İstanbul’da sonbahar geceleri hep aynıydı: Boğaz’dan gelen rüzgâr, ışıkları kırar, sessizliği keskin bir bıçak gibi bölerdi. Ama bu gece, Aras Demirhan’ın villasında hava farklıydı. Duvarların ardında bir şey birikiyordu; kontrol, öfke ve aralarındaki görünmez gerilim.
Aras, çalışma odasında ayakta duruyordu. Elleri ceplerinde, gözleri Boğaz’ın karanlık sularına takılmıştı. Odanın içindeki sessizlikte, duvardaki saat tiktakları bile ağır geliyordu.
Kapı aralandı. Ceylan, çekingen bir adımla içeri girdi.
— “Rahatsız etmiyorum, değil mi?”
Aras başını çevirdi. Yüzündeki ifade ne tam yumuşaktı ne de sert.
— “Eğer seni görmek istemeseydim, kapıyı kilitlerdim.”
Ceylan’ın yüzünde belirsiz bir gülümseme belirdi ama o gülümsemenin ardında korku vardı. Çünkü artık Aras’ın kim olduğunu az çok biliyordu. Adamın sadece iş dünyasında değil, gölgelerin içinde de hüküm sürdüğünü fark etmişti. Ama yine de gitmiyordu. Onu bir mıknatıs gibi çekiyordu.
— “Hakkınızda konuşulanları duydum,” dedi Ceylan, sesi titrek ama kararlıydı. “İnsanlar sizden korkuyor, Aras.”
Adam gülümsedi, ama o gülümseme bir tehdit gibiydi.
— “Korku, saygının ilk aşamasıdır. İnsanların bana güvenmesini beklemem. Korkmaları yeter.”
Ceylan, ona birkaç adım yaklaştı.
— “Peki ben?” dedi fısıltıyla. “Ben de korkmalı mıyım?”
Aras sessizce yaklaştı. Aralarındaki mesafe neredeyse kalmamıştı. Gözleri Ceylan’ın gözlerine kilitlendi.
— “Eğer benden korkmazsan… seni kendimden koruyamam.”
Ceylan’ın nefesi hızlandı. Aras’ın sözleri, hem tehdit hem de itiraf gibiydi. Gözlerinde bir karanlık vardı ama o karanlığın içinde bir parıltı da gizliydi — belki de hiç kimsenin görmediği insani bir kıvılcım.
Aras, bir adım daha attı. Parmakları Ceylan’ın çenesine dokundu. Dokunuşu zar zor hissedilecek kadar nazikti ama içinden fırtınalar geçiyordu.
— “Sana daha önce söyledim, Ceylan,” dedi yavaşça. “Benimle olan herkes bir bedel öder.”
— “Belki ben ödemeye hazırım,” dedi Ceylan, sesi neredeyse duyulmaz bir tonda.
O anda Aras’ın içindeki soğuk duvarlar çatladı. O, insanlara hükmeden bir adamdı; duygulara değil. Ama Ceylan’ın gözlerinde kendini görüyordu — aynadaki karanlığını, çıplak hâlini.
Bir anda fırtına koptu. Aras, Ceylan’ı kendine çekti. Aralarındaki sessizlik, dışarıdaki rüzgârla karıştı. İkisinin nefesleri birbirine karıştı, sözler yerini bakışlara bıraktı. Dokunuşları bir savaş gibiydi; biri kaçmak isterken diğeri yakalıyordu. Bu bir yakınlaşmadan çok, iki yalnız ruhun çarpışmasıydı.
O an, ne Boğaz’ın ışıkları ne dışarıdaki şehir sesi kalmıştı. Sadece ikisi vardı; biri karanlıktan, biri o karanlığı anlamak isteyen bir ışıktan oluşuyordu.
⸻
Sabah olduğunda, Ceylan sessizce pencerenin kenarındaydı. Gözleri dışarıdaki gri bulutlara takılmıştı. Aras hâlâ uyuyordu; yüzü her zamanki kadar güçlü ama daha insani görünüyordu. Ceylan, onun o yanını ilk kez görüyordu.
Ama kalbinde bir sızı vardı. Bu adama ne kadar yaklaşabilirim? diye düşündü. Onun gölgesi beni de içine çekmeden ne kadar durabilirim?
O sırada Aras gözlerini açtı.
— “Nereye dalıp gittin?”
— “Sadece düşünüyorum,” dedi Ceylan. “Bazen sizde iki farklı insan var gibi hissediyorum.”
Aras doğruldu.
— “İki değil,” dedi kısaca. “Üç. Biri herkesin gördüğü Aras. Biri yalnızken aynada gördüğüm. Bir diğeri de senin yüzüne bakarken çıkan — ondan korkuyorum.”
Ceylan döndü, bakışlarıyla onu yokladı.
— “Ben sizden korkmuyorum.”
Aras başını salladı, acı bir tebessümle:
— “Henüz.”
⸻
Aynı Gün – Nihat’ın Planı
Öğleden sonra Aras, ofisinde Nihat’tan gelen çağrıyı aldı. Ses tonundaki gerginlik hemen hissediliyordu.
— “Demirhan, bir sorun var. Murat hâlâ tam olarak susturulmadı. Birileri onu koruyor gibi.”
Aras’ın yüzü bir anda ciddileşti.
— “Ne demek istiyorsun?”
— “Bize ihanet eden biri var. Ve senin ekibinden biri olabilir.”
Bu cümle, Aras’ın damarlarına buz gibi yayıldı. İhanet…
O an aklına sadece bir isim geldi: Selim.
O geceki operasyonun detaylarını bilen tek kişiydi. Eğer bilgi sızdıysa, kaynağı o olmalıydı.
Aras telefonu kapattıktan sonra koltuğuna yaslandı. Gözleri karardı, çenesindeki kaslar gerildi.
— “Selim… bana bunu yaptıysan, seni ben bitiririm.”
Sesi öyle bir tonla çıkmıştı ki, odadaki hava ağırlaştı.
⸻
Gecenin Oyunu
O gece Aras, Selim’i sahil kenarındaki bir depoda buluşmaya çağırdı. Burası daha önce iş yaptıkları, sessiz ve kimsenin gelmediği bir yerdi.
Selim geldiğinde gergindi.
— “Abi, niye burası? Telefonda da konuşabilirdik.”
Aras yüzüne baktı, soğuk bir ifadeyle.
— “Konuşacağız. Ama telefonda değil.”
Bir süre sessizlik oldu. Sonra Aras bir dosya fırlattı önüne.
— “Bu belgeler senin bilgisayarından çıkmış. Murat’a sızdırılan bilgiler senin ağından geçmiş. Ne açıklayacaksın?”
Selim’in yüzü soldu.
— “Abi, yemin ederim ben yapmadım. Birileri beni kullanmış olmalı!”
Aras sessizce yaklaşarak gözlerinin içine baktı.
— “Benimle oyun oynarsan, sonun duvar olur, Selim. Beni kandırmak, kendi mezarını kazmaktır.”
Bir adım daha yaklaştı, sesi fısıltıya döndü.
— “Son şansın. Gerçeği söyle.”
Selim’in sesi titredi.
— “Nihat… bana baskı yaptı. Ya ona çalışacaktım, ya da…”
Aras bir an nefesini tuttu. Gözlerindeki sakinlik gitti, yerini yanan bir öfke aldı.
— “Demek o yaşlı kurt bana tuzak kurdu.”
Bir yumruk sesi depoda yankılandı. Aras’ın öfkesi kontrolsüzdü ama yüzünde bir damla pişmanlık yoktu.
— “Sana ihanetin neye mal olduğunu hatırlatayım,” dedi alçak sesle. “Bu şehirde kimse Demirhan’a oyun oynayamaz.”
Selim sessizce yere çöktü, nefes nefeseydi. Aras dönüp kapıya yürüdü, ama adımlarının ardında ağır bir sessizlik kaldı.
⸻
Ceylan ve Gerçeğin Gölgesi
Ertesi gün Ceylan, Aras’ı aradı ama ulaşamadı. Gün boyu içi sıkılmıştı. Akşam olduğunda Aras eve geldiğinde yüzü gergindi, elleri titriyordu.
Ceylan yanına yaklaştı.
— “Bir şey oldu, değil mi?”
Aras, kadının yüzüne baktı. Onun gözlerinde merak değil, samimi bir endişe vardı. Bu Aras’ı zayıf hissettirdi — ilk kez birinin onu gerçekten önemsediğini görmek onu rahatsız etti.
— “Bazen,” dedi yavaşça, “birini korumak için diğerlerini yakman gerekir.”
Ceylan sessiz kaldı. Sonra onun elini tuttu.
— “Peki seni kim koruyacak, Aras?”
O an, Aras hiçbir şey diyemedi. Sadece gözlerini kapattı. Ceylan’ın ellerinin sıcaklığını hissettiğinde, içindeki buz biraz eridi. Ama kalbinde hâlâ aynı ses yankılanıyordu: Zayıflık ölüm getirir.