3 bölüm

3088 Words
"Semih adında bir adam var. Babanın borç taktığı adam." Dedi . Artık kaçıran kişilerin adını bildiğim için polise söyleyebilirdim. Ayağa kalktım. Mert beni merak etmeden buradan çıkmalıydım. Bu çocuk kimdi bilmiyorum ama düşman gibi durmuyordu. Bana babamın yerini söylemişti. Tabi bu zamanında kim dost kim düşman belli olmuyordu. "Baban ile 10 yıllık arkadaşız biz." Dedi kafasına yapışan saçı üfleyerek. Şaşkındım. "Onun her şeyin de yanındaydım." Bu kadar uzun süre babama katlandığı için onu tebrik etmek istedim. "Seni anlatırdı bana. Çok pişmandı." Neden herkes bunu söylüyordu ki? Beni ikna etmek için herkes sözleşmiş gibiydi. Buna inanmak istemiyordum. belki de böylesi geçmişteki yaraları daha az kanatıyordu. İçimdeki ona olan öfkenin ise bir telafisi ve tarifi yoktu. Ne kadar pişman olursa olsundu. Bana kayıp ettiğim yıllarımı geri getiremezdi. Sinan Sanki önümde yalvarıyor gibiydi ama ben soğukkanlılığımı koruyordum. "Herşeyi beraber çözebiliriz. Neler olduğunu biliyorum." Dedi Sanırım yerini de biliyordu. "Yerlerini biliyor musun?" Dedim ve iyice yaklaştım o sırada içeri Mert girdi. Tam zamanında(!) Sinan bağırdı: " Onu neden getirdin?" Paniklemişti. "Her şeyi sen planladın öyle değil mi?" Diye bağırdı Mert. Birbirlerini tanıyor muydular? "Tanışıyor musunuz?" diye sordum. "Babamın iş arkadaşı nasıl tanımam." Çok öfkeliydi. İyice yanımıza sokuldu ve Sinana öyle sert bir yumruk attı ki Sinan kan tükürdü. Sinan'ın hala bu sakinliği koruması beni acayip derecede şaşırtıyordu. "Ne yapıyorsun sen?" Diye bağırdım. Mert'i sakinleşmek zorundaydım. Zaten babamı kaçıran adamın adını almıştık. Polise gidip her şeyi anlattıktan sonra olaylar çözülecekti. Mert'i köşeye çektim. Üstü başı dağılmış haldeydi. Babasını kaybetmek onu darma duman etmişti. Gözleri uykusuz olduğunu ele veriyordu. Stresliydi. " Ben her şeyi öğrenmek üzereydim." Dedim kızarak. Bir anda volta atmaya başladı. Yerinde duramıyordu. "Ya öyle mi? Beni takip ettiğini de anlattı mı?" İşte bunu demesini beklemiyordum. Onu dost sanmıştım. Belkide bizi tuzağa çekmenin bir yoluydu bu. Mert benden daha çok tanıyordu onu. Bu tavırlarına bakarsak da Sinan'ı seviyor gibi durmuyordu. Hatta nefret ediyordu. "Ne?" diye bağırdım. Olayları tam çözeceğim derken sanki daha fazla içine batıyordum. Herşeyin Sinan'ın bir oyunu yada planı olma ihtimali beni korkuttu. Bir insan dostuna bunu yapar mıydı? Yaparsa neden yapardı? "En başından o olduğunu biliyordum." Mert volta atarken basım dönmüştü. Neden bilmiyorum ama bütün şüphelerimi bir kenara bırakıp ona güvenmek istiyordum. "Bana Semih adında bir adamın kaçırdığını söyledi." Dedim. Umarım buradan Sinan tek parça halinde çıkardı. "Nereden biliyormuş?" Bunun cevabı bende yoktu. Omuz silktim. Mert'i bir yere oturttum ve Sinan'ın yanına tekrar geldim. "Neden takip ettiğini açıklamak için iki dakikan var." Dedim. Soğukkanlılığımı hiç bozmuyordum. "Babanın kaçırıldığı yeri bulmak için." Diyerek kendini savundu. İşler iyice sarpa sarıyordu. " Mert'e güvenemezsin." Dedi saçını eliyle tararken. Kime güvenip kime güvenemeyeceğimi bilmiyordum çünkü ikiside yakın zamanda hayatıma girmişti. Bu da tabi haliyle baya beni zorluyordu. Mert yanımıza geldi. Umarım sakinleşmiştir diye içimden dua ettim. "Bakın ikiniz de takip ediyordum. Sadece parçaları birleştirmek için." diye savundu kendini Sinan. Sanırım oda bizim gibi sadece babamı bulmak için çabalayan sıradan birisiydi. Tabi bizden daha iyi olduğu aşikardı. Beni ve babamın tutulduğu yeri bizden önce öğrenmişti. Tek başına babamı kurtaramayacağı için de bizden yardım istiyordu. Yani en azından ben öyle düşünüyordum. Mert sadece gerginlik çıkardığı için onu dışarı çıkardım. konuşmak için fazla vaktim kalmamıştı. Sinan yine sinsi sinsi gülüyordu. Buda beni deli ediyordu. Ciddi bir işin içerisinde idik. Gülünecek bir durum yoktu. " Sana anlatmadı değil mi dedi?" Ağzındaki kan hala görünüyordu ve bu mide bulandırıcıydı. Bende bir yumruk atmamak için kendimi zor tutuyordum. Elimi yumruk yaptım. Tırnaklarım etime batıyordu. "Bir çiftlik var babana ait ve bu çiftliği sana bırakmak istiyor." Dedi alaycı tavrını hiç bozmuyordu. Şu an kesinlikle beni bıraktığına pişman olduğuna inanmıştım. Bir insan ancak bu kadar aptal olabilirdi çünkü. İçim acıyordu çünkü beni hiç tanıyamamıştı. Bir insanın pişmanlığı olmak demek böyle bir şeydi. "Babanın borçları var bana böyle anlattı." Harika şimdi de borçları olduğunu öğreniyordum. Hep başıma daha ne olabilir derken dahası geliyordu. " Sana olan borcundan dolayı da ödemiyor. Tabi biraz da cimrilik var ama sana kalan bir şey giderse vicdan azabı ile yaşayamaz." Bana borcu falan yoktu onunla yıllar önce hesabı kapatmıştık. O hesap tekrar açılmasına gerek yoktu. Eğer açılırsa çünkü ben alacaklı gözüküyor olurdum. Ondan alacağım tek şey geçmişte bana göstermediği sevgi olurdu. Şuanda zaten öyle bir şeye ihtiyacım yoktu. Herşey geçmişte kalmıştı. "Gidip onu ikna edebiliriz. Ben babanı bir kere gittim kurtardım." Dedi yalvarırcasına. Ciddi miydi? Kurtulmuştu ve bana söylememiş mıydı? " İnatçı baban senin mahallene gelince tekrar yakalandı." Şimdi neden babamın bizim mahalle de gezdiğini anlayabiliyordum. " İkinci kere kurtaramam. ama sen olursan onu oradan çıkartırız. Tek derdi düşüncesi sensin. Onu affet ve bitsin bu çile." Dedi tekrar yalvarırcasına. Onun bana mal mülk bırakmasına gerek yoktu onu affetmem için sadece bir özür yeterdi. göz yaşlarım istemsizce yanaklarımdan aktılar. Çok zayıf görünüyordum. Duygularım alt üst olmuştu. "Sen çok güçlüsün." Dedi içimi okumuş gibi. Ne demeliyim bilmiyordum. Kelimeler boğazımda takılı kalıp düğümleniyordu. Eğer bir kelime edersem tuttuğum gözyaşlarının hepsi birden akıp sel olacak gibiydi. Babamın hayatı söz konusuydu. Bir sürü borç yapmıştı ve onun arkasını toplamak bana kalmıştı. Onu affetmeliydim. Artık bu küslük bitmeliydi. Eğer affetmezsem ölecekti. yaşadığım travma o kadar büyük ve ağırdı ki üzerimden atamıyordum. "Bir yere gitmeliyiz." Dedi. Artık ne derse yapacaktım çünkü ona güveniyordum. Güvenmek zorundaydım. Evden çıktık. Mert ile göz göze geldik. "Bizim bir yere gitmemiz gerek." Dedim. Sadece boş boş baktı bana. "Sen evine git. Biraz dinlen benim biraz daha işim var." Dedim. O ise hala boş boş bakıyordu. Benden mantıklı bir açıklama istiyordu ama şuan ben bile yaşadığım durumu mantıklı bir şekilde açıklayamazdım. "Seni bekleyeceğim işin bitince buluşuruz. Baban beni aradı seni çok merak etmiş." Kim bilir neler düşünmüştü. Onu öylece bırakıp gitmiştim. Bana kızgın olmalıydı. Sadece başımla onayladım. Ev darmadumandı. Kim bilir nereye gitmişti. Dışarısı soğuktu umarım dışarda kalmamıştı. "Rıfat baba sana emanet." Dedim Mert'e. Oda benim gibi başıyla onayladı. Sessizce yanı başımızda duran Sinan arka bahçeye doğru yürümeye başladı. Onu takip ediyordum. Adımları hızlı ve uzundu. Ona yetişmek zordu.arabasını arka bahçeye park etmişti. Arabası da orta halli bir insanın alabileceği bir arabaydı. Arabaya bindik. Nereye gidiyorduk bilmiyordum ama çözüme çok yakın olduğumuzu tahmin edebiliyordum. Sürekli toprak arazili yollar ve bol ağaçlıklı yollardan gidiyorduk. Ben sadece dışarıyı izliyordum. Sonunda uzun bir yolculuğun ardından bir çiftlik tarzı bir yere geldik. Hava kararmaya başlamıştı. Kendimi kötü hissediyordum. Sinan arabadan indiği gibi kendinden emin adımlar ile yürümeye başladı. Neresiydi burası? Tatlı gözüken ahşap bir çit kapısından içeri girdik. İçerisi tezek kokuyordu. İki çiftçi kılıklı karı koca bahçe işleri ile ilgileniyordu. Sinan'ı görür görmez tanıdılar. Hemen elini sıktılar ve sarıldılar. "Hoşgeldin oğlum." Dedi kadın sıcak bir gülümseme ile. Sinan; " Tanıştırayım. Asiye hanım ve Enes bey." Dedikten sonra sırıttı. Bugün hiç olmadığı kadar güldüğüne emindim. "Senin çiftliğinin çalışanları." "Senin çiftliğin." Dedim afallayarak. Benim çiftliğim? Benim. Benim bir çiftligim vardı. Babamın bir çiftlik bıraktığını söylemişti ama bu kadar büyük bir yer olduğunu bilmiyordum. Babam bu kadar serveti nasıl kazanmıştı ki? Fakir adamın tekiydi. "Babam ne iş yapıyordu?" Diye sordum hemen. "Bir holding vardı ama battı maalesef." Dedi rahat bir ifadeyle. Ömrümde bu kadar rahat bir holding battığını söyleyen kimse görmemiştim. Aslında hayatımda holding kelimesini bile birinde duymamış olabilirim. Batmış bir holding müdürüne göre babamın durumu bence gayet iyiydi. "Şimdi ben bu çiftlikten vazgeçince babam serbest kalacak öyle mi?" Dedim. Bu kadar uğraşmak yerine keşke yanıma gelip özür dileseydi. Başıyla onayladı. Beni buraya çiftliği görüp babamı affetmekten vazgeçirmek için getirmiş gibiydi. Benim yerimde başkası olsaydı burayı gördüğü anda vazgeçerdi çünkü. Herkes kendi hayatını kurtarma derdindeydi. Ben o insanlar gibi olamazdım. Bu çiftlik iki katı dahi olsa yinede vazgeçerdim. Bir insan hayatının yerine burayı seçemezdim. Seçsemde gece uyuyamazdım. "Gidelim buradan." Dedim. Sinan başıyla onayladı. "Daha içerisini gezecektik." Dedi muzip bir ifade ile. İstemiyordum. Babama ait hiçbir yerde bulunmak istemiyordum. Çiftçilerle vedalaşıp arabaya yöneldim. Onlarda ne olduğunu anlamaya çalışır gibi bakıyorlardı. Sinan ile arabaya bindik. "Seni Mert'e teslim edeyim." Dedi. Sanırım Mert, Rıfat baba ile beraberdi. Bu yüzden reddetmedim. Mert olduğunu tahmin ettiğim bir kişi ile telefon konuşması yaptıktan sonra "Yarın önce kız arkadaşını kurtaracağız. Onlardan birisi götürecek tamam mı?" Dedi. Onlardan birisi ile nasıl anlaşmıştı bilmiyorum ama eğer Çiğdem'e gideceksem her şeye vardım. Yine başımla onayladım. Arabayı çalıştırdı. Beni annemin oteline kadar getirdi. Sanırım Rıfat baba buradaydı. Bu sayede annemlede gorüşebilecektim. Bu kadar olay arasında onu aramayı unutmuştum bile. Aramız Rıfat baba yüzünden baya açıktı zaten. Arabadan indim ve Sinan'a teşekkür ettim. Onunla yarın tekrar görüşecektik. Mert kapıda beni bekliyordu. Burada beklemesine gerek yokdu. Sinan uzaklaşmasını izledim ve Mert'e baktım. "Üzgünüm." Dedi. Neden böyle dediğini anlayamadım. "Sen evine git Mert. Bundan sonrasını ben hallederim." Diyerek onu evine yollamaya çalıştım. Yalnız kalmak istiyordum. "Sana söylemiydim. Bazı şeyleri ama söyleyemedim." Artık bunun bir önemi yoktu. Mert yüzünde ki pişmanlığı görüyordum. Ona babamın bana bırakmaya niyetlendiği çiftliği söylemediği için kızgın kalmam saçma olurdu. "Yarın sizle ben de geliyorum." Diye ekledi. Herşey öğrenmişti yine. Bazen şaşırıyordum ben anlatmadan bazı şeyleri hemen öğrenebilmesine. Dediğim gibi artık olaylara zaten hep beraber batmıştık. Artık daha fazla bu olaylardan onu uzak tutmak için çaba sarf etmek istemiyordum. Beraber içeriye girdik. Otel hep hatırladığım gibiydi. Kırmızı koltuklar ve bol ışıklı bir lobisi vardı. Asansöre bindik. İkinci kata kadar çıktık. 13 numaralı odayı göstererek; "Baban burada." Dedi. Sonra 14 numaralı odaya girdi. Derin bir nefes aldım. Sonuçta iyiydim. Umarım bana çok kızmazdı. Kapıyı çaldım. Rıfat baba kapıyı açtı. İçeriye girip bir koltuğa yayıldım. Suratından bana ne kadar kızgın olduğunu anlamaya çalışıyordum ama o kadar çok düz bir suratı vardı ki ne düşündüğünü yada hissettiğini asla anlayamazdınız. " Buluşma iyi gitmedi mi?" Diye dalga geçti. Ona olanları anlatıp anlatmakla kararsız kaldım. Koltukta yatar pozisyona geçtim. Çok yorgundum. Babamda ayak ucuma oturdu. "Üzülme muhtemelen yer değiştirmişlerdir." Diyerek beni teselli etmeye çalıştı. Demek ki Mert olanları anlatmamıştı. Nedensizce içimi bir kuşku kapladı. Önlemlerini alıp gidecektim. Bir faciayı daha kaldıracak gücüm yoktu. "Annene söyledim sana yiyecek bir şeyler yollayacak." dedi. Gerek yoktu. Kaç gündür dengem şaşmıştı. Ne yemek yemiştim. Ne de doğru dürüst uyumuştum. Canım istemiyordu. Babam radyo ve televizyon kanallarını geziniyordu. En azından babam yanımdaydı. Gidecek bir evim kalmamıştı. Çiğdem'i benden aldıkları gibi evimi de aldılar. Bunlara sebep olduğu için öz babama geçmişte olduğundan daha çok kızgındım. Derken kapı çaldı. Kapıyı açtığımda karşımda annem vardı. " Biraz konuşabilir miyiz?" Dedi. Babama bir bakış attım ve kapıyı kapattım. Yalnız konuşmak istiyordu buda demek oluyordu ki ofisine gidecektik. Onu en son bir 5 sene önce falan görmüştüm fazla oteline uğrayamazdım. O da fazla bizim yanımıza gelmezdi. Rıfat Baba her zaman annemle görüşmeme pek sıcak bakmıyordu. Telefonda görüşüyorduk ve tabii maddi desteği de alıyordum. asansöre bindik. Aklıma evden ayrılacağı gün geldi. Ne çok üzülmüştüm o gün. Daha 18 yaşıma yeni basmıştım. Olaylar o kadar çok hızlı gelişmişti ki doğru dürüst veda bile edememiştik. O gün Çiğdem bizdeydi. Annemin suratına baktım. Buruk bir gülümseme vardı. O gün evi nasıl aradığımızı hatırladım. Evdeki bütün anahtarlar bir anda yok olmuştu. Sonra bulamayınca annem pencereden çıkmıştı. Sonra anlamıştık ki Çiğdem hepsini saklamıştı. Tabi ki Yaprak annem gitmesin diye yapmıştı. Güzel zamanlardı. Asansörden indik ve odasına girdik. Önüme mini ve buzdolabından birkaç parça yiyecek koydu. Sonra bir şişe meyve suyunu masada duran bardağa boşalttı. "Bir şey yemezsen bayılacak gibisin." dedi şaka ile karışık. Sadece bende gülerek karşılık verdim. Olayları az biraz duymuş olmalıydı. Şimdi de olayları detaylı duymak için çağırmış olmalıydı. Kendisine de buzdolabından bir içecek çıkardı ve içeceğini yudumlarken kahverengi patron koltuğuna yayıldı. Olan ne varsa bir çırpıda anlattım. Şaşkın şaşkın her şeyi dinledi. Tabii Mert ve Sinan olan maceramız anlatmamıştım. "Burada güvendesiniz" dedi. biliyordum annem asla ama asla benim kötü bir duruma düşmemi ya da bir tehlikede batmama göz yummazdı. Yavaş ve ağır adımlarla bir dolaba doğru gitti. Ne yaptığını ilk başta anlamamıştım. Sonradan dolabı açtı. Dolapta bir sürü silah vardı. Hatırladığım kadarıyla bir silah koleksiyonunu vardı. Bu kadar çok olduğunu tabi tahmin etmiyordum. korkmamam için bana silah koleksiyonunu gösteriyordu. Gururla; "Her şeyi yapmaya hazırım." dedi ve dolabı kapattı. Umarım onlara ihtiyacımız olmazdı. Annem çok farklıydı. Benim için diğer annelerden daha özel bir anneydi. İlk kocasını trafik kazasında kaybettikten sonra babam ile evlenip beni evlat edinmişti. Eski eşinden kalma mirasla da bu oteli kurmuştu. Gerçekten harika bir kadındı. Müsade isteyip odama gecmek istedim. Yorgundum ve yarın erken kalkacaktım. Annem onayladığını ifade eden bir hareket yaptı. Bende hızla odama geçtim. Babam son ses radyodan müzik açmış oturuyordu. Yaşadığımız olaylar onu da baya kötü etkilemiş olmalıydı. Direk yatağıma geçtim. Yarın benim için yeni bir başlangıç olacaktı. Pek babamın efkarlı müziği yüzünden uyuyamasamda güzel bir uyku çekmiştim. En azından kafasını dağıtacak bir şey bulmuştu. Sabahın ilk ışıkları yüzüme vuruyordu. Ne zaman müziği kapatıp uyumuştu bilmiyorum ama geç yattığı kesindi. Karnımdan guruldama sesleri geliyordu. Odadan çıktım ve yemek salonuna indim. Yemekler açık bufeydi ve tabi patronun kızı olduğunuz için size yemekler torpilliydi. Rastgele bir masaya oturacakken Mert'i gördüm. Benden önce gelmiş olmalıydı. Hemen yanına gidip elimdeki tepsiyle yanına oturdum. Beni görünce şaşırdı. "Günaydın prenses." Prenses? Ona öldürücü bakışlarımı attım umarım ne demek istediğimi anlamıştır. Yemeğimi Rıfat baba uyanmadan yiyip bir an önce gitmek istiyordum. Uyanınca çünkü bir sürü soru soracaktı. Sorduğu sorulara da açıkçası ne cevap vereceğimi bilmiyordum. Mert benden önce bitirdi ve ağzını peçete ile sildi. Bende son lokmamı ağzıma soktum. Ağzım arı sokmuş gibi şişmişti. Hepsi bitsin derken hazmedemeyip boğulacaktım. Mert bu halime baya güldü ve alay etti. Sonunda kurtarıcı bir peçete ile yavaşça hepsini yiyip bitirmiştim. "Sinan ne zaman gelecek?" "Birazdan burada olur." Odama çıkmaya karar verdim. Montumu alıp çıkacaktım. Babam muhakkak beni merak edecekti ama Çiğdem'i getirince çok mutlu olacaktı. Montumu bir yandan giymeye çalışırken bir yandan da otelden çıkmaya çalışıyordum. Otelden çıktığımda dışarda annemi gördüm. Olamaz onun dışarda ne işi vardı ki? Şimdi o da bir sürü soru soracaktı. Mert yanıma geldi ve bize baktı. Annem; "bensiz mi gidiyordunuz?" Ama nasıl? Nasıl haberi olmuş olabilirdi? Mert'e öfke ile baktım. "Ben bir şey söylemedim." Diye kendini savundu direk. "Anneler her şeyi bilir." Dedi sırıtarak. Aslında sadece benim için endişelenmesin diye söylememiştim ama madem bu işin içerisine oda girmişti artık oda kader ortağımızdı. Önümüze bir araba durdu ve içerisinden Sinan çıktı. Bizi süzdü ve; "Bu kadar mıyız?" Diye sorguladı. Hepimiz başımızı evet anlamında salladık. Önde iki adam oturuyordu. Bizde hepimiz arka koltuğa oturmuştuk. Adamlar iki kişi gelmeseydi aslında hepimiz rahat sığardık. Adamlar yine Çiğdem'i kaçıran adamlar gibi mavi bir formaya benzer kıyafet giyinmişlerdi. Sinan nasıl ayarlanmıştı bu adamları bilmiyorum ama umarım gerçekten her şey umduğumuz gibi giderdi. Herşey tekrar saçma bir hale bürünmesini istemiyordum. Annem yerinde duramıyordu. Huzursuzdu. Sanki cebinden bir şey çıkarmaya çalışıyor gibiydi. Adamlar bunu fark etmiş olacak ki dikiz aynasından ters ters bizi dikizliyordu. "Anne lütfen saçma bir şey yapma." diye yalvardım içimden. Annem her ne yapıyorsa aklına koymuştu. Durmaya niyeti yoktu. Elini tuttum. Onu engellemeye çalışıyordum. Benimde hareketlenmem ile Mert ve Sinan da bir şeylerin ters gittiğini fark etmişti. Herkesin dikkatini çekmiştik. Bu da annemi etkisiz hale getirmişti. Tam vazgeçtiğini düşündüğüm ve elini bıraktığım an annem cebinden çıkardığı silahla arabayı süren adamın arkasından kafasına sıktı. Ben çığlık attım. Arabanın camına kadar kan sıçramıştı. Biraz önce birisi vurulmuştu. BİRAZ ÖNCE ANNEM BİRİSİNİ VURMUŞTU. En kötüsü ise şuan bir şoförün olmaması yüzünden arabayla bir yerlere sürükleniyor olmamızdı. Tam önümüzde bir ağaca doğru gidiyorduk. Annem kapıları açtı. "Ne yapıyorsun anne sen?" Diye bağırdım. Vücudum tir-tir titriyordu. Hayatımda ilk defa silahla birisinin vurulduğuna ve öldüğüne şahit olmuştum. Filmlerde izleyince o kadar etkilemeyen şey şuan dibimde olunca o kadar çok adranelin salgılamıştım ki terliyordum ve kalbim yerinden çıkacak gibi hissediyordum. Araba büyük bir hızla ağaca çarptı. Hepimiz aracın içerisinden bir yana savrulduk. Neden yapmıştı bunu? Hepimizi tehlikeye atmıştı. Arabanın ön koltuğunda ki adam yaralıydı ve kaçmaya çalışıyordu. Çiğdem ve annesini kurtarmak için oluşan son şansımızı annem mahvetmişti. "Onlar ajandı." Dedi annem düştüğü yerden zorlanarak kalkarken. Mert ve Sinan ise hafif yaraliydılar ve ağaca yaslanıp oturdular. Etrafa bakındım. Bir enkazın içerisindeydik. Annem bir katildi. Babamın neden annemden bu kadar uzak durmamı istediğini anlıyordum. "Hayatınızı kurtardım." Diye bağırdı ve kaçmak üzere olan adamı tuttu. "Bu adamlar sizi baban ve Çiğdem gibi kacıracaklardı." Haklı olma payı vardı ama birini öldürmek zorunda mıydı? "Otelime gelen müşterilerden, otelime gelen her müşteriyi tanırım. Sandığınızdan daha büyük bir şeyin içerisindeyiz. Öylece elimizi kolumuzu sallayarak gidip kimseyi kurtaramayız." Dedi. Harika hem diyordu ki arkasında büyük bir şey var, hem de gidip birini öldürüyordu. Zaten arkasında büyük ve güçlü kimse olmasaydı gelip güpegündüz adam kaçırmazlardı. Sinan; "şimdi ne yapıcaz." Zavallı Sinan. Ona uzlaşma yoluna gideceklerini söyleyip kandırmışlardı. Peki bu adamların bizle derdi tam olarak neydi? Annem sıkıca tuttuğu adamı kemeriyle ağaca bağladı ve konuşturmaya çalıştı. Tek şansımız oydu. Issız bir yerde bir ölü bir araba enkazının etrafında öylece durmak beni baya rahatsız ediyordu. İstesek buradan gidebilirdik ama tek şansımız bu adam olduğu için konuşmasını beklemek zorundaydık. Saatler geçti ve neredeyse artık akşam oluyordu. Adamın konuşmaya niyeti yoktu. Hepimiz üşümüştük Mert biraz çalı getirdi ve ortaya yaydı. Sanırım bu geceyi burada geçirecektik. Sinan ve Mert ateş yaktılar. Biraz olsun ısınıyordum. Mert ve Sinan Ateş yaktıktan sonra keşif için ayrıldılar. Yanımda annem varken korkmuyordum çünkü eğer tehlikeysem gözünü kırpmadan birini öldürebileceğini gördüm. Dizine yattım. Saçlarımı okşuyordu. Bana çocukken mırıldandığı ninniyi söylüyordu. Şuan ne kadar huzursuz olsam da onun ses tonu beni rahatlatıyordu. Sinan elinde kürekle geldi. Mert'in elindede fener vardı. Nereden bulmuşlardı bunları? "Yakınlarda terk edilmiş bir kulübe var." Dedi Mert. Hep beraber kalktık. Üzerimiz toprak olmuştu. Sinan elindeki kürekle toprağı kazıyordu. Ne yaptığını anlamıştım. Mert; "Benimle gelin." Diyerek elinde fenerle yürümeye başladı. Annem ise rehinemize bir yumruk attı ve; "bütün bir gece burada bağlı kalmak istemiyorsan konuş. Zaten korkmuş ve üşümüş olan rehine konuştu; " Buradan 15 kilometre ileride bir kulbude tutuluyor sizin arkadaşınız." Dedi yalvarırcasına. "Kulübe kırmızı." Diye ekledi. Annem onu çözmesi ile kaçması bir oldu. Baya korkak birisiydi. Sinan'a baktım arabanın içersinden cesedi çıkartıyordu. Annem elimi tuttu. "Gitmeliyiz." Başımı tamam anlamında salladım. Mert ile buldukları kulübeye girdik. Kulübede elektrik vardı. Tabi ısıtıcı da. Hatta biraz yemek bile vardı. Birazını Sinan'a bıraktık ve yemeği bölüştük. Rıfat baba şimdiye deli olmuştur çünkü telefonum bayağıdır kapalıydı ve ona da sabah bir şey demeden çıkmıştım. Annem ikimize bir yatak yaptı ve kendi yatağına yattı. "Sabah Çiğdem ve annesini kurtarıp bir araba çağırırım. Ordan gideriz. Şuan çok yaklaştık." Dedi. Haklıydı. İçeriye Sinan girdi. Üstü başı çamur olmuş haldeydi. Bir köşeye oturdu. Annem onun kim olduğunu henüz bilmiyordu. "Babamın en yakın arkadaşlarından birisi, Sinan." Diye tanıttım. Bize bu yolculukta çok yardımcı olmuştu. Mert ile de araları artık o kadar kötü değildi. Baya kanka olmuş gibiydiler. Babamı kurrtarmaya çok az kalmıştı. Annem ile ben bir yerde Mert ve Sinan ayrı bir yerde yattılar. Sabah ışıkları bugün yüzüme vurmamıştı. Sırtım ağrıyordu. Herkes hala uyuyordu. Uyandım. Yemek stoğunu dün hepsini yemiştik. Bu yüzden bugün bütün işi bitirip bir an önce eve yani babama gitmek istiyordum. Annemi dürterek uyandırdım. Annem belini tutarak uyandı. Muhtemelen onunda sırtı ağrımıştı. Saat kaç bilmiyordum ama harekete geçmeliydik. Sinan ve Mert'i uyandırdım. Sanki hiç uyumamış gibiydiler. Perişan haldeydiler. Hepimizin yıkanmaya ihtiyacı vardı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD