonundan dışarıya çıktığında ekrandaki Alex'e baktım. Bethany ile dansa gitmeyi kabul etmeyecekti. Giray'ın yan koltuktaki ceketini de alarak salonu terk etim. Asya beni fark etmemişti bile. Dışarıya çıktığımda onu aradım. Elindeki suyu içerken film afişlerini inceliyordu. "Ceketini salonda unutmuşsun." Arkasına dönünce göz göze geldik. Elimdeki ceketini alıp giydi. "Sen niye çıktın? Çok beğenmiştin." dedi alayla. "Beni de sarmadı." diyerek omuz silktim. Dışarıya doğru yürüyünce peşinden gittim. Duvara yaslanarak beklemeye başladı. Ben de ona uyarak duvara yaslandım. Neden sorduğumu bilmeyerek ona "Çok garip birisin, biliyor musun?" diye sordum. Bana bakmadan cevapladı. "Sadece sizin gibi vıcık vıcık bir hayatım yok." Bunu söylerken yüzünü buruşturdu. Böyle yapınca çok tatlı oluyordu. Ama hemen ciddi halini takınınca ben de yüzümü buruşturdum. Böyle de havalı oluyordu ama... Ne saçmalıyorum ben? Hangi ara onun nasıl göründüğünden bahseder olmuştum? "Nasıl bir hayatın var? Kavgalı ve yara bere içinde geçen bir hayat mı?" Gözlerini benimkilere çevirdi. Kanımın donduğunu hissettim. "Sana ne?" Hah, ben de ciddi bir şey söyleyecek sanmıştım. "Bana 'sana ne' demeyi kes." diye tısladım. "Sen de bana emir vermeyi kes." Çocuk gibi didiştiğimize inanamıyordum. "Tanınması çok güç birisin." "Beni tanıman için günlüğümü okuman lazım." Kaşlarımı havaya kaldırarak ona baktım. "Günlük mü tutuyorsun?" "Adı 'günlük' olan o şeyden var ama içi bomboş." Kaldırdığım kaşlarımı bu sefer çattım. Ciddiliğini ölçmeye çalışıyordum. Onun gibi birisi günlük tutmazdı değil mi? "O nasıl bir günlük?" "Sadece ilk sayfasında bir cümle yazılı. Hayat felsefem gibi bir şey." "Neymiş?" "Boşver." diyerek omuz silkti. "Niye söyledin o zaman?" "Neyi söyledim?" Şu an çığlık atmak istiyordum. Bu kadar çabuk konuyu değiştirmeye çalışması canımı sıkmıştı. "Boşver. Çok tuhafsın." "Tuhaf şeyler güzeldir." Yüzüne baktığımda dudağının kenarı hafifçe kıvrılmıştı. Asya ile Yusuf el ele dışarıya çıktığında bakışlarımı kaçırarak onlara döndüm. Asya'nın gözlerinin içi gülüyordu. En azından o mutluydu. Beni buraya getirirken benim de mutlu olmamı amaçlıyordu ama şu ana kadar pek başarılı olduğu sayılmazdı. Aklıma Gereksiz Hacim geldikçe bu pek mümkün olmuyordu. Asya "Şimdi ne yapıyoruz?" diye sorunca Giray sırtını duvardan çekerek doğruldu. "Kurt gibi açım. Yemek yiyelim." "İzmir'in yemeklerine bayılacaksınız kızlar." Yusuf'a gülümseyerek karşılık verdiğimde Giray çoktan arabaya yerleşmişti. Önüme koyulan çorbaya bakıp yüzümü buruşturdum. "Çok garip görünüyor." Benim aksime Asya çorbayı afiyetle içiyordu. "Bence çok güzel. Bildiğin domates çorbası işte." "Benim bildiğim domates çorbasında pirinç yok ama." "Bu da İzmir'e özel güzelim. Yemezsen sıradaki yemeğe kadar aç kalırsın." Giray'ın bakışları bir an benimle buluştu ama anında çorbasını içmeye devam etti. Hafif bir tebessüm ederken çorbadan bir kaşık aldım. Söylendiğim kadar yokmuş. Hatta harika diyebilirdim. Giray'la göz göze geldiğimde "Öldürmüyormuş di mi?" dedi. Ukala işte. Benim sözlerimle artistlik yapıyor. Çorbalardan sonra zeytinyağlı taze fasulye vardı. Buna diyecek bir şeyim olamazdı. Çok güzeldi. Bir ara Asya'nınkinden de aşırdım. Sırada kaymaklı dondurma vardı. İşte beklediğim an! Tadını çok merak ediyordum. Yusuf'un anlattığına göre süt, şeker ve salepin birleşimi olan bu dondurma İzmir'in sıcak günlerde vazgeçilmeziymiş. Dondurmalarımız gelince Yusuf ve Asya ayaklandı. "Kardeşim biz biraz dolanacağız. Arabayı alıyoruz haberin olsun." Giray beni gösterip 'Onu ne yapacağım' der gibi bir bakış attı. Yusuf muzip bir gülümsemeyle "Sen de Seçil'i biraz gezdirirsin. Olmaz mı?" deyince Giray'ın gözleri beni buldu. Asya ve Yusuf çoktan dışarıya çıkmışlardı. "Burada da bekleyebiliriz. Bir yere gitmemize gerek yok." Deyince dondurmasını eline aldı. "Dondurmanı ye." Kısa sürede kendisininkini bitirip beni izlemeye başladı. Dondurmamı masaya bırakınca ben de ona baktım. "Bitti mi?" Başımı salladım. Giray hesabı ödedikten sonra ceketini giydi. "Kalk hadi." "Nereye?" diye sordum insanca cevap vermesini umarak. "Sana ne?" "Bana şunu deme!" diye çemkirsem de yine de ayağa kalkmıştım. "Sen de bana emir verme. Kısasa kısas di mi? Hadi yürü." Arkasından onu taklit ederken bir anda arkasına dönünce soluğumu tuttum. "Daha önce seni tehdit eden olmuş muydu?" Gözlerini kısmış bana bakarken başımı iki yana salladım. "İyi. İlkleri yaşamak istemiyorsan en azından şuradan çıkana kadar bekle ki seni camdan falan görmeyeyim." Başımı salladıktan sonra dışarıya çıktı. Allah'tan iç sesim vardı. "Ukala, kendini beğenmiş serseri!" Bunu duymuş olsaydı halim ne olurdu diye düşünürken çok hızlı yürüdüğünün farkına vardım. Aramızda neredeyse üç metre vardı. Ne vardı bu kadar hızlı yürüyecek? Arkasından yürürken onu daha iyi inceleyebilme fırsatım oldu. Üzerinde siyah bir deri ceket ve düz beyaz bir tişört vardı. Bacaklarına tam oturmuş dar siyah kotu ise sanki onun için tasarlanmış gibiydi. Harika bir vücudu vardı. Boyu bir seksen beşten aşağı değildi. Dağınık duran kahverengi saçları ise ona ayrı bir hava veriyordu. Ve gözleri. Kehribar rengi olduklarını düşünüyorum. En azından güneşte. Bir anda durup ellerimi dizlerime dayadığımda hala yürüyordu. "Ne zaman arkanda olmadığımı fark edeceksin?" diye seslendim yorgun çıkan sesimle. Durup arkasına baktı. "Niye durdun?" diyerek kaşlarını çattı. "Niye mi vurdum? Biraz soluklansak olmaz mı?" "Birazdan hava kararacak. Ayrıca araba Yusuflar'da. Nasıl gitmeyi planlıyorsun?" "Ama çok yoruldum anlamıyor musun?" Bana doğru yürümeye başladığında doğruldum. Uzanıp bileğimi tuttu ve yürümeye başladığında ben de mecburen onunla beraber ilerliyordum. Biraz sonra telefonu çalınca durup bileğimi bıraktı. "Neredesiniz Yusuf?.. Lan şimdi mi söylenir bu?.. Ne yapacağım bu kızı?.. Kapat şu telefonu." Telefonu kapattıktan sonra bana döndü. "Onu Rekreasyon Alanı'na götürüyor." "Ben ne yapacağım?" diye sordum. Söylediği şeyi anlamamıştım. Of Asya, insan bir haber verir. "Bir de bana sor. Ne yapacağım ben seni?" Çıplak omzuma yağmur damlası düşünce ellerim kollarıma gitti. "Ben otele gidiyorum." diyerek ilerlemeye başladığımda bir el omzuma tutup beni kendine çevirdi. Gözleri koyulaşmış, öfkeli bakıyordu. "Nereye gittiğini sanıyorsun?" "Otele." "Nerede bu otel?" Sahi, neredeydi bu lanet olası otel? "Unuttum." "Şaşırmadım. Beni takip et." deyip yürümeye başladı. "Nereye gidiyoruz?" Sesim yorgun çıkmıştı. Yorulmuştum da. "Küçükpark'a. Tabi sen neresi olduğunu bilmezsin." Elini sırtıma koyarak beni yürümeye zorladı. Yağmur artınca ceketini çıkarıp omzuma yerleştirdi. "Sen öyle üşümeyecek misin?" diye sordum. İkimizin de saçları sırılsıklamdı. "Benim pantolonum var." dediğinde üzerimdeki kısa şorta bakıp Giray'a sokuldum. Haklı sayılırdı, birazcık. Çok üşüyordum. "Sarılabilir miyim?" diye sordum. "Sarıldın zaten. Kimse bana dokunmaya cesaret edemez." "Niye? Elektrik mi kaçırıyorsun? " Sorumun üzerine dudaklarının kenarı kıvrıldı. "Komik şey seni." Kolları beni sarmaladığında garip bir duygu hissettim. Elleri kollarımda aşağı yukarı hareket edince beni ısıtmaya çalıştığını anladım. "Isındın mı?" Başımı salladım. "Sağ ol." Bu çocuğun dengesiz halleri beni şaşırtıyordu. Ama hoşuma gitmediğini de inkar edemezdim. Odaya girdiğimizde Giray üzerimdeki sırılsıklam olmuş ceketi aldı. Ben ise titriyordum. Odadaki dolabın kapağını açarak içinden temiz bir beyaz tişört ve eşofman çıkarıp bana uzattı. Uzattıklarını alırken "Kimin bunlar?" diye sordum. Kendisine de temiz giysi çıkarırken bana döndü. "Benim." "Burası da senin mi?"diye sormadan edemedim. "Soru sorma. Git üzerini değiştir." Oflayarak banyoya yöneldim. Bana emir verilmesinden nefret ederdim. Banyoya girdiğimde kapının üzerinde kilit göremeyince kapıdan başımı uzattım. Tişörtünü çıkarmıştı. Elleri pantolonunun kemerindeyken göz göze geldik. Hemen arkamı döndüm. "Pardon... Ben, şey..." "Evet, kapının kilidi yok. Ve merak etme içeri dalmam." Hızla banyoya girip kapıyı kapattım. Üzerimi değiştirirken içeriden bana seslendi. "Yarın gidiyorsunuz, değil mi?" Evet, kurtuluyorsun! "Evet." "Gitmeden Perili Köşk'ü görseydin keşke." "Perili Köşk mü? Aa, oranın hikâyesini biliyor musun?" Gerçekten merak ediyordum. Bir köşke neden 'Perili Köşk' densin ki? "Bir rivayete göre köşke uzun yıllar geceleri bakire bir kız uğrayıp bir şeyler taşımış." "Ne?" "Bundan dolayı Perili Köşk olarak anılıyor." "Beni korkutmak için mi yapıyorsun?" Çünkü böyle şeylerden acayip korkardım. Kapının kapanma sesiyle irkildim ve hızla nane gibi kokan tişörtü başımdan geçirdim. "Giray?" Ses gelmeyince kapıyı yavaşça açarak odaya girdim. "Neredesin?" Yerdeki ıslak giysilerini gördüğümde gök gürlemesiyle tekrar irkildim. Gök gürleyince korkardım. Bir de Perili Köşk çıktı başıma. Yatağın kenarına oturarak gözlerimde biriken yaşları serbest bıraktım. Ne diye geldiysem buraya. Of Asya, of! Senin sosyal medya aşkın yüzünden çektiklerime bak. Ben dizlerimi göğsüme çekmiş otururken kapı açılınca ayağa fırladım. Elinde poşetle bana dönünce gözlerini kısarak bana baktı. "Ağladın mı sen?" Bir anlık cesaret patlamasıyla onu var gücümle göğsünden ittim. Sırtı duvara yapışınca elindekileri yere düşürdü. Yüzü sinirli bir hal alırken onu tekrar itmek için hamle yaptığımda bileklerimi yakaladı. "Ne yaptığını sanıyorsun sen?" Bileklerimi kurtarıp yüzüne baktım. "Asıl sen ne yaptığını sanıyorsun? Beni nasıl burada yalnız bırakıp gidersin? İnsan bir haber verir değil mi?" "Bana bağırmayı kes. Yemek almaya gittim. Ayrıca akıla da ihtiyacım yok. Kapının kapanış sesini duymadın mı?" "Perili Köşk'ü anlatıp gidince bilerek yaptın sandım." Gözümden süzülen bir damla yaş süzülünce arkamı dönerek pencerenin dibine kadar yürüdüm. Nefesini sesli bir şekilde dışarıya verdiğini duydum. Haksız olan oydu. Giderken haber vermeliydi. Burnumu hafifçe çekerek yatağın yanındaki koltuğa oturdum. Başımı kaldırıp ona baktığımda hala bana baktığını gördüm. "Acıktım." diyebildim sadece. Bir süre bana baktıktan sonra yerdeki poşeti alarak yatağa oturdu. Tostu ve meyve suyunu bana verdikten sonra kendisi de yemeye başladı. Tostumu yerken tek kişilik yatağa göz gezdirdim. Tek kişilik? "Bu yatak tek kişilik." dediğimde bana bakmadan "Bir yastık daha koyunca çift kişilik olur."dedi. Pardon? "Birlikte uyuyacağımızı düşünmüyorsun değil mi?" "Ben yatağımda uyumayı düşünüyorum. İstemezsen koltukta ya da yerde yatabilirsin." Hiç umursamadan tostunu yemeye devam ederken gözlerimi kısarak ona baktım. "Nereden senin yatağın oluyormuş?" Sonunda dönüp bana bakma zahmetine girmişti. "Bu oda benim. Normal olarak bu da benim yatağım. Hatırlatırım, üzerindekiler de benim kıyafetim." Üzerimdekilere göz gezdirdikten sonra tekrar ona baktım. "Senin evin yıkılmadı mı?" Omuz silkerek cevap verdi. "Yıkıldı." "Peki, sen evden kirayı ödemediğin için atılmadın mı? Nereden geliyor bu para? Nasıl işlere bulaşıyorsun da bir oda bile kiralayacak kadar paran oluyor?" "Bir susta motorun soğusun. Ayrıca sen beni iyice çulsuz mu sandın? Bir de utanmadan 'bile' diyor." Meyve suyunu diklerken ona ters ters baktım. "Uyuz!" diye tısladığımda bana döndü. "Şimdi sağlam bir küfür sallayacağım ama zaten yarın yolcusun. O yüzden ne sen benim kafama gir. Ne de ben sana." Söylediği şeyi anlamam saniyelerimi almıştı. "Pislik!" "Ne dedim şimdi ben?" "Ben o cümlenin altıdaki manayı anladım." "Alkış o zaman sana. Umarım yarından sonra bir daha karşılaşmayız." deyip ayaklandığında söylediğim şey karşısında tekrar durdu. "Yusuf İstanbul'a gelirse sen burada mı kalacaksın?" Ani bir hareketle bana döndüğünde yüzü sert bir hal almıştı. "Yusuf'un İstanbul'u tutturma gibi bir ihtimali yok ki." "İlk üç tercihine İstanbul'u yazdı diye biliyorum." dedim ve söylediğime pişman oldum. Bir süre sinirle bana baktıktan sonra üzerindeki deri ceketini çıkararak "Yanlış biliyorsun demek ki." diye mırıldandı. Ne yani, bilmiyor muydu? "Bilmiyor muydun?" Ceketini yere fırlattığında irkildim. "Böyle bir şey yok! Biz İzmir'de kalacağız. Üçümüz de." Hızla banyoya girdiğinde gözlerimi kırpıştırarak gözyaşlarımı geri yolladım. Bana niye bağırıyordu ki sanki? Ukala, kendini beğenmiş psikopat! Biraz sonra siyah şort ve beyaz bir tişörtle banyodan çıkıp yatağa girdi. Hala sinirliydi. Yorganı beline kadar çekip sırtüstü uzandı. "Işığı kapat." "Bana emir verme." "Şu an bana emir verdiğinin farkındasın değil mi? Işığı kapat ve uyumayacaksan sessiz ol." Gözlerini kapattığında onu taklit ederek ayağa kalktım. "Nereden yastık alacağım?" Nefesini sesli bir şekilde verdi. "Dolaptan." Dolaba doğru ilerlerken ayağım tabureye takılınca yere yapışmaktan son anda kendimi kurtardım. Yavaşça ona döndüğümde gözleri hala kapalı, yüzü ifadesizdi. "Sakar." "Takılmış olamaz mıyım?" Cevap vermeyince dolabı açtım. Zaten cevap bekleyerek sormamıştım. Yastığı alarak ışığı kapattım. Ayaklarımı yere sürterek yatağa yaklaştım. "Horlamazsın di mi?" "Aslan gibi kükremem en azından." "Horladığın an kendini yerde bulursun. Ona göre horla." "Ben yere düştüğümde kendini hala yatakta bulacağına inanıyorsan denersin." Ukala işte. Boşuna demiyordum. "Nasıl sığacaksak." diye yakınarak yastığı yatağa koyarak yorganın altına girdim. "Sığabiliyormuşsun demek ki."dediğinde bir şey söylemeyerek arkamı döndüm. "Sırtüstü yatamaz mısın?" "Böyle rahat ediyorum." dedim. "Böyle yatman beni sadece, tahrik ediyor." Hızla sırtüstü döndüğümde kollarımız birbirine değdi. "Arsız!" Ona baktığımda dudağının kenarının kıvrıldığını gördüm. Gözünün kenarı hafifçe kırıştığında gülerken gözlerinin kısıldığını anladım. "İçindeki sert erkeği biraz kendinden uzaklaştır. Gülmek sana yakışıyormuş" dediğimde yüzü eski halini aldı. "Biliyorum."Ah hadi ama! Bu kadar kendini beğenmiş olmak zorunda mısın? "Ukala." "Bunu bir daha tekrarlarsan asıl sen kendini yerde bulursun ve inan bana ben yatakta kalmaya devam ederim." "Yotokto kolmoyo devom odorom." diye onu taklit ettiğimde sinirle bana baktığını gördüm. "Bunu bir daha yapma." "Niye?" diye sordum yatağa sinerek. "Çok itici oluyorsun." Gözlerini kapatınca ters bakma sırası bendeydi. "Şimdi bir şey diyeceğim..." "Kendini yerde bulacaksın diye susuyorsun." diye cümlemi kesti. "Artık sus ve uyu. Ve sakın yan dönme." Onun ardından ben de gözlerimi kapadım ve uyumaya çalıştım. Gözüme çarpan güneş ışığıyla gülümsedim. Daha dün bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Kulağımın dibinde hissettiğim nefes sesiyle yüzümü yana çevirdim. Burnum dudağına değince gözlerini kırpıştırıp dudağını kaşıdı. Sırtıma dolanmış kolunu çekip yüzüstü yattı ve gözlerini kapadı. Uyurken çok masum ve...tatlı görünüyordu. "Saat kaç?" diye sorunca bakışlarımı kaçırdım. Gerçi gözleri hala kapalı olduğu için beni görmüyordu. Yatağın yanındaki telefonuma uzandım. Asya'dan 7 cevapsız çağrı vardı. "Altı buçuk." diye cevap verirken Asya'ya iyi ve Giray'la birlikte olduğumu ileten bir mesaj gönderdim. "Kaçta gideceksiniz?" Gözleri hala kapalıydı. "İki de." diye cevap verdim. Başımı tekrar yastığa koyarak yana döndüm ve nedenini bilmeyerek Giray'ı izlemeye başladım. Keskin yüz hatları ve sert siması uyurken onu yalnız bırakıyordu. Çok yakışıklıydı ve uyurken normalde olduğundan daha masum görünüyordu. Bir anda kıpırdanınca sırtüstü döndüm. "Beni mi izliyordun?" Yüzüne bakamadığım için yüzünün aldığı şekli göremiyordum ama sesi alaylı çıkmıştı. "Hayır, tabi ki. Neden seni izleyeyim?" "Hadi itiraf et. Kızmayacağım." Sesi alaylıylı. "Umurumda sanki." diyerek yataktan kalkmaya yeltendim. Güçlü kolları beni tek hamleyle yatağa tekrar yatırdı. Yorganı üzerimden iterek üzerime yerleşti. Bacaklarını iki yanıma açarak kalkmamı engelledi. "Kalk üstümden!" "Bana emir verme." diyerek ciddileşti. "Kalkar mısın?" diye tısladım. "Hayır." Yüzüme daha da yaklaştı. Kendini ne sanıyordu. Nefesini yüzümde hissederken uyuştuğumu sandım. "Sen kendini ne sanıyorsun?" diyerek göğsüne vurmaya başlayınca bileklerimi tutup başımın üzerinde birleştirdi. "Bıraksana! Bir anda ne oldu sana? Dün gece çok insancıl görünüyordun?" Yüzü sinirli bir hal aldı. "Dün gece biraz da olsa sen de terbiyeli görünüyordun." Dudaklarını bana yaklaştırdığında kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Yanağıma küçük bir öpücük kondurup kulağıma eğildi. "Buradan seni taksiye bindirip göndereceğim. İyi yolculuklar." Üzerimden kalktığında tuttuğum nefesimi dışarıya verdim. Neydi bu şimdi? "Sen neden gelmiyorsun?" diye sordum. "İşim var. Hadi hazırlan. Kahvaltı yapacak kadar vaktimiz yok." diye cevap verdi bana bakmadan. Banyoya girip dün gece kuruması için boruya astığım kıyafetlerimi alıp hızla giyindim. Odaya girdiğimde çoktan giyinmişti. Siyah bir dar kot ve gri bir tişört giymişti. Çorap geçirmeden önce biçimli ayağına baktım. "Beni izlemeyi kes." Kızardığıma emindim. Daha iki gündür tanıdığım bir adamın üzerimde böyle bir etki yaratmasına izin veremezdim. Birlikte odadan çıktık. Bir markete girip bana ve kendisine içecek aldı. Parayı öderken üzerimde dolaşan bakışlarla tedirgin oldum. Esmer bir çocuk sırıtarak bana bakıyordu. Giray'a daha fazla yaklaştım. "Aç mısın?" "Hayır." diye cevap verdim. Bana bakan adamı o da fark etmiş olacak ki ona çıkarken ters ters bakmıştı. "Giray?" Aynı anda sese doğru döndüğümüzde marketteki adamla göz göze geldim. Yanımıza gelip elini Giray'ın omzuna koydu. "İnsan bir selam verir." Giray omzunu silkerek elinden kurtuldu. "Git başımdan Batu." Batu denen adam Giray'ı takmayarak suratındaki iğrenç sırıtışla bana döndü. "Beni tanıştırmayacak mısın bu güzellikle?" "Batu işim var. Sonra." Elini belime koyarak ilerlemeye başladığında kolumda hissettiğim elle irkildim. Bize yetişmişti. Sırıtışı hala yüzündeydi. "İki dakika dur oğlum. Ben Batu..." diyerek elini bana uzatınca Giray'a baktım. Yüzü ifadesiz bir şekilde Batu'ya bakıyordu. Batu'nun muzip bakışları ise üstümdeydi. "Hadi ama..." deyişiyle tekrar ona döndüm. "İki gün sonra umurunda olmayacaksın." "Kes sesini Batu!" diye tıslayınca ona baktım. Çenesi kasılmıştı. Batu onu umursamayarak geldiğimiz yönü göstererek gülümsedi. "Gerçi, Giray'ın gizli bölgesinden geldiğine göre çoktan ondaki değerini yitirmişsin." Kaşlarımı çatarak bir şeyler söylemesi için Giray'a çevirdim gözlerimi. Elini yumruk yapmıştı. Ne saçmalıyordu bu Batu denen adam? "Bir şey söyleyecek misin?" diye sordum Giray'a bakarak. Bakışları beni bulduğunda cevap beklercesine ona baktım. Artık konuşacak mıydı? Onun yerine Batu konuşunca ona döndüm. "Oraya ilk ve son gidişindi." "Gizliyse sen nereden biliyorsun?" dediğimde yüzündeki sırıtış silindi. Giray'a bakmadan devam ettim. "Ve evet. İlk ve son gidişimdi. Bugün buradan gidiyorum." diyerek yürümeye başladığımda arkamdan Batu'ya küfrettiğini duydum. O çocuk beni ne sanmıştı? Giray o odaya sürekli kız mı atıyordu? Bileğimden sertçe tutulup arkaya çevrilince koyulaşmış kahverengi gözlerle karşılaştım. "Nereye gittiğini sanıyorsun?" Bileğimi kurtarıp gözlerine baktım. "O adam beni ne sandı?" diye sordum hafifçe sesimi yükselterek. "Ne saçmalıyorsun Seçil?" "Ben mi saçmalıyorum?" "Evet!" diye bağırdı yüzüme tükürürcesine. "Saçmalıyorsun." "Senin bir gece hayatın mı var?" "Sana ne?" "Ne demek sana ne? Beni o kızlardan birisi mi sandı?" dedim ben de sesimi yükselterek. "Bana sesini yükseltme." "Ne halt ediyorsan yap. Bundan sonrasını kendim giderim." diyerek yürümeye başladım. Ne sanmıştım ki? Onun gibi yakışıklı, ukala bir serserinin Yusuf gibi olduğunu mu? Bir kıza sadık kalacağını mı? Kendini beğenmiş serseri! Otel odasına girdiğimde çantamı yatağa atarak hızla etrafa saçılmış kıyafetleri toplamaya başladım. Aptal Seçil! İki gündür tanıdığın bir adam neden bu kadar umurunda ki sanki? Neyse ki bugün İzmir'den gidiyorduk. Valizimi çıkarttığımda banyodan gelen su sesi kesildi. Biraz sonra pembe bornozuyla Asya çıkınca yatağa oturarak ona baktım. "Valizini hala hazırlamadın mı?" "Ben de onunla ilgili konuşacaktım. Ama telefonunu açmadın." O da yatakta yanıma oturduğunda merakla söyleyeceklerini bekledim. "Biz bugün gitmiyoruz Seçil." "Ne demek bugün gitmiyoruz?" Şaşkınlıkla ona baktığımda bir an şaka yapıyor sandım ama şakası olacak bir konu değildi. Komik bile değildi. Neden gitmiyorduk ki? "Birkaç gün daha kalalım. Sevdim ben burayı. Hem, İstanbul'da ne yapacağız ki? Tatil yapıyoruz işte." "Ne tatil ama." diye mırıldandım. "Kalıyoruz değil mi?" Kaşlarını kaldırıp yavru kedi gibi bakınca nasıl ona hayır diyebilirdim ki? Hak ediyordu mutlu olmayı. "Sadece birkaç gün daha." dediğimde yüzü sevinçle aydınlandı. Kollarını bana dolayarak yanağıma sulu bir öpücük kondurdu. "Teşekkür ederim." diyerek geri çekildiğinde ben de ona gülümsedim. "Sen de eğlenmeye bak. Takma kafana o gereksizi. Belki birini bulursun." "Sanmıyorum. Bora erkeklere olan güvenimi kırdı. Aslında haklı. Hepsi seks için yaşıyor sanki." Aklıma Giray gelince kaşlarımı çattım. Neden onu düşünüyordum ki? "Boş versene. Yakışmıyordunuz zaten. Ayrıca hepsi deme. Yusuf çok iyi birisi.Neyse,dün gece nasıldı?" Yüzüm sinirli bir hal alırken yüzündeki gülümseme kayboldu. "Ne oldu? Kötü müydü?" "Bırak ya! Dengesiz herif." "Bir şey mi yaptı?" "Galiba bir gece hayatı var. Beni de birlikte olduğu kızları getirdiği yere götürdü. Düşünsene o yatakta uyuduk. Bir de tek kişilik yatak." "Hadi ya? Yusuf hiç bahsetmedi. 'Mert'le Giray kardeşim gibidir, ikisi de çok iyi insanlar' falan dedi." "Neyse. Bu konu hakkında konuşmayalım." "Peki sustum. Bu arada biz Yusuf'la akşam yemeğini birlikte yemeye karar verdik. Sorun olur mu?" "Olmaz. Bakın keyfinize. Biz de Mert'le kafede otururuz." "Emin misin? İstersen sen de gel bizimle." "Yok canım. Size iyi eğlenceler. Ben duşa giriyorum." Kendime temiz kıyafet çıkarırken Asya telefonla konuşmaya başladı. Duşa kabine girip ılık suyu ayarladım ve küvetin dolması için açık bırakarak çamaşırlarımı çıkarmaya başladım. "Seçil?" "Efendim!" "Giray da bu akşam Mert'le kafede olacakmış. Yusuf söyledi." "Senden sonra biraz oturup kalkarım." "Sen bilirsin." Oflayarak duşa kabine girerken ayağımın kaymasıyla popo üstü yere düştüm. "Senin Giray'ına da... Kabinine de..." Bir dakika? Giray ne alaka? Sanki onun yüzünden düştüm. Her yerden çıkacak illa. Ukala serseri! Asya ile kafeye gittikten yarım saat sonra Yusuf'la ayrıldılar. İki saattir Mert'le sohbet ediyorduk. Çok kafa bir çocuktu. Mümkün oldukça ailesinden -özellikle babasından- söz etmemeye çalışıyordu. Ama aralarında bir problem olduğu belliydi. Sonunda dayanamayıp "Giray neden böyle?" diye sordum. Bana şaşırarak bakarken başımı eğdim. "Boşver, sormadım farz et tamam mı?" "Eğer..." diye konuşmaya başladığında başımı kaldırıp yüzüne baktım. "Kızlarla olan ilişkisini soruyorsan diyecek bir şeyim yok." "Kızlarla olan ilişkisi mi? Gece hayatı var değil mi?"Omzumun üzerinden arkama bakınca muzipçe güldü. "Bence kendisine sormalısın." Arkama baktığımda onu gördüm. Oturduğumuz masaya geliyordu. Daha doğrusu oturduğum. Çünkü Mert kalkmıştı. O masalarla ilgilenmeye başlayınca ben de meyve suyumu yudumlamaya devam ettim. Onu umursamıyormuş gibi davranmalıydım. Zaten neden umursayacaktım ki? Karşıma oturduğunda şaşırsam da belli etmedim. Nasıl bir şey olmamış gibi davranıyordu ki? "Neden gitmediniz?" Gözlerine baksam da cevap vermedim. Bana gerçeği söylemeden onunla konuşmayacaktım. Bana doğru yaklaştığında parfümünün kokusunu aldım. Aramızda santimler varken ben de öne doğru eğilerek aradaki mesafeyi kapattım. Nefesi burnuma çarparken beni etkilediği için içimden küfrettim. Bir dakika! İçimden veya dışımdan, ben küfretmezdim. "Oraya daha önce kız getirdin mi?" diye sorduğumda kaşlarını hafifçe kaldırdı. Bakışları beni delip geçecekmiş gibiydi. "Bu kadar çok mu merak ediyorsun?" "Hayır." diye tısladığımda sırıttı. "Peki, o zaman. Bilmene gerek yok." Oflayarak "Cevap ver." dedim. Kaşlarını çatarak bakışını sürdürdü. "Bana emir verme." Bakışlarımı ondan kaçırarak başka masalara bakmaya başladım. Ayağa kalktığını önümde gördüğüm bedene ve aldığım nane kokusuna kadar anlamamıştım. Başımı kaldırıp yüzüne baktığımda 'ne var' dercesine başımı salladım. Elleri ceplerindeyken eğilerek yüzüme yaklaştığında yanağımda hissettiğim nefesiyle bakışlarımı kaçırdım. Kulağıma doğru "Bir gece hayatım yok." diye fısıldadı. Kapıdan çıktığında arkasından ben de çıktım. Neden peşinden gittiğimi bilmiyordum ama arkasındaydım işte ve ona ayak uydurmaya çalışıyordum. Ona yetişip yanında yürümeye başladım. "O adamın söyledikleri neydi o zaman?" Durup yüzüme baktığında ben de durarak gözlerine baktım. "Neden bu kadar merak ediyorsun?" diye sorunca başımı eğdim. "Bilmiyorum." diye fısıldadım. "O zaman benden istediğin cevapları alamazsın." Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Yüzü bir cevap bekliyormuş gibi bir hal aldı. "Sadece, seni merak ediyorum." diye mırıldandım. Bu kadar dil döktürmesine ne gerek vardı? "Neden?"Cevap vermedim. Nedenini ben de bilmiyordum. "Emin ol, merak edilecek bir adam değilim." "Ama sırlarla dolusun." Hafifçe sırıttı. "Ve ben seni çözmek istiyorum." "Bir ilki mi başarmak istiyorsun?" "Neden olmasın?" "Neden olsun?" "Bilmem. Sen söyle." Konuşmayı saçma bir şekilde uzatmaya çalışıyordum, çünkü aklıma söyleyecek bir neden gelmiyordu. "Söylesene." "Neyi?" "Batu denen adamın ne demek istediğini." Çenesi kasıldı. Ama hala gözlerime bakıyordu. "Tamam. İstemezsen cevaplamayabilirsin."dediğimde beni şaşırtacak bir şey yaptı. Ne mi? Uzanıp sağ eliyle sol yanağıma dokundu. "Seni de diğerleri gibi sandı." "Diğerleri?" Elini sertçe ittim. Ne demek diğerleri? "Hani bir gece hayatın yoktu?" "Olmadığını söylemem olmadığı anlamına gelmez." "Doğru, gelmez. Söylesene Giray. Kaç kızla birlikte oldun?" "Bununla neden bu kadar ilgileniyorsun ki? Bir gece hayatım var ya da yok. Bundan sana ne?"Doğru, bana ne ki? "Hem, seninde takıldığın birkaç erkek olmuştur." Gözlerim irice açılırken gözlerimin koyulaştığına emindim. Bu adam beni ne sanmıştı ki? "Ben hayatımda hiçbir erkeğin yanında uyumadım."Yüzü alaylı bir ifade alırken, "Hiç sevgilin olmadığını mı ima ediyorsun?" diye sordu. "Bir kere, en azından seviyeli bir ilişkim olmuştu. Senin gibi hiçbir erkeği kullanıp kenara atmadım ben." Hala sinirli bir şekilde bana bakıyordu. Onu umursamadan devam ettim. "Onlara ne yapıyorsun İzmirli? Soyup izliyor musun? Öpüp, okşayıp, istediğini alıp evlerine mi gönderiyorsun? Sadece yanlarında uyuyor olamazsın değil mi?" Sırtım duvarla buluşuncaya kadar beni itti. Bakışları sertleşirken yutkundum. Çenesinin kasıldığını gördüm. "Sana, onlara ne yaptığımı göstereceğim." diyerek kolumu tuttu ve beni çekiştirmeye başladı. Bileğimi öyle sıkı tutuyordu ki, dizimi kaldırıp kasıklarına bir tekme atmamak için kendimi zor tutuyordum. Aptal Seçil, sen kaşındın! **
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD