Şimdi…
Soğuk gece havası tenime çarpıyor, ama hissetmiyorum. Gözlerimi gökyüzüne dikmiş, parlak havai fişekleri izliyorum. Renkler birbiri ardına patlıyor; kırmızı, mavi, yeşil… Tıpkı çocukken annemin bana bahsettiği gökkuşağı gibi.
Her yılbaşı, içimde aynı boşluğu hissediyorum. Annem hep “Sen özelsin, Ayla.” derdi. Ama nedenini asla öğrenemedim. Onu en son gördüğüm gece dışında…
Geçmişe Dönüş – 6 Yaşında
Saçlarım yumuşak hareketlerle taranıyordu. Annemin narin elleri, buklelerimi özenle topluyor, sevgiyle örüyordu. Onun yanında olduğumda kendimi hep güvende hissederdim. Ama o gece içimde tarif edemediğim bir his vardı.
“Anne, özel ne demek?” diye sordum aniden.
Annem ellerini saçlarımda durdurdu. Gülümsedi ama gözlerinde bir gölge belirdi.
“Özel…” diye tekrarladı. “Özel demek, bazen hayatımıza çok değerli biri girer ve her şeyi değiştirir.”
Başımı kaldırıp gözlerine baktım.
“Babam gibi mi?” dedim heyecanla. “O da hayatımıza bazen geliyor, değil mi?”
Annemin yüzündeki ifade değişti. Gülümsemesi biraz soldu ama beni üzmemek için hemen toparladı.
“Hayır, tatlım,” dedi nazikçe. “Şey gibi… Gökkuşağı gibi.”
Gözlerim parladı. “Vay! Gökkuşağı mı?”
Annem kıkırdadı ve saçlarımı örmeye devam etti.
“Evet,” dedi. “Sen neden özelsin biliyor musun?”
Başımı iki yana salladım. O ise eğilip kulağıma fısıldadı:
“Ayla, sen bu dünyaya aşkla geldin.”
Küçük ellerim annemin dizlerini sıkıca kavradı.
“Anne…” dedim kısık sesle. “Baba artık bizi sevmiyor mu? Bizi görmeye hiç gelmeyecek mi?”
Annem derin bir nefes aldı. Beni kucağına çekip sımsıkı sarıldı.
“Böyle düşünme, Ayla,” dedi yumuşak sesiyle. “Baban seni çok seviyor. Onun sevgisi yıldızlar gibidir… Bazen görünmez ama hep oradadır.”
Yüzümü boynuna gömdüm. İçimde tuhaf bir korku vardı.
“Anne, sen beni hiç bırakma,” diye fısıldadım. “Ne dersen yaparım. Sözünden çıkmam. Ama beni bırakma.”
Annem usulca başımı okşadı, kokusunu içime çektim. O anın sonsuza kadar sürmesini istedim.
“Söz veriyorum, tatlım,” dedi yumuşak bir sesle. “Seni asla bırakmayacağım.”
O gece bana bir kolye verdi. Küçük, gümüş bir ay figürü…
Ama verdiği söz gibi, o da bir daha asla geri dönmedi.
—
Şimdi…
Elimi boynumdaki kolyeye götürüyorum. Anılar zihnimde bir fırtına gibi dönüyor. Annem nerede? Beni neden terk etti?
Ve en önemlisi… Gerçekten özel miyim?
Havai fişekler gökyüzünde patlamaya devam ederken, soğuk çatı katında yalnız başıma oturuyorum. Elimi boynumdaki gümüş ay kolyesine götürüyorum. Parmaklarım metalin soğuk yüzeyinde geziniyor. Annemin bana verdiği tek hatıra…
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes alıyorum. O geceyi, annemin sözlerini, bana sarılışını hatırlıyorum. Ama her şey sisli. Sesini bile net hatırlayamıyorum artık. Ne kadar çabalarsam çabalayayım, onun yüzü hafızamdan yavaş yavaş siliniyor.
Ayağımın ucuyla çatının kenarındaki bir taşı itiyorum. Küçük taş, çatıdan aşağı düşüp karanlığın içinde kayboluyor. Tam o anda, arkamdan bir ses duyuyorum.
“Yine burada olduğunu tahmin etmeliydim.”
Sesi tanıyorum. Emma.
Başımı çevirmeden gülümsüyorum. “Ne zaman benden şüphe ettin ki?”
Emma, yanımda beliren sıcaklık. Dizlerini karnına çekip yanımda oturuyor. “Her yıl aynı gece, aynı yerde. Bunu bir gelenek haline getirdiğini fark ettim.”
Omuz silkiyorum. “Bu geceyi unutmak zor.”
Emma derin bir nefes alıyor. “Anneni özlüyorsun, değil mi?”
Kelimeler boğazıma düğümleniyor. Ama Emma’nın gözlerinden kaçamıyorum. Onun önünde bir şey saklamak mümkün değil.
Başımı yavaşça sallıyorum. “Her zaman. Ama bu gece daha fazla.”
Sessizlik. Gökyüzünde bir havai fişek daha patlıyor, mor ışık her yeri aydınlatıyor.
Emma dizlerini indirip bana dönüyor. “Peki, hiç düşündün mü? Eğer buraya her sene gelip onu hatırlıyorsan, belki de o hala seninle birliktedir.”
Gözlerimi ona çeviriyorum. “Beni terk etti, Emma.” Sesim soğuk çıkıyor. “Söz vermişti. Beni asla bırakmayacağını söylemişti.”
Emma kaşlarını çatıyor. “Bence anneler çocuklarını terk etmez, Ayla. Olan biten her neyse, belki de düşündüğün gibi değildir.”
Kelimeleri tartıyorum ama yüreğimdeki boşluk dolmuyor.
“Eğer burada olsaydı, seni gördüğüne sevineceğini biliyorum.” Emma'nın sesi yumuşak ama kararlı. “Ve bence, sen de onu gördüğüne sevinirdin.”
Başımı eğiyorum. “Öyle mi düşünüyorsun?”
Emma omzunu silkerek gülümsüyor. “Tabii ki. Ama eğer gerçekten onunla konuşmak istiyorsan…” Gözlerini dev bir havai fişeğin aydınlattığı gökyüzüne çeviriyor. “Onu yıldızlara sor.”
Kaşlarımı kaldırıyorum. “Yıldızlara mı?”
Emma ciddiyetle başını sallıyor. “Evet. Anneler yıldız gibidir, değil mi? Annenin sana söylediği gibi… Bazen görünmezler ama hep oradadırlar.”
Birkaç saniye hiçbir şey söylemiyorum. Emma’nın ne yapmaya çalıştığını biliyorum ama yüreğimdeki boşluk o kadar büyük ki, bir yıldız bile dolduramaz gibi hissediyorum.
Ama yine de gözlerimi gökyüzüne çeviriyorum. Parlayan yıldızlara bakıyorum. Annem… Burada mısın?
Tam o anda, çatıya bir gölge düşüyor. Biri var.
“Ne kadar duygusal.”
Buz gibi bir ses, gecenin sessizliğini bıçak gibi kesiyor.
Emma hızla ayağa fırlıyor. “Kim var orada?”
Karanlığın içinden bir figür beliriyor. Uzun boylu, soluk tenli ve gözleri kıpkırmızı. Bir Strigoi.
Kalbim sıkışıyor. Emma ile aynı anda refleks gösteriyoruz. Ama ben silahımı çekmeye fırsat bulamadan, o konuşmaya devam ediyor.
“Sana neden özel olduğunu söylemediler mi, prenses?”
Tüylerim diken diken oluyor.
“Özel olduğunu bilmen gerekirdi.”
“Çünkü seni almak için buradayız.”