Bölüm: 8
Kanla Yazılmış Bir Lanet Değil Bu Bir Miras
Teyzem Ri konuşmasının en heyecanlı yerinde susmak zorunda kaldı, içimdeki merak fırtınaya dönüşmüş taşımak için an kolluyordu. Bir an için zaman durdu sanki. Sadece onun kısılmış sesi ve dışarıdan gelen o rahatsız edici çıtırtılar vardı. Çıtırtıdan çok kulakları kanatacak tiz frekansları andırıyorlardı. Bir şeyden emindim orada biri vardı ama o bu dünyaya ait değildi. Tahtadan yapılma eski kapının hemen ardında, bilinmeyen bir varlık nefes alıyordu.
Göz göze geldik. Teyzemin bakışlarında ilk kez korku gördüm. Bu tüylerimi ürpertti çünkü Rossi kadınları korkmazdı. Onun gibi bir kadının korkması, beni yerimden sarsmaya yetti. Sessizce elimi tuttu. “Hiçbir şey söyleme,” dedi dudaklarını zar zor oynatarak. Ani verilmiş bir kararla hızla yerinden kalktı, şöminenin yanındaki eski kitaplığa yöneldi. Raflardan birini yana kaydırdı, arkasında ince bir taş duvar belirdi. Parmaklarını taşların arasındaki küçük bir yarığa sokarak bir şey çevirdi. Aniden duvar içeriye doğru çöktü ve karanlık, dar bir geçit ortaya çıktı. Geçit pek güven verici durmuyordu ama düşünüp taşınacak vaktim yoktu. Teyzemi dinledim,
“İçeri gir, hemen!” diye fısıldadı.
Saniyeler içinde kendimi o soğuk taş tünelin içinde buluverdim. Teyzem arkamdan geldi ve taş kapıyı hızla yeniden kapattı. Klostrofobim taştan bir mezardasın diye ötse de moiram senelerden beri ilk kez huzurla atıyordu içimde. Bir bildiği olsa gerekti değil mi? Kapak yerine aheste aheste otururken dışarıdan gelen ayak sesleri giderek yaklaşıyordu. Kalbim göğsümden çıkacak gibiydi. Adrenalin arttıkça kanı avuç içlerimde hissediyordum. Yok saydım ve derin nefeslerle zihnimi sakinleştirmeye çabaladım. Teyzemin el fenerini açmasıyla geçit dar ama oldukça uzun bir tünele dönüştü. Bu bir yer altı tüneliydi. İçimden Rossi soyu ne zeki kadınlarla dolu diye düşünüp ailemle gurur duymadan edemedim. Yer altındaydık. Küf kokusu ve toz, havada geçmişin hatıraları gibi asılıydı. Buradan daha önce geçmiş adımları, geçmişin toz bulutuna yitmiş soyumuz kadınlarını düşünmek beni hem gururlandırıyor hem de kalbimi buruk bir hüzünle kavuruyordu.
“Bizi nasıl buldular?” diye sordum, fısıltı hâlinde bile titreyen sesimi bastıramadan. Aferin kızım bu kadar güçlü bir ailede böylesi zayıf halka olmak... Kendi kendimi yargılayışımı moiram susturdu.
“Sanırım biri senin uyanışını hissetti. Kızım bunu uzun zamandır bekliyoruz ama tek bekleyen biz değiliz. Klemente’nin mührü tekrar canlandığında, onunla birlikte gelen ışık bazı varlıkların dikkatini çeker. Işık her daim karanlığın nefsini cezbetmiştir "
Teyzem biraz sonra söyleyeceklerine kendisini hazırlamak ister gibi ağır ağır devam etti,
"Özellikle… Gölge Tarikatı gibi olanların.”
“Gölge Tarikatı mı?”
Bunu ilk kez duyuyordum, gerçi kutsal soyumuza dair neyi biliyordum ki?! Tam bir yüz karasısı... Kendime yönelik aşağılama itamlarımı susturan moiram oldu, Şşşt teyzeni dinle!
Teyzem yürümeye devam ederken bir yandan anlatıyordu:
“Zamanında Klemente’nin karşısında duranlar, tanrıçanın seçilmişlerine kin besleyen karanlık bir topluluk. Klemente’nin kutsadığı kanı yok etmeye yeminliler. Neredeyse başarılı olmuşlardı... Neredeyse... Onlar için sen, varoluşlarına bir tehdit, kehanetin yaşayan ispatısın.”
Tünelin sonunda loş bir ışık belirdiğinde teyzem görkemli elbisesinin iç cebinden bir anahtar çıkardı ve küçük metal bir kapıyı açtı. Karşımıza çıkan oda, yer altındaki eski bir kütüphaneydi. Büyülenmiştim! Öyle ki içinde olduğumuz durumu bile bir an için unutuverdim.
Raflar antik kitaplarla doluydu; bazıları ham deriden yapılmaydı, bazıları taş kabartmalarla kaplıydı. Ortadaki yuvarlak masada yanan mumlar, geçmişin ruhunu aydınlatıyordu. Bu masada daha önce oturmuş kadınları düşündüm, geçmiş gözümün önünde beyaz perde misali canlanırken büyüye kapılmamak işten değildi.
“Oturalım,” dedi yavaşça, “hikâyemize kaldığımız yerden devam edelim. Ama önce...” Bir dolabı açtı ve içinden küçük, kırmızı taşlı bir kolye çıkardı. Bana uzattı. “Bunu tak. Bu, seni tanrıçanın iradesine bağlar, korumayı ilk andan itibaren hissedeceksin.”
Kolyeyi boynuma taktığım anda içimde bir titreşim hissettim. Yıllarca susturmak istediğim moiram göğsümde kolyeyle bir atmaya başkadı. İlk başta çarpışları öyle güçlüydü ki sanki göğsümde bir yıldız patlamıştı. Zihnimin en derin köşelerine kadar uzanan bir sıcaklık yayıldı. Ardından teyzem yeniden konuşmaya başladı, gözleri şimdi geçmişin gölgelerine dönmüş gibiydi.
“Senin gibi bir kızın doğacağı yüzyıllar öncesinden biliniyordu,” dedi. “Klemente, kadim zamanlarda sadece Rossi soyundan gelen kadınlara kudret bahşederdi. Bu kudret; zamanı hissetmek, zihinsel bağ kurmak, elementlerle konuşmak gibi yeteneklerle tezahür ederdi. Ama güç, her zaman kıskanılır. Gücün bol olduğu yerde hasmı da çoktur. Başka soylar, bu kutsamaya erişemeyince karanlığa yöneldiler. Gölge Tarikatı işte bu nefretten doğdu.”
“Savaşlar yaşandı. Soyumuzun kadınları avlandı, korkuyla saklandı. En sonunda, Klemente uzun bir uykuya daldı. Onun mührü kayboldu. Yüz yıllar boyunca hiçbir kadına güç bahşedilmedi. Taa ki sen doğana kadar.”
Boğazım düğümlenmişti.
“Ama neden şimdi? Neden ben?”
Ri teyze başını eğdi, sesi bu kez neredeyse bir dua gibi yankılandı:
“Çünkü kehanet öyle diyor. Gücün yeniden doğacağı ve karanlıkla son savaşın başlayacağı zaman geldi. Ve bu savaş, seninle başlayacak. Savaşı sen başlatacaksın kızım ama sona erdiren de sen olacaksın.”
Bir süre yalnız sessizlik oldu. Birkaç gün öncesine kadar kafa sesini kontrol edemeyen tuhaf bir ergendim, şimdiyse soyumu barış ve huzura kavuşturacak bir savaş başlatmam gerekiyordu. Sükunette düşüncelerin ağırlığı vardı. Sadece mumların titreyen ışığı ve kalbimin sesi... Sonra, yeniden o sesi duydum. Zihnimde. Moiram... Benim sesimle.
“Hazır mısın Lilian? Artık seçim yapma zamanı.”
Birden yer sallandı. Teyzem hızla ayağa kalktı. “Bizi burada da buldular!” dedi panikle.
“Ama bu sefer kaçmayacağız. Tanrıçanın ışığını ilk kez burada kullanacaksın.”
“Nasıl?” diye sordum korkuyla.
“Elini kalbine koy. Kolyeyi hisset. Ona sor. Seninle konuşacak.”
Elimi kalbime koydum. Gözlerimi kapadım. Derin bir nefes aldım, içimde kavurucu bir ateş yandı. Kolyedeki taş ısındı, sonra alev aldı ama can yakmayan bir alevdi bu. Aydınlatan, güç veren… Gözlerimi açtığımda avuçlarımın içinde ışıktan bir parça gibi parıldayan yaldızdan bir hançer vardı.
Teyzem gülümsedi.
“Kutsanmışsın. Gerçekten de nadidesin. Bunca zaman sevgili kardeşim seni nasıl aksine inandırdı inan bilmiyorum.”
Kapı büyük bir gümbürtüyle yerle bir oldu. İçeri uzun gri pelerinli, yüzleri deri parçalarından maskelerle kapalı üç figür girdi. Üzerlerinden sarkan gölgeler sanki canlıydı. Cansız ama bir o kadar da kanlı canlı... Işığı emiyor, emdikleri ışıkla can buluyorlardı. Odanın enerjisini karartıyorlardı.
“Lilian Rossi,” dedi en öndeki. Sesi metalik ve çınlıyordu. “Seninle konuşmaya geldik. Gücünü bize ver. Direnirsen, sevdiklerin ölür.”
Teyzem önümde dimdik durdu. Benim için bunu yapacak -annem dahil- kimse olmamıştı, bir an için andan soyutlanarak duygulandım
“O artık yalnız değil. Klemente geri döndü. Onu geçemezsiniz.”
Gölge figür kahkaha attı. “Tanrıçanın sesi çağlar önce sustu. Sadece yankısı kaldı. O da az sonra susturulacak.”
O an, içimdeki ateş harlandı. Adım attım. Her adımımda ışıl ışıl parlıyordum. Hançeri kaldırdım.
“Hayır,” dedim. “Ben susmayacağım. Ne teyzem, ne atalarım, ne de Klemente sustu. Hepimiz şimdi buradayız. Karşında, hep olduğu gibi.. Ve sizin karanlığınıza artık bu diyarda yer yok.”
Karanlıkla ışık çarpıştı, o an ne ben bendim ne de dünya dünya… Tüm elementler, tüm geçmiş ve gelecek içimde birleşti. Midem kasılıyor içimde elementler bedenimin kimyasına hükmediyordu sanki! Gölge figürler geri çekildi, alev onları yakıyordu.
Karanlık ışığın karşısında acizdir Lil, dedi moiram gururla.
Tiz bir frekansa sahip çığlıklar, bir kükreme ve ardından mutlak bir sessizlik. Kapıdan içeriye sızan gece yeniden sakinleşti. Ehlileşen karanlık parmaklarımın arasındaki ışığa teslim oldu. Hançer elimde yıldız tozu gibi eriyip kolyenin içine geri döndü. Teyzem gözyaşlarına hâkim olamıyordu. Uzun zaman beklemişti,
“Başladı…” dedi fısıltıyla. “Savaş başladı ama sen çoktan hazırsın Lilliana.”
O an anladım. Bu sadece bir başlangıçtı. Belki de çağlar boyu sürecek bir savaşın öngösterimi... Kaderim kanla yazılmıştı evet ama ben bu yazgıyı kendim şekillendirecektim. Kaderimin iğlerini artık elime almıştım bir kere...
Ve o an orada yemin ettim... Klemente’nin -kutsal tanrıçamızın- ışığını tekrar gökyüzüne çıkarana dek, durmayacaktım.