Yüzüm, yaşadığım hayal kırıklığı yüzünden asılırken valizlerimi almam gerektiğini hatırladım. Ağırlaşan adımlarımı valizlerin olduğu yöne doğru çevirdim, merak dolu gözlerim ise etrafta dolaşıyordu. Onu tekrar görebilme ihtimalini içimden atamıyordum. Umut tomurcuğu yeşermeye devam ediyordu. Uzun dakikalar sonunda kavuştuğum iki büyük valizimin tekerleklerini sürükleyerek yürümeye başladım. Ateş görünürde yoktu. Muhtemelen gitmişti. Bu ihtimalin canımı bu kadar sıkması normal değildi.
Bezgince başımı iki yana doğru salladım, içime çökmek için fırsat kollayan hayal kırıklığını kapı dışarı ettim. Şu an, bu şehirde olmak bile fazla zorken başka şeylerin beni etkilemesine izin vermemeliydim. Sıkkın bir ifadeyle bakışlarımı önüme çevirip yürümeye başladım. Tam o sırada sevgi dolu bir ifadeyle bana doğru gelen babamı gördüm. Valizlerimi tutan ellerim gevşedi, gözlerim dolmuştu. Özlemle onu incelerken gözlerimi kırpıştırdım. İçime akın eden mutlulukla ona doğru koşmaya başladım. Kollarımı hızla boynuna doladım, sıcak kollarına sığınırken sıkıca sarıldı bana. Babamın kendine has kokusunu derince içime çektim.
"Kızım, özledim seni."
Daha fazla tutamadığım yaşlar, akmaya başladı. "Ben de," diye fısıldadım boğuk çıkan sesimle. Babam geri çekilip içimi sıcacık eden çikolata kahvesi gözleriyle beni incelemeye başladı.
"Kocaman olmuşsun."
Sözleri üzerine kıkırdadım, alaycı bir ifadeyle "Daha birkaç ay önce ziyarete geldin." dedim. Yüzündeki neşeli ifade kısa bir an sekteye uğradı.
"Bakışlarındaki hisler büyümüş."
Babamın aniden sarf ettiği sözler, kalbime dokundu. Kızlarını en iyi annelerin tanıdığı söylenirdi, beni ise babam tanırdı. O kadar iyi tanırdı ki gözümdeki yaşın asıl nedenini o bilirdi. Babam beni sevmeye bile kıyamazdı. Narin kızım derdi bana, adımı gül anlamına gelen Verda koymasının nedeni de buydu sanırım.
"Hadi arabaya geç bakalım. Şoför valizleri alır."
Başımı olumlu anlamda salladım, babam beni kolunun altına çekip göğsüne bastırdı. Gücünü paylaştı benimle, babamın göğsüne yaslı bir hâldeyken her şey daha iyiydi, hayat daha çekilirdi. Hafifçe gülümsedim, şimdi bu şehir bile daha güzeldi. Havaalanından çıkınca İstanbul'un sıcak boğuk havası yüzüme çarptı. Bu sıcaklığa alışık olmadığım için anında terlemeye başladım. Hızlı adımlarla arabaya doğru yürüdük, babam yolcu kapısını açınca önce ben bindim. Ardından gelip yanıma oturdu, büyük elleri küçük ellerimi kavradı. Yüzüne baktım, siyah saçlarına aklar düşmüştü. Gözlerinin etrafındaki kırışıklıklar daha belirgin olmuştu, sanki çökmüş gibiydi. Normalde kırk altı yaşında olsa da pek göstermezdi. Fark ettiğim ayrıntılar yüzünden kaşlarım çatıldı.
"Sen nasılsın baba?" Sesimdeki endişeyi fark ettiğini biliyordum.
İnce dudakları kıvrıldı. "İyiyim, güzel kızım benim."
Öyle olmasını umuyordum. Babam konuyu değiştirmek ister gibi "Annen ve kız kardeşin çok özledi seni," dedi.
Hafifçe gülümsedim. Aslında annem ve kardeşim biraz daha soğuk yapılı insanlardı. Özellikle daha on beş yaşında olan kız kardeşim.... Aramız pek de sıcak değildi. Doğru düzgün konuşmamıştık bile. Genelde babamın ısrarıyla kısa birkaç dakika görüşmüşler yapmıştık o kadar. Dudaklarımı büzdüm, bilmediğim bir nedenden ötürü benden pek hoşlanmıyordu. Annem ise... Onu kaç yaşıma gelirsem geleyim asla çözemeyecektim. Normal anne kız ilişkimiz olmamıştı. Yani babam dışında buraya dönmemi isteyen kimse yoktu. Okulum bitmeseydi kolay kolay geleceğimi de düşünmüyordum aslında. Araba hareket edince düşüncelerimden sıyrıldım. Sahil yolundan geçerken uzanıp camı açtım, aşina olduğum deniz kokusunu içime çektim. Bu şehri çok seviyordum.
Ama buraya gelmekle iyi mi yoksa kötü mü yaptım? Bunun cevabını zaman verecekti. Burak'ın bir ay içinde evleneceğini hatırlayınca yüzümü astım. Keşke dönüşümü biraz daha erteleseydim ama annem dün haber vermişt. Her şeyim hazır olduğu için gelmek zorunda kalmıştım. Artık daha fazla kaçamazdım, bu yüzden kendimden emin bir tavırla geleceğimi söylemiştim. İçimden kaçmamı söyleyen yanımı zor bastırmıştım. İyi ki de bastırmıştım. Eğer onu dinleseydim bugün onca zamandan sonra Ateş'i de göremezdim.
Onu düşününce yüzümde silik bir gülümseme oluştu. Muhtemelen son görüşümdü ve biz yine doğru düzgün vedalaşma şansı bulamamıştık. Nedenini gerçekten bilmiyordum ama keşke yollarımız böyle ayrılmasın isterdim. İç çektim, hayat pek de isteklerimizi yerine getirme taraftarı değildi. Sırf bu yüzden istemeyi bırakmış, önüme geleni kabul etmeyi öğrenmiştim ben. Ya da önüme bakmak için buna mecbur bırakılmıştım.
"Hadi kızım, inelim artık." Babamın sesini duyunca derin bir nefes aldım. Bir nebze de olsa daha iyi hissederek arabadan indim. Bakışlarım evimize döndü, iki katlı büyük evimize uzun uzun baktım. Her şeye rağmen özlem içimde usul usul yanan bir ateşti. Babamla beraber eve doğru yürümeye başladık, attığım her adımda bastıramadığım heyecanım gün yüzüne çıkıyordu. Annemleri özlemiştim.
Babam daha zili çalmadan kapı açıldı. Karşımda Burçin ablayı görünce sevinçle ona doğru yürüyüp sıkıca sarıldım. Çiçek gibi kokuyordu, hep böyle kokardı zaten. Kokusunu içime çekerken "Hoş geldin kuzum," dedi. "Hoş buldum ablam," diye karşılık verdim. Burçin abla benim için çok değerliydi, bir nevi beni o büyütmüştü. Annemin bize çok gördüğü ilgiyi, sevgiyi tüm içtenliğiyle bize verirdi. Geri çekilip sulanan ela gözleriyle bana baktı.
"Büyümüşsün, çok güzel olmuşsun."
Uzun süredir tatile de gelmemiştim. Utançla gülümserken bakışlarım onu inceledi.
"Sen de çok güzel olmuşsun." Burçin abla esmer teniyle uyumlu, uzun kahverengi saçları ve yüzünde parlayan gözleriyle çok güzeldi. Neredeyse otuz beş yaşındaydı ama daha önce hiç çocuğu olmadığından sanırım, düzgün fiziğiyle çok daha genç görünüyordu. "Deli kız seni," dediğinde hep beraber güldük. O sırada antrede annemin geldiğinin habercisi olan topuk sesini duydum. Yüzümdeki gülümseme ile ona döndüm. Onu da çok özlemiştim. Önümde duran anneme doğru ilerledim. Kısa bir sarılmanın ardından yanaklarımı öpüp "Hoş geldin," deyip geri çekildi.
"Hoş buldum." Bir adım geri çekilip bağladığı kollarıyla bana baktı. Biçimli kaşını havaya kaldırıp soğuk yeşil gözleriyle beni incelerken "Verda, kilo mu aldın kızım sen?" diye sordu. Yüzümdeki gülümseme silinirken kaşlarım çatıldı. "Hayır annecim, kilo falan almadım."
Başını iki yana sallarken memnuniyetsiz bir ses tonuyla,"Kalçaların hiç öyle demiyor ama," diye mırıldandı. Oflamamak için kendimi zor tutuyordum.
"Hadi içeri geçelim." Babama döndüm, ellerimi kotumun arkasındaki ceplerine yerleştirirken "Olur, Güneş nerede?" diye sordum. Kardeşimi özlemiştim ve çok merak ediyordum.
"Kursta, üniversite sınavları için ders çalışması lazım."
Annemin sözlerini duyunca gözlerim şaşkınlıkla kocaman açıldı. "Anne daha yeni lise biri bitirdi. Şimdiden onu bu kadar sıkma."
Gözlerini devirip alaycı bir ifadeyle konuşmaya başladı. "Sonra da senin gibi mi olsun?"
Dişlerimi kenetledim, çenemi havaya kaldırıp "Ben mesleğimi seviyorum." dedim sertçe. Alaycı bir kahkaha attı, düzgün kesimli saçlarını düzeltti.
"Hemşireliği mi seviyorsun gerçekten?"
Konuyu daha fazla uzatmamak için susup salona geçtim. Annem hemşire olmamı hiç istememiş, hep daha iyisini istemişti. Ama bu konu hakkında taviz vermeyip kesin bir dille istediğim mesleği okuyacağımı söylemiştim. Babamın destekleriyle de hemşirelik bölümüne gitmiştim. Burak ile olanlardan sonra Almanya'ya geçip eğitimimi orada tamamlamıştım. En kısa zamanda işime başlamak için sabırsızlanıyordum. Şu an hayatımda beni en mutlu edecek tek şeydi. İnsanlara yardım etmeyi seviyordum. Annem karşıma oturup, platin sarısına boyadığı uzun saçlarını geriye atarken sessizce beni incelemeye devam etti. Gözleri o kadar soğuk bakıyordu ki bir an üşüdüğümü hissettim. Ortamdaki tuhaf havadan kurtulmak için yavaşça ayağa kalktım.
"Çok yorgunum. Odama çıkıyorum ben." Ardından merdivenlere yöneldim. Aynı zamanda bakışlarım evde dolaşıyordu. Annem evin dekorasyonunu değiştirmişti, her yıl olduğu gibi. Sıkkınca oflayıp odama girdim. Benim tarzıma tamamen aykırı olan odam da annemin eseriydi. Kendi zevkine göre dizayn ettiği oda, somon ve krem renginde ve fazlasıyla şıktı. En azından odamı değiştirmemişti, büyük yatağımın üstüne oturup bakışlarımı etrafta gezdirdim. Komodinin üstündeki fotoğrafım haricinde bana ait olduğunu gösteren hiçbir şey yoktu. Tatsız bir gülümsemeyle yatağa uzandım. Başım, yolculuk ve gerginlikten dolayı çok ağrıyordu. Annemin bu huysuz tavırlarına ve huzursuzluğun hâkim olduğu bu eve ne kadar dayanabileceğimi merak ediyordum. Eskisi gibi değildim çünkü, en ufak bir şeye bile tahammül edecek gücüm kalmamıştı. İşime başlamak için sabırsızlanıyordum. Zihnim çok dolu ve yorgundu. Gözlerim yavaşça kapanırken uyuyakalmam çok uzun sürmemişti.
***
Hissettiğim mide bulantısı yüzünden uykumdan uyanıp yataktan doğruldum. Derin nefesler aldıktan sonra kalkıp banyoya girdim. Duş almak iyi gelirdi. Yavaşça üstümü çıkarıp duşa girdim. Bedenimde çağlayan su, az da olsa iyi gelmişti. Yüzümü suya doğru kaldırdım, çok bitkin hissediyordum. Bir şeyler yemem gerektiğini hatırlatan karnımın gurultusu üzerine sudan çıktım. Islak bedenime beyaz bornozumu geçirip ıslak adımlarla odama geçtim. Saçlarımı havluyla kuruturken valizimin içinden siyah tayt ve beyaz tişörtümü aldım. İç çamaşırlarımı giydikten sonra kıyafetlerimi üstüme geçirdim ve aşağı inmek için odamdan çıktım. Belki yemekte Güneş'i de görürdüm. Merdivenlerden inerken evin sessizliği dikkatimi çekti. Salona girince yemek masasında babam dışında kimse olmadığını gördüm.
"Baba, herkes nerede?"
Bakışlarını bana çevirdi, gözleri yorgun görünüyordu.
"Annen arkadaşlarıyla çıktı, Güneş de odasında, iner şimdi."
Başımı aşağı yukarı sallayıp üzgünce babamın yanına oturdum. Daha bugün gelmiştim, benimle olmak yerine arkadaşlarının yanına gitmişti. Bu ayrıntı canımı acıtıyordu. Gözlerime dolan yaşları gidermek için gözlerimi kırpıştırdım. Benimle ilgilenmesini istemem çok mu şımarıkçaydı? Yanımda olmasını istiyordum ama her zaman olduğu gibi yoktu. Ağlamamak için kendimi zor tuttum. Ağlarsam babamın da tadı kaçacaktı.
Burçin abla masaya yaklaşıp servise başladığı sırada, merdivenlerden gelen ses üzerine arkamı döndüm. Güneş'in geldiğini görünce heyecanla ayağa kalkıp onu incelemeye başladım. Kocaman olmuştu benim güzel kardeşim. Boyu uzamış, bedeni gelişmişti. Küçük kardeşim artık küçük değildi, ona doğru yürüdüm.
"Merhaba."
Benim aksime esmer tene sahip olan güzel yüzüne baktım. Babama çeken kahverengi gözlerini bana çevirip boş boş yüzüme baktı. Öylesine bir "Hoş geldin," dediğinde uzanıp ona sarıldım. Hafif bir sarılmayla karşılık verme dışında bir şey yapmadı. Geri çekilip sandalyeye geçtiğinde arkasından öylece bakakaldım. Bana doğru düzgün sarılmamıştı bile. Hayal kırıklığı dört bir yanımı sardı.
Güneş, umursamaz ifadesiyle yemeğe başladı. Ben ise ayakta dikilip sulanan gözlerimle ona bakmaya devam ediyordum. Geri dönmekte ne kadar iyi yapmıştım?
***
Beni yutan zaman, ağır ve sancılı geçiyordu. Buraya geldiğim günden beri ruh hâlim mümkünmüş gibi daha kötü olmuştu. Bunda ailemin katkısı da büyüktü. Çünkü ne anneme ne de kız kardeşime ulaşabiliyordum. İkisiyle de aramda aşılması zor buz dağları vardı. Annemle aramdaki dağları yıkmaya çok gönüllü değildim, o benim için mücadele etmiyordu, bu yüzden ben de bir şey yapmak istemiyordum. İçimden gelmiyordu. Sevgiye ve ilgiye ihtiyacım vardı, annem bunu benden sakınıyordu. Annem beni bile isteye çok yaralıyordu. Onun için çabalayacak güç bırakmıyordu bende. Kız kardeşim Güneş ise bambaşka bir olaydı, onunla aramın gerçekten iyi olmasını çok istiyordum. Fakat bana o kadar soğuktu ki tüm yollarımı kapatıyordu. Bu katı tavrı, beni haddinden fazla incitiyordu. Bu tavrında haklı olduğunu bilmek ise işleri daha da beter yapıyordu.
Kendi dertlerime o kadar kapılmıştım ki Güneş'i görememiştim. Annem bu kadar ilgisizken onun bana ihtiyacı vardı fakat yanında olamamış, onu bırakıp gitmiştim. Şimdi haklı olarak bana kızgındı. Başımı ellerimin arasına aldım, kelimenin tam anlamıyla ne yapacağımı bilmez vaziyetteydim. Gözüm saate ilişince hazırlanmak için yatağımdan doğruldum. Geçen hafta babamın ayarladığı özel hastanede işe başlamıştım. Kıyafetlerimi giydikten sonra kumral rengi saçlarımı at kuyruğu şeklinde bağlayıp hızlı adımlarla aşağıya indim.
"İşe böyle mi gideceksin? Fazla spor değil mi?"
Merdivenden inerken annem memnuniyetsiz gözlerle buz mavisi yüksek bel mom jean ve crop beyaz tişörtüme baktı. Normalde bakımlı olmayı seviyor olsam da işe spor gitmenin hiçbir sakıncası yoktu bence.
"Evet, ben beğendim."
Cevabım karşısında omuz silkti. "Peki tatlım, sen bilirsin," deyip uzaktan öpücük yolladıktan sonra yanımdan uzaklaştı. Anneme el sallayıp evden çıktım. Mezuniyet hediyem olan kırmızı Mini Cooper'ıma binip hastaneye gitmek üzere yola koyuldum. Arabam alışmaya başladığım yollarda akıp giderken, güneş gözlüğümün altından etrafı seyrettim. Hava güneşliydi, camı açıp güzel havayı içime çektim. Neden bilmiyorum yine o süzüldü aklıma. Acaba hâlâ İstanbul'da mıydı? Bu soru geldiğim günden beri aklımı meşgul ediyordu. Onu düşünmemem gerektiğini biliyordum ama buna engel olamıyordum. Ben tekrar karşılaşma ihtimalimizi düşünürken o belki de çoktan Almanya'ya dönmüştü. Cevapsız soruları bir kenara bıraksam iyi olacaktı.
Çalmaya başlayan telefonum dikkatimi dağıtınca kulaklığımı takıp konuşmaya başladım.
"Efendim?"
"Verda adında bir arkadaşım vardı benim. Acaba onunla mı konuşuyorum?"
Ahu'nun sesini duyunca kaşlarım şaşkınlıkla çatıldı çünkü uzun süredir konuşmamıştık. Bir zamanlar en yakın arkadaşımdı Ahu. Zaman her şeyi olduğu gibi aramızdaki dostluğu da değiştirmişti.
"Nasılsın Ahu?"
"İyiyim bebeğim. Gelmişsin hiç haberim yok, alındım."
Mutlu çıkan sesi, vicdan azabı çekmeme neden olmuştu. Yine de uzun süredir beni aramayan oydu. Kuru bir sesle "Son zamanlarda benimle pek iletişimde olmadığın için olmasın," diye cevap verdim.
"Haklısın ama inan çok yoğundum. Her neyse bunları sonra konuşalım. Ne zaman buluşuyoruz?"
Onunla buluşmak konusunda kararsızdım açıkçası. Ahu, abisine benziyordu, ona baktıkça Burak'ı görüyordum. Buna hazır olup olmadığımı bilmiyordum.
"Bilmem," diye mırıldandım.
"O zaman bugün."
Dudaklarımı büzdüm, bugün olmazdı. "Nöbetim var Ahu."
"İşe mi başladın? Tebrik ederim, o zaman yarın olsun."
Ahu ile liseden beri arkadaştık, abisiyle olan ilişkimde payı büyüktü. Ahu ile olan iletişimimiz kopmamıştı, ta ki birkaç ay öncesine kadar. Nedense son zamanlar da beni aramamıştı. Abisinden dolayı bu hâle gelmemiz haksızlıktı. Belki de ben bir adım atmalıydım ona. Hem bana karşı hiç kötü bir davranışı olmamıştı. Bu yüzden yarın buluşmayı kabul edip telefonu kapattım. Arabamı hastanenin otoparkına park ettim. Ardından sırt çantamı alıp hastaneye girdim. Giyinme odasına girince Eyşan'ın gelmiş, sessizce giyiniyor olduğunu gördüm.
"Merhaba."
Kahve çekirdeğini andıran ve hafif çekik olan iri gözlerini bana çevirdi. Dolgun dudakları hafifçe kıvrıldı.
"Merhaba, nasılsın?"
"İyiyim."
Eyşan ile hastanede tanışmıştık, işe geldiğim ilk gün bana çok fazla yardımı dokunmuştu. Çok güzel ve tatlı bir kızdı. Beyaz tenini vurgulayan saçları koyu kahverengiydi. Boylarımız ise birbirine yakındı.
"Hazırsan çıkalım."
Birlikte hazırlanarak dahiliye servisine geçtik. Tedavi dosyasını kontrol ettikten sonra ilaçları hazırladık. Bölüm hemşiresi Fatoş ablanın, saatlik takiplerini yapmamı istediği odaya doğru ilerledim. Hasta odasına girince yatakta kırklı yaşlarının sonunda, bakımlı ve hastalığına rağmen dinç duran bir kadın buldum. Kadının yatağına yaklaştıktan sonra ayak ucunda bulunan hasta dosyasını aldım, getirmiş olduğum ilaçları işaretlemiş ve hastanın ismine baktım.
"Ayten Hanım, bugün hemşireniz benim. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz ?"
Kadın hafifçe gülümsedi, yaşından daha genç duruyordu şimdi.
"Teşekkür ederim, baş ağrım dışında iyiyim."
Sesi yorgun çıkmıştı, kumral teni de solgun duruyordu.
"Ağrınız için şu anlık biraz dinlenmenizi öneriyorum. Şimdilik sadece açlık ve tokluk şekerlerinizin kontrolü için kan almalıyım, sizden ricam ben ilk kanınızı aldıktan hemen sonra yemek yemeniz. Ben iki saat sonra tekrar kan alacağım."
Elimden geldiği kadar açıklayıcı ve güven verici olmayı deniyordum. Kadının yüzüne daha dikkatli bakınca çıkık elmacık kemikleri, biçimli dudak ve göz şekli tanıdık gelmeye başladı. Kaşlarım çatıldı, güzel yüzü birini andırıyordu ama kim olduğunu çıkaramamıştım. Bu düşüncelerimi bir kenara bırakıp kadının yanına doğru ilerledim. "Şimdi kanınızı almam gerekiyor," diyerek turnikemi ve alkollü pamuğumu çıkarttım.
Gülümseyerek üstünü, dirseğine kadar sıvamasını bekledim. Ardından damarlarının belirginleşmesi için turnikeyi takarak belirginleşmiş olan damarın üzerini temizledim ve elimde hazır tuttuğum iğneyi, hafif fakat hızlı bir şekilde damara soktum. İşlem bitince iğneyi çıkarıp pamuğu bastırdım.
"Yaklaşık beş dakika fazla olmamak şartıyla bastırın lütfen."
Ardından odayı terk edip bana verilen diğer görevlerime döndüm. Birkaç saatin ardından yorgun bir hâlde, kontrol için Ayten hanımın odasına ilerledim. Hastane yoğundu, bu tempoya hâlâ tam anlamıyla alışamamıştım. Derin bir nefes alıp odasına gireceğim sırada dikkatimi, kapının hemen yanında telefonla konuşan uzun boylu adam çekti. Dikkatli bir şekilde onu incelerken tanıdık saçlarına baktım, birkaç adım daha yaklaşınca genzime dolan kokusuyla afalladım. Bu, o olabilir miydi? Karşı tarafı dinleyen adam "Tamam, daha sonra görüşürüz," diyerek telefonunu kapatınca şüphelerim silindi.
Telefonu kapatıp bana döndü, o an şaşkın bakışlarımız çarpıştı. Nutkum tutulmuş, ne yapacağımı bilmez bir vaziyetteyim. Zaman durmuş akmıyordu, içinde bulunduğumuz ana kilitlemişti bizi. Gözlerindeki fırtınalara kapılınca engel olamadığım kelimelerim, dudaklarımdan döküldü.
"Milyonda bir ihtimal gerçekleşti sanırım."
Beni gafil avlayan şaşkınlık, pençelerini hızla zihnime geçirmiş, olanları idrak etmemi engelliyordu. Bu nasıl olabilirdi ki? O, burada karşımdaydı. Nasıl bir tesadüftü bu böyle?
Aklımın almayı reddettiği ihtimaller beynimi işgal ederken kavrulan zihnim, bu durumu kavrayamıyordu. Hayalle gerçeğin arasında sıkışıp kalmış gibiydim. Kırpıştırdığım gözlerimle ona bakarken "Sen-" diye soludum. Cümlemi tamamlayacak kelimeler boğazıma dizildi, konuşamadım. Ne tepki vereceğimi bilemeyecek kadar afallamış bir durumdaydım. Sadece alık alık onun yüzüne bakmakla yetindim. Dudakları hafif bir şekilde kıvrıldı. Ateş elini cebine yerleştirip benim aksime rahat bir tavırla "Selam," dedi. Bu karşılaşmaya hiç de şaşırmamış gibi durmuyordu. Çatılan kaşlarımla "Selam," diye karşılık verdim. Aramızda kısa bir sessizlik yaşanırken içine yaşadığım şaşkınlıktan az da olsa sıyrılmış olmalıydım ki "Seni burada görmeyi beklemiyordum," diyebildim. Alt dudağını büküp omuz silkti. O an fark ettiğim şeyle gözlerim kısıldı.
"Neden bu durumdan haberin varmış gibi hissediyorum?" Sözlerimin ardından gözlerinde muzip bir ifade oluştu. "Biliyordun!" diye hayretle soludum. Başını aşağı yukarı doğru salladı.
"Uçakta telefon konuşmanı duymuş olabilirim."
Sözleri üzerine gözlerim irileşti, bunu gerçekten beklemiyordum. Elimi boynuma yerleştirip hafifçe kaşıdım.
"Sen o gün havaalanında aniden kayboldun. Bir daha seni göreceğimi hiç sanmıyordum."
"Tartışma vardı, sonra göremedim seni."
Sakin bir şekilde söylediği sözlerini başımla onu onaylarken ne diyeceğimi bilmediğim için sustum. Birbirimize bakmaya devam ederken hâlâ şaşkınlık içindeydim, sanırım bunu kolay atlatamayacaktım. Dikkatli bakışlarına maruz kalırken aramızda oluşan sessizlik gittikçe uzuyordu, bunu bozmak için, "Bu odadaki hasta için mi geldin?" dedim. Başını olumlu anlamda sallayıp kısaca "Annem," dedi. Kaşlarım havalanırken, idrak ettiğim gerçekle "Sana benziyordu," diye mırıldandım. Beni anlamadığını gözlerindeki şaşkınlıktan anladım. Bu yüzden açıklama yapma gereği duyarak devam ettim.
"Anneni birine çok benzettim, sendin..." Ateş hafifçe sırıttı.
"Herkes beni anneme benzetir."
Gülümsediğimde yüzündeki ifade ciddileşti, gözleri şimdi daha derin bakıyordu.
Boğazımı temizledikten sonra "Annene bakmam lazım," deyip arkamı döndüm. Yoğun bakışlarından kaçınca çok daha iyi hissetmiştim. Derin bir nefes alınca daha sakin hissederek kapıyı açtım. İçeri girince Ateş de arkamdan geldi. Onun varlığını ve yaşadığım şaşkınlığı unutmaya çalışarak işime odaklandım. Ayten Hanım'ın yanına doğru ilerlerken hafif bir gülümsemeyle "Nasıl hissediyorsunuz?" dedim. "Daha iyiyim," diye cevapladı beni. Birkaç saat önce yaptığım işlemleri tekrar etmeye başladığımda ikisinin dikkatli bakışları üstümdeydi. Kısa sürede işimi halletmiştim, Ayten Hanım sıcak bir şekilde gülümsedi.
"Teşekkür ederim güzel kızım."
Utangaç bir gülümsemeyle "Rica ederim. Geçmiş olsun tekrar," dedim. Çekingen bakışlarım, kısa bir anlığına odanın bir köşesine çekilmiş düşünceli gözlerle beni izleyen Ateş'e kaydı. Ne düşündüğünü merak ediyordum doğrusu. Başımla hafifçe selam verdikten sonra odada daha fazla kalamayacağım için arkamı dönüp çıktım. Kapıyı arkamdan kapatınca nefesimi dışarıya verip, yüzümü avuçlarımın arasına gömdüm. Yaşadığım durumu hazmetmem için birkaç saniye izin verdim kendime. Fakat boşunaydı, karışan kafam olanlara anlam veremiyordu. Ellerimi yüzümden çekip başımı iki yana salladım. Şu an özel hayatımdan çok daha önemli işlerim vardı. Hastalarımla ilgilenmeliydim, koridorda dalgınca ilerlerken düşüncelerimin aksine aklımda dönüp duran kişi, oydu. Acaba onu tekrar görebilecek miydim? Cevabını bilmediğim sorular tarafından işgal edilen zihnimle ilgilenmem gereken hastanın odasına ilerledim. Uzun bir gün olacaktı anlaşılan...
***
"Verda?"
Kahve almak için hastane kantinine doğru ilerlerken bana seslenen Eyşan'a döndüm.
"Efendim?" Yanıma gelen Eyşan elindeki kâğıdı bana uzattı.
"Bugün ilgilendiğin 208 numaralı odadaki kadının yanında duran genç adam verdi bunu."
Sözlerini duyunca şaşkınlıkla bir ona bir de kâğıda baktım. Beynim kâğıdı almam gerektiği komutunu verince uzanıp Eyşan'dan aldım. Şaşkınlıkla açtım.
05XX XXX XXXX
ATEŞ...
Telefon numarasını bırakmıştı! Ne yapacağımı bilmeden irileşen gözlerimle kâğıda bakıyordum. Ateş sadece birkaç saatte tüm dengemi altüst etmişti. Zihnim yaşattığı şaşkınlıklardan dolayı âdeta yanıyordu. Eyşan'a kısaca teşekkür ettikten sonra kantine girip rastgele bir masaya oturdum. Gözlerim ise kâğıdın üzerinde asılı kalmıştı. Birkaç dakika boyunca kâğıdı inceledikten sonra cebimden telefonumu çıkardım. Onu arayıp aramayacağımı bilmiyordum ama numarasını da kaybetmek istemiyordum. Bu yüzden hızla tuşlayıp adıyla kaydettim. Ardından telefonu cebime atıp işime geri dönmek için kantinden çıktım.
Tüm gün boyunca yüzümde ufak bir gülümseme vardı...