Bölüm:4
Ormandan Daha Vahşi
Bileklerimdeki iplerin acısıyla kendime geldim,başımda akşamdan kalma gibi hissettiren bir ağrının varlığını fark etmem çok sürmedi. Gözlerimin üzerinde kenetlenen ağrı o kadar somuttu ki sanki dokunsam ellerimle kavrayacaktım. Birden zihnimde müthiş bir boşluk hissettim. Kafamın içerisi senelerdir hiç olmadığı denli sessizdi.
Sükunetin verdiği tatlı huzurla mutlu olmak üzereydim ki dank etti bu sessizliğin tek bir nedeni olabilirdi... O gitmişti:
"Hayır, hayır, hayır bu olamaz..."
Kendime gelmemi sağlayan içeriye kendisinden önce giren kokusuyla istemsizce dikkatimi üzerine çeken adam oldu:
-Kendi kendine ne konuşuyorsun uyuyan güzel?
Bu o adamdı, ormandaki... Farkındalığın verdiği hiddetle bağırdım:
-Nerede o? Ona ne yaptın seni hırsız?!
Tüm öfkeme karşın sakinliğini bozmadan cevap verdi:
-Ne nerede güzellik?
Yüzündeki pişkin sırıtış suratının ortasına bir yumruk atmak istememe neden oluyordu, hiddetle hareket etmeye çalışsam da tek başarabildiğim bileklerimi iyice acıtmak oldu.
-Lütfen zorlama gün ışığım bu ormancı düğümü, çözmek için doğanın içine doğmuş olman gerek. Bir de doğanı inkar etmemek tabi...
Her bir kelimesinden müthiş bir haz aldığı o kadar belliydi ki lanet sözünü yarıda kesmek için serbest olduğunun yeni ayırdına vardığım ayaklarımla tam çenesine sert bir tekme savurdum. Tam zamanında geri çekilmişti, tekrar bir tekme denemesine girişmiştim ki bileğimi havada yakaladı.
-Güzel olduğumuz kadar öfke doluyuz da?..
Karanlığın içinden gelen bir kadın sesiyle sessizliğe büründü:
-Sisilia'nın varisinden daha azını bekleyemezdik değil mi Jacob?
Hayatımda daha önce hiç görmediğime emin olduğum bu kadının sesi niçin bu kadar tanıdık geliyordu. Hafızamı hızla taramaya çalıştım, onu nereden tanıyor olabilirdim. Zihnimi zorlamamla şakaklarımdan yukarı ince ince bir ağrının ilerlemesi bir oldu, enseme aldığım darbe hafızamı tazeleme konusunda pek yardımcı olmuyordu doğrusu.
Kadının kimliğini deşifre etmeye bir Larg fasulyesi kadar bile yaklaştığım söylenemezdi.
-Haklısınız leydim. Daha azını bekleyemezdik.
Karanlığın içinden çıkan kadın yavaş yavaş görüş açıma girmeye başladı, şaşkınlıkla kalkmış kaşları beline kadar dökülen dalga dalga saçları gibi portakal rengindeydi. Sert yüz hatları vardı ama yumuşak elmacık kemikleri bu yüz hatlarını hafifletiyordu. Yanaklarındaki soğuk şeftali tonu cildini olduğundan daha soluk gösteriyordu, zaten beyaz olan teni daha da şeffaflaşıyordu sanki. Dudakları kan kadar kırmızıydı ve bir ressamın elinden çıkmışcasına kusursuz hatlara sahipti.
Bedeninin geri kalan parçalarının da dudaklarından geri kalır hali yoktu, bu kadın altın oranla yaratılmış gibiydi. Küçük omuzları, ince uzun ve bembeyaz lekesiz parmakları, yuvarlak kalçasından aşağı inen uzun bacakları; her kraliyet kadınından beklenen mükemmel fiziğin birebir tezahürü gibiydi.
-Bizi yalnız bırak.
Gizemli kadının başının bir işaretiyle adının Jacob olduğunu yeni öğrendiğim haydut görkemli bir reverans yapıp saygıyla eğilerek odadan çıktı. Kapının kapanma sesinin duyulmasıyla hafızamda hala kendisine ait bir iz bulamadığım kadın usulca ama seri adımlarla yaklaştı. İnce uzun parmaklarını yüzüme uzatırken simasında ölesiye tanıdık gelen bir şey olduğunu fark ettim. Burnunun üzerindeki alamet beni... Çenemi tutup göz hizasına kaldırdı:
-Merhaba küçük Lil.
Onu tanımam için daha fazlasına gerek yoktu:
-Uzun zaman oldu, teyze.