Rezalet kâbusun ardından ondan farksız bir sabaha uyandım.
Ulaş apar topar evden çıktığında bir halt döndüğünü az çok tahmin edebilmiştim ama bunun ne denli büyük olduğunu bilmiyordum. Taa ki Zuhal Hala tüm o soğuk duruşunu kaybedip panik içinde beni evden çıkartana kadar.
Konuşma fırsatımız bile olmadan arabaya binmiş arkamızda bir yığın adamla beraber yola çıkmıştık. Stres yüzünden iki büklüm oturduğum koltukta midemin ağrısıyla başa çıkmaya çalışırken Zuhal Hala da yan koltukta sürekli birisiyle konuşuyordu.
Bu hengamenin tek nedeni Eray olabilirdi. Ama aynı zamanda Ulaş da tehlikede olabilirdi.
Belki de kırkıncı kere Ulaş’ı sorduğumda bana verdiği tek cevap güvende olduğumdu.
Derdim kendim değildi, Ulaş’tı.
Ama anlatamadım. Kimse anlamak istemedi.
Bir saat sonra araç daha sakin bir seyirde ilerlerken her şey bombok oldu.
Tek hatırladığım Zuhal Hala’nın tarafından çarpan bir araba, savruluşumuz ve benim onun kafasına sarılarak kendimce hayatta tutmaya çalışmamdı.
🩸
Yetimhanede büyüyen ailesiz ve önemsiz bir kız çocuğuydum. Bundan başka sahip olduğum hiçbir anlam ve ismim yoktu.
Liyana Koray, bu bana söylenen kimlikti.
Eray’ın varlığının beni çektiği sayısız azaplardan birinde, tanımadığım bir başka pisliğin elindeydim. Değeri olmayan bir insana yükledikleri anlamsız merakın sonucuydu başıma gelenler.
Eray Keser’in taptığı bu kadında ne var?
Eray’ın değerlisi oysa, onu almalıyız.
Aslında sadece bir saplantının sonucuydu yaşadıklarım.
Önce kaba saba adamların elinde uyandım. Resmen halatla bağlanmıştım ve kollarım felaket şekilde yanıyordu. Bunlar aracı olmalıydı. Asıl güç değillerdi.
Hiddetli telefon konuşmaları, oradan oraya koşturmacalar ve bağırışların ortasında bir süre sessizce bekledim.
Sonunda meraklı biri çıkıp beni fark etti ve üzerimde gücünün tesirini görmek istedi.
“Vaaay, harbiden fena kadınmış beee!” Pislik içindeki parmaklarıyla yüzümü kavradığında dişlerim yanak içlerimi kesiyordu. “Eray piçi ağzının tadını biliyormuş.” Yüzüne tükürdüğümde bundan zevk alarak gülümsedi. “Bir tur bana binmek ister misin?”
Uyandığımdan beri her konuşmayı dinledim ama Zuhal Hala ve diğerlerine dair tek bir şey duyamadım. Acaba iyi miydi? Başını çok sert vurmuştu durumu nasıldı? Sikeyim, benim yüzümdendi işte. O da benim sürüklediğim pisliğe hemen bulanmıştı.
Üzerimdeki tişörtü tek hamlede parçalayan adam beni öyle bir korkunun içine attı ki tek yapabildiğin çığlık atmak ve aynı anda onu tekmelemekti. Sütyenim ve önüne dökülen tenimle birleşen çaresiz çırpınışım bu domuzu deli gibi tahrik ederken ona salladığım ayağımı yakalayıp hareketimi kısıtladı.
“Siktir git! Şerefsiz köpek geber!”
Kalbim korkuyla parçalanırken kesilen nefeslerimin izin verdiği kadar soluk aldım ve kafa göz ne verdiyse ona atıldım. Tokadı yüzümü yardı gibi bir acı hissettim, saçlarım kökünden koptu sandım ama yine de durmadım. Altımdaki pantolonu bir şekilde çıkarttığında sadece arka arkaya çığlıklar atıyordum.
Bu olmasın. Lütfen bu olmasın, lütfen tanrım sana yalvarıyorum bir şey yap ve kurtar beni…
Elini kadınlığıma yasladığında dişlerimi herhangi bir yerine geçirip koparmanın derdindeydim. Yetişemedim, uzak tutamadım ve yapamadım. Beni yatırıp üzerime yerleştiğinde nefesim kesilene kadar var gücümle haykırdım.
Beni susturan şey patlama sesi ve ardından yüzüme sıçrayan sıcak kan oldu.
Koca beden üzerime düşme şansı bulamadan yana devrilirken hiç tanımadığım bir adam beni yerden kaldırdı ve üzerindeki ceketi hemen bana giydirdi. Deli gibi titrediğim için ne konuşabiliyor ne de hareket edebiliyordum.
Yerdeki pantolonumu da bulup bana giydirdikten sonra karşıma geçti ve doğrudan gözlerime baktı.
“Kimsin bilmiyorum ama seni kurtaracağım. Elimi tut ve peşimden ayrılma. Acele etmeliyiz.”
Başımı hızlı hızlı sallayıp elinden tuttum ve kim olduğunu sorgulamadan peşinden koşmaya başladım.
Kimsin bilmiyorum.
Bu imkansız olduğu kadar muazzamdı. Beni tanısa kurtarır mıydı acaba?
Asla.
O yüzden şimdilik susalım ve hayatta kalmaya bakalım.
Adrenalin damarlarımdan çekilirken yavaş yavaş kendime gelmeye ve öfkeyle kaynamaya başladım. Dar ve karanlık koridorlarda koşarken burasının gizli bir ticaret merkezi olduğu belliydi. Çünkü siktiğim yer devasaydı!
Karşısına çıkan kişiyi tek mermiyle indirdi ve yüzünü ekşiterek ölü adama baktı. Hemen sonra elimden çektirerek koşmaya devam etti.
Bu pis yere göre gereksiz derecede… temizdi.
Kıyafetine yeni dikkat ediyordum da bu neydi böyle? Bordo renkli bir kumaş pantolon ve beyaz gömlek giymişti. Saçları sarıydı ve gözlüğü vardı. Şimdilik seçtiğim şeyler bu kadardı.
Beni de kendisiyle beraber bir boşluğa çekti ve eliyle ağzımı kapatarak yanımızı kontrol etti. Yüzü ve gömleği kanla kaplanmıştı. Bu sik-
Adamın gözleri resmen sarıydı be?!
Kocaman açtığım gözlerimle ona bakmaya devam ederken o da dönüp bana baktı ve kaşlarını çattı.
“Kusura bakma, kabaydı.” Dedi elini ağzımdan çekerken. “Birini gördüğümü sandım. Gidelim, çıkışa az kaldı.”
Şu ortamda gözünü soramayacağım için sadece elini tutup peşinden koşmaya devam ettim. Çıkışa yaklaşmanın umuduyla son dönüşe saptığımızda karşımıza üç kişi çıktı.
Adam hemen silahını kaldırdı ama hazin bir klik sesi duyuldu. Devamı sessizlik…
“Kaçık piç…” Dedi iri adamlardan birisi dehşetle bize doğru bakarken. “Yoksa sen…”
Beni kaçırmasından bahsediyordu muhtemelen.
Adam beni arkasına aldı ve “Kaç kurtul.” Dedi.
Siktir be amına koyim! Beni kurtaran adamı bırakacak bir vicdanım asla yoktu. Ama aptal da değildim. Bu yüzden aynı yoldan geri koşarken dikkatli hareket ettim ve kimseye yakalanmamaya özen gösterdim. Arkamdan gelmemeleri de tuhaftı. O adam üçünü birden tutacak kadar güçlü görünmüyordu.
Sonunda vurduğumuz adamın üzerindeki iki silahı kaptım ve aynı yoldan koşmaya başladım. Nefesi artık götümden alsam da bir saniye durmadan yakalandığımız köşeye geldim.
“Kırmızılı!” Diye bağırdım güzel bir yumruğu yüzüne yerken. Ağzından savrulan kanla beraber sesime dönerken gözleri kocaman açılmıştı. “Yakala!”
Silahı ona fırlattım ve işimizi hızlandırdım. Ben bir adamı vurduğumda o ikisini de vurmuştu. Hemen yanına koştum ve tekrar elini tuttum. “Acele edelim!”
Önde o, arkasından ben koşarken bu büyüklükte bir yapıda peşimizden gelen kimsenin olmamasına şaşırmıştım.
Ya bu adam her kimse çok iyiydi, ya da düşündüğüm kadar önemli değildim.
Ama bana dönüp gülümseyen bu surat iki seçeneği de mantıklı kılıyordu.
Şakağından başlayarak çenesine inen dikiş izi, kusursuz görüntü ve ona eşlik eden tuhaf hareketleriyle bu adam…
Kimdi ki?
🩸
“Bu iyi gelecektir.”
Uzattığı kupayı elime aldım ve gülümsedim.
Tüm tuhaflıklarının yanında ormanın içinde ufak bir evi vardı. İçi sıcacık ve huzurlu olmasına rağmen bu görüntüye göre alakasızdı.
Geldiğimizde bana kendine ait bir eşofman takımı vermişti. Şimdi de sıcak kahve yapmıştı ve karşılıklı oturuyorduk.
“Gözlerin…” Dedim kaşlarımı çatarak ama güldüğünde dikkatim dağıldı.
“Lens.” Uzanıp parmağını gözüne değdirdi ve bir şeyi kenara çektiğinde gerçek gözünü gördüm. Kehribardı ve bu göze sahip olan gördüğüm ilk kişiydi. “Kendimi gizlemek için.”
“Ah…” Dudak büktüm ve kahvemden bir yudum aldım. Tadı enfesti. “Neden kendini gizlemek zorundasın ki?” Ayrıca sarı da kehribara oldukça yakın. Mavi falan seçseydin ya?!
“Peşimde olanlar var, uzun hikaye.” Yüzündeki memnuniyetsizliği hemen toparladı ve bana sordu. “Seni oraya düşüren neydi? O şerefsizler seni güzel bulup kaçırmış olmalı.” Oturuşu ve hareketlerinin kibarlığı o kadar dikkat çekiciydi ki adamı ilgiyle izliyordum.
Çünkü kahrolası bir aristokratla kahve içiyor gibiydim!
“Anlatmama gerek bile kalmadı.” Diyerek yalanımı ona söyletmiş oldum ve şirin şirin gülümsedim.
O da bana aynı şekilde gülümsedi. “Kötü bir şey yaşadın. Ailen ya da ulaşmak istediğin birisi var mı? Onları daha fazla endişelendirmeyelim.”
Bu adam gerçekten normal birisi olmalıydı.
Sözüyle kalbim pır pır attı ve gülümsedim. Ama hiçbirini arayamazdım. Başlarına ne geldiklerine dair hiçbir fikrim yoktu ve eve gitmek sadece intihar olurdu. Herkesi daha büyük bir belaya sokardım.
“Sanırım pis bir çevren var.” Dedim bana önerdiği şey yerine. Çünkü aradığım tüm cevapları bu adam sayesinde öğrenebilirdim.
Gözlüğünü düzeltti ve kupasını masaya bıraktı. “Endişelenme. Asla sana zarar vermek gibi-“
“Hayır, demek istediğim o değildi.” Bu sefer derin bir nefes alan ben oldum. Sabahın erken saatlerinde ne dönmüştü bilmiyordum ama içimden bir ses çok büyük bir şey olduğunu söylüyordu. Bunu öğrenmek için de en temiz yol pisliğin içinde ama önemsiz olan birisiyle iletişime geçmekti. Böylece üstüm batsa da kimse sorgulamayacaktı. “Bana yardım eder misin?”
Kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı ve hemen sonra bir melek gibi gülümseyerek başını salladı.
“Ne de olsa sana can borçluyum.”
“Sen de beni kurtardın, ödeştik.” Tecavüz edilmekten ve muhtemelen ardından da ölmekten.
“Anlaştık o zaman.”
Bana elini uzattığında gülümsedim ve uyduruk ismimi gerçekmiş gibi söyledim. “Leyla Keskin.”
Elimi sıktı ve aynı şekilde karşılık verdi. “Cenk Doğu.”
Pekala…
Yarın sabah ilk iş neler olduğunu öğrenmekti.
Ulaş’ı ve bana vaat ettiği hayatı kaybetmeye hiç niyetim yoktu.
Aynı zamanda beni bekleyen bir intikam da vardı.
O yüzden iyice dinledim ve Leyla Keskin olarak gözlerimi açmadan önce Liyana Koray’a bir süreliğine veda ettim.