Herkes birbirine bakıyordu. Neden bu beş kişinin bir araya getirildiğini anlamaya çalışıyorlardı. Aralarındaki sessizlik, merak ve belirsizlikle doluydu. Hepsi de Bordo Bereli sınavını yeni geçmişti. Daha bir hafta bile olmamıştı. Normalde, bu süreçte bireysel eğitimlere devam etmeleri gerekirdi. Ancak şimdi, hiç beklenmedik bir şekilde, İstanbul’daki özel bir toplantı odasında yan yanaydılar.
Mert, gözlerini odadaki diğerlerine gezdirdi. Eylül, her zamanki gibi sessiz ve soğukkanlıydı. Yanındaki Ateş, kollarını göğsünde kavuşturmuş, derin düşüncelere dalmıştı. Onur, ciddileşmeye çalışsa da, ortamın gerilimini hafifletmek için esprili bir şeyler söylemek için fırsat kolluyordu. Kaan ise aralarındaki en rahat görünen kişiydi; gözleriyle odayı tarıyor, sanki buraya getiriliş nedenlerini çözmeye çalışıyordu.
"Bu işte bir gariplik var," diye düşündü Mert. "Daha ilk haftamızda böyle özel bir emir almamız normal değil."
Tam o sırada, kapı açıldı. İçeri giren kişi, Albay Yılmaz Yıldız’dı. Uzun yıllardır sahada görev yapmış, sert mizaçlı bir komutandı. Yavaş ve kendinden emin adımlarla masanın başına ilerledi. Etrafına şöyle bir göz gezdirdikten sonra, tok sesiyle konuşmaya başladı:
"Neden burada olduğunuzu merak ediyorsunuz, değil mi?"
Herkes, farkında olmadan biraz daha dik oturdu. Albay’ın sesinde bir ağırlık vardı.
"Size vereceğim görev, sınırlarımızın çok ötesine uzanıyor. Bu, sıradan bir operasyon değil. Siz, özel olarak seçildiniz."**
Eylül, hafifçe kaşlarını çattı. "Daha yeni geçtik sınavı. Bu kadar çabuk nasıl seçilmiş olabiliriz?" diye düşündü.
Albay, onların ne düşündüğünü anlamış gibi hafifçe başını salladı.
"Evet, Bordo Bereli oldunuz. Ama sizin seçilme sebebiniz sadece sınavı geçmeniz değil. Her birinizin sahip olduğu özel yetenekler, bu timin omurgasını oluşturacak."**
Mert ve Eylül’ün gözleri kısa bir anlığına buluştu. İkisi de yalnız çalışmaya alışkındı. İkisi de en iyiler arasında yer almak için savaşmıştı. Ama şimdi, takım olmaları gerekiyordu.
Albay, elindeki dosyayı masaya koydu ve ciddi bir ifadeyle ekledi:
"Önünüzde bir görev var. Diyarbakır kırsalında, küçük ama tehlikeli bir terör hücresine yönelik ilk operasyonunuz olacak. Hedefiniz, Sarı Bülten ile aranan bir çete üyesi. Ancak şunu unutmayın: Sizin için en büyük sınav, düşmandan önce birbirinize güvenmeyi öğrenmek olacak."
Odadaki hava daha da ağırlaştı. Kimse bunu yüksek sesle söylemese de, akıllarında aynı soru vardı:
"Biz gerçekten bir ekip olabilir miyiz?"
Odadaki sessizlik keskin bir bıçak gibi havayı kesiyordu. Albay Yıldız gözlerini ekibin üzerinde gezdirirken, genç askerlerin yüzlerindeki şaşkınlığı ve belirsizliği görebiliyordu. Kimse bir şey söylemiyor, sanki biraz daha beklerlerse bu sorumluluk başkalarının omzuna yüklenecekmiş gibi susuyorlardı.
“Kim lider olmak ister?” diye sordu Albay.
Bir anlık sessizlik. Kimseden ses çıkmadı. Herkes birbirine baktı, ama kimse öne çıkmadı.
Albay, önce yeğeni Eylül’e baktı. Onun ne kadar zeki, disiplinli ve yetenekli olduğunu biliyordu. Sınav sonuçları mükemmeldi, özellikle istihbarat ve psikolojik dayanıklılık konusunda üst düzeydi. Ama Eylül hep yalnızdı. Yalnız kalmaya alışmış birini lider yapmak riskliydi. Liderlik sadece yetenek değil, aynı zamanda insanları bir arada tutmayı da gerektiriyordu. Eylül’ün içine kapanık yapısı, onu iyi bir stratejist yapabilirdi ama bir lider olarak ekibi yönetmesi zor olurdu.
Sonra gözleri Mert’e kaydı. Mert’in sonuçları ise bambaşkaydı. Keskin nişancılık, soğukkanlılık, stratejik düşünme ve liderlik kabiliyeti… Sınavda gösterdiği performans, onu en iyi aday haline getiriyordu. Mert’in geçmişi, yaşadığı kayıplar ve hırsı onu güçlü kılmıştı. O, savaşın ortasında doğmuş gibiydi.
Albay bir karar verdi. Mert, ekibin lideri olacaktı.
“Mert, sen timin liderisin.”
Mert, hiç şaşırmadı. Zaten kendine güveniyordu. Bu rolü hakkıyla taşıyabileceğini biliyordu. Gözleri kısa bir an için Eylül’ün gözleriyle buluştu. Eylül, hafifçe kaşlarını çattı ama itiraz etmedi. O da Mert’in liderliği hak ettiğinin farkındaydı.
Ateş, Onur ve Kaan ise kısa süreli şaşkınlıklarının ardından durumu kabullenmiş gibi başlarını salladılar.
Albay, ekibi süzerek derin bir nefes aldı. Onlar, farklı karakterlere sahip olsalar da artık bir bütündüler. Her birinin kendine özgü yetenekleri vardı ve birbirlerini tamamlıyorlardı. Bu ekip, sıradan bir birlik olmayacaktı. Onları büyük bir geleceğin beklediğini biliyordu.
Ve o an, aklına bir isim geldi. Bir isim, onların birlikte hareket etmesi gerektiğini hatırlatacak, güçlerini simgeleyecek bir şey…
“Kara Yıldız.” dedi Albay, tok sesi odada yankılandı.
Herkes ona döndü.
“Bundan sonra, siz ‘Kara Yıldız Timi’siniz.”
Mert, Eylül ve diğerleri bu ismi sindirmeye çalışırken, odadaki atmosfer değişmeye başlamıştı. Artık beş farklı asker değillerdi. Artık bir timdiler.
Albay, ekibe gerekli bilgileri ve kalacakları yerin detaylarını verdikten sonra, herkesin önünde ilk görevlerini açıkladı. Bir hafta sonra, Diyarbakır’daki küçük bir terör hücresine operasyon düzenleyeceklerdi. Hedefleri, Sarı Bülten ile aranan bir çete üyesini yakalamaktı. Ancak, operasyondan önce bir hafta boyunca bölge hakkında istihbarat toplayacaklar, her detayı öğreneceklerdi.
Albay çıktıktan sonra, odadaki beş asker birbirine baktı. Artık bir ekiptiler ama hala birbirleri hakkında yeterince şey bilmiyorlardı. Mert, ekibin lideri olarak ilk adımı attı.
"Bu işin en önemli kısmı birbirimizi tanımak. Hepimiz en iyiler arasından seçildik ama ekip olarak nasıl çalışacağımızı bilmezsek, ilk operasyonda sıkıntı yaşarız." dedi. "O yüzden, herkes kendini tanıtsın ve uzmanlık alanından bahsetsin."
Herkes birbirine baktıktan sonra, önce Mert söze girdi.
"Ben Mert Kara. Keskin nişancıyım. Stratejik planlama ve kriz anlarında soğukkanlı kalma konusunda iyiyim. Takım çalışmasına çok alışkın değilim ama hepimiz birbirimizi desteklemek zorundayız."
Mert, 1.90 boyunda, güçlü bir fiziğe sahipti. Beyaz teni, kestane rengi saçları ve mavi gözleriyle sert ve karizmatik bir görünümü vardı.
Sonra, Eylül konuşmaya başladı.
"Eylül Yıldız. Uzmanlık alanım istihbarat. Bilgi toplama, analiz yapma ve operasyon planlarını destekleme benim işim. Gerektiğinde sahada da çalışırım ama genellikle gölge gibi hareket ederim."
Eylül, 1.76 boyunda,siyah saçları, esmer teni ve atletik fiziğiyle dikkat çekiyordu. Gözlerindeki sertlik, onun ne kadar disiplinli biri olduğunu belli ediyordu.
Ateş, kollarını kavuşturmuş şekilde hafif bir gülümsemeyle konuştu.
"Ben Ateş. Medikal konularda uzmanım ama sadece doktor değilim. Yakın dövüş konusunda da iyiyim. Eğer biriniz yaralanırsa, sizi hayatta tutacak olan kişi benim."
Ateş, 1.85 boyunda, kaslı ve güçlü bir yapıya sahipti. Sakin ve sabırlı duruşuyla güven veriyordu.
Onur, gülümseyerek söze girdi.
"Onur ben. Patlayıcı uzmanıyım. Eğer bir şeyi yok etmemiz gerekiyorsa, bu benim işim. Ayrıca grubun neşe kaynağıyım, fazla ciddiyet zarar verir."
Onur, 1.80 boylarında, sağlam bir yapıya sahipti. Eğlenceli tavırları, ekibin en gergin anlarında bile havayı yumuşatabilirdi.
Son olarak.
Kaan konuştu.
"Ben Kaan. Arazi konusunda uzmanım. Şoförlük, yön bulma ve kaçış rotaları oluşturma benim işim. Eğer bir yere giriyorsak, çıkış planınızı ben yaparım."
Kaan, 1.83 boylarında, atletik ve güçlü bir bedene sahipti.
Mert, ekibine şöyle bir göz gezdirdi. Herkes güçlüydü, yetenekliydi ve birbirini tamamlıyordu. Artık tek yapmaları gereken bu yetenekleri doğru şekilde birleştirmekti.
"Güzel," dedi Mert. "Herkes birbirinin güçlü ve zayıf yönlerini bilmeli. Bir hafta sonra operasyondayız. Şimdi çalışmaya başlıyoruz."
Artık Kara Yıldız Timi, ilk görevine hazırdı