Bu çok tehlikeliydi.
Ulaş'ın açıkça Eray'ın arkasından iş çevirdiğini biliyordum. İşlerden ne kadar uzak kalmaya çalışsam da aralarında dolaşan o negatif enerjinin farkındaydım. Kartlar açıkça dağıtılmamış ve görüşme yapılmamıştı ama şimdiden sonuç belli gibiydi. Bu Ulaş için intikam, Eray için de güç savaşıydı.
"Hem de aynı şekilde karşılaştık. Bu bir tesadüf mü?" Dedi bir cinayetin hemen ortasında olmasına rağmen gülümseyerek.
"Kader olabilir mi abi?" Dedi adının Volkan olduğunu hatırladığım çocuk. İkisi de birbirinden alaycıydı. Böyle insanların ne tür psikopatlıkları olduğunu düşünmek bile istemiyordum.
"Aşk tesadüfleri sevmez mi Volkan?" Bu iki hasta piçten kaçmak için bir adım geri atmıştım ki bileğime dolanan parmaklar bana kinarca nah gidersin dedi. "Sana gidebilirsin dediğimi hatırlamıyorum."
"Ben de senden izin aldığımı hatırlamıyorum."
Volkan "Oooo!" Diye bağırırken Ulaş da gülümsedi ve beklemediğim bir hareketle beni duvara yapıştırıp üzerime eğildi.
"Bu cesareti sana sevgilin mi veriyor?"
Ağırlığıyla ezilirken yüzümü buruşturdum ama geri adım atmadım. Ne olursa olsun şu an Eray Keskin'in sevgilisiydim ve bana karşı açıkça düşmanlık göstermesi büyük bir savaşı başlatırdı. Ulaş denen adamın aptal olduğunu düşünmüyordum.
"Beni biraz daha tehdit etmeye devam edersen neler yapabileceğimi sana bizzat gösteririm."
Kaşlarını kaldırdı ve dudaklarını büzerek bu cümlemin keyfini çıkarttı. "Oyuncak... Bakıyorum da dişlerin varmış."
"Isırıyorum da." Elimi göğsüne koyup kendimden uzaklaştırdım. Volkan denen çocuk yüzünde neşe dolu bir ifadeyle bize bakmaya devam ediyordu. "Ne yaptığınız umurumda değil ama benden uzak durun."
Ulaş omuz silkti ve kollarını göğsünde birleştirdi. Aynı anda cebimdeki telefon deli gibi titremeye başladı. "Eh, bunun için biraz geç kaldık sanırım."
Bu cümleden ne anlamam gerekiyordu ki? Kısık gözlerle ikisine bakmaya devam ederken Volkan yere uzandı ve kanlar içindeki adamı çevirerek yüzünü açığa çıkarttı.
Bu benim korumalarımdan birisiydi.
Ulaş kulağıma eğildi ve "Ufak bir uyarı." Diye fısıldadı. "Şimdi kaç, Liyana. Yoksa yanacaksın."
Geri çekildim ve hızlı adımlarla girişe doğru koştum. Gergin bir ifadeyle beni arayan Sude'yle bakışlarımız kesiştiği anda bir şeylerin ters gittiğini anladım.
"Acilen gitmemiz lazım." Dedi kolumdan tutup çekerken. "Bir kişi kayıp."
"Liyana Hanım hızlıca çıkıyoruz." Korumalar her yerimi sardı ve mekanı terk ettik.
Belli ki Ulaş Asilkan çoğu yerde söz sahibi olmaya başlamıştı.
♛
Eve geldiğimiz anda Eray beni kontrol etti ve bir problem olmadığını görünce toplantı odasına geçti. İki saattir oradaydı. Konuşmaya fırsatımız bile olmamıştı. Ona Ulaş'tan bahsetmeli miydim?
Eh, siktir. Aptalca bir düşünce. Tabii ki bahsedecektim. Ya başkasından öğrenirse?
Daha önceden neden söylemediğimi sorarsa diye yere oturdum ve bacaklarımı karnıma çekip iki büklüm oldum. Korkmuş ve sinmiş görünmek tek çaremdi. Yoksa bu gerginliğiyle her şey olabilirdi.
Olduğum yerde uyuklarken odanın kapısının açıldığını hayal meyal duydum. Kendimi tekrar sessiz boşluğa bırakacakken bacağıma dolanan parmaklar beni vücuduna çekti ve yattığım yerden havalandım. Bu Eray'ın kokusuydu.
Kendime gelmeye çalışarak başımı kaldırdım ve hedefe güdümlenmiş füze gibi bakan gözlerini görünce içimden dua etmeye başladım. Çok kötü bakıyordu. Hem de bana.
"Sana bir şey anlatmalı-"
"Acelesi yok." Diyerek sözümü kesti ve beni yatağa yatırdıktan sonra yanıma uzandı. Üzerini ne ara değiştirmişti? Cidden uyuyakalmış olmalıydım.
"O adamı gördüm."
"Biliyorum, Liyana." Ne? Nasıl biliyordu? Yattığım yerden doğrulup çatık kaşlarla ona baktım. Yüzü ifadesizdi ama iyi bir ruh halinde de değildi. "Sana önemli bir şey söyledi mi?"
O adamla konuştuğumu bildiği halde nasıl bu kadar sakin olabilirdi? Gerçekten de aklını mı kaybediyordu acaba?
"Sinirli değil misin?"
"Sinirliyim." Ben de kaşınıyordum gerçekten. Neden ısrarla bunu soruyordum. "Ama tehlikede olmana. Başka neye sinirleneceğim?"
Ha...Normalde o adamın benim gözüme bakmasına sinirlenip beni dövebilirdi. Ya da söylemediğim için türlü komplo düşünür ve akıllanmam için günlerce aç bırakabilirdi.
Belamı aramıyordum ama endişelenmeden de duramıyordum.
Açtığı kollarının arasına girerken bile bir yerlerden bıçak çıkartıp saplayacak diye korkuyordum. Hepsinin aksine beni göğsüne çekti ve saçlarımdan öpüp okşadı.
"Korumayı öldürdüklerini gördüm." Diye her şeyi anlattım. "Seninle telefonda konuştuktan hemen sonraydı."
"Hmmm..." Sessiz mırıltısı ve saçlarımda dolaşan parmakları yüzünden içim geçecek gibi oldu ama hızlıca anlatmata devam ettim.
"Laf dalaşına girdik. Ona kafa tutunca cesareti senden mi aldığımı sordu." Güldüğünü duydum. "Korumayı gösterip bu bir uyarı dedi ve kaçmamı söyledi."
Onu davette gördüğümü ve o gün de bir cinayete ortak olduğumu söylemedim. Çok yorgundum ve eski hatamın cezasını çekecek gücüm yoktu. Öğrenirse inkar edecektim.
"Cesareti benden almış olmalısın." Dedi o da sessizce. Sanırım ikimizin de çok uykusu vardı.
"Sonuçta arkam sağlam."
Tekrar güldü ve saçlarımdan öptü. Beni kendine çekip sıkıca sarmalarken sırtımda açtığı yaralar zonkladı. Ne kadar da ironik, değil mi? Yarayı açan ve kapatan olmak istemek. Bunu isteyecek kadar da küstah olabilmek... İşte bu ancak Eray'a yakışırdı.
"Doğru. Arkanda ben varım." Beni sevgisiyle boğduğu gece bu sözleri söyledi. "Yanındayım. İstediğin zaman önünde, istediğin zaman da arkanda duracağım Liyana. Nerede olmamı istersen orada olacağım."
Kaçsan bile, varacağın yer olacağım.
❤
Üç gün boyunca Eray sinir bozucu derecede ilgili ve hassastı.
Hatta o kadar hassastı ki sevişirken bile nezaketi bırakmıyordu. Tam dışarıdan göründüğü kişiye dönüşmüştü.
Hasta ruhlu piç de kendi planını devreye sokmuştu herhalde. İyi davranarak beni kendine aşık etmeye çalışıyor olmalıydı.
Bahçedeki çiçekleri sulamak ve kendimi toprağa boğmak için bahçe tulumu giydim ve şapkamı takıp sahalara indim. Sude bir halt anlamayacağımı ve boş yere gittiğimi söylüyordu ama kararlıydım. Birkaç şey toplamadan dönmeyecektim.
Bir şarkı mırıldanıp bahçeyle ilgilenen Nuri Amcanın şaheserlerini bozmamaya dikkat ederek attım adımlarımı. Uzun zamandır inmiyordum buraya. En sevdiğim yerlerden biriydi.
Örgülerimi arkaya attım ve elimdeki suluğu yavaşça toprağa dökerek ilerlemeye başladım. Bunlar otomatik sulama sistemiyle sulanıyordu evet, biliyorum. Ama ne önemi var? Ben sulamak istiyorum.
Birkaç yer suladıktan sonra belim ağrıdı ve doğruldum. Güneş tam tepedeydi. Gözlerimi kapatıp sıcağın tenimi yakmasına izin verdim ve kollarımı iki yana açarak bir korkuluk gibi orada dikildim. Acayip keyifliydi; özgür olmak. Acı çekmemek.
Gülümseyebilmek.
Yalnız olduğum bahçede kendi konserimi verip sahne performansımı sergiledim ve nefes nefese kaldığım o anda köşeden bana göz kırpan kırmızı bir çilek gördüm.
"Ah!" İşte bu. Gördüğüm ilk canlı! Dikkatli adımlarda oraya doğru ilerledim ve çileği kopartıp havaya kaldırdım. Mükemmel bir şekilde yenmeye hazırdı. Üzerindeki toprağı parmağımla sildim ve güneşin ısıttığı çileği dudaklarımın arasına sıkıştırdım.
"Yine de yıkamalıydın..." Çileği dudaklarımdan ayırmadan sadece boynumu hareket ettirdim ve Ulaş Asilkan'ı ağacın birine yaslanmış şekilde gördüm. Kollarını göğsünde birleştirmiş beni izliyordu. Uzun zamandır buradaymış gibi bir hali vardı.
"Sen-"
"Mükemmel bir gösteriydi Liyana. Tekrar merhaba."
Ayağa kalktım ve etrafıma baktım.
Kimse yoktu.
Eray'ın evindeki bahçede sadece ben ve Ulaş Asilkan vardı.
"Kaç, Liyana." Dedi son sefer söylediği gibi. Yüzünde şirin bir gülümseme vardı. "Yoksa yanarsın demedim mi?"