4.Gücün başlangıcı

1307 Words
Siyah cüppeli adam ormanın içlerine doğru bir yere gittiğinde Alex onu takip etmeye başladı. Bir süre yürüdükten sonra karanlık bir tünele girdik, ayak seslerimiz tuğlayla örülmüş kemerli duvarlarda yankılanıyordu. Tünelin karanlığından geniş duvarlı avlunun aydınlığına çıktığımızda gözlerim kamaştı. Avlunun ortasındaki fıskiyeden su akıyordu, etraf cıvıldayan, kanatlarını çırpan, ağaçlarda oynaşan kuşlarla doluydu. Alex usulca, “Bu taraftan,” dedi. Esas odaya geldiğimizde ağır ingiliz aksanlı, derinden gelen bir ses inişli çıkışlı melodik bir tonla, “Alexander Feliz” dedi. Köşeden ince, üzerindeki yarasa kollu cübbesi yerleri süpüren bir adam daha çıktı. Afallamış haldeydim. Hayatımda ilk defa birinin cinsiyetinden emin olamıyordum. Gözlerim hemen boyun kısmına kayarak âdemelmasını aradı, ne var ki boynuna siyah bir şal dolamıştı, iki ucunu da cübbesinin arkasına atmıştı. Alex saygıyla, “Eden Solomon,” dedi. Eden yaklaşmamızı işaret etti; sıcak, anlayışlı bakışları ve sesindeki nazik ton beni biraz olsun rahatlatmıştı. Ne söyleyeceğimi bilemediğimden ona bakıp gülümsedim. Keyifle parıldayan, ama derin, bilge ve gizemli gözleri beni süzüyordu. “Gelme sebebiniz nedir?” diye sorarak etrafımızda yavaşça yürümeye başladı. “Alex bizi buraya gördüğümüz bazı görüntüleri, eski anılarımızı geri getirmeniz için getirdi” dedim. Sözlerimi duyunca bir kaşı havaya kalktı, belki de Alex yerine benim cevap vermiş olmama şaşırmıştı. “Eski anılarınız demek.” Eden yanımıza gelip önce benim daha sonra ise Alex'in elini tuttuğunda korkudan bütün kanım çekilerek yüzüm bembeyaz kesildi. Kollarım ve bacaklarım uyuşmuş gibiydi. “Korkma,” dedi Alex gerildiğimi hissederek. Eden tılsımlı sözlerini bir şarkıyı andırırcasına defalarca tekrar etti. Giderek hızlandı. Sözleri mırıldanırken bir yandan sallanıyor, derin bir trans haline geçmiş gibi görünüyordu. Eden birden durdu, ölümcül bir hareketsizlik indi üzerine. Korkudan ödüm patladı. Altı saniye geçti. Deli gibi çarpan kalbimi yavaşlatmak için sayıyordum, ama işe yaramıyordu. Yavaşça gözleri açıldı, öncesinden farklı bakıyordu. Pusluydu. Gülümsedi, anlaşılmaz birkaç sözcük mırıldandı. Bize mi yoksa ötede bir yerlere mi bakıyor, emin olamıyordum. “Ne arıyor?” diye endişeyle sordum. Zorla yutkundum, Alex'e yan gözle baktım. O da benim kadar endişeli görünüyordu, rengi biraz solmuştu. Eden'in gözlerinin normale döndüğünü ve tavandaki pervaneye sabitlendiğini fark ederek düzgün nefes alıp vermeye başladım. “Eee.” Boğazımı temizledim. “Bunu halledebilecek mi?” diye sordum.O kadar hızlıydı ki, yüzünün aşağı inip gözlerinin hareket ettiğini görmedim bile. Tavana bakarken birden üzerimde hissettim. İnsan olamayacak kadar hızlı hareket ediyordu. Dondum kaldım. Eden doğruldu; kafası karışmış, mahcup olmuş gibiydi, yanımıza yaklaşırken biraz da korktuğu anlaşılıyordu. “Gitmeniz gerek,” dedi. Sesi daha kadınsı ve yorgundu. “Ama...” Yaklaşıp Alex'in kulağına bir şeyler fısıldadı ve daha sonra tekrar bana dönüp. “Özür dilerim, Bayan Sera, ama size başka konuda yardımcı olamayacağım” dedi. Büyük bir ümitsizlik çöktü üzerime. Eden bizi çift kanatlı kapıya doğru yönlendirdi, tokmağı çevirerek açtı ve elini uzattı. “Lütfen, gidin.” Ben bir an duraksadım, ama Alex elimden çekti. Biz kapıdan geçip çıkarken Eden'in gözleri hep yere bakıyordu, ama dışarıya adım attığımız anda beni şaşırtarak yanımıza geldi ve kapıyı sessizce örttü. Kısık sesle konuşmaya başladı, belli ki duyulmasını istemiyordu. “Varlığınla kutsal yerimin şerefini lekelemiş oldum. Ama bu benim suçum, çünkü ruhunla bir olana dek gerçek yüzünü göremedim. Buraya bir daha asla gelme.” “Neden? Ne demek istiyorsunuz?” İki yanımda yumruklarımı sıkıyordum. Uğradığım hayal kırıklığı yüzünden içimden çığlık atmak geliyordu. “Neyim var benim?” Bir an bakışları hüzünle gölgelendi. “Umarım hiçbir zaman öğrenmezsin.” Sonra başını sallayarak arkasını döndü.“Lütfen, Eden,” dedim, artık yalvaracak haldeydim. Üstümdeki bu garip şeyi görmüştü. Ne olduğunu biliyordu ve bunu bilen tek kişi de oydu. “Yardıma ihtiyacım var.” Tanrım, yalvarmaktan nasıl da nefret ediyordum. Öyle rahatsızlık verici bir durumdu ki benim için, göğsümün sıkıştığını hissediyordum. Alex koluma girerek beni evden uzaklaştırıp geçide doğru yürüttü. “Hadi gitmeliyiz” dedi. Gözlerim doldu, yüzümü yakan aptal gözyaşlarını elimin tersiyle sildim. Göğsümün içinde büyüyen bir çığlık dışarı çıkmak için kalbimi ve kaburgalarımı zorluyordu, içim acıyordu. Burnumu çektim ve... Parlak bir ışık gözlerimi kör etti. Beynime bıçak gibi saplanan acı yüzünden çığlık attım, yolun ortasında dizlerimin üzerine düşerken ellerim başıma gitti. İki büklüm olmuştum, ağrı kafatasıma ilerlerken parmaklarımla saçlarımı köklerinden çekiştirdim, ama ağrı bu defa katlanarak yeniden beynime hücum etti. Acı dalgaları kafamın içinde yayılırken yeniden çığlık atmaya başladım. Dayanılmayacak bir ağrıydı... dayanılmayacak kadar çok. Omzumdan birinin tutup beni ayağa kaldırdığını hissettim. Gözlerim açılsa da göremiyordum, ağrıdan körleşmiştim. Islak yanağım kumaşa değdi. Sebastian’ın tişörtüydü. Onun kokuşuydu. Söylediklerini anlayamasam da onun sesiydi. Dudaklarını ve sıcak nefesimi şakaklarımda hissediyordum, yumuşak bir tonda konuşuyordu. Teselli olmak, biraz rahatlayıp kurtulmak için ona döndüm, ağrı hâlâ devam ediyordu. Her adım atışında beynime yenden ağrı saplanıyordu. En sonunda ağrı durdu ve yerini derin bir sessizliğe bıraktı. Vücuduma ve ruhuma neler olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Alex'in kucağında gölün kenarını geçip eve doğru her adım atışımızda vücudumdaki kaslar daha da geriliyordu. Eve girdiğimizde bizi tanımadığım bir yüz karşılamıştı. Alex şaşırıp beni yere bırakmadan önce adam karanlık gözlerini uzun ve gerilimli bir saniye boyunca Alex'inkilere dikti, sonra bana döndü. Demek onu buldun,” dedi baştan aşağı süzerek. “Madam çok sevinecek. İçeri girebilirsiniz.” Alex bana dönerek gözleriyle çok yukarı çık anlamına gelen bir işaret yaptı ve belimden tutarak merdivenlere doğru itti. Bir adım geriledim, aklım öyle karışmıştı ki gözlerimi kırpıştırarak kendime gelmeye çalıştım. Evet, şu ana dek gördüğüm acayipliklerle gayet iyi başa çıkmıştım. Suç bendeydi. Şimdi her şey bir karabasan gibi üstüme çöküyordu, kaçamıyordum, olan biteni ayrı bir köşeye koyup görmezden gelmeme imkân yoktu. Yine de onun dediğini yapıp üst kata çıktım. Merdivenlerin en usty basamağında duymuş tüm dikkatimi onları duymak için yöneltmiştim. Bir tutam siyah saç gözünün önüne düştü, iç çekerek geriye çekti. Ağzı aralandı, ama tek bir sözcük çıkmadı. Çenesi kaskatı kesilmişti, belli ki ne söyleyeceğini o da bilmiyordu.“Onu henüz teslim etmeyeceğim,” İngiliz aksanlı, baştan çıkarıcı bir ses duyuldu. Ardından bir süre durduktan sonra “Onu gece kendim getireceğim” demesiyle bir an ne yapacağımı şaşırdım. Ama öfkeden deliye dönmeden önce kendime söylemem gereken bir şey var...” Derin bir nefes al. İçim öfke kaynıyordu. Anlaşmayı kendisi bozmuş ve beni bir aptal gibi kandırmıştı. Merdivenlerden aşağı inip içimde kabaran çığlığı koy vermemek için kendimi zor tuttum. Yerimden kalkıp odadan çantamı kaptım ve odanın fazla yüksek olmayan penceresinden dışarı atladım. Dışarıda inceden yağmur çiseliyordu.Sokağın ortasına yürüdüm, havanın serin olduğunu görmek beni rahatlatmıştı, belki içimdeki Alex'e yönelttiğim o kızgınlığı söndürür diye umuyordum. Yüzünü yağmura çevirip derin bir nefes daha aldım. Yavaşça gözlerimi kırpmaktan başka tepki veremedim. Diğer tepkiler içimdeydi. Midem buruldu, damarlarım buz kesti, düşündüğüm her şeyin doğru olduğunu anlıyordum. Yağmurun altında koşabildiğim kadar uzağa gittim. Ormanın derinliklerine geldiğimde beynimdeki sesler beni delirmeye başlamıştı. Kalbim gümbürdüyordu. Başımın ağrısı görüşümü etkilemişti, her şey çift görünüyordu. Ellerim uzandı ve avuçlarımdan iki yeşilimsi ışın cazırdayarak çıktı. Ayağa kalkacak vaktim olmamıştı, güç etrafımda dönerek giysilerimi dalgalandırıp saçlarımı havalandırırken dizlerimin üzerinde donakaldım. Ensemdeki topuz çözüldü. Saçlarım dağılarak kızıl dalgalar halinde yayıldı. İki büklüm kıvrılarak kendimi saklamaya çalışarak karnımı kasıyordum, ama görünmez bir güç beni olduğum yerde tutuyor, çenemden kaldırıyor, omuzlarımı bırakmıyordu. Mücadele etme gayreti içinde ensemden ter boşalıyordu. Ellerimi indirme isteğiyle haykırıyordum, her şeyi durdurmak istiyordum ama ellerim benden bağımsız hareket ediyordu. Dizlerim yerden kesildi, ve havada süzülmeye başladım. Kollarım ardına kadar açıldı. Saklanmama imkân yoktu. Yeşil ışıklar uzun bir dalga halinde bütün ormana yayıldı. Tanrım, yanıyorum! Kulakları tırmalayan bir çığlık attım -dehşet verici bir sesti. Gözlerimi yumarak durdurmaya çalışıyordum. Lütfen! Bitsin artık! Nefes almak için ağzımı açıyordum, ama hava gelmiyordu bir türlü. Bütün vücudum dönüşümden ötürü sarsılıyordu, sinir uçlarım korkudan elektrikleniyordu. Gözlerimden sıcak yaşlar süzülüyordu. En sonunda güç beni serbest bıraktı. Bedenim yere çarpıp yumuşak toprağa gömülürken, ciğerlerimden hırıltılı bir nefes çıktı. Yanağım ıslak toprağa denk gelmişti, yüzüme vuran serinlik hoşuma giderek beni rahatlattı. Kıpırdamadan olduğum yerde durdum, mecalim yoktu, tamamen bitmiş olduğumdan çabalamıyordum da artık. Gözlerimi kapadım, yana dönerek bacaklarım ve kollarımı toplayarak kıvrıldım, ıslak çimenlerin arasında sessizce ağladım. Her yerim acıyordu. Bedenim. Ruhum. Tamamen ümidini yitirmenin ne demek olduğunu anlamıştım artık. İçimdeki acının beni yiyip bitirmesine ve bütün duygularımı hissizleştirip yapayalnız bir dünyaya götürmesine göz yumdum.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD