“Ben, bana karşı gelenlere ne yaparım biliyor musun, ufaklık?”
Gözlerimiz birbirine dolandı, çakır gözlerinin içinde belirginleşmiş olan ateş ikimizi de yakacaktı, haberi yok muydu? Aramızdaki kıvılcımın fitilini ateşlemeden durmuyordu.
Agah Çakır, asla azla yetinmeyen biriydi.
Bunu anlamıştım.
Gözlerim sorarcasına gözlerine baktığında neredeyse çıplak olmasına aldırmadan bedenini bedenimle kıstırmaya çalıştı. Tek kolunu duvara yaslayarak, ıslak göğsünü göğsüme yasladığı zaman telaşla parmaklarımı göğsüne değdirdim.
Soğuk parmak uçlarımı hissettiğinde kasıldı ancak yine de durmadı. Parmaklarım alaşağı olduğu beden ile titredi, buna engel olamadım. Ona bakarken kirpiklerim kaküllerimin uçlarına değiyordu, her göz kırpışımda kıpırdanıyorlardı.
Boştaki elini çekinmeden yüzüme uzattı, öyle darbe almıştım ki sesimi çıkartamadım ona. Sert, kemikli parmakları çenemi kavrayarak hiç baskı uygulamadan kendisine doğru çektiğinde öleceğimi sandım.
“Seni yakarım.”
Yutkunmaya çalıştım, boğazım düğümlendi. Parmakları arasında duran çenemi kıstırarak, sertçe okşadı. “Öyle bir yakarım ki, nefes dahi alamazsın.”
Bedenimi ele geçiren hırçın bir dalgaydı o, asla dinmek bilmeyen. Ne zaman duracağını bilemeyeceğim bir dalga.
Gözleri fırtınaydı, bedeni zelzele. Onun varlığı benim için yıkımdı.
“Yaktığımın bedelini öderim.” diye fısıldadım, paradan çok ne vardı bende? Asla yerinin dolamayacağı büyük acılar dışında…
“Paraya ihtiyacım var gibi mi duruyor, peri?”
Alaylı sorusu ile yanaklarım daha da kızardı. Zira istediğinin para olmadığının bilincindeydim. O da babam kadar köklü bir mal varlığına sahipti. Para istemiyorsa, derdi neydi bu adamın?
“Derdin ne?”
“Sensin.”
İri gözlerim daha açılması mümkünmüş gibi kocaman oldu çünkü beklediğim son şeydi sözleri. Çenemin hafif okşayışı ile gözlerini kısa bir an kapattığını gördüm. Kendini zar zor zapt ediyor gibiydi.
Çene kemikleri, dişlerini sıkması ile belirginleşti. Alnında kabaran damarı onun öfkelendiğinin göstergesiydi.
“Ben mi?”
Uzanıp bir anda hiç beklemediğim bir şey yaptı. Göz kapakları aralanırken uzun, düz burnunu ona nazaran ufak olan burnuma sürttü. Burnumun ucuna çarpan varlığı ile alt üst oldum. Şimdi kokusu her yanımdaydı.
Her tarafımı saran kokusu ile nefes almayı bıraktım. Ciğerime doldurduğum nefes beni yok ediyordu. Sanki kokusunu içime çeksem ölecek gibiydim. Burnunu burnuma sertçe sürttüğünde başım arkamdaki duvara yaslandı.
“Aklımı siktin…”
Öfkeli sesi ile dişlerini birbirine sürttü. Gıcırtısını duyduğum zaman göğsündeki parmaklarımı kıpırdattım. “Geri çekil…” diye fısıldadım, benim gücüm yetmiyordu ancak o geri çekilmek istese çekilebilirdi.
“Kokunu…senin yerinde olsam kokunu benden esirgerdim peri…”
Kokum mu?
Kokumun neyi vardı? Bir an kötü kokup, kokmadığımı düşündüm. Daha dün burada yıkanmıştım. Bir süre sonra aklıma kokumu güzel bulmuş olabileceği geldi. Güzel mi bulmuştu?
“Neden?”
“Seni bu duvara yaslayıp, boynuna gömülmemek için kendimi zor zapt ediyorum.”
Açık sözlülüğüne karşı gözlerim irileşti, mavi irislerinin içine yansımış, göz bebeğindeki yansımama baktım.
“Ve ben, istediğim şeyi almasını bilirim.”