Düğün

2103 Words
“Sıradan bir gelinlik istemiyorum,” demişti Rozerin aynanın karşısında dimdik durarak. “Yöresel bir şey arıyorum. Bu topraklara ait, bu halkın geleneğine uygun…” Mağazadaki genç kadın şaşkın şaşkın bakmıştı ona. Başkası olsa en gösterişli, en pahalı olanı ister, herkesi peşinden koştururdu. Ama Rozerin’in duruşunda başkaydı. “Bilmem beğenir misiniz,” dedi kadın, “ama sizin için elimde çok özel bir şey var.” Sonra kabine geçip, dikkatle seçtiği elbiseyi astı. “Buyrun, isterseniz yardım edelim,” dedi. Rozerin elbiseyi aldı, tek kelime etmeden içeri girdi. Ezman koltuğa oturmuş, delirmek üzereydi. Ne yapsa, ne söylese yetersizdi artık. Ve şimdi, kaderin bir cilvesi olarak o kabinin dışında bekliyor, elinde olmadan gelinlik provasını izliyordu. Rozerin kabinden çıktığında etraf sessizleşti. Üzerindeki elbise sanki onun için dikilmişti. “Çok yakıştı, sanki size özel tasarlanmış,” diyen görevlinin sesiyle gözlerini telefondan kaldıran Ezman, gördüğü manzara karşısında bir an nefessiz kaldı. Beyaz bir gelinlik, ancak bu kadar yakışabilirdi birine. Zaten güzeldi Rozerin. Ama şimdi… şimdi bambaşka bir kudret vardı üzerinde. Güzelliğine güveniyordu. Kimseden korkmaz, kimseden çekinmezdi. Ve biliyordu; elini sallasa, arkasına takılmayacak adam yoktu bu şehirde. Zaten mesele de buydu. Bu yüzden, Zinar Ağa’ya “evet” demesi tüm Mardin’i sarsmıştı. Çünkü Rozerin sadece güzel değildi; zeki, kurnaz ve akıllıydı. Sizi suya götürür, susuz getirirdi. “Tamam, bunu alalım,” dedi. “Bedenim de tam oldu. Paketleyin.” “Peki, kına için bir şey bakacak mısınız?” “Gerek yok,” dedi kabine yönelirken. “Onu hallettim ben.” Üzerini değiştirdiği sırada içeri girdi Zinar Ağa. “Tüh, kaçırdım mı?” “Evet, kaçırdın. Ama zaten düğünden önce görmeni istemezdim,” dedi Rozerin soğukkanlılıkla. “İyi bakalım. Hadi gel, kuyumcuya geçelim. Ezman, sen gelinliği teslim al,” dedi Zinar Ağa. Ezman, amcasının Rozerin’in elinden tuttuğunu gördüğü anda elindeki anahtar avucuna öyle sıkıştı ki, parmak aralarından kan sızmaya başladı. “Ezman Bey, eliniz kanıyor,” diyen görevli uzattığı peçeteyi eline verdi. Ezman bastırdı yarasına. Sessizce gelinliği aldı, arabaya yerleştirdi. Sonra da kapının önünde beklemeye başladı. Bu şekilde beklemek… Bu durumu kabullenmek… Ölümden beterdi onun için. Ama nasıl geçip de amcasının karşısına “Ben bu kadını sevdim” diyebilirdi ki? Diyemezdi. Baba yarısına ihanet edemezdi. Hem Rozerin onu temiz, tertemiz sevmişti. Şimdi gözünün önüne o eski gülüşler geliyordu. O zamanlar Rozerin’in yüzünde bir tebessüm olurdu. Aşk, ciğerlerine işlemişti. Ama o gece… Hem sevdiği kadından hem kendinden vazgeçmişti Ezman. O günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmamıştı. Hayatını amcasını korumaya adamıştı. Kendi için tek bir hamle bile yapmamıştı yıllarca. Zinar Ağa, deyim yerindeyse “kilosu kadar altın” almıştı Rozerin’e. Dillere destan bir düğün yapacaktı. Dillere destan bu güzelliği, kendine gelin edecekti. “Aç mısın güzelim? Bir şeyler yiyelim mi?” dedi Zinar Ağa. Eee gelinlik dedi rozerin,ne olacak dedi zinar ağa şimdi hallederiz. “Tamam o zaman,” dedi rozerin. “Bekle, arıyorum,” dedi. Telefonu eline alıp biriyle konuştu: “Oğlum, gelinliği bizim arabaya getir. Biz yengenle yemeğe gideceğiz,” dedi. “Koruma çocuklara söyle, düzgün koysunlar,” diyerek Rozerin’in elinden tuttu Zinar Ağa. “Amca, tek başına gitmesen…” diyen Ezman’a, “Korumalar var. Korkma,” diye cevap verdi Zinar Ağa. Restorana yürürlerken çevreden geçen herkes, “Hayırlı olsun agam! Hayırlı olsun hanım ağam!” diye sesleniyordu. Rozerin yavaş yavaş sahip olacağı gücün farkına varıyordu. Ve bu güç, ona iyi gelecekti. Annesinin dediği gibi… Hep dimdik durmalıydı. Kimseye acımamalı, kimsenin gözünün yaşına bakmamalıydı. Çünkü zamanında, kimse onun gözyaşına bakmamıştı. Şimdi kahrolma sırası Ezman’daydı. Her ne kadar belli etmemeye çalışsa da, Rozerin onun canının ne kadar yandığını biliyordu. Çünkü Ezman’ın onu sevdiğine emindi. Ta ki o güne kadar… Ne olduysa o günden sonra olmuştu. Ama Rozerin’e göre; ne yaşanırsa yaşansın, insan sevdiğinden vazgeçmezdi. Ezman, yapamamıştı. Ve şimdi sadece seyrediyordu. Zinar Ağa’nın “Söyleyin, herkes çıksın,” demesiyle restoran birkaç dakika içinde boşaltıldı. Çünkü Zinar Ağa, gözünden bile kıskanıyordu Rozerin’i. Kimse görmesin, kimse bakmasın istiyordu. Birlikte oturdular, yemeklerini yediler. Oradan buradan konuştular derken konu Ezman’a geldi. “Bir gün bana bir şey olursa, seni ona emanet edeceğim,” dedi Zinar Ağa. “O yüzden iyi anlaşmanızı çok isterim.” Rozerin’in kaşları hafif kalktı. “Benim senden başka kimseye ihtiyacım yok. Emanet olmaya da niyetim yok. Kendi ayaklarımın üstünde durabilirim. Hem… sana bir şey olacakmış gibi niye konuşuyorsun?” Zinar Ağa yüzüne gülümsedi. “Bu topraklarda her an her şey olabilir, güzelim.” Rozerin gözlerini dikti ona: “Ve sen de biliyorsun… Ben kimseye muhtaç olmam.” Zinar Ağa başını salladı. “Biliyorum güzelim. Biliyorum… Zaten o yüzden âşık oldum ya sana. Duruşun, bakışın, kimseye boyun eğmeyişin… Aldı ya aklımı başımdan. Yoksa değil evlenmeyi, ismini bile almaya cesaret edemezdim.” “Başlarda biraz zor olacak belki,” diye ekledi. “Çocuklarla, yengenle, Ezman’la… Ama zamanla alışırsınız birbirinize.” Rozerin net bir sesle cevap verdi: “Bak açık konuşayım… Benim kimseyle anlaşmak gibi bir derdim yok. Anlaşmak istediğim tek kişi var, o da sensin. Aynı çatı altında yaşayacaksak birbirimize saygı duymamız gerek. O ayrı. Ama çocuklarının da başımın üstünde yeri var. Tabii haddini aşmadıkları sürece.” “Sen benim karım olacaksın,” demişti Zinar Ağa, masaya eğilerek. “Sana haksızlık etmek kimsenin harcı değil. Herkes ama herkes sana saygı göstermek zorunda. Göstermeyen… sonunun ne olacağını tahmin bile edemez.” Sonra gülümsedi, “Neyse… Konuşmayalım bunları şimdi. Baş başa yemek yemeye geldik.” Rozerin bakışlarını kaçırdı, ama Zinar Ağa konuyu değiştirmişti bile. “Anlat bakalım, nasıl bir gelinlik aldın?” “Artık düğünde görürsün,” dedi Rozerin kısa bir tebessümle. “Yani ben önceden göremiyor muyum?” diyerek hafifçe yaklaştığında, Zinar Ağa’nın onu öpmek üzere olduğunu fark etti. “Burası yeri değil,” deyip geri çekildi genç kadın. “Haklısın,” dedi Zinar Ağa, ardından yemeğine döndü. Yemekten sonra kapıda bekleyen arabaya binip evin yolunu tuttular. Düğüne yalnızca üç gün kalmıştı. Her şey hızlanmıştı, ama Rozerin’in içi sıkışıyor, nefes alamaz hale geliyordu. Kimseye belli etmeden daralıyordu. “Ben biraz ata bineceğim,” dedi ve çiftliğin arkasından çıkıp dağlara sürdü atını. Her daraldığında yaptığı gibi… Sessizliğe, uçsuz bucaksızlığa kaçtı. Atını son sürat sürdü. Ezman’ın onu terk ettiği o yere… O uçurumun kenarına… İndi, oturdu. Her şeyin başladığı, her şeyin bittiği yerdeydi. Ezman’la burada buluşmuşlardı ilk kez. Tesadüf diye başlamış, aşk diye büyümüştü. İlk kez burada öpmüştü Ezman onu. İlk kez burada söylemişti sevdiğini. Burada sarılmış, burada özlem gidermişlerdi. Gözleri doldu. Aklındaki o soruyu yıllardır cevaplayamıyordu: “Sırf basit bir köylü olduğum için mi terk etti beni Ezman?” Ona konduramıyordu. Çünkü Ezman öyle biri değildi tabi ona göre. Ama işte… O gün burada terk edilmişti. Ve o gün, intikam yemini etmişti. Ama kalp bu. Bir kez acıdı mı, bir daha eskisi gibi olmuyordu. “Demek buradasın…” Tanıdık bir ses yankılandı arkasında. Rozerin, kıpırdamadan oturduğu yerden, “Evet, buradayım,” dedi ve döndü. Ezman, karşısında duruyordu. “Ben buradayım da… senin burada ne işin var?” diye sordu Rozerin. “Bir zamanlar çok sevdiğim biriyle hep burada buluşurdum,” dedi Ezman. Rozerin kaşlarını kaldırdı. “Hayret… Sen ve sevmek yan yana gelecek gibi değilsiniz.” Sonra dönüp Ezman’ın gözlerine dik baktı. “Sen mi sevmeyi biliyorsun? Bana inat olsun diye amcamla evlenmeye kalkan sen mi?” Ezman bir adım attı,rozerin geri çekildi. “Sen kendini fazla önemsiyorsun,. Sen kimsin ki, ben sana inat olsun diye evleneyim?” “haddini bil,” dedi genç kadın. “Asıl haddini bilmeyen sensin!” diye patladı Ezman. “Zamanında benim koynuma giremedin diye şimdi amcamın koynuna mı girmeye çalışıyorsun? Ama buna izin vermem!” Daha sözü ağzından çıkmadan, Rozerin’in tokadı patladı Ezman’ın yüzüne. “Ben senin koynuna girmek isteseydim, şimdi amcanla evlenmiyor olurdum!” Gözleri öfkeyle parlıyordu. “Sen iğrenç bir adamsın Ezman. Hadsizsin. Amcanın gölgesine sığınmış bir korkaksın. Anladın mı? Ve hep öyle kalacaksın!” Ezman, yüzünü okşayarak bileğini yakaladı. “Bir daha böyle bir şeye cesaret edersen, canını yakarım,” dedi dişlerinin arasından. Rozerin gözünü bile kırpmadı. “Elinden geleni ardına koyma! Ne sen, ne başka biri… amcanla evlenmeme engel olamaz. Kendini hazırla Ezman. Çünkü çok yakında senin sandığın her şey… benim olacak!” Sonra atına binip uzaklaştı. Ezman öfkesine esir olmuştu. Ne yapacağını bilmeden sağa sola saldırdı. Ama bilmediği bir şey vardı: Bu öfke en çok kendisini yakacaktı. ⸻ Düğün günü gelip çatmıştı. Ezman kafayı yemek üzereydi. Düşünmekten perişandı. Zinar Ağa ise neşeliydi. Yıllar sonra bulduğu mutluluğun tadını çıkaracaktı. Rozerin odasında, aynanın karşısında oturmuş kendine bakıyordu. Üzerinde yöresel gelinliği vardı. Zadebey Konağı… Ezman’ın ona ilk defa bu konağın adını fısıldadığı o gece aklına gelmişti. “Girenin bir daha çıkamadığı, her odasında bir sır saklayan konak.” Ve şimdi… o konağa gelin oluyordu. Ama Ezman’a değil. Kırk yıl düşünse aklına gelmeyecek birine: Zinar Ağa’ya. Kapı açıldı. “Kardeşim, seni bekliyorlar,” dedi içeri giren genç kız. Rozerin, ona dönüp gülümsedi. “Gelsene. Seninle biraz konuşalım.” “Korkma,” dedi kardeşine, elini tutarak. “Ben bugün gidiyorum ama aklım hep sende. Raziye cadısı bir şey derse, yaparsa… Hemen arayacaksın beni. Kimseye kendini ezdirmeyeceksin. Hep dik, hep güçlü duracaksın. Söz ver bana!” “Söz veriyorum abla,” dedi genç kız gözleri dolarak. “Hadi, çıkalım. Daha fazla beklemesinler,” dedi Rozerin, ayağa kalkarken. “Çok güzelsin…” dedi kız kardeşi hayranlıkla. “Eniştem seni görünce aklını kaybedecek!” Rozerin gülümsedi ama içinde kasırgalar dönüyordu. Çünkü bazı savaşlar… gülümsenerek veriliyordu. Açılan kapıdan içeri giren kardeşi, telaşla seslendi: “Dur, dur! Duvak… unuttuk.” Eline aldığı beyaz tül duvağı Rozerin’in yüzüne örterken gözleri doldu. O an, Rozerin’in içinden bir şey koptu sanki. Bugün onların düğün günüydü. Ama Ezman için… kara bir gündü. Rozerin, bütün asaletiyle indi merdivenlerden. Tüm gözler onun üzerindeydi. “Güzelim,” dedi Zinar Ağa, uzattığı eliyle. Rozerin hiç tereddüt etmeden tuttu o eli. Şimdi ölse, gözü açık gitmezdi Zinar Ağa. Konak kapısında dizilmiş lüks arabalar, avluya doğru ilerliyordu. Zinar Ağa’nın kolunda, yavaş adımlarla yürüyordu Rozerin. Zılgıtlar koptu, silahlar art arda patladı. Erbaniler çalındı, genç kızlar şarkılar eşliğinde etraflarında dönmeye başladı. Telinden duvağına kadar, baştan ayağa bir gelin olmuştu Rozerin… Zadebey Konağı’na, bu kez gelin olarak giriyordu. Düğün başlamış, sıra resmî nikâha gelmişti. “Şahitler kim olacak?” diye sordu memur. Zinar Ağa hiç düşünmeden, “Ezman gelsin, bir de Seymen,” dedi. “Amca, ben olmasam?” diyen Ezman’a bakmadan, “Sen olacaksın,” dedi net bir tonda. Sonra memura dönerek, “Başlayabiliriz,” dedi. Sorular sorulduğunda, Rozerin hiç tereddüt etmeden “Evet,” dedi. Zinar Ağa da aynı kararlılıkla “Evet,” dedi. Tören tamamlandı. Artık resmiydi. Artık Rozerin, Zinar Zadebey’in karısıydı. Fotoğraf çekimi sırasında, Zinar Ağa tüm aileyi bir araya topladı. Ezman kaçıncı kadehini içtiğini bilmeden, elinde bardakla aralarına karıştı. Geldi, Rozerin’in tam arkasında durdu. Deklanşöre basıldığı an… Rozerin’in elini tuttu. Genç kadın hemen çekmek istese de Ezman daha sıkı kavradı. Bırakmadı. Ezman kaybetmişti. Rozerin kazanmıştı. Artık Rozerin Zeyno değil… Rozerin Zadebey’di. Bu geceden sonra yer yerinden oynayacaktı. Ama henüz kimsenin haberi yoktu. ⸻ “Leyla, gelin hanımı odasına çıkar,” diyen yengesine “Tamam,” dedi Rozerin. Her ne kadar içi istemese de… Leyla, duvağını tutup yukarı çıkmasına yardım etti. “İyi geceler,” deyip aceleyle odadan çıktı. Rozerin yatağa oturduğu an kapı açıldı. Ezman’ın annesi… Gülten Hanım. “Duvak örtülü şekilde beklemen gerekiyor,” dedi. “Anladım,” deyip yüzünü tekrar örttü Rozerin. “Adet gereği geldim. Belki… bu geceye kalmamıştır…” Ağzından çıkan cümle henüz tamamlanmamıştı ki… “Dikkat et Gülten Hanım,” dedi Rozerin. “Haddini aşma. Ve lütfen odamdan çık.” Gülten Hanım neye uğradığını şaşırdı. Bir anda beyaz kesildi. Merdivenleri hızla inerken Leyla’ya çarptı. “Ne oldu, bu ne hal?” dedi Leyla. “Sen de abin de benim elimde doğdunuz kızım,” diye fısıldadı. “Bak sana söyleyeyim… Bu kız başımıza bela olacak.” Ve olacak… Hem de öyle böyle değil. ⸻ Zinar Ağa, namazını kılmış, usulca girmişti odaya. Rozerin, onu görür görmez ayağa kalktı. Altınlar, bilezikler… Yetmezmiş gibi bir de yüz görümlüğü taktı karısına. Sonra duvağını açtı, alnına bir öpücük kondurdu. “Evime, hayatıma hoş geldin,” dedi. “Hoş bulduk,” dedi Rozerin, dudaklarında kocaman bir tebessümle. Zinar Ağa’nın eli eline değince, kalbi duracak gibi olmuştu. Adam, adeta 18’lik delikanlıya dönmüştü. “Hadi gel, şunları çıkaralım,” diyerek duvağını açtı, altınları kenara koydu. “Kaçmayacaksın değil mi? Verdiğin sözü tutacaksın.” Rozerin gözlerini kaçırmadan konuştu: “Bu gece olmayacağını biliyorsun. Ama… dayanabilir miyim, onu bilmiyorum.” Zinar Ağa başını salladı. “Bundan sonra her gece bizim,” dedi. Yavaşça gelinliğin fermuarını açtı, elbiseyi aşağı indirdi. Tüm güzelliğiyle duruyordu Rozerin karşısında. Omzuna bir öpücük kondurdu, sonra sarıldı beline. “Yatalım mı artık?” dedi Rozerin. “Yatalım güzelim,” dedi Zinar Ağa. Işıkları kapattı. Ama… Aşağıda bir çift göz, o ışıkları izliyordu. Işıklar kapanır kapanmaz, elindeki kadehi son kez kafasına dikti. Ezman… O an bir damla yaş süzüldü gözünden. Kaybetmişti. Gerçekten… Bu sefer, tamamen kaybetmişti.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD