Efe merdivenleri çıkarken kendine küfrediyordu. Berfin’in odasını öğrendikten sonra oraya gitmesine neden olan duygularına küfrediyordu. Kendi kendine bunun hiç iyi bir fikir olmadığını söylediği halde yine de gitmişti. Orada ne işi vardı? Ne bulmayı bekliyordu? Ne beklemiş olduğunu kestiremiyordu ama bulduğu şeyi beklemediği kesindi. Berfin’in masasının üstünde duran fotoğrafı gördüğünde kalbi özlemle sıkıştı. Çocukluklarını özlüyordu. Birlikte geçirdikleri masum zamanları özlüyordu. Eline alıp fotoğrafı incelerken çekildikleri günü hemen hatırlamıştı. Toprak ile Berfin’in omuzlarına attığı koruyucu kolların ağırlığını şimdi bile hissedebiliyordu.
Fotoğrafı yerine koydu. Berfin’in bu fotoğrafı neden tuttuğunu anlamadı. Belki de Toprak içindi. Sevdiği adamın çocukluğunu görmek hoşuna gidiyor olabilirdi. Bu düşüncelere kapıldığı an öfkeyle odadan çıkmış ve koridorun sonunda Berfin ile çarpışmıştı. Kızın verdiği tepki ise onu daha da dağıtmıştı. Onu gerçekten özlemiş gibi sarılmıştı. Hatta gözyaşı dökmüştü. Kalbini bir hiç gibi parçalayıp atarken dökmediği gözyaşlarını şimdi döküyordu.
Efe öfkesinin benliğini ele geçirmesine engel olmak için derin bir nefes aldı. Yıllar hissettiği nefretten bir gram bile azaltmamıştı.
Yumruğunu kaldırıp babasının odasının kapısını çaldı. Başka bir yüzleşme onu bekliyordu. Babası geçen yılların acısına onu bir güzel pataklayacaktı. Hiç şüphesi yoktu.
İçeriden gelen sert “Gel” sesinin ardından kapıyı açıp içeri girdi.
Kapıyı arkasından kapatıp “Merhaba baba” diyerek selam verirken kapının önünde durmaya özen gösterdi. Koray Şahin ve yumruklarından mümkün olduğunca uzak durmalıydı.
Babası koltuğunda arkasına yaslandı. Bir eliyle çenesini sıvazlarken onu dikkatle inceliyordu. Efe ruhunun derinliklerine kadar incelendiğini hissederken yerinde rahatsızca kıpırdandı. Babası hala tek kelime dahi söylememişti. Bu hiç iyi değildi. Kollarını göğsünde bağlamakla arkasına atmak arasında kaldı. Sonunda kollarını göğsünde bağlarsa babası bunu bir meydan okuma olarak algılayabilir düşüncesiyle arkasına bağladı.
Babası gözlerini ondan ayırmadan ayağa kalktığında Efe yerinden kıpırdamamak için direndi. Koray Şahin hiçbir duygu belirtmeyen yüzüyle oğlunu incelemeye devam ediyordu. Masasının önünde durup yaslanarak kollarını göğsünde bağladı. “Bütün gün o kapının önüne durup durmayacağını merak etmiştim” derken dışarıda yaşadığı beklemeye atıfta bulundu.
“Yanıma gelmeden önce daha ne kadar oyalanacağını merak ediyordum” dedikten sonra kafasını yana yatırıp “Berfin’in odasını benden önce ziyaret etme sebebini sormalı mıyım?” dedi.
Tabi ki binaya adım attığı andan itibaren babasının döndüğünden haberi vardı. Aksini düşünmek aptallık olurdu.
Efe boğuk bir sesle “Sorma” diye mırıldandı. Bakışlarını yere indirmişti. Babasından daha sıcak bir karşılama beklerdi ama görünen o ki Koray Şahin ona sıcak bir karşılama sunmayacaktı.
Babasının hareket ettiğini hissetti. Kafasını kaldırdığında ona doğru geldiğini gördü. Babası tam karşısında durdu. Efe boy attığını o zaman fark etti. Babasını bir iki santimle geçmişti. Yine de gözleri aynı hizada sayılırdı ve Efe gözlerini babasının bakışlarından kaçıramıyordu.
“Dört senelik gezin nasıl geçti?” babası bu soruyu sorarken yüzündeki tek kas bile kıpırdamamıştı. Efe gittikçe daha çok korkuyordu.
“İyi” diye çok kısık bir sesle cevap verdi. Babası bir anda elini ensesine atıp onu kendine çekti. Efe’nin boynu biraz bükülürken “İyi! Bizden ayrı geçirmene sebep olan dört yılı sadece iyi olarak mı tanımlıyorsun Efe” diye bağırdı yüzüne doğru.
Efe öfkede olsa sonunda bir duygu alabildiği için sevindi. “Baba” diye mırıldandı. Babasının öfke dolu gözlerine çok yakından bakmak aklındaki tüm kelimeleri silmişti. Ensesindeki parmaklar sıkılaştı. “Anneni, beni, kardeşlerini ne hale getireceğini düşünmeden gittin”
Efe daha fazla dayanmayarak kollarını öne atıp babasına sıkıca sarıldı. Koray da aynı şekilde ona sarılırken Efe’nin sırtına vurup “Seni özledim oğlum” dedi. Efe gözlerinin dolmasına engel olamadı. Aynı şekilde Koray da ağlamak üzereydi.
Efe’yi kendinden itip “Sana hala öfkeliyim” diyerek geri çekildi. Tam o sıra kapı çaldığında ikisi de akmak üzere olan gözyaşlarıyla mücadele ediyordu.
Kapı tek sefer çaldıktan sonra davetsizce açıldığında Efe, Berfin’in geldiğini görünce ona arkasını döndü. Ani verilen bir tepkiydi ama sebebi onu bu halde görmesini istemediği içindi.
Berfin onun sırtına bakarken gülümsemesi soldu ve kalbi kırıldı. Koray’ın “Gel dediğimi hatırlamıyorum Berfin” demesiyle daha da utanarak patronuna baktı.
“Özür dilerim Efendim. Ben raporu getirmiştim” diyerek başını eğip elindeki kâğıdı Koray’a uzattı. Koray kâğıdı alırken “Kusura bakma yanlış bir zamanda geldin” diyerek az önceki sert çıkışını hafifletmeye çalıştıktan sonra “Yarın izinli olduğunu biliyorum ama şirkete gelebilir misin? Önemli bir toplantı yapmamız gerekiyor” dedi.
Berfin onaylarcasına başını salladığında Koray “Şimdi çıkabilirsin. Yorgun olmalısın” diyerek onu nazikçe kovdu. Berfin hala sırtı onlara dönük duvara bakan Efe’ye bir bakış attıktan sonra kapıdan çıktı.
Berfin gider gitmez Efe arkasına dönünce Koray “Berfin ile zaman geçirmeye alışmalısın. Yakında birlikte çalışacaksınız” dedi.
Efe “Bana biraz zaman ver” diye mırıldandığında Koray ona gülümseyip “Hoş geldin evlat” dedi. Efe de gülümserken “Hoş bulduk baba” dediğinde Koray yanına gelip ona tekrar sarılmıştı.
Geri çekildiğinde “Annen seni gördüğünde çok mutlu olacak. Deniz’i düşünemiyorum. Hele Ege, ufaklık şimdiden abisinin büyük bir hayranı” dedi. Efe de en çok Ege ile yüz yüze gelmeyi iple çekiyordu. O giderken kardeşi henüz bir bebekti ve şimdi büyümüştü. Ege’yi tanımak için sabırsızdı. Şimdilik geri döndüğü için memnundu. Ailesini çok özlemişti.
----------------------
Demir saçını okşarken Duru burnunu çekiyor kendini sakinleştirmek için çabalıyordu. Demir’in ormandaki kulübesine gelmişlerdi. Geldiğinden beri Duru’nun gözyaşları hiç dinmemiş iki kere astım krizi tutarken ilaçla yatıştırmıştı. Duru kendini kontrol edebilmek için çok çabalıyordu ama tüm duyguları dağılmıştı. En son kendini bu kadar dağılmış hissettiğinde Toprak gitmişti. Şimdi ise geldiği için dağılmıştı. Hayır. Nişanlısıyla geldiği için!
Ne bekliyordu? Ne beklemişti? Toprak’ın ondan kaçtığını bile bile geldiğinde farklı şeyler olacağını mı düşünmüştü? Hayır farklı bir şey olacağını düşünmemişti ama en azından eskisi gibi olacağını düşünmüştü. Evet eskiden de canı yanardı ama şimdi bu acının tarifi yoktu. Toprak eskiden de ona ait değildi. Hiç kimseye ait değildi. Etrafındakilerin gelip geçici olduğunu bilirdi Duru. Şimdi ise nişanlım dediği bir kız vardı. Duru’nun hiç sahip olamayacağı bir unvana sahipti kız. Bu onu çıldırtıyordu. Belki bencil bir davranıştı ama o sahip olamıyorsa kimsenin o unvana sahip olmasını istemiyordu.
Telefonu çalmaya başladığında Demir’in kollarından sıyrıldı. Ona çekingen bir bakış attıktan sonra yatağın kenarında duran çantasına uzandı. Demir doğrulup sırtını yatak başlığına yaslarken Duru babasının aradığını görünce iç çekti. Bir yerden destek almak ihtiyacıyla o da sırtını yatağın başlığına yasladı.
Burnunu çekip derin bir nefes aldıktan sonra neşeli olduğuna inandığı bir sesle “Efendim babacığım” dedi. Demir babasının aradığını duyar duymaz aralarına mesafe koyma ihtiyacı hissetmiş gibi yataktan kalktı. Tahta zemin onun ağırlığıyla gıcırdadı. Eliyle aşağıda olduğunu işaret ettiğinde Duru konu kafasını sallayarak onayladı. Demir kafasını tavana çarpmaması için eğilerek asma kattan aşağı inerken Duru babasını dinledi.
“Sana verdiğim bütün imtiyazları suiistimal ediyorsun” diyordu babası. “Gece orada kalmayacaksın Duru. İstediğin zaman dışarı çık ve adamlarıma seni eve getirmelerini söyle. Saat gecenin biri de olsa eve geleceksin”
Duru iç çekti. Dışarıda babasının adamlarının olduğunu biliyordu. Onu her yerde takip eden bir ekip vardı. Çoğu zaman kendilerini göstermezlerdi ama ormanın ortasında bir kulübede onlardan başka kimse yoksa kedilerini göstermemeleri imkânsız olurdu.
“Duru beni duydun mu?”
“Duydum babacığım ama bu gece eve gelmeyeceğim. Yarın sabah kahvaltıda görüşürüz”
“Duru!” diye bağıran babasını öfkeli sesinin ardından annesinin onu yatıştırmak için konuştuğunu duyabiliyordu.
“Evden çıkarken Demir’in babasıyla görüşeceğinizi söylemişsiniz ama direk onun evine geçmişsiniz ve hala oradasınız. Neden yalan söyledin?” Duru babasının inatla Kaan’ın adını almayışını anlamıyordu. Demir’i ilk onlarla tanıştırmaya getirdiği günü düşündü. Babası ufak çaplı bir sinir krizi geçirmiş Demir’i evden kovmuştu. Sonrasında annesi ile Demir’in babasının arasında bir geçmiş olduğunu öğrendiğinde çok şaşırmıştı. Babasının sinirini anlasa da Demir’in babasının yaptıklarıyla yargılamamaları gerektiğini savunmuştu. Haklı da çıkmıştı. Demir babasından ne kadar farklı olduğunu kısa süre içerisinde ailesine de kanıtlamıştı. Ama babası hala onunla fazla özel vakit geçirmesine izin vermiyordu. Bunun Demir ile ilgili olmadığını biliyordu Duru. Yanındaki herhangi bir yabancı erkek olsa da aynı tepkiyi verirdi.
“Babasının işi çıkmış. O yüzden bizde kulübede kaldık” diyerek yalan söyledi. Babasının yanında Kaan’ın ismini telaffuz etmemesi gerektiğini çok iyi biliyordu.
“Neden eve gelmediniz? Abin yeni gelmişken dışarıda olmayı mı tercih ediyorsun? Bu akşam ailemiz tekrar bir araya gelmeliydi”
“Baba, Toprak yıllar sonra biranda ailemize tekrar katılmaya karar verdi diye kendi hayatımı ona göre şekillendirecek değilim. Bu akşamı burada geçirmek istiyorum. Eğer çok endişeleniyorsan dışarıdaki adamlarında buraya gelebilir. Oturma odasında iki tane koltuk var orada kalabilirler”
Babasının sinirle hırladığını duydu. Duru onu öfkelendirmekten nefret ediyordu ama bu akşam o eve gidemezdi. Odasının hemen karşısındaki odada Toprak ve nişanlısının birlikte yattığını bilerek o evde uyuyamazdı. Her geceyi dışarıda geçiremeyeceğini de biliyordu ama en azından bu gece durumu sindirmeliydi.
“Babacığım lütfen bu akşamlık bana izin ver” diyerek ona yalvardı. Babası izin vermediği sürece buradan gideceğini biliyordu.
Babası ses vermedi. Büyük ihtimal sakinleşmeye çalışıyordu. Bir süre sonra “Sana güveniyorum Duru. Tek istediğim kendini üzecek bir hata yapmaman” diyen babasının neden bahsettiğini anlatan Duru kızardı.
Demir elinde bir bardak süt ile gelip yatağa oturduğunda Demir’e utangaç bir bakış attı. “Düşündüğün gibi bir hata yapmadım baba. Lütfen bu konuda bana güven.”
“Pekâlâ. Bu gecelik buna ses çıkarmayacağım. Ama bir daha olmayacak Duru”
Babasının onayıyla derin bir nefes alıp gülümsedi. “Teşekkür ederim babacığım” diyerek telefonu kapattığında Demir ona sırıtarak bakıyordu. Elindeki sütü uzatırken “Bora Balkan öfkeden köpürüyor mu?” dedi.
Duru bıldırcın yumurtalı sütünü alırken “Her zamanki gibi” dedi. Demir kıkırdadı. Ayaklarını yatağın kenarından öne doğru uzatmıştı. Yatak ince bir tahtanın üstüne koyulduğu için yerden çık yüksek değildi. Demir’in ağırlığıyla incelince daha da yere yakın olmuştu. Kulübe küçüktü. Alt katta mutfakla bir oturma alanı ve tuvalet banyo vardı. Üstte ise küçük bir asma katta yatak odası bulunuyordu. Yatak odasını duvarları yoktu. Asma katın kenarında sadece siyah demirlerden oluşan korkuluklar vardı.
Duru boş bardağı Demir’e uzattığında Demir “Seni uyuman için rahat bırakayım” diyerek kalkacaktı ki Duru onun elini tutarak durdurdu.
“Burada kalabilirsin” diye fısıldadığında Demir ona dikkatle bakıyordu. Duru dudağını ısırıp Demir’in gözlerine bakarken “Sen haklıydın. O benim aşkımı hak etmiyor. Ben daha fazla kendimi onun için yıpratmak istemiyorum” dedi.
Elinin altındaki Demir’in eli titredi. Parmaklarıyla onun parmaklarını kavradığında Duru “Bana ikinci bir şans verir misin Demir? Tekrar denememem izi verir misin?” diye sordu.
Demir gözlerini kaçırıp karşıya baktı. Duru onun yan profilini incelerken Demir’in parmakları sıkılaşmıştı. Kalbi göğsünde deli gibi atıyordu. Bunu yapmak istememişti ama yapması gerektiğini biliyordu. Demir sessiz kaldıkça daha da korkuya kapıldı. Söylediklerini geri almak için çırpınan tüm hislerini geri itti.
“Bunu bir tek seninle yapabilirim Demir. Senin sevginle bunu başarabilirim. Lütfen onu kalbimden söküp atmama yardım et”
Demir ona döndü. Duru bakışlarından kaçmak istese de gözlerine bakmaya devam etti. Demir hafifçe kafasını iki yana salladıktan sonra “Öfken daha çok taze. Öfke her zaman yanlış kararlar aldırır insana. Kendine biraz zaman tanı. Eğer hala bu isteğinde kararlıysan ben buradayım” dedi.
Kalkmadan önce Duru’nun alnını öptü. Duru nefesini tutmuş halde onun gidişini izledi. Hem sevdiği adam tarafından hem de onu seven adam tarafından reddedilmişti. Düşünceleri iç içe geçti. Artık ne yapacağını bilmiyordu. Demir’in ona yardım edeceği konusunda emindi. Şimdi ise hiçbir şeyden emin değildi.
---------------------
Tamer eve geldiğinde saat gece yarısını geçmişti. Arkadaşlarıyla mezuniyetlerini kutlamak için eğlence mekânına gitmiş, orada da biraz alkol almıştı. Sarhoş değildi ama içkili araba kullanmak istemediği için de taksiyle dönmüştü.
Odasına girdiğinde ışıklar açıktı. Annesini pencerenin kenarındaki koltukta görünce gülümsedi.
“Geç geleceğimi söylemiştim anne” dediğinde Gülden Hanım okuma gözlüklerini çıkartıp oğluna bakarak “Umarım bu halde araba kullanmadın” dedi.
Tamer iki elini havaya kaldırıp “Ne varmış halimde?” dediğinde Gülden Hanım “Tamer!” diye kızgın bir ifadeyle ona baktı.
Tamer kıkırdayarak annesinin önünde diz çöküp kafasını bacaklarına koydu. Gülden hanım kucağındaki kitabı sehpaya bıraktıktan sonra parmaklarını oğlunun saçlarının arasında gezdirdi.
“Taksiyle geldim” diyen Tamer gözlerini kapatmış annesinin huzur veren dokunuşunun tadını çıkartıyordu.
Gülden Hanım oğlunun yüzünü kavrayıp kafasını kaldırdı. Eğilip alnından öperek “Aferin oğlum” dedi. Tamer gülümserken Gülden Hanım hayran gözlerle oğlunu izliyordu. Oğlu artık kocaman bir delikanlı olmuştu. Yanaklarını okşarken kirli sakalı tenine batıyordu. Ona her baktığında kocasın görmek Gülden Hanım’ı gururlandırıyordu. Tamer hem dış görünüşüyle hem de yufka yürekli kalbiyle tam babasının oğluydu.
“Seninle konuşacaklarım vardı ama bunu yarına ertelesek iyi olacak. Sen ayıktığın zaman konuşuruz” dediğinde Tamer kaşlarını çatıp “Anne bana sarhoş muamelesi yapma. Sadece biraz içtim” dedi.
“Tamam” diyen Gülden Hanım arkasına yaslandığında Tamer de yerden kalkıp diğer koltuğu annesinin karşısına çekerek oturdu. Annesinin yüzündeki ifade ciddi bir konuşma yapacaklarını belirtiyordu.
“Yakında şirketin sorumluluğunu üstleneceksin” diye başlayan annesinin lafını elini kaldırarak böldü. Ayağa kalkarken “Bu konuşma düşündüğümden daha ciddi olacak. Bana müsaade et gidip elimi yüzümü yıkayayım” dedi.
Gülden Hanım ağzı açıp Tamer’in arkasından bakarken o banyoya gitti. Aldığı alkolün etkisiyle hafif bir baş dönmesi vardı. Yüzüne soğuk su çarparak toparlanmaya çalıştı. Annesi konuşurken ona odaklanabilmeliydi.
Yüzünü kurulayıp geri döndüğünde annesi onu bekliyordu. Yerine oturup ellerini birbirine vurarak “Evet devam edebiliriz” dediğinde Gülden Hanım kafasını iki yana sallayıp gülümseyerek “Sana yarın konuşalım demiştim” dedi.
Tamer de gülümserken “Şuan tüm dikkatim sende anne” dedi. Annesi ona kısa bir bakış attıktan sonra iç çekerek “Babanın mirasının sana seçme şansı bırakmadan üstüne kaldığını biliyorum” dedi.
Tamer “Anne” dediğinde Gülden Hanım öne eğilip onun elini tutarak “Bitirmeme izin ver” dedi.
“Bu sorumluluğu almadan önce tercihinin gerçekten bu olduğundan emin olmanı istiyorum oğlum. Biliyorum yıllardır bunun için yetişiyorsun ama kendini zorunlu hissetmeni istemiyorum. Evet baban onun mirasını devam ettirmeni isterdi ama senin mutlu olmanı her şeyden çok isterdi. Hayatın boyunca mutlu olacağın bir mesleği tercih etmeni isterdi”
“Anne ben işimden memnunum. Son zamanlarda moralimin bozuk olması işle ilgili değil”
“Tamer ben son zamanlardaki haline bakarak bunları söylemiyorum. Sadece başka seçeneklerinin de olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Şirketi yönetmek zorunda değilsin. İstediğin herhangi bir şey yapabilirsin oğlum. Belki bu sorumluluğu almadan önce Efe ve Toprak gibi gezmek istersin”
Tamer sırıtırken “Anne Efe aylak aylak gezmiş olabilir ama Toprak’ın orada bir şirket kurduğunu biliyorsun” dedi.
“Evet belli ki Toprak bu işi yapmayı gerçekten istiyor. Belki de şirketin yönetimini ona bırakmalısın”
Tamer annesine dikkatle bakıyordu. “Anne bu benim tercihimle mi ilgili yoksa senin isteğinle mi ilgili”
Gülden hanım kafasını iki yana salladı. “Hayır, bir tanem, ben sadece senin mutlu olmanı istiyorum. Şirketin başına geçmeden önce bu konuda kararının kesin olmasını istiyorum. Bu çok büyük bir sorumluluk oğlum, Bora’nın tamamen geri çekilmeyeceğini biliyorum ama yine de senin tüm kalbinle istediğin bir işi yapmanı istiyorum.”
Tamer annesinin ellerini dudaklarına götürüp öptü. “Sen hiç merak etme ben ne istediğimi biliyorum. Babamın mirasını devam ettirmek istiyorum. Bunu yapmayı gerçekten istiyorum anne. Hem yalnız olmayacağım. Büyük iş Toprak da biliyorsun. Ben sadece ona yardım edeceğim”
Gülden Hanım iç çekerken “Pekâlâ. O zaman bunu sana vermenin zamanı geldi” diyerek sehpaya bıraktığı kitaba uzandı. Kitabın arasından bir zarf çıkarttığında Tamer onun ne olduğunu biliyordu.
Gülden Hanım zarfı ellerine bırakırken “Babana kızgın olduğunu biliyorum. Bunu okuduğunda umarım kalbindeki acı biraz hafifler” dedi.
Gülden Hanım mektubu okuması için Tamer’i yalnız bıraktığında Tamer kıpırdamadan elindeki zarfa bakıyordu. Yutkunmaya çalıştı. Boğazında şimdiden büyük bir yumru oluşmuştu. Yıllardır babasının yasını tutuyordu ama ona kırgın ve kızgındı. Onu burada bırakıp birlikte geçirecekleri son günlerini ondan çaldığı için kızgındı. O son güne kadar babasının yanında olmak isterdi. Belki kalbi deli gibi acır, onun için çaresizlikle çırpınırdı ama babasıyla her saniyeyi birlikte geçirmek isterdi.
Tamer titreyen parmaklarıyla zarfı açtı. Elleri o kadar titriyordu ki zarf parmakları arasından kayıp düştü. Eğilip tekrar almadan önce ellerini yumruk yapıp açtı. Sakin olmalıydı.
“Oğlum” diye başlayan satırları okumaya başladığı an siyah kirpiklerinin arasından gözyaşları süzülmeye başladı.
Büyüdün demek. Bu satırları okuyacak yaşa geldin. Hayal edebiliyorum o halini. Şimdiden bile güçlü bir delikanlı olacağın belli.
Özür dilerim oğlum. Gitmek zorunda kaldığım için, büyüdüğünü izleyemediğim için özür dilerim. Seni bırakıp gitmek istemezdim Tamer. Ama gitmeliyim. Beni o halde gör istemiyorum. Kalbim son zamanlarda beni yeterince güçsüz düşürdü. Sen oyun oynamak istediğin her anda ben seninle kalkıp koşamadıkça kahroluyorum. Geç yaşta baba olmanın zorlukları bu olsa gerek ama pişman değilim. Annen ve sen bir zamanlar hayalini kurduğum hayatı bana yaşattınız. Sizinle daha fazla kalabilmek isterdim. Büyüyüp delikanlı olduğun zamanı görmek isterdim. Aşık olduğun kızla tanışmak isterdim. İstediğim çok şey var oğlum ama en çok beni affetmeni istiyorum. Umarım artık bana kırgın değilsindir.
Annen sana bu mektubu verdiğine göre tercihini yapmışsın. Şirketin yönetimini üstlenmeyi vazifen olarak görme. Asla istemediğin bir işi yapma oğlum. Tercih hakkının olduğunu bil. Şuan neler hissettiğini tahmin edebiliyorum. Yıllar önce babam bu yükü benim omuzlarıma yüklerken bana sorma gereği bile duymadı. Aynı şeyleri oğlumun yaşamasına izin veremezdim. İyi düşün oğlum. Eğer isteğin buysa devam et. Ama değilse Bora sana sorduğunda ona isteğini söyle. Tüm ailenin seni destekleyeceğine eminim. Geleceğin senin kaleminle şekillenir evlat bunu unutma. Geleceğini şekillendirirken kendi kalemini kullan. Hata yapmaktan korkma. Gerekirse bilerek hata yap. Ama her zaman hatanın sonuçlarını üstlen. Hatalarının sonuçlarını kimsenin üstüne yıkma. Her zaman etrafındaki insanların söylediklerine kulak kabart. Söylentileri göz ardı etme. Bazen onlar sana yol gösterecek. Bu yolda yalnız olmayacaksın biliyorum. Ben yanında olamasam da Bora ve ablan yanında olacak.
Bu konuşmayı seninle yüz yüze yapmayı isterdim. Gözlerinin içine bakıp sana nasihatler verirdim. Gözlerinin içine bakamasam da bu satırları seni düşünerek yazıyorum. Sana veda edemediğim için özür dilerim.
Seni seviyorum oğlum.
Tamer parmaklarını göz pınarlarına bastırıp hıçkırdı. Elindeki kâğıdı gözyaşlarından korumak istercesine uzak tutarken omuzları sarsılarak ağladı. Pencereden gecenin karanlığına bakarken boşluğa doğru “Seni seviyorum baba” diye mırıldandı.