2 bölüm

3122 Words
Rıfat baba Meraklı gözlerle bana baktı. Ne demeliydim bilmiyordum. "Benim çıkmam gerek." Dedim sadece. Rıfat Baba'nın kaşlarını çattı ve; "Sen hasta değil misin kızım? Nereye bu soğuk da?" "Mert aradı konuşmak için çağırıyor babamla ilgili bir gelişme olabilir." Dedim ve çıkarttığım montu tekrar giydim. "Evde iki dakika durmuyorsun sürekli gidiyorsun yüzüne hasret kaldım." Dedi sıkkın bir ifade ile. Yanağından öptüm ve; "Gelince konuşuruz tamam mı? Sen şimdi Çiğdem ve annesini karakola kadar götür istersen." Dedim ve şirin görünmeye çalıştım. Sanki ondan devamlı kaçıyor gibiydim ama bu olaylar bitince onunla geçirecek bol bol vaktim olacaktı. Rıfat baba köşede kendi halinde oturmuş Mihriban teyze ile Çiğdem'in yanına oturdu. "Aç mısınız bir şeyler hazırlayalım mı?" Dedi sıcak bir ifade ile. Mihriban teyze elini yok istemem anlamında salladıkdan sonra; "Biz bir an evvel karakola girelim." Dedi Rıfat baba kafasını tamam anlamında salladı ve; "Gelince yersiniz o halde. Oradan sizi de bir doktora götürürüm." Mihriban teyzenin ne kadar tedirgin olduğunu ilk ele veren hareketleriydi. Huzursuz olduğu belliydi. İkiside bizde kalacaklardı. Onlar için elimizden geleni yapacaktık. Artık onlar korkusuzdu. Olcay abiden korkmuyorlardı ve bunu yüzünden anlayabiliyordum. Olcay abi de cezasını çekecekdi. Hiç bir şey olmasa en azından uzaklaştırma alırdı. Buda onlara yeni bir hayat kurmak için zaman kazandırırdı. Yeni hayatlarının her bir adımında onlara yardım edecektik. Çiğdem benim kardeşimdi. Aynı Hilal gibi. Hep beraber evden çıktık. Rıfat baba beni de bırakmak için ısrar etse de ilk başta kabul etmek istemedim ama sonradan kabul ettim. Onu kırmayı istemiyordum. Onun bu tavırlarına bayılıyordum. Arabaya binmek için adım attığım an evimizin önünde bir araba durdu. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Arabadan kirli sakallı mavi üniformaya benzer kıyafetli ellerinde plastik kelepçe olan uzun boylu iki adam indi. Tekin adamlara benzemiyorlardı. Gözlerimi onlardan ayıramıyordum. Çiğdem ve Mihriban teyzenin yanına gidip ellerini plastik kelepçe ile ters kelepçelemeye çalıştılar. etraf kalabalıklaşmaya başlamıştı ve bu durum onların pek hoşuna gitmediği bariz belliydi. Rıfat baba telefondan polisi ararken Mihriban teyze ve Çiğdem çürümüş bedenleri ve kızarmış gözleri ile sanki "bizi kurtarın" dercesine bakıyorlardı. Çiğdem'e koştum. "Bırakın onları!" Bırakmayacaktım. Onlar benim ailemdi. Ailemi bırakamazdım. Çiğdem'in kolunu sertçe tuttum. Neredeyse hardal rengi paltosu elimde kalacaktı ama adamlardan birisi beni sertçe itmesi ile yere düştüm. Afallamıştım. Rıfat Baba hararetli bir şekilde polise olan olayı anlatmaya çalışıyordu. Bir yandan da gözü bendeydi. Ailemi arabaya bindirdiler. kurtaramıyordum. Gitmelerine izin veremezdim. Kimdi bunlar? ne istiyorlardı ailemden? Son kez bağırdım. "Bırakın ailemi!" Ne kadar bağırsam da fayda etmiyordu. Çoktan arabaya bindiler ve yola koyuldular. Rıfat baba öfke ile arabanın koltuğuna geçti. Sanırım ne yaptığını anlamıştım. güpegündüz adam kaçırıyorlardı. ilk defa Rıfat babayı bu kadar çaresiz bakarken görüyordum. Boş duracak vakit olmadığını bildiğimden direk aceleyle telefonumu aldım ve polisi arayıp hangi caddede olduğumuzu bildirdim. Polis ekibi ise yolda olduklarını belirttiler. Bu sayede bulmaları daha kolay olacaktı. Öndeki araba o kadar çok hızlıydı ki arayı açıyorlardı. Arabanın ne kadar hızla gittiğine bakınca fark ettim ki son hız gidiyorduk. Bugün ilklerin günüydü. Rıfat baba ilk defa arabayı bu kadar hızlı kullanıyordu. Çocukken ben okula giderken de bu kadar hızla sürmüş olsaydı hiç bir derse geç kalmazdım. Arabalar ne tarafa gittiğine baktığım an beklenmedik şekilde sağa döndüklerini gördüğüm andı. Rıfat baba da o kadar ani dönüşe hazır olmadığı için döndüğünde emniyet kemerinide bağlamamış olduğum için kafamı sağ cama çarptım. Afallamış bir şekilde dikiz aynasına bana bakıyordu. kendime dikiz aynasından gördüğüm an kafamdan kan akıyordu. Rıfat Baba'nın afallaması bizi yavaşlatmıştı. Tabi son hızla giden arabayı da kaçırmıştı. Rıfat baba; "Kahretsin!" diye bağırdı ve kızgınlıkla kornaya basıyordu. Daha çok kornayı döver gibi bir hali vardı. Arabadan indi ve kapımı açtı. Ben hala olayların şokunu üzerimden atamamıştım. Dışarı çıktım. Ciğerlerine oksijen girmesine izin verdim. O kadar çok adrenalin salgılamıştım ki. Kalbimin hala atışını duyabiliyordum. Yanımızdan birçok polis aracı geçiyordu. Nasıl bir şeyin içine düşmüştük böyle? Rıfat Baba arabanın bir köşesinden çıkardığı bezle kafamı silmeye başladı. "Bir şeyim yok iyiyim." dedim ve onun telaşlı suratının dağılmasını bekledim. Nihat bir polis aracı yanımızda durdu. İfade vermemiz gerekiyordu. Polisler bu olayı çözeceklerdi. Çözmeleri gerekiyordu. "Olay tam olarak nasıl oldu?" babam elindeki bezi alnımdan indirdi ve olayları anlatmaya başladı benim konuşacak halim yokdu polis memuru ise her söylenileni hem yazıyordu hem de anladığını ifade eden bir işaret yapıyordu. Rıfat baba anlatırken olayları yaşıyor gibiydi. En son da dehşete düşmüş gibi eliyle ağzını kapattı. Polis memuru yanıma yaklaştı. "Siz iyi misiniz hanımefendi? kafanıza onlar mı vurdu?" Diye sordu. Rıfat baba benim cevap vermeme izin vermeden direk atıldı "Arabada oldu. Ufak bir kaza." "Bir doktora gitseniz iyi olur." dedi elindeki telsizle kafamı işaret ederek. "Ben iyiyim teşekkür ederim." Dedim. Daha sonra telefonumun titreştiğini hissettim. Bir çok çağrı vardı ve hepsi Mert'ten idi. Üzgünüm Mert şu an daha önemli işlerim var diyerek kendi kendime söylendim. Halada ısrarla çalıyordu. Sanırım açmadan rahatlamayacaktı. Olay yerinden uzaklaştım ve telefonu açtım. "Efendim?" " Gelmedin?" Gelmiyorsak vardı bir sebebi. "Arkadaşım kaçırıldı Mert." dedim öfkeyle. "Ne?" Diye sorguladı. "Sana gelirken oldu. Şu an müsait değilim." Dedim ve telefonu kapatmaya yeltendim. "Beni dinle." Dedi telaşla. Neyin telaşıydı bu? Cevap vermesini bekledim. " Babam sizin mahalleye kadar gelmiş." Bu kelimesi ile kaçırılma şokundan sonra geçirdiğim ikinci en büyük şoka girdim. Bu adam kayıptı. Ne ara benim mahalleme kadar gelmişti? Niye gelmişti? Neredeydi bu kayıp olduğu süreç boyu? Kafamda oluşan milyonlarca soruların sonu gelmiyordu. "Bu sabah bir dükkan kamerasından görünmüş baban iki görgü tanığı var." Dedi ve duraksadı. Soluksuz anlattığı şeyleri anlamlandırmaya çalışıyordum. "Üzerinde bordo Panço olan ve sarı montlu bir tanıdığımız var. Plakayı kameranın bakış açısının göremiyoruz ama görgü tanıkları görmüş olmalı." Başımdan kaynar sular aktığını hissettim. Kırmızı pançolu kadın ve hardal rengi montlu kız Çiğdem ve annesi olabilir miydi? Eğer onlar ise şu an kaçırılmışlardı. Donakaldım. Öz babamın kaçırıldığını görmüşlerdi. Buna inanamıyordum. Görgü tanığı bir yarım saat önce dibimdeydi. Demek bu yüzden bu kadar şikayetçi olmak için ve polise gitmek için bu kadar ısrar ediyorlardı. Mert'in sesiyle sesiyle irkildim. Hala telefondaydı ve kapatmamıştım. "Orada mısın?" Kendimden emin bir ifade ile; "Evet ve görgü tanıklarını galiba tanıyorum." Dedim. Yine "Ne?" diye bağırdı. Ona açıklayacak zamanım yoktu. "Sonra ararım seni kapatmalıyım." Dedim ve daha fazlasını konuşmasına izin vermedim. Elbette sadece montdan tahmin yürütemezdik. Emin olamazdık ama emin olmanın da bir yolu vardı. Bana şaşkın ve yorgun bakan Rıfat baba ile gözlerimiz kesişti. Polisler arabaya binmek üzere olan polis memurunun yanına koştum ve durdurdum. "Mehmet Çınar adlı şahısın kayıp olması ile ilgili bir şeyler biliyorum." Dedim ve kısa bir duraksama sonrası "Sanırım." Diye ekledim. Hala emin olamıyordum. Güvenlik kameralarına bakarsam belki emin olabilirdim ama inanın bana emin olmak istemiyordum. Mahallede onların giyen başkaları olamaz mıydı? Polis memuru bana döndü: " Ne biliyorsunuz?" dedi sorgular bir yüz ifadesi ile. " Görgü tanığının tanıyor olabilirim." Bana öyle bakıyorlardı ki sanki dediklerimi uyduruyor muşum gibi hissettim. "Kamera görüntülerine baksanız kişiye teyit edebilir misiniz?" dedi sert ve duygusuz bir ifade ile. "Evet." diyerek yanıtladım eğer onlar değilse bile bizim mahalle olduğu için yardımcı olurum diye düşünüyordum. Tabi ilk başta babamın bizim buralarda neden gezdiğini çozebilseydim daha iyi olacaktı. En azından denemek istiyordum. Rıfat Baba yanıma yaklaştı. Dışarda durmaktan hayliyle üşümüş gibi bir hali vardı. Bir an önce eve gidelim der gibi bakıyordu. Merak etme baba. Gidecektik. Polis araçlarına binip karakola geldik. Karakola gelmek ve bir sürü polis üniforması giyen insanın içinde olmak beni baya ürpertiyordu. Hayatım iki günde aksiyon filmine dönüşmüştü. Sonunda bizi bir odaya soktular. Bir bilgisayardan görüntü açtılar ve kenara çekildiler. Kamera kayıtlarını defalarca kere izledik. Rıfat baba ilk gördüğünde şok geçirdi. Aynı benim gibi. İkimizde birbirimize baktık. Ona; "Onaylayalım mı?" der gibi baktım. Bakışlarımın hemen anlamını çözmüştü. Bizden cevap bekleyen polislere döndük. Rıfat baba sıkıldığından mı yoksa benim konuşmamı istediğinden midir bilemem ama hava almak için izin isteyip çıktı. Karar apaçık ortadaydı zaten. "Evet amirim tanıyoruz. Bugün kaçırılan arkadaşımız Çiğdem Soylu ve annesi." dedim bir solukta. "Emin misiniz?" Diye teyit etmek istedi polis memuru. Ben sadece başımla onayladım. Davranışları, duruşları... Evet kesinlikle bunlar oydu. İnsan arkadaşını, yıllarca yan yana olduğu kişiyi tanıyamaz mıydı? ben tanımıştım. Bunlar Çiğdem ve annesiydi. Kesinlikle onlardı. Parçalar yavaş yavaş yerine oturuyordu. Odadan dışarı çıktım. Rıfat baba kapıda beni bekliyordu. Koluna girdim. Baba kız eve geldik. Evde ise Rıfat Baba'da bir tuhaflık vardı. Yerinde duramıyordu. Sürekli geziniyordu. Huzursuzdu. Birden bütün pencereleri ve kapıyı kilitledi. Bu yaptıkları beni daha da geriyordu ve korkutuyordu çünkü bir görgü tanığı da bizdik. Zinceleme olarak düşünürsek sıradaki kurban bizdik. Babam yanıma oturdu. "Bu işin içinde bir iş var Bahar." Dedi kuşku ile. Babam bir şeylerden kuşkulanmıştı. Zaten bende bu adamların mafya falan olmadığını biliyordum. Daha farklı ve daha karışık bir durum içerisindeydik. Tehlikeli bir işin ucundan kıyısından bulaşmıştık. Yapbozun tam resmini henüz göremiyorduk ama görünce pek hoşumaza giden bir manzara ile karşılacağımızı düşünmüyordum açıkçası ben. Adamlar üniformalıydı. Resmi bir şey olduğu belliydi. Bunu anlamamak için aptal olmak gerekirdi. Ayrıca güpegündüz adam alıkoymak da kolay bir şey hiç değildi. Sağlam bağlantılar şarttı. Babanın hislerine bilgilerine hayrandım çünkü aynı şeyleri hissedebiliyorduk. Burada böylece durmak hoşuma gitmiyordu. Ne yapacağımı bilmemek de beni yoruyordu. Hastalığımı yeni yenmiş iken ordan oraya koşmak zorunda kalmıştım. Babam akşam yemeği için küçük bir sofra kormuştu. İkimizinde boğazından yemek geçmeyeceğini biliyordum. Babam sadece çay içti. Ben ise salata yedim. o sırda sessizliği kapının çalması bozdu. Babam odasından tüfeğini aldı ve kapıyı açtı. Olanları biraz abartıyor gibi gözükse de her zaman tedbirli olması hoşuma gidiyordu. Kapıyı açtı namlusunun ucunda Hilal vardı. Korkmuş şekilde ellerini havaya kaldırdı. Durum ne kadar ciddi gözükse de Hilal bu hali baya şirin ve komikti. Rıfat Baba Hilali görünce önce içeri girmesini bekledi ardından dışarı çıkıp dışarıyı kolaçan edip Hilal içeri girer girmez kapıları kilitlemeye başladı. Hilal olanlardan habersiz bir şekilde ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Yanıma oturup bugün kafamın vurduğum yere dokundu. " Buraya ne oldu?" " Ufak bir kaza" diye geçiştirdim. "Ufak bir kazaya benzemiyor." Dedi kuşkuyla. Ben cevap vermeyince beni soru yağmuruna tuttu. O kadar çok soru soruyordu ki hangisine ne cevap vereceğim diye şaşırmıştım. Babam köşesinde çay içmeye koyuldu. Her zaman olduğu gibi sessizliğini koruyordu. Ona olanları anlatmak zorunda hissettim kendimi. Olanları anlattım. Anlatırken hiç bir detayı atlamamaya çalışıyordum. Hala kendimi suçluyordum. Kurtaramamıştım. Hilal banyodan ecza dolabında ne varsa getirmişti. Kafamdaki yaraya biraz tentürdiyot sürdükten sonra gazlı bezle yara bandı yapıştırdı. Çayını çoktan bitirmiş eski gazeteleri okuyan Rıfat babaya bir bakış attım. Ne zaman canı sıkılsa gidip eski gazeteleri karıştırdı. Sırtımı sıvazladı. Konuşacak artık dermanım kalmamıştı. Sadece gözümden istemsizce akan yaşları siliyordum. Mutfakta peçete aldım. Hilal'in gözyaşlarını sildim. Babam hala düşünceliydi. Kim bilir neler düşünüyordu. Gazetesini katladı. Gece boyu huzurduk. Haliyle sabaha kadar kimse de düzgün bir uyku çekememişti. Gece boyu sürekli uyuyup uyanmıştık. Gece boyu evin içerisinde sürekli köşe kapmaca oynamıştık. Sabahda olanlar farklı değildi. İçimizdeki korku, sevdiklerini kaybetme korkusu uykudan daha ağır bastığı için uykusuz bir şekilde kahvaltı masasındaydık. Rıfat Baba tahmin ettiğiniz üzere çaysız bir dakikası yoktu. Hilal kafasını koltuğun üzerine yaslamış öylece oturuyordu. açıkçası benim de karnım aç değildi. Telefonumu elime aldım. Yine Mert'ten cevapsız çağrı vardı. Acaba yine neden aramıştı. Onu bir önceki sefer ekmiştim. Normalde insanları eken bir insan değildim. Onu aradım. Arar aramaz açtı. Bu çocuk telefonuna yapışık mı yaşıyordu? Nasıl bu kadar hızla açmıştı? Bu aceleciliği beni şaşırtmıştı. Umarım kötü bir haber vermek için aramamıştır diyerek içimden dua ettim. " Bahar nasılsın?" Neden beni merak ediyordu ki? "İyiyim neden?" "konuşmamız gerek. söylediğim yere gelir misin?" İlk çağırdığında Çiğdem görgü tanığı olmuştu bu sefer de Hilal ile ilgili bir şey söylerse sanırım düşüp bayılırdım. İkidir beni çağırıyordu. Demek ki önemli bir şey kesinlikle vardı. Beni ayağına çağırıyordu. Ne söyleyebilirdi ki? Hızla odaya göz gezdirdim. belki Çiğdem hakkında bir haber almıştı. Bunu kaçırmazdım. "Tamam bekle geliyorum. konum at." Diyebildim. Babam ne olduğunu anlamamış bir şekilde bakıyordu. Hala iyileşmemiş olduğumu düşünüyordu. Bu koşturmaca da beni bayağı yormuştu. Güçlü görünmek zorundaydım. "Mert sanırım bir şeyler biliyor." Dedim. Bir yandan da hazırlanıyordum. Hilal gözüyle beni takip ediyordu sadece. Montumu giydim. Rıfat baba her zaman ki gibi benim için telaşıydı. Dışarı çıktım. Direk soğuk hava yüzüme çarptı ve burnum yandı. Burnum hassastı. Aşırı soğuklarda ilk etkilenen daima burnum olurdu. Mert'in Bana attığı cafe bize yakındı. Bu da demek oluyordu ki buralara kadar gelmişti. konumu bulmam ve gelmem uzun sürmemişti. Mert'in masasına oturdum. Benden önce gelmişti. "Neden geldin?" diye konuya girdim. Sabırsızlık kanımda vardı. "Önce bir şeyler içemez miydin?" Yaprak hanım bana sürekli para gönderdi evet uzakta ya da ama bu bağlantımız yok demek değildi ama parası da bayağı az kalmıştı. Sanırım bir capicino içecek param vardı. Geçen garsonlardan birinden capicino istedim. Garson Siparişimi onayladığını ifade etmek için başını salladı ve uzaklaştı. "Konuya gelecek misin?" diye zorladım Çiğdem ise konu bunu hemen öğrenmeliydim çünkü gittikleri yer nasıl bir yerdi bilmiyordum. " Sadece sohbet etmek istedim." Ciddi miydi o? Ben buraya ne umutlarla ne paranoyalarla gelmiştim. Fazla vaktim yoktu. "Ne hakkında?" Dedim merakla. "İstersen önce sen anlat" dedi ve ellerini keletleyip masanın üzerine koydu. "Beni eken ve arkadaşının kaçırıldığını iddia eden sensin " diye ekledi. Onun yaşadığım aksiyon sahnesinden haberi yoktu. "Görgü tanığını tespit etmişsin" dedi ve hala benden cevap bekleyen bakışlar attı. "Kaçırılan arkadaşım bu sabah babanı goten görgü tanığı." Dedim bir nefeste yavaş yavaş anlatacaktım çünkü anlaması zor bir konuydu. "Ciddi misin sen?" Dedi ve anlattıklarımın gerçekliğini sorguladı. Hiç olmadığım kadar ciddiydim. "Görgü tanığı olduğu için onlarında baban gibi kaçırdılar." Dedim. Ne diyeceğini bilemeyen ve şaşkın suratla öylece bakıyordu banave konuyu değiştirmek istedim. "Sen hakkında konuşacaktın?" Oda sanırım anlatacakları vardı ki hemen konuya girdi. "Baban hakkında." Ben onun adını dahi duymak istemiyordum. "Konuşmak istemiyorum." Diye karşı çıktım. Neden babam hakkında konuşmak istiyordu ki? Önüme servis edilen kapicino bakarak; " Bak baban hep seni özledi tamam mı? Sürekli adını sayıklardı. Çok pişmandı. Evet yaptıkları kötü şeylerdi ama çok ama çok pişman. Hep kendini affettirmek isterdi." "Ben de buna inandım." diyerek surat astım. "İsteseydi gelirdi. Pişman olan adam ne olursa olsun gelirdi. Yıllarca gelmedi. Umurunda değildim. Kendine benim ailemden daha güzel bir aile kurdu. Olan şey sadece bu." dedim anlamasını bekleyerek. "Yanılıyorsun." Dedi. Meden hala ısrar ediyordu ki. "Neden hiç size gelmedim biliyor musun? O beni yetimhaneye bırakacak, kimsesiz gibi ve sonra ben de onun kurduğu mutlu aile tablosu içine bir anda gireceğim ve mutlu mesut yaşayacağız. Öyle mi olur sanıyorsun?" " Hayır." diyerek karşılık verdi. Alaycı tavrım onu deli etmişti. Ne demeye çalışıyordu bilmiyordum ama daha fazla bu konu hakkında konuşmak istemiyordum. "İzninde dedim." de kalkmaya yeltendiğimde kolumu tuttu. "Özür dilerim." Dedi ne için özür diliyordu ki? "Seni üzeceğimi tahmin etmedim." Dedi mahcup bir ifade ile. Öz babam hakkında çok doluydum. Beni üzmekten çok sinir etmişti. "Beraber çıkalım." Diye teklifte bulundu. "Gerek yok." Diyerek reddettim. "O zaman eve bırakayım?" "Tamam." Dedim. Bu çocuk beni sinir ediyordu. ikimiz de aynı anda ayağa kalktık ve kafeden çıktık peşimden geliyordu. Eve geldiğimde ise çok büyük bir şoka girdim. Baharın yaşadığı en büyük üçüncü şok dalgası diye tarihe geçecek kadar çok şoka girmiştim resmen. Çünkü evi darma duman etmişlerdi. İçimden çığlık atmak geliyordu. Anılarım... Evim... Bu kadarı çok fazlaydı. Her şey ya yere düşmüş ya da kırılmıştı. Sanki evin içerisinde öküz tepinmiş gibiydi. Buraya ne olmuştu bilmiyordum. Kim neden böyle bir şey yapar aklım almıyordu. En önemlisi ise babam ve Hilal neredeydi? Gelen kişi her kimse evden muhakkak bir şey aramıştı. Mert'e baktım içerisine çoktan girmişti. "Demek böyle bir yerde yaşıyorsun." Alay mı ediyordu ciddi miydi anlayamadım. Arkamdan bir elin bana dokunması ile korkuyla arkamı döndüm. Bu defa babamdı. "Baba diyerek sarıldım." "Buradan gitmeliyiz." Dedi acale ile. İyide nereye gidecektik. "Hilal?" Diye sorguladım. " Onu evine bıraktım." İçim bayağı bir rahatlamıştı. Kardeşlerinden birine daha bir şey olması düşüncesi bile benim için çok korkunçtu. Evi bu hale getiren kim bilir bizi bulsa ne yapardı. "Onlar gelmeden evden çıkmayı başardık merak etme." Tekrar derin bir nefes aldım. Bizden ne istiyorlardı?" Borçlu olan biz değildik. Eve göz ucuyla baktım ve birkaç eşya aldım. Evden tam çıkacakken masanın enkazın olduğu yerde bir kağıt gözüme çarptı. Merte göz ucuyla baktım. Düşen saksıları kaldırmakla meşguldü. Rıfat baba ise telefonla konuşuyordu. Yerdeki kağıdı aldım. Bir adres vardı. Bu bir tuzak mıydı, yoksa ipucu mu? Karar veremedim. Mert yanıma geldi ve kağıda baktı. içimi okumuş gibi; " Bu bir tuzak." Dedi. Ben sadece çiğdem'i görmek istiyordum. İsterseniz siz buna takıntı deyin isterseniz başka bir şey. Bu adreste ona dair bir şeylerin olma ihtimali vardı. "Gitmeden bilemeyiz." dedim. Mert; "Her şey ortada değil mi? senin de peşindeler. Seni bulmak için buraya geldiler ve bulamayınca bu adrese buraya atıp gittiler." diyerek beni vazgeçirmeye çalışıyordu. Vazgeçmeye niyetim yokdu. yokluğunu fark etmediğim Rıfat Baba yanımıza geldi. "Neler oluyor burada?" Kağıdı gösterdim. Mert gitmeye hazırlandığı anda babam Mert'in kolundan tutarak; "Hiç kimse bir yere gitmiyor." "Ben de geliyorum." dedim. Yalnız gitmesine asla izin veremezdim. Rifat baba kafasını olumsuz anlamda salladı. " Adamların neler yaptığını görmüyor musunuz? Canınıza mı susadınız?" ikinizi de öldürürler." Diyerek bize kızdı. Haklıydı evet ama bazı zaferleri risk almadan kazanamazdık. Kendimi öylece riske atmaya tabiki istemiyordum ama seçeneklerimiz kısıtlıydı. "Buraya kaç kişi geldi? kimler geldi?" "Bilmiyorum Hilal ile canımızı zor kurtardık onu bıraktığım esnada her şey olabilir." Dedi. " Bakın gerekli yerlere durumu bildirim artık daha fazla burada o duramayız." Diye ekledi. Benim vazgeçmeye niyetim yoktu. " Üzgünüm baba." diyerek evden çıktım arkana bakmadan gidiyordum elini hızlıca bir yere vurduğunu duydum. İçim acımıştı. O basının çaresine bakardı. Beni affedicektir. Önceliğim şu an bulunduğum durumu çözmekti. Bu durumu çözmeyi hiçbir şeyi istemediğim kadar çok istiyordum çünkü bu işe sürekli daha fazla bataklık gibi baktıkça batıyordum. Bu durumu çözmeye niyetliydim. Çözene kadar da durmayacaktım. Mert'i ne kadar yanımdan uzak tutmak istesem de sanırım artık beraberdik. Ondan kurtulamıyordum. Mert ısrarları sonucu arabası ile konuma vardık. Ona dışarıda kalmasını ve birisi gelirse bana haber vermesini istedim. Surat asarak torpidosuna bir silah çıkardı. "Kullanmasını biliyor musun? "koy onu yerine." Diye bağırdım. Bir silah kullanmak istemiyordum konuşarak anlaşma taraftarıydım. "İçeride sen tek başına öldürsünler diye mi?" Tabiki kullanmayı bilmiyordum. Hayatım boyunca kullanmak zorunda kalmamıştım. Kullanmak zorunda kalacak bir hayatım da olmamıştı. Ta ki öz babam hayatıma girene kadar. Nasıl kullanacağımı ve nasıl tutacağımı gösteriyordu. Anlatımı bitince anlayıp anlamadığımı ölçmek için suratıma baktı. "Bacaklarına sıkacaksın. insanları öldürme. İçerde çok kişi olduğunu tahmin ediyorum. Baktın zor durumdasın bağır hemen gelirim. Genç yaşta katil olmak istemezsin." dedi. Tabii ki de istemiyordum. Başımla onayladım. Geldiğimiz yer ağaçların arasında bir keresteci ait gibi duran bir bara kaydı dışarıda çok sessiz görünüyordu her zaman özendiğim filmlerde ki gibi evdeki gibi kapıya tekme atarak içeri girdim. benim yaşlarında bir çocuk bir masanın başında oturmuş ellerini masada birleştirmiş bir şekilde oturuyordu. Kimdi bu? Bütün evi dolandım. Hiç kimsenin olmadığını emin olduktan sonra karşındaki adamın kafasına silah dayadım. Bunu neden yaptım bilmiyordum. "Konuş." diye bağırdım. Ona milyonlarca sorum vardı. Çiğdem anahtarı bu adamdı. "Sen bahar olmalısın." Adım nereden biliyordu ki? "Peki sen kimsin?' dedim. Karşımdaki kişi ben hakkında çok şey biliyorsa baya kötü durumdayım demekti. " Ben Sinan" diye kendini tanıttı " Neden evimi de dağıttın? Kaç kişisiniz? o kağıdı neden bıraktın? Dedim bir solukta. sinsi bir gülüş attı. öfkeliydim. "Semih adamları dağıttı." Semih kimdi be? Sessizliğim ile ona anlatması için boşluk yaratıyordum. silahı iyice kafasına dayadım. Hiç bir şey umrunda değil gibiydi. konuşacaktı. Beni buraya o çağırmıştı. Herşeyin çözülmesine az kalmıştı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD