Strigoi Sarayı – Savaşın Gölgeleri
Kral, Ayla’nın yüzüne son bir kez baktı. Derin bir hayal kırıklığı ve öfke, gözlerinde fırtına gibi dönüyordu. Emma ve Arın’ın nefesleri hızlanmıştı. Onlar için bu sadece Ayla’nın kaybı değil, aynı zamanda büyük bir tehdidin başlangıcıydı.
“Bunu unutma, Ayla.” Kral’ın sesi buz gibiydi. “Bizden biri, düşmanımıza dönüşürse, onun sonu belli olur.”
Ayla’nın yüreği sıkıştı. Artık bir ihaneti simgeliyordu, ama geri dönüş yoktu.
Luke, Kral’ın bu sözlerinden pek de etkilenmiş gibi görünmüyordu. Rahat bir şekilde omuzlarını silkti, sonra gülümseyerek Ayla’nın çenesini tutup yüzünü kendine çevirdi.
“Endişelenme, prenses.” diye fısıldadı. “Onlar daha neyle karşı karşıya olduklarını bilmiyorlar.”
Ardından başını hafifçe yana çevirdi ve kapının yanında bekleyen gölgeleri işaret etti.
Sarayın büyük kapıları yavaşça açıldı. İçeriye, soğuk hava dalgası gibi giren zırhlı ve kana susamış Strigoi savaşçıları, karanlık bir gölge gibi hareket ederek odada yerlerini aldılar. Gözleri kıpkırmızı parlıyordu.
Emma irkildi ve Arın, içgüdüsel olarak bir büyü çağırmak için ellerini sıktı. Ama Luke başını iki yana sallayarak onlara meydan okuyan bir bakış attı.
“Çok geç.” diye fısıldadı.
Strigoi savaşçıları adım adım ilerlerken Kral, soğukkanlılığını koruyarak savaşçılarının önüne geçti.
“Strigoi ordusunu bile benimle başa çıkabilecek kadar güçlü sanıyorsan, büyük bir hata yapıyorsun, Luke.”
Luke hafifçe güldü, gözlerinde tehditkâr bir ışık vardı. “O zaman hata yapıp yapmadığımı savaş alanında göreceğiz.”
O anda Emma bir anda Arın’ın kolunu çekti ve Ayla’ya seslendi.
“Bunu gerçekten yapacak mısın?” dedi hiddetle. “Bu canavarı destekleyerek bize savaş açacak mısın?”
Ayla nefes aldı. Sırtındaki yük o kadar ağırdı ki, dizlerinin titrediğini hissedebiliyordu. Ama bu onun seçtiği yoldu.
“Siz gitmelisiniz.” dedi yavaşça. “Burada kalırsanız… yaşayamazsınız.”
Emma’nın gözleri doldu, ama Arın çoktan kararını vermişti. Bileklerinde alevler titreşirken Kral’a döndü.
“Gidelim.”
Kral başını eğerek onlara işaret verdi. “Savaş başladı.” dedi. “Hazır ol, Ayla.”
Ve ardından Kral ve korumaları hızla saraydan ayrıldı.
Strigoi savaşçıları geri çekilip Luke’a döndü.
“Emirlerin nedir, lordumuz?” diye sordu biri, diz çökerek.
Luke gözlerini Ayla’ya dikti. “Prensesimize Ritüel için hazırlayın.” diye buyurdu. “Ve… savaş için hazırlanacağız.”
Ayla gözlerini kapattı. Bu savaşın ne anlama geldiğini biliyordu.
Seçimini yapmıştı.
Ama bu seçimin bedeli ne olacaktı?
Strigoi Ritüeli – Karanlığa Adım
Ayla, büyük taş tahtın önünde diz çökmüştü. Kolları soğuk zincirlerle yere bağlanmış, bilekleri uyuşmaya başlamıştı. Luke'un gözleri, ona avını izleyen bir yırtıcı gibi kilitlenmişti.
Sarayın karanlık salonunda yalnız değillerdi. Strigoi savaşçıları ve büyücüler, halka şeklinde etraflarını sarmış, ritüelin başlamasını bekliyorlardı. Ortam, iç karartıcı bir sessizlikle doluydu.
Luke, Ayla’nın önüne çömeldi. Parmaklarını nazikçe çenesine koyup başını kaldırdı.
“Hazır mısın, prenses?” diye fısıldadı.
Ayla dişlerini sıktı, ama gözleri korkudan kaçamadı. "Bunu yapmak zorunda değilsin, Luke."
Luke hafifçe gülümsedi. “Ah, ama istiyorum. Seni yanımda sonsuza kadar istiyorum.”
Sonra yavaşça ayağa kalktı ve kollarını iki yana açarak büyüleri okumaya başladı.
“Noctis vinculum… sanguis tenebris… cor meum tibi offero…”
Yer titremeye başladı. Strigoi büyücüleri aynı anda mırıldanmaya başladı. Hava ağırlaştı, Ayla’nın nefesi kesildi. Vücudu kurşun gibi ağırlaşırken içindeki güç dalgalanmaya başladı.
“Luke… dur.” diye inledi. Ama Luke, onu duymuyordu bile.
Kendini ritüelin içine kaptırmıştı. Gözleri kan kırmızısına döndü, bedeni saf bir güçle titreşti. Ayla'nın önünde durarak parmaklarını havada dans ettirdi ve göğsünün üzerine karanlık rünleri çizdi.
“Seni tamamen benim yapacağım, Ayla. Artık kaçışın yok.”
Ayla'nın vücudu sıcaktan yanıyormuş gibi hissetti. İçinde bir şey parçalanıyor, bir şey dönüşüyordu. Kalp atışları düzensizleşti, ciğerleri hava için çırpınıyordu.
“Vinculum aeternum… infernum sanguis… reverte tenebris!”
Luke son büyü sözlerini haykırdığında, gökyüzü karardı. Salonun ortasında dev bir kan damlası havada süzüldü, Ayla’nın üzerine döküldü.
Ayla çığlık attı.
Bedenindeki her hücre yanıyordu, içindeki element büyüsü parçalanıyor, yerini soğuk, ölümcül bir güce bırakıyordu.
Ama bir şey ters gitti.
Ayla'nın içindeki güç ona karşı koymaya başladı. Gözleri önce beyaza, sonra altın sarısına döndü. İçinde bir ateş patladı, Luke’un bile geri adım atmasına sebep olan bir enerji yayıldı.
Luke’un yüzü bir an için şaşkınlıkla gerildi. "Bu imkânsız..." diye fısıldadı.
Ayla, gözlerini Luke’a dikti. Titreyen bedeni, içindeki gücün savaşı yüzünden paramparça oluyordu.
Ama bir şey kesindi: Bu ritüel planlandığı gibi gitmeyecekti.
Karanlığın İçinde Bir Işık
Luke, büyüsünü sıkılaştırdı. Ayla’nın vücudu, görünmez zincirlerle havada asılıydı. Nefesi sıkışıyor, göğsü yukarı kalkıp inerken ciğerlerine bir damla hava bile giremiyordu. Ellerini açmaya çalıştı, ama bilekleri sihirli bağlarla sıkıca tutuluyordu.
Gözleri Luke’un kan kırmızısı gözlerine kilitlendi. Kalbi, çaresizce göğsüne çarpıyordu.
Ve sonra, yanaklarından sıcak bir damla süzüldü.
"Luke..." diye inledi, sesi neredeyse duyulmayacak kadar zayıftı.
Ama Luke’un yüzündeki sertlik değişmedi. İçinde yükselen bir huzursuzluk vardı, ama bunu görmezden geldi. Gözlerini Ayla’dan ayırmadı, büyüsünü daha da güçlendirdi.
Ayla gözlerini kapattı.
Bir anlık sessizlik.
Ve ardından zihni, onu geçmişin derinliklerine sürükledi.
— Flaşback —
Bebek Ayla, annesinin kollarında huzur içinde uyuyordu. Kadın, ona yumuşak bir ninni söylüyor, uzun parmaklarıyla saçlarını okşuyordu. Ayla büyüdükçe annesi onu ellerinden tutarak yürütmüş, saçlarını örmüş, ona masallar anlatmıştı.
"Sen benim ışığımsın, Ayla." diye fısıldamıştı bir gece ona. "Ne olursa olsun, karanlığa teslim olma. Seni seviyorum kızım"
Annesinin sıcak sesi kulaklarında yankılandı.
Ve sonra, sahne değişti.
Annesinin yüzü belirsizleşti, uzaklaştı. Ayla, ona yetişmek için uzandı ama yetişemedi.
Gözlerini açtığında, boğuk bir fısıltıyla dudaklarından tek kelime döküldü:
"Anne..."
Gözlerinden bir damla yaş süzüldü.
Ve o an her şey değişti.
— Şimdi —
Bir anda, göz kamaştırıcı bir ışık patlaması oldu.
Luke geri çekildi, gözlerini kıstı. Strigoi büyücüleri çığlık atarak geriye savruldu. Işığın içinden güçlü bir rüzgâr esti, göğsüne bastırdı.
Ayla'nın bedeni, ışığın ortasında kayboldu.
Hava tekrar sessizleştiğinde, Luke’un önünde sadece bir şey kaldı.
Ayla'nın hep yanında taşıdığı küçük, gümüş kolye taş zemine düşmüş, soluk bir yankıyla çarpılmıştı.
Luke’un gözleri büyüdü. Ayla yoktu.
Boğazı kurudu. Elini ileri uzattı, ama boşluğa dokundu.
"Hayır..." diye fısıldadı.
Büyücüler ve Strigoi savaşçıları da şaşkınlıkla etrafa bakıyorlardı. Fısıltılar yükseldi.
"Bu nasıl olabilir?"
"O patladı mı? Öldü mü? Yoksa Yok oldu mu?"
"Güce dayanamadı, yok oldu..."
Luke, şok içinde dizlerinin üzerine düştü.
Öfkesi, hayal kırıklığı, boşluk… İçinde fırtınalar kopuyordu. Ayla’nın kaçtığını mı düşünmeliydi? Yoksa gerçekten yok olduğunu mu?
Ama bildiği tek bir şey vardı.
Eğer Ayla hâlâ hayattaysa, onu bulacaktı. Ve bir daha kaçamayacaktı.