Bölüm 7: Aşk Rengarenk
Atiye geri dönerken daha bir dikkatle inceledi Bora. Kırmızı bir üst giymişti ve V şeklindeki dekoltesinden göğüslerinin yuvarlak hatları belli oluyordu. Daracık alt bedenini saran kot pantolon ve spor ayakkabılarıyla yapacakları geziye kesinlikle uygundu. Sabah arayıp sorduğunda Bora yürüyeceklerini söylemişti. Balat evlerinin içinden yürüyerek geçmeden gitmeyi düşünmüyordu. Oranın insanın içini cıvıl cıvıl eden havası aşka davetiye çıkartırdı.
“Geldi mi kahven? Şeker gelmiş yine.” Atiye unutup Almanca konuşmaya başlayınca Bora da Almanca eşlik etti.
“Evet. Biliyorsun oturduk mu kalkamıyoruz.”
“Bu kadar şekeri yemeye devam edersem 34 beden geldiğim Türkiye’den 44 beden dönmek istemem.”
“Yürüyeceğiz birazdan. Eritirsin.” Bora’nın tahmin ettiği gibi kalkmaları hemen olmadı. Aslında aklı Kaya’nın söylediklerinde olmasa daha katılımcı olurdu, aklını veremiyordu. Yan yana Balat sokaklarında yürümeye başladılar. Renkli evleri ve nostaljik sokakları görünce Atiye çok beğendi.
“Böyle güzel mimariniz varken bizim patron neden Avrupa stili mimarileri istiyor anlamıyorum.”
“Haklısın aslında,” dedi Bora düşünerek. “Ama buralarda bu tarz evler çok. Farklı bir soluk getirmeye çalışıyor.” Kaya’yı savunacağı ölse aklına gelmezdi. Savunduğu şey Kaya’dan ziyade kendisininkiyle benzeşen fikirleri olsa da kendini garip hissetti.
“Yerli turist içinse mümkün ama yabancı turistler çok görüyor barok, gotik, Viktorya dönemi, Rönesans vs. bir sürü var Avrupa’da. Ama Osmanlı mimarisini insanlar çok merak ediyor.”
“Öyle deme Osmanlı mimarisi de çok Avrupa’da.”
“Olsun, buradaki saraylar, çinili köşkler, yalılar hepsi muazzam. Ben gelmişken burada Osmanlı mimarisi üzerine de araştırmalar yapmak istiyorum.”
“Elbette. Sadece İstanbul’la sınırlama kendini. Diğer şehirleri de gezebiliriz. Edirne, Bursa, Manisa, Amasya, Trabzon, Mardin, Urfa.” Birlikte gezecekleri konusunu öyle laf arasında mı söylemişti acaba? Yoksa kendisiyle daha fazla vakit geçirmek istediği için bilerek mi söylemişti? Her iki türlü de kadının hoşuna gitti.
Renkli merdivenlerden geçerken Atiye bir sürü fotoğraf çekinmek istedi. Yan yana yürürken bazen elleri birbirine değiyordu ve birbirlerine kaçamak bakıyorlardı. Atiye Bora ile her birlikte zaman geçirdiğinde kendini çarpıntısı tutmuş gibi hissediyordu. Kalbi hızını arttırıyor, heyecandan dili damağı kuruyordu.
Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nden girdiklerinde güneş tepede yerini alalı belki bir saat oluyordu. Öğle sıcağında gölgeye girmek ikisi açısından da iyi olmuştu. Altına bir etek vermişlerdi ve başına da siyah bir şal örtmüştü. Tarihi yapının her bir santimi insanı orta çağa götürüyordu sanki, orada bir masal diyarının içinde padişahlarla hikayelerini yaşıyordun. Bir Rum kızı olup Konstantiniyye sokaklarında gezerken, bir sürü dinden ve ırktan insanın paylaştığı bu şehirde bin bir gece masallarını yaşıyordun. Atiye merdivenlerden çıkıp üst katı gezmeye başladı. Resimlerle süslü tavanları inceliyordu.
“Millî mücadele zamanı Rum çeteler silahlarını buraya saklamışlar biliyor musun?” diye bildiği bir bilgiyi paylaştı Bora. Beraber sıralardan birine oturmuşlardı.
“Bilmiyordum,” dedi kadın.
“Ortodoksların dinlerini kurtarma mücadelesi altında bir sürü bu şekilde ihanet gerçekleşmiş. Tabi bize ihanet, kendilerine göre din savaşı.”
“Burası Konstantiniyye hala Avrupa’da. Bizans’ın ve eski Roma’nın başkenti.”
“Hazımsızlık zor. Burası bana bir ders niteliğinde aslında.” Diye devam etti Bora. “Hain içeride olunca kapı kilit tutmuyor.” Sonrasında kalktılar ve kiliseden çıktılar. Beraber mermer kaplı avludan çıkışa yürümeye başladılar. Kızıl taşlı bina arkalarından kalmıştı…
“Eee en sevdiğin yere gidemedik hala.” Dedi Atiye yürümeye devam ederlerken.
“Şimdi gideceğiz ama araçla devam etsek daha iyi olur.”
“Nereye gideceğimizi de söylemiyorsun ki…” diye söylendi kadın.
“Balat evlerini gezdik, katedrale girdik, gökkuşağı merdivenlerini gördük. Ben sana turistik gezi vaat ettim. Aslında arabaya girmeden gitsek bir sürü caminin önünden geçeceğiz ama yoruldun.”
“Evet yoruldum ama değiyor biliyor musun? Mistik bir hava balonunun içinde sarhoş gibiyim.”
“Gezmeyi seviyorsun,” diye bir tespitte bulundu Bora. Kadını tanımak için sürekli inceliyordu ve karakterini analiz ettikçe daha çok hoşlanıyordu.
“Yürüyor muyuz o zaman?” Bora teklifsizce kadının elini tuttu ve peşinden sürüklemeye başladı.
“Sonra. Gideceğimiz yerde de ayaklarımıza ihtiyacımız olacak.” Atiye birleşen ellerine odaklanmaktan başka şey düşünemez oldu. Sadece yürüyor ve adama uyum sağlıyordu. Bora Almanca konuşarak bir taksiyi durdurdu ve bozuk Alman aksanlı İngilizce taklidi yaparak da gideceği yeri tarif etti. Adamın rol yeteneğine hayran kalan Atiye, aksan yapabilmesine ve bu detaycı gözlemciliğine hayret etti.
“Sahaflar çarşısı demek,” dedi Almanca.
“Yani bir oda verseler içinde yatarım, öyle severim.” Gözlerindeki parıltı Atiye’yi darmaduman etmişti.
“Kitap okumayı seviyorsun.”
“Severim elbette ama benim sevdiğim orada yaşadıklarım.”
“Ne yaşadın?” diye sordu Atiye Sahaflar Çarşısı’nın demir kapısını geçip merdivenlerini tırmanırken.
“Babam getirirdi beni buraya. 11 yaşındaydım.” Diye anlatmaya başladı. Bir sahafın önünde durup Dudaktan Kalbe’yi incelemeye başladı. “Zaten babamla son anımızdır bu. Sonra babam kendi içine kapandı ve bizi görmez oldu.”
“Nasıl yani?” Atiye şaşırmıştı. Bora ilk defa ailesiyle ilgili önemli bir bilgiyi anlatıyordu.
“Baya. Depresyona girmiş, öyle dedi doktorlar. Ama çıkamadı 17 senedir.” Elindeki kitabı bırakmadı. İhsan Oktay Anar’ın Puslu Kıtalar Atlasını, Mahur Beste’yi ve Kuyucaklı Yusuf’u eline alarak sahafın yanına gitti.
“N’apıyorsun Cevdet amca?” diye sordu almak için bırakırken.
“İyiyim Bora Beyim sen nasılsın? Hanım kızımız kim ayıptır sorması?” Atiye gülümseyerek Bora’nın sahafla saygılı muhabbetini izliyordu.
“Atiye, kız arkadaşım. Kitapları paketle kendisine hediye edeceğim. Almancı, Türkçesi gelişsin.” Kız arkadaşıydı demek. Flörtüm diyememişti koca adamın karşısında olacak ki kız arkadaşım demişti. Atiye şimdi uçacaktı mutluluktan.
“Hoş geldin ülkemize Atiye kızım. Velkam velkam.”
“Hoş bulduk Cevdet Bey amca. Ben Türkçe biliyorum,” dedi ağır aksanıyla boğulan kelimeleri fark etmeyerek. Yine de araya hiç Almanca sıkıştırmadan konuşmayı iyi başarıyordu doğrusu.
“Maşallah baya da iyi konuşuyor Türkçe’yi,” diyerek Atiye’yi destekledi Cevdet.
“Kurabileceği basit cümleler kuruyor sadece. O yüzden.” Bora Atiye’yle uğraşmayı bırakmayacaktı sanırım.
“Sevdin mi ülkemizi kızım?” diye sordu Cevdet kitapları üzeri çiçekli kağıtla hediye paketi yaparken. Gazete kağıdıyla yapardı genelde, tabi özel istekte bulunulmazsa.
“Daha tam gezemedim ama çok güzel. Biraz pahalı ve İstanbul çok kalabalık ama yine de muhteşem. İki yıl buradayım. Artık sık sık gelirim Sahaflar Çarşısına.” Dedi Atiye dükkanı incelerken. Her yer kitaplarla doluydu. Atiye çok kitap okumaz, okumaya vakit bulamazdı ama burada kendini kitaptan bir evin içinde gibi hissetmişti. Sadece kitaplar yoktu tabi, duvarlara asılmış Arapça yazılar da vardı çerçevelenmiş. Yine de kitap evde yaşarmış gibi hissetmekten durmuyordu. Duvarlar kitaptan yapılmıştı.
“Beklerim Atiye Hanımım, Bora Beyim hep benden alır kitaplarını. Olmayanı da bulur getirtirim ben buraya.” Kağıtla sardığı kitapların dışına mavi ve pembe iki kurdele sardı ve bağladığı yere de mor bir kurdele çiçek yapıştırdı. “Hazır.”
“Teşekkür ederim Cevdet amca.” Bora ödemeyi yaparken Atiye etrafı incelemeye devam ediyordu. Olta taşından tespihler, hediyelik magnetler, üzeri baskılı açacaklar, ayraçlar ve daha bir sürü şeyle doluydu dükkan.
“Baban nasıl Bora Beyim. Gelmiyor epeydir.”
“İyi, Yeni bir saat getirtti, onun tamiriyle uğraşıyor. Tarihi bir şeymiş.”
“Hala devam mı Saat tamirine?”
“Evet. Saatleri ayarlamaya devam ediyor.” Kitapları siyah çizgili bir poşete koydu ve uzattı. Bora da dükkândan çıkmadan Atiye’ye hediye etti.
“Güle güle oku.”
“Danke Şön,” dedi Atiye’ye kendisiyle dalga geçen adamla uğraşmak için.
Dükkandan çıkıp diğer sahafları gezmeye başladılar. Kapı önlerine dizilmiş kitap standlarında dergiler, kutu oyunları, boyalama kitapları, mandala kitapları, bulmaca ve sudoku kitapları gibi bir sürü şey vardı. Atiye bir süre sonra okumayacağını bile bile bir sürü kitap almıştı. Tabi onun aldıkları Bora’nın hediyelerinin aksine daha günümüz kitaplarıydı. Smut, romkom, Dark romance, chick lit…
“Sahafa girince kendimi duvarları kitaptan yapılmış bir evde gibi hissettim.” Diye derdini anlattı. Yine Almanca konuşmaya başlamıştı unutup.
“Kağıt Ev.” Dedi bora anımsadığı kitabı söyleyerek. Önünden geçtiği sahafa kitabı sordu. “Böyle bir kitap var. Okumanı istiyorum,” dedi adam üçüncü sahafta kitabı bularak.
“Bundan başlayacağım o zaman,” dedi Atiye kitabın inceliğinden memnun. Henüz kitapların okunma hızının kalınlığına bağlı olmadığını bilemeyecek kadar yabancıydı kitap okumaya.
“Gel hadi, sahile yürüyelim. Yemek yeriz, kahve içeriz.”
Yürüyerek sahile indiler ve Kumkapı da bir restorana oturdular. Caddenin diğer tarafındaki denizin sesine arabaların sesi karışıyordu. Bora siparişleri verirken Atiye de onu izliyor, geçirdikleri günü zihninde canlandırmaya çalışıyordu. Artık bir erkek arkadaşı vardı. El ele tutuştukları, kendisine hediyeler alan yakışıklı ve kültürlü bir adam. Üstelik zeki ve espritüeldi. Yüzündeki hayran bakışın farkında olmadan çenesi eline yaslı izlemeye devam etti. Etler, salata ve ikramlar masada yerini alırken bir şişe şarap geldi.
“Bakalım beğenecek misin?” dedi Bora garsonun şarapları servis etmesini izlerken.
“Şarap da sizin bağlarınızda yetişen asmalardan toplanan üzümle sizin şarap evlerinizde mi üretildi?” diye sordu Atiye alaya alarak. Bora’nın yüzünde müstehzi gülüş yine belirdi. “Of tamam anladık. Çok zenginsiniz.”
Bora kahkaha atarken Atiye şaraptan bir yudum aldı ve ağzında gezdirdi. Yoğun dokulu şarap damağında karamel ve vanilyamsı bir tat bırakarak aktı gitti. Harika!
“Çok beğendim,” dedi Atiye adama gülümseyerek. Şarap içim kuzu eti ve tandır yiyerek muhabbete devam ettiler. Masadan kalktıklarında ikisi de şarabın sarhoşluk sınırlarında geziyorlardı.
“Eve gidelim,” dedi Atiye çakırkeyif gülümsemesi yüzünden silinmezken.
“Araba geliyor,” dedi Bora kapıya çıkarlarken. Bir araç yanaştı ve önlerinde tuttu. Bora elinden tuttuğu kadını araca bindirdi. Yanına yerleşti ve Arif’e “Kendi evime gidelim,” dedi. Çiftlikteki evine gitmek istemediği zamanlarda kaldığı bir dairesi vardı Esenyurt’ta. Yakın olması hasebiyle oraya gitmek istedi Bora.
“Beni eve mi atacaksın?” diye sordu Atiye sırıtarak.
“Seni eve atacağım,” dedi Bora da iyice sokularak. Kadının kokusu içindeki ilkel erkekliği uyandırıyordu.
“Demek flört olduk.” Dedi Atiye daha da sokularak.
“Olmadık mı? El ele tutuşuyoruz, saatlerce araşıyoruz, öpüşüyoruz…” Atiye şaşırdı.
“Öpüşmedik ki hiç daha.” Cümlesi biterken dudakları adamın dudakları tarafından örtüldü. Atiye anında karşılık verdi. Bora Atiye’yi öpüyordu. Adamın yüzünü kavrayan kadın başını yan çevirdi ve öpüşmeyi derinleştirdi. Sarhoş değillerdi ama damarlarında gezen şarap cesaretlerini arttırmıştı. Bora kadının belini kavradı ve daha da kendine yaklaştırdı. Diğer eliyle ensesini kavradı, bırakmamacasına tutuyordu. Kalpleri gümbür gümbür atarken aşkın kapılarını çaldığını gürültüden duymadılar. Tutkun bestenin ilk notaları yazılmıştı…