Gözlerini açtığında karısına ait saçları yüzünün üstünden çekmesi gerekti Mert’in. Karısının üstüne doğru eğilip genç kadını şakağından öptü. Bu onun için ayılmanın en güzel yoluydu. Yatakta doğrulup yanındaki beşiğe baktığında 1 yaşındaki oğlunun yatağında uslu uslu oturduğunu gördü.
‘‘Günaydın akıllı oğlum,’’ deyip beşiğinde oturan oğluna uzandı. Kucağına aldığı bebeğin yanaklarını öpüp bir yetişkinmiş gibi oğluyla konuşmaya başladı: ‘‘Nasılsın bakalım yakışıklı? Sana ne kadar teşekkür etsem az. Ne annene ne de bana hiç zorluk çıkarmıyorsun. Bunu kimseye söyleme ama seni bu yüzden ayrı seviyorum. Sakın ablalarına benzeme, e mi oğlum? Sen hep böyle akıllı uslu ol.’’
‘‘Ba...ba!’’ diyen oğlunu kollarının arasına alıp sıkıca sardı.
‘‘Anne de paşam an-ne. Hiç olmadı ana de.’’
‘‘Baba!’’ diyen oğluna kıkırdayıp kucağında oğluyla ayağa kalktı.
‘‘Hadi daha fazla ses yapmadan odadan çıkalım yoksa sana anne dedirttiremeden anana yakalanacağız.’’
Oğluyla birlikte banyoya geçen Mert, henüz yeni yeni ayakta durmaya başlayan oğlu paçasına tutunsun diye küçük çocuğu yere bıraktı ve hiç vakit kaybetmeden yüzünü yıkadı. Alelacele havluyla kurulanıp oğlunu kucağına aldığı gibi mutfağın yolunu tuttu.
‘‘Bugün kahvaltıda meyve yemeye ne dersin delikanlı?’’ diye sorduğu oğlundan gülücükler alınca, ‘‘Bende öyle tahmin etmiştim,’’ deyip oğlunu bebek sandalyesine oturttu. Çay demlemek amacıyla alt haznesine su koyduğu demliği ocağa yerleştirip ocağı yaktı. Buzdolabından kahvaltılıkları çıkartırken bir yandan da oğluyla konuşmayı ihmal etmiyordu. ‘‘Anne dedi ki sana elma püresi verebilirmişim. Bende annenin sözünü dinleyip sana elma rendeleyeceğim. Anne uyanmadan kahvaltını yaparsan annen uyanınca rahatça kahvaltısını yapabilir.’’
O kadar anne demesine rağmen oğlunun ‘‘Baba!’’ demesiyle yüzünü buruşturdu. Ne kadar bu kelimeyi duymak içini sızlatsa da tek kelimesi bu olan oğlu anne demediği sürece kendini karısına ihanet etmiş gibi hissedecekti. Sonuçta bu evde en çok kullanılan kelime ‘Baba’ idi ve Mert, karısı buna içerlesin istemiyordu. En azından küçük oğlu ‘‘Anne,’’ derse kendini vicdanen rahatlamış hissedecekti ama işte mümkün olmuyordu.
‘‘Anne paşam, anne.’’
‘‘Baba.’’
‘‘Biliyordum!’’ duyduğu tek kelimelik cümleyle mutfak kapısına yaslanmış karısına baktı genç baba. Yakalanmışlardı. Ne diyeceğini bilemez bir halde kalakalırken, genç kadın oğlunun yanına gidip onu kucağına aldı.
‘‘Annem sen ‘Baba’ mı dedin? Hadi bir daha söyle biriciğim.’’
‘‘Baba,’’ deyip gülücükler saçan oğluna şefkatle baktı Mert. Karısı beklediği gibi sert bir tepki vermemişti. Bunun verdiği rahatlama hissiyle oğluyla karısının yanına gidip genç kadını göğsüne çekti. Boyu kalbinin hizasına gelen kadına sıkıca sarılıp ‘‘Günaydın Müjde’m,’’ dedi.
‘‘Günaydın yakışıklı!’’ derken kalbinin üstünden öpen karısını saçlarından öptü.
‘‘Saat daha erken biraz daha uyu istersen, ha Müjde’m?’’
Genç kadın, oğlunu bebek sandalyesine geri oturtup kocasına döndü. Parmak uçlarında yükselip ‘‘Eğil de günüm şenlensin adam,’’ dedi. Mert gülümseyerek başını öne eğdi ve karısının dudaklarına yapıştı. Müjde büyük bir ihtiyaçla kocasını öpüp iyice ayıldığını ve hatta uyarıldığını hissettiğinde Mert’ten ayrıldı. Başını kocasının hızla inip kalkan göğsüne yaslayıp kendi nefeslerini de düzene koymaya çalıştı. Mert’in ona sıkıca sarılıp kulağına ‘‘Bugün eve erken geleceğim,’’ diye fısıldaması yavaşlamaya başlayan kalbinin tekrar şiddetle çarpmasını sağlamıştı.
‘‘Vaatler vaatler...’’ diyerek kocasından uzaklaştı ve tezgâhta duran elmayı rendelemek için rendeyi ortaya çıkardı.
‘‘İşi oturtmaya çalışıyorum, biliyorsun Müjde’m. Yoksa seni, çocuklarımızı bir dakika olsun bırakmak istemiyorum.’’
‘‘Ya adam sen bana ne bakıyorsun? Ağzım var konuşuyorum,’’ deyip Mert’e döndü genç kadın ve kocasının yanağından makas aldı. ‘‘Sadece biraz kıskançlığım üstümde hepsi o.’’
Mert, kalçasını tezgâha dayayıp Müjde’ye yandan bakmaya başladı.
‘‘Neyimi kıskanıyorsun Müjde’m?’’
Dilinin ucuna kadar gelen şeyi söylemekle söylememek arasında kalsa da dilini tutmakta iyi değildi Müjde.
‘‘Neyini olacak? Kafe ile benden çok ilgileniyorsun.’’
Duyduğu cümleyle kahkaha atıp onları izleyen oğlunun da gülmesini sağlarken, hemen yanındaki karısını kollarının arasına alıp Müjde’yi boynundan koklayarak öptü. Yeni açtığı kafenin düzenini oturtmaya çalışıyordu Mert. Bu yüzden eve geç kaldığı olmuştu bir iki kez.
‘‘Bayılıyorum bu hallerine!’’ dediği karısını bir de dudaklarından öpüp serbest bıraktı ve kahvaltılıkları mutfak masasına dizmeye başladı.
‘‘Ah, harika harikası olduğumdandır!’’ diyen karısıyla kıkırdaması bir oldu. Müjde, Mert’in güldüğünü duyunca bozulmasa da bozulmuş gibi yapmaya karar verdi.
‘‘Ne o, beğenemedin mi?’’
Karısının sitemkâr sorusuyla ona yaklaşıp ellerini karısının karnında birleştirdi ve çenesini de genç kadının omzuna yasladı.
‘‘Ne haddime Müjde’m. Ben hayatımdan çok memnunum,’’ dedi.
Müjde, kocasının yüzünü görmediği için genişçe gülümserken, Mert de burnunu karısının saçlarına gömmüş, Müjde’nin şampuan kokusunu içine çekiyordu.
‘‘Öhü öhüü!’’
Duydukları öksürük sesiyle irkilen ikiliden kendini ilk toparlayan Mert oldu. Mutfak kapısına bir bakış attığında kayınçosunun bıkkın bir vaziyette orada dikildiğini gördü.
‘‘Bana neden sizinle yaşadığımı hatırlatmak ister misin enişte?’’
Müjde, iç çekip elindeki elmayı rendeye daha sert sürtmeye başladı.
‘‘Sana da günaydın Devrim!’’
Ablasının sesinde barındırdığı öfkeyi umursamadan kahvaltı masasının önündeki sandalyelerden birini çekerek oturdu genç adam.
‘‘Kısa keseyim, kahvaltı edip kalkacağım. Söz verdiğim için kızlarla parka gideceğiz, öğleden sonra da laboratuvarım var. Şanslıysam geç gelirim; daha şanslıysam hiç gelmem.’’
Müjde ellerini kuruladıktan sonra kardeşinin ensesine şaplak attı. Devrim’in inlemesiyle gülümseyip ‘‘Çok konuşma da Memo’ya elma püresi yedir,’’ diye buyurdu kardeşine.
Devrim, ensesini sıvazlayıp önüne konan kâsedeki kaşığa uzandı. İlk lokmayı yeğeni yerine kendi ağzına götürecekti ki ablasının omzuna vurmasıyla ‘‘Of!’’ çekti.
‘‘Eskiden evlense de kurtulsam derdim. Şimdi Allah’ım kimin bedduasını aldım diye soruyorum kendime!’’
Mert, ilk evliliğinden olan ikiz kızları Gülce ve Gurur için surat ifadelerinden oluşan kahvaltı tabakları hazırlarken, Müjde de kızlar için süt ısıtmakla meşguldü. Tabii bu kardeşinin laflarına sessiz kalmasına engel değildi.
‘‘Merak etme kardeşim, hayatına iz bırakan tek dişi, sivrisinek olduğu sürece kimsenin ahını, bedduasını almazsın.’’
Mert, karısının iğneleyici lafıyla kıkırdarken, Devrim burnunun ucuna düşen gözlüğünü geri itti.
‘‘Kadınlar ve onların duygusal saçmalıklarıyla vakit kaybedeceğime kadın formunda robot icat eder, vatanıma; özellikle de Türk erkeklerine faydalı olmayı yeğlerim.’’
Müjde duyduğu cümleyle yüzünü buruşturup kardeşine baktı. Genç adam yüzünde hiçbir mimik oynamaksızın Mehmet’e elma püresi yediriyordu.
‘‘Kaç defa dedim sana, Memo’nun yanında gülümse diye!’’
Devrim gözlerini devirdi ve ‘‘Onun bunu umursadığını sanmıyorum Müjde, Bence Jr. Devrim halinden memnun,’’ diye bitirdi cümlesini.
Bunun üzerine oğlunu bebek sandalyesinden kaldırıp kucağına aldı genç kadın.
‘‘Ama ben umursuyorum Devrim Efendi! Hem abla diyeceksin bana, abla! Üstelik oğlumun beynini bunlarla yıkamamanı kaç defa daha söyleyeceğim sana?’’
Genç kadın, Mehmet’in gözlerine bakarak oğluyla konuşmaya başladı: ‘‘Anneciğim, sen dayına çekmeyeceksin. Öyle deneyler, araştırmalar işine girmeyeceksin, tamam mı? Saf, salak bir çocuk ol demiyorum ama ne olur dayın gibi de olma. Olur mu annem?’’
Suratına bakıp gülümseyen oğlunun ona onay verdiğini düşünüp bebeğinin yüzünü öpmeye başladı.
‘‘Yerim lan seni...’’ derken Mert’in boğazını temizlemesiyle argo konuşmaması gerektiğini hatırlayıp ‘‘Canımın canı, biriciğim, annen seni çok seviyor ve dayına çekmediğin sürece de hep sevecek,’’ diye devam ettirdi konuşmasını.
‘‘Müjde’m bu da olmadı sanki,’’ diyen, arkası ona dönük kocasına yaklaşıp Mert’in sırtını tişörtünün üstünden öptü.
‘‘Ya haklısın ama...’’ derken, cümlesini kardeşinin sözleri kesti.
‘‘Bu evde yaşamamı isteyen sendin abla. Üstelik madem oğlun bana benzesin istemiyordun, neden adımı oğluna verdin?’’
Bu soruya, hazırladığı kahvaltı tabaklarını masaya yerleştirirken Mert cevap verdi: ‘‘Tehdit ettiğin için olabilir mi?’’
‘‘Doğru, tehdit etmiştim. Pardon, bu ara uykumu tam alamıyorum, unutkanlık yapmış olmalı.’’
Kucağındaki oğluna sarılıp söylenmeye başladı Müjde: ‘‘Sen dayın gibi olma bir taneciğim, istersen en kaknem gelini getir karşıma, gıkımı çıkartırsam kilo alayım.’’
Mert duyduğu cümleyle karısına yaklaşıp ‘‘Kilolu halini özlüyorum,’’ dedi. Müjde genişçe gülümserken, yüzünü buruşturma sırası Devrim’deydi.
‘‘Günaydın babacığım! Günaydın Manniş! Günaydın dayıcığım! Günaydın Memo!’’
Mutfağa giren ikizler, sözleştikleri gibi hep bir ağızdan mutfaktakilere seslendiler. Mert, kızlarını görünce gülümserken, Müjde kucağındaki oğlunu babasına teslim edip, öz anneleri izin vermediği için ona ‘Anne’ yerine ‘Manniş’ diyen kızların önüne geldi ve dizlerinin üstüne çöktü.
‘‘Benim ikiz güzellerim gelmiş, hoş gelmiş!’’ deyip kızlara kucak açtı ve Gülce ile Gurur’u göğsüne hapsetti. Sıkıca sarıldığı kızlardan onları öperek uzaklaştı. Ardından her duyduğunda soğuk terler döktüğü soruyu duymak için beklemeye başladı.
Üstlerinde aynı takım çilekli pijamalar olan kızlar, aynı anda elleriyle ağızlarını kapatarak ‘‘Ben kimim?’’ diye sordular. Her gün bıkmak usanmak bilmeden bu oyunu oynuyorlardı ve maalesef Müjde her gün birbirinden ayırt edemediği ikizleri türlü bahanelerle kandırıyordu. Bazen şanslıysa Mert; daha şanslıysa Devrim ona yardım ediyordu.
Başını arkaya çevirdiğinde kardeşinin ukala bir tavırla onu izlediğini gördü. Bakışlarını kocasına çevirdiğinde onun da Mehmet’in yarım kalan mamasını yedirdiğine şahit oldu. Çaresizce ikizlere dönüp karşısındaki kızlara bakmaya başladı. Yanlış tahminde bulunursa kızları hayal kırıklığına uğratacağını düşündüğünden yüzüne yapmacık bir bilmişlik yerleştirip ‘‘Hımm...’’ diye mırıldandı.
İki kız da aynı anda güldü ama elleriyle ağızlarını kapattıklarından Müjde hangisinin ön dişinin olmadığını, dolayısıyla Gülce’nin hangisi olduğunu anlayamamıştı.
Hemen sağındaki kıza dönüp ‘‘Sen beni en çok öpensin,’’ dedi. Bunu söylediği küçük kız elleriyle ağzını kapatıp kahkaha atarken hemen yanındaki ikizi yüzünü asıp ‘‘Hayır ama o benim!’’ dedi kıskançlıkla. Bunu söylerken ağzını kapatmayı unuttuğu için Müjde onun Gülce olduğunu anlamıştı. Durumu toparlamak için Gülce’ye yönelik ‘‘Sen de benim gül kokulumsun ama!’’ dedi. Gülce’nin yüzü hemen yumuşarken, Müjde derin bir nefes aldı. Bileğinde hep hazır bulundurduğu lastik tokalardan birini eline alıp Gurur’un saçlarını topuz yaparak topladı. Ardından Gülce’nin saçlarını da atkuyruğu yapıp ikizleri ayırt edebilmesini mümkün kıldı.
Kızlar yerlerine oturup Mert’in onlar için hazırladığı kahvaltıya başlarken, Müjde de masada her zamanki yerine, Mert’in çaprazına, dizi kocasının dizine değecek şekilde oturdu.
Kahvaltısını yapmak yerine kocasının oğluyla ilgilenmesini izlediğinden Mert’in dikkatini çekmişti genç kadın. Mert, karısının elini tuttu ve genç kadının avuç içini öptü.
Dudaklarını oynatarak karısına ‘‘Seni seviyorum,’’ dedi. Karşılığında Müjde öyle bir bakmıştı ki ona, bir kez de seslice söyledi hislerini genç adam: ‘‘Seni seviyorum.’’
Bu esnada çalan kapıyla ayaklandı Müjde ve mutfaktan çıktı. Mert, karısının ardından iç çekerek bakarken, bir süre holden ses gelmemesi üzerine oğlunu bebek sandalyesine bırakıp mutfaktan çıktı. Hole geldiğinde karısının aralık kapının önünde dikildiğini gördü. Gelenin kim olduğunu görmek için karısının yanına ilerlemeye başladı.
‘‘Kim gelmiş Müjde’m?’’ diye sorduğu karısından cevap alamazken, aralık kapıyı tamamen açtığında karşısında sarı saçları kalçalarına kadar uzanan bir kadın gördü. Gördüğü yüzle gözleri doldu Mert’in. Kalbi acıyla doldu. Bağırmak istediği halde nefesi kesilmişti sanki. Sesi çıkmıyordu. Konuşmayı denedi ama nafile bir çabaydı isteği. Bir zaman sonra kadının sesini duydu:
‘‘Ben geldim Mert.’’
Başını yanında duran karısına çevirdiğinde Müjde’nin portmantodan ceketini aldığını gördü. Genç kadın ceketini üstüne geçirip saçlarını düzeltti. Mert’e gülümseyerek bakıyordu. ‘‘Seni seviyorum adam,’’ dedi sadece dudaklarını oynatarak. Ardından karşısındaki kadına dönüp ‘‘Hoş geldin Sevda,’’ dedi ve evden çıktı.
Mert, karısının ardından gitmek istese de kımıldayamıyordu yerinden. Bedeni kaskatı kesilmişti. Gözlerinden birbiri ardına yaşlar düşüp sakallarının arasında kaybolurken yüzünde hissettiği elle bakışlarını Sevda’ya çevirdi. ‘‘Sözümü tutmaya geldim,’’ diyen kadına bakarken sıçrayarak uyandı.
Göğsü hızla inip kalkarken bir eli Müjde’nin öptüğü dudaklarına gitti. Rüya olduğunu anlamamıştı. Eğer anlasaydı karısına sarılmadan geçen bir anı olmazdı. İç çekip başını yastığa geri koydu. Uyuyup aynı rüyayı baştan görmek istiyordu. Hatta o rüyada sıkışıp kalmak istiyordu. Karısını 4 sene önce anevrizmadan kaybetmişti. Daha önce hiçbir hastalığı ya da hastalık belirtisi olmayan Müjde, beynindeki anevrizmanın patlaması sonucu vefat etmişti. O günden sonra Mert, Müjde için hep ‘Gitti,’ kelimesini kullanmıştı. Hiçbir zaman ağzından ‘Öldü,’ kelimesi dökülmemişti. Ancak kendi elleriyle toprağa verdiği karısının öldüğü yadsınamaz bir gerçekti.
Yastığının ıslandığını fark edince avuç içleriyle, ıslak yüzünü sildi. Bir daha göremeyeceğini bile bile aynı rüyayı görme umuduyla gözlerini yummadan önce, sadece dudaklarını oynattı: ‘‘Ben de seni seviyorum Müjde’m.’’
Hâlâ ağlıyordu. Gözyaşları bir şerit halinde elmacık kemiklerinden yastığa süzüldüğü için uyuması da mümkün olmuyordu. Avuç içleriyle yüzünü sıvazlayıp burnunu çekti. Kaç gündür kullanmadığı uyku haplarına şimdi ihtiyaç duyuyordu. İşe yaramayacağını, bu saatten sonra uyuyamayacağını bildiği halde yatakta doğruldu.
Komodinin üstündeki başucu lambasını yakıp yatak odasının biraz olsun aydınlamasını sağlarken fark ettiği gölgeyle bakışlarını pencerenin önündeki tekli koltuğa çevirdi. Loş ortama alışan gözlerinin karşısındaki simayı seçmesi uzun sürmedi.
‘‘Sevda?’’
Ses gelmemesi üzerine yatağından çıkıp pencerenin önüne yürüdü. Tekli koltuğun başında durduğunda Sevda’nın koltukta uyuduğunu gördü. Rüyasının her detayı zihninde yeniden canlanırken Sevda’yı rüyasında gördüğünü hatırlaması çok sürmedi. Sokak lambasından odaya vuran ışığın altında genç kadını izlemeye başladı.
Çocuklarının ‘Deneyimli/Deneyimsiz Anne Aranıyor!’ başlığıyla gazeteye verdikleri ilan sonucu tanışmıştı Sevda ile. Agorafobi hastası olan kadın, eşi ve çocuğunu kaybettiğinden beri evinden dışarı adımını atmamışken, Mert ile buluşmak için ilk defa evinden çıkmıştı. Sonucunda kendini Mert’in evinde bulmuştu ama tüm korkuları yeniden gün yüzüne çıkan kadını bu evden çıkarmak neredeyse imkânsızdı. Varlığına, yakınlığına alıştığı kadına ilgi duymaya başlayan Mert ise iki kadın arasında kaldığını düşünüyordu. Bir yanda ölüsünü bile hiç azalmayan bir aşkla sevdiği rahmetli karısı Müjde; diğer yanda ise hayatına bir anda giren ve kendisi kadar 5 çocuğunun da sevgisini kazanan Sevda. İnkar etmeye, kaçmaya çalıştıkça daha da çekimine girdiği kadına iç çekerek bakmayı sürdürürken Sevda’nın uyuduğu yerde rahat olmadığını düşündüğünden onu uyandırmamaya gayret ederek genç kadını kucağına aldı ve yatağa taşıdı. Tam üstünü örteceği sırada kadının gözlerini açmasıyla ikilinin gözleri kesişti. Sevda, Mert’in ağladığını anlayamamıştı ama adamın gözlerinde gördüğü keder içini titretmeye yetmişti.
‘‘Ne işin var burada?’’ diye soran Mert’ten gözlerini kaçırmak istedi ama yapamadı.
‘‘Uyku tutmadı,’’ dedi kısık bir sesle.
‘‘Bana hiç öyle gelmedi,’’ deyip yatağa oturan adamdan bakışlarını kaçırdı Sevda.
Bu akşamüstü yatak odasında tartışmışlardı. Delilik sınırlarını zorlayacak bir şekilde kaktüsüyle evlenmeye kalkan adamın sözde nikâhını sabote etmişti genç kadın. Gerçeği öğrendiğinde çok sinirlenen Mert, ‘‘Bana bir nikâh borçlusun!’’ demişti Sevda’ya ve genç kadında ‘‘Sözüm olsun,’’ karşılığını vermişti.
Akşam hiçbir şey olmamış gibi odasından çıkıp, çocuklarıyla yemek yemişti genç baba. Evlatlarını uyku öncesi odalarında ziyaret edip iyi geceler dilemişti hepsine. Sevda’ya olan kırgınlığından, onun yatak odasında kalmasına izin vermeyip zaten evin içinde ve bahçede sıkıntısızca dolaşmaya başlayan kadına yatması için salonda yer hazırlamıştı.
Hâlâ cevap vermeyen kadına ‘‘Neden geldin?’’ diye sordu. Genç kadın yerinde kıpırdanıp başını yana çevirdiğinde Mert’in krem renk, yastık kılıfındaki koyulukları fark etti. Başını genç adama çevirip, Mert’in gözlerine dikkatlice baktığında onun ağlamış olduğunu anladı. Eli hesapsızca adamın yüzünü giderken ‘‘Neden ağladın?’’ diye sordu Mert’e.
Mert, yüzündeki eli çekmek istese de duyduğu soruyla gözleri dolmuştu. Gözünden akan tek damla yaş Sevda’nın elinin üstüne düşünce genç kadın, dizlerinin üstünde oturup Mert’in yüzünü avuçlarının arasına aldı.
‘‘Neyin var?’’ diye sordu fısıltıyla.
‘‘Hiç yaşanmamış yıllarım var Sevda. Annesiz büyüyen çocuklarım var. Kendi ellerimle toprağa gömdüğüm bir kalbim var. Sadece rüyalarda sarılabildiğim bir karım var. 4 senedir yutkunamadığım bir yumru var boğazımda. Daha ne olsun!’’
Duyduklarıyla karşısındaki adama sıkıca sarıldı Sevda. Mert bu sarılmaya karşılık vermek istemese de çok uzun sürmedi bu durum. Birine sığınmaya, birinde teselli bulmaya ihtiyacı vardı. Dizlerinin üstünde oturduğundan ondan uzun duran kadının göğsüne yasladı başını ve ellerini de Sevda’nın belinde kenetledi. Hiç konuşmadan öylece durdular. Ne zaman Mert’in gözyaşları bitti, omuzları sarsılarak ağlamayı kesti Sevda da o zaman genç adamın saçlarını okşamayı kesti. Başını göğsünden ayırdığı adamın yüzündeki yaşları elleriyle silip kendi yüzüne sürdü. Mert’in gözyaşlarını, kendi göz kapaklarına ve yanaklarına iyice yedirdi.
Mert hâlâ ne olduğunu anlamazken, Sevda’nın buğulu sesi her şeyi netleştirmişti: ‘‘Başkasına ait bir kalbe sahip olamam ama onun için akıttığın gözyaşlarını seninle paylaşabilirim. Ben seninle hayatını paylaşmak istiyorum Mert, buna gözyaşlarında dâhil.’’
Daha fazla dayanamayıp ağlamaya başlayan Sevda’ya anlamlandıramadığı duygularla bakıyordu genç adam. Onunla acısını dahi paylaşmaya hazır bir kadın vardı karşısında ama Mert’in merak ettiği şey Sevda’nın da kendi acısını paylaşmaya hazır olup olmadığıydı.
Sevda’nın yanaklarına süzülen gözyaşlarını silip kendi yanaklarına yedirdi, genç kadının yaptığı gibi ve cevabının hayatlarını belirleyeceği o soruyu sordu: ‘‘Gözyaşları paylaşılır Sevda. Asıl sen benimle kendi acını paylaşacak mısın?’’
Derin bir nefes alan genç kadın, başını hafif yana eğip titrek dudaklarını araladı. Mert, içini dökme sırasının Sevda’ya geldiğini anlamıştı.
‘‘Zaten paylaşıyorum Mert. Buraya adım attığım andan beri yaptığım şey bu. Can saçlarımı okşarken, sırf kocamın eli değdi diye kesmeye kıyamadığım ama dokundukça öldüğüm saçlarımı daha çok seviyorum artık. Aynada kendimi görmeye dayanamazken, Çiçeğim yüzümü okşayıp, yanaklarımı öpüyor diye kendimi görmeye katlanabiliyorum. Memo elini bilmeden karnıma yaslıyor ya benim burada iki kurşun yaram var, biliyor musun? İşte orası bir tek onun eli değince sızlamıyor,’’ deyip hıçkırdı Sevda. Buraya kadar bile iyi dayanmıştı. Bir eli kendini hatırlatmak ister gibi sızlayan karnına gitti. Omuzları sarsılarak ağlarken onu teselli etme sırası Mert’teydi. Sevda’yı tutup kucağına çekti ve genç kadının başını göğsüne yasladı. Bir yandan Sevda’nın sırtını okşarken, diğer yandan da genç kadını saçlarından öpüyordu. Şu an ki durumlarının sorumlusu olarak kendine kızıyordu Mert.
‘Salağım ben salak! Bok vardı soracak! Ağlama güzelim...’
Sevda, kollarında olduğu adam sayesinde durulup, düzenli nefesler almaya başlayınca başını kaldırdı ve Mert’in gözlerine baktı. Elini Mert’in yanağına yaslayıp, adamın kucağına iyice yerleşti. Acısını paylaşacaksa daha söylemesi gerekenler vardı.
‘‘Sana demiştim Mert, sayenizde iyileşiyorum. Acılarım olduğu gibi duruyor ama artık yaşamak için sulamam gereken çiçeklerimi kendime bahane etmiyorum. Ben her ölmek istediğimde bir çiçek ektim. Onları sulayıp her gün onlarla muhabbet ettim. Ben ölürsem, kuruyacakları düşüncesiyle yaşadım.’’
Mert’in sol gözünden peşi sıra damlayan yaşları sildi. Genç adamın elini kendi yüzünde hissettiğindeyse gözlerini kapattı. Gözyaşları silinirken Mert’i görmek istememişti. Mert’in gözlerinde yeterince keder varken, o kederin sahibi olma düşüncesi onu mahvediyordu.
Burnunu çekip gözlerini açmadan konuşmasını sürdürdü.
‘‘Ama artık yaşamak için fazlasına sahipmişim gibi hissediyorum. Yaşamak için bahaneye ihtiyacım yok Mert, aklıma düşmen bile yetiyor... Ben senin yanında acımı unutuyorum, yaşadığımı hissediyorum. Ben en son 7 aylık hamileydim,’’ deyip ellerini karnına götürdü. Düz karnını okşarken devam etti: ‘‘Kızımız olacaktı. Adını koymamıştık daha, karar veremiyorduk.’’
Gözünden akıp boynuna kadar yol çizen gözyaşının teninde bıraktığı soğuklukla ürperdi genç kadın. Mert’in sıcak avuçlarını yüzünde hissedince ellerini karnından çekmeden konuştu: ‘‘Şimdi kızımın küçücük mezarının üstünde, Sevda yazıyor. Belki kendimi gömemedim o mezara ama canımı gömdüm, kalbimi gömdüm, adımı gömdüm, geleceğimi gömdüm. Benim karnıma 2, kalbime 3 kurşun sıktılar. Benim her şeyimi elimden aldılar.’’
Hıçkırarak ağlamaya başlarken Mert’in ona sıkıca sarılmasına karşılık verdi. Genç adam, çocuklarına bir şey olmasını tezahür dahi edemiyordu. Gurur’una, Gülce’sine, Mehmet’ine, Can’ına ya da Çiçek’ine gelebilecek her türlü kötülüğün düşüncesi kalbine bıçak gibi saplanıyordu. ‘Yaşayamazdım, yapamazdım,’ diye geçirdi içinden Mert. O, Hülya’yı bile iki kızına sebep olduğu için kolaylıkla affetmişken çocuklarının nefes almadığı bir dünya düşünemiyordu ama kollarının arasındaki yaralı kadın bunların hepsini yaşamıştı. Açık açık anlatmasa da parçaları yerli yerine koymuştu genç adam.
Sevda, başını kaldırıp yaşlı gözlerle Mert’e bakmaya başladı. Ağlamak, az da olsa anlatmak iyi gelmişti ona. Aynı şekilde yaşlı gözlerle ona bakan adamla içi titredi. Tanışalı daha bir hafta olmadığı halde sorsalar yıllarını bu evde geçirdiğini söyleyebilirdi. Adresi bu ev, yeri Mert’in kollarıydı sanki. Şakağında hissettiği dudaklarla hafifçe gülümsedi. Zordu konuşması, anlatması. Şimdi cesaret edebilmiş konuşmuşken daha fazla konuşmak istiyordu. ‘‘Ben,’’ diye söze başlamıştı ki Mert’in boğuk sesini duydu.
‘‘Sen konuştuğundan fazlasını anlattın. Haklıydın, toprağı deşmenin bir anlamı yok. Seni zorladığım için özür dilerim.’’
Genç kadın başını olumsuz anlamda salladı. Mert’in gözlerine baktığında iç çekmeden edemedi.
‘‘Sadece canım acıyor Mert, şimdi her zamankinden biraz fazla ama olsun alışkınım ben.’’
Mert, ellerini Sevda’nın yanaklarına yasladı ve genç kadının gözlerinin içine bakarak konuştu: ‘‘Yaşadıklarını değiştiremem, acını dindiremem belki ama ben öpeyim, sen geçmese de geçti de olur mu?’’
Usulca başını sallayan kadına doğru eğilip Sevda’nın verdiği nefesi ciğerleriyle buluşturacak kadar yaklaştı ona. Acısını dağıtmak, bir an olsun unutturmak istiyordu her şeyi, bu acısı yaşından büyük kadına.
Dudaklarını Sevda’nın dudaklarına sürtüp aralarındaki teması kesmeden bekledi bir süre. Şu an hissettiği büyü gibi bir şeydi Mert için. Sevda’ya acısını unutturmak isterken, kendini unutacak hale gelmişti. Sabrını, kalbini zorluyordu. Bu zorlamaya Sevda’nın sıklaşan nefesleri eklenince daha fazla beklemeden genç kadının alt dudağını dudaklarının arasına alıp çekiştirdi. Yumuşak, iyileştirici bir öpücük vermeyi planlarken, Sevda’nın da heyecanla birleşik arzuyla karşılık vermesi üzerine öpüşmeleri sertleşti. Gayri ihtiyari kucağındaki kadını kendine bastırma ihtiyacı duyarken, Sevda’nın kısık bir şekilde ağzının içine inlemesiyle kanının kaynadığını hissetti. İçindeki aklı başında adamın ‘Sadece öpecektin!’ diye isyan etmesi bile umurunda değildi artık.
Ellerini sırtında ve bacağında dolaştırdığı kadının dudaklarını bırakmadan onu altına alarak üstüne uzandı. Bedenini Sevda’nın bedeninin üstüne bırakınca ikisinin de titremeleri birbirine karıştı. Mert dudaklarını Sevda’nın boynuna indirdiğinde, göğsü hızla inip kalkan kadının üstündeki tişörtün gereksizliğini düşünüyordu. Eli, genç kadının tişörtünün içinden tenine temas edince bedenini saran tatlı akımla titredi. Sevda’nın sırtına doğru ilerleyen elinin yeni tanıştığı bölgeyi okşayarak tanımasını sağlarken, diğer elinin genç kadının göğsüne doğru yol almak için sabırsızlandığını fark etti. Boynunu öptüğü kadından biraz uzaklaşıp bakışlarını Sevda’nın yüzüne çevirdiğinde, gözleri kapalı, dudakları hafif aralık kadına baktı.
Önce dudaklarına hızlı öpücükler kondurdu sonra yavaş yavaş boynundan göğsüne, oradan da göbeğine ulaştı. Dudakları kadının heyecanla titreyen karnının ritmiyle hareket ediyordu. An sonra dudakları hafif bir kabarıklığa çarptı ve öpüşünü durdurdu. Başını kaldırıp baktığında ‘Kurşun yeri olmalı,’ diye düşündü. Arzularının altında ezilmek üzere olan aklı yerine gelirken, nerede ne yaptıklarının farkına varması uzun sürmedi. Hâlâ aynı şekilde duran kadını uzanıp dudaklarından öptü ve ellerini Sevda’nın bedeninden çekerek kendini yana atmayı başardı.
Sevda’nın gözlerini açıp ona merakla bakmasıyla nefes nefese konuşmaya başladı: ‘‘Burada olmaz, böyle olmaz...’’
Aynı şekilde nefes nefese ‘‘Nerede olur?’’ diye soran kadına ‘‘Evlenmeden olmaz,’’ yanıtını verip gözlerini acıyla yumdu.
Yatakta yan dönüp kendine çektiği kadına sıkıca sarıldı. Tek bacağını Sevda’nın bacaklarının arasına yerleştirip, genç kadının başını da göğsüne yasladı. Yatakta sırt üstü uzandığında Sevda, Mert’in üzerinde yatıyordu ve ikisi içinde bundan daha güzel bir uyku pozisyonu olamazdı.
Sevda, nefes alışverişleri hâlâ düzene giremediği için titrek bir sesle ‘‘Gerçekten uyuyacağız mı?’’ diye sormadan edemedi Mert’e. Yanındaki adamın uyarılmış bedeninin farkındaydı ve kendisi de ondan farklı değildi.
‘‘Evlenene kadar evet,’’ diyen adamla başını Mert’in göğsünden kaldırıp genç adama bir bakış attı.
‘‘Bu bir evlenme teklifi mi?’’
Mert, hafifçe tebessüm edip alt dudağını dişledi.
‘‘Hayır, Hanımefendi,’’ deyip Sevda’nın eline uzandı ve genç kadının avuç içine derin bir öpücük kondurdu. Ardından kadının gözlerine bakarak ‘‘İşte bu bir evlenme teklifiydi,’’ dedi ve ekledi: ‘‘İstediğin kadar düşünebilirsin Sevda.’’
Sevda dolan gözlerini tavana dikip ağlamamaya çalıştı. Derin bir nefes alıp Mert’in yüzüne eğildi ve onun göz kapaklarına birer tane öpücük kondurdu.
‘‘Cevabını aldığına göre uyuyabilir miyiz artık?’’ diye soran kadını başını sallayarak onayladı Mert.
‘‘İyi uykular güzelim.’’
‘‘İyi uykular dilemene gerek yok, buradayken kötü diye bir şey yok,’’ deyip Mert’in kalbinin üzerine bir öpücük kondurdu ve kendini bu kucakta hissettiği huzurun kollarına bıraktı genç kadın.