Yolculuk...

2407 Words
Bir şeyin değeri zamanında bilinmeli. Zira zaman geç kalmayı asla affetmiyor. Yaşarken her şey için ikinci bir şansı yakalayabiliyorsunuz fakat, okulda düzenlenen anne kız günlerine bakıcınızla gitmiş olduğunuz anı silip yerine yenisini yaşayamıyorsunuz. Değil geçmiş; kimse bir dakika öncesini dahi yeniden yaşayamıyor. Hal böyleyken anın kıymetini bilmek gerekiyor. Elbette hepimizin geçerli mazeretleri var. Ekmek peşinde koşmak, yoğun iş temposu, çoluk çocuğun derdi, evin işi falan derken çoğu şeyi kafanızda kategorize edip aklınızca önem sırasına koyabiliyorsunuz. Vakti geldiğinde anlıyorsunuz ki, sıralama baştan aşağı yanlış. Tercih yaparken kaydırma yapmışsınız. İşte bu nedendendir ki, annemle geçmişte yaşayamadıklarımızın çetin muhasebesi ile zaman harcamaktansa, geri kalan zamanda anı yaşamayı tercih etmiştim. O hiç değişmemiş, buzlarını eritmemiş dahi olsa da ben, kendimi eritmeyi göze alacaktım. Onunla elimden geldiği halde yaşayamadığım şeylere ah etmektense en azından yaşamaya çalışacak ve denemiş olmanın vicdani rahatlığı ile kuşanacaktım. İki gün sonraki operasyon için yatış işlemleri yapılan ve özel bir serviste odası ayrılan Ümran hanımı, ameliyat saatine kadar anı yaşamaya ikna etmiştim. Hastaneye operasyondan birkaç saat önce döneceğimize söz vermiş ve bu şekilde Nazım beyin uyarılarını dikkate aldığımızı göstermiştik. Gözlerinde gördüğüm heyecanı size anlatamam. Yetiştiği ve sürdürmek zorunda olduğu disiplinin dışına çıkıyor oluşu, okulu ilk kez asan bir öğrencinin heyecanı ile yarışıyordu. "Eee Ümran Koru, hazır mısınız hikayelerin yaşandığı sokaklarda dolaşmaya?" "Gülce Derin, teessüf ederim. Siz annenizi hala tanımadınız mı? Hikayenin doğduğu yerlere ne kadar ehemmiyet verdiğini bilmiyormuş gibi konuşmayın lütfen. Hatta şöyle yapıyoruz, rotayı ben belirliyorum. Benimle ilk romanımın kahramanlarının yaşadığı muhite gelmek ister misin? Şanslıysak gerçek kişilerle de tanışmış olursun." "İstemem mi? Şaka mı yapıyorsun? Bu benim için bulunmaz bir fırsat. Asla kaçırmak istemem." "Hadi bakalım o zaman. Belki bir gün sen de beni Bahtışen ile tanıştırırsın belli mi olur?" "İnan bunun gerçekleşmesini çok isterim. Hatta şöyle yapalım; sen sağlığına kavuşur kavuşmaz birlikte gidelim onu görmeye, ne dersin?" "Gidelim ama trenle. Çok merak ediyorum senin hayranı olduğun tren yolculuklarını."  Birbirimizi yeni tanıyormuşuz gibi gelebilir size. Hatta 'ne saçma şey, bu kadarı da olmaz' bile diyebilirsiniz. Ama gerçekten bu kadar. İki insan gerçekten de kendi parçasına uzak yaşadı bunca zaman. Bahsettiği ilk romanı 'Sustukça' hazin bir mahalle hikayesiydi. Ankara'ya, dayısının yanına inşaatlarda çalışmak için gelen Zahit ile, kuaför yamağı Şirin'in hikayesi. Çok çile çeken, sürekli karşılarına engel çıkan, zaman kaybeden ama sevgilerinden gram kaybetmeyen tatlı mı tatlı bir çiftin hikayesi. Birbirlerine tutulduklarında Zahit 21, Şirin de 19 yaşındaymış. Tam 20 yıl sonra kavuşmuşlar. O 20 yılda ne yaşanmışlıklar var bir bilseniz... Annem Edebiyat Fakültesini bitirirken, tez konusunu bir türlü belirleyememiş. Her zamanki mükemmeliyetçiliği o zaman da yerinde tabii. Sonra hocası buna bir fikir vermiş ve demiş ki; "Kendine gerçek ve vurucu bir hayat hikayesi bul. Kahramanlarıyla röportaj yap ve bunu bir roman taslağı haline getir. Sonrasında birlikte belirlediğimiz bir yayın evine gönderelim ve editörlerin yorumlarını bekleyelim. Eğer onlardan olumlu görüş alırsan hayatının şansını yakalarsın Ümran.' Annem o kadar büyük bir heyecanla başlıyor ki araştırmasına içi içine sığmıyor. Aradan epey zaman geçmesine rağmen aradığı hikayeyi bulamayınca bütün heyecanı yerini derin üzüntüye bırakıyor. Gecesi gündüzü olan araştırma onu öyle dalgınlaştırıyor ki, bir gün yanlış bir durakta inip kayboluyor. Aslen Ankaralı olmasına rağmen, daha önce hiç yolunun düşmediği, belki adını bile duymadığı bir muhitte hem de. Şanssızlığına kızarken, yorgun bedenini ufak bir kuaför dükkanının önündeki kaldırıma bırakıveriyor. İşte o gün annemi Şirin ile karşılaştıran kader, bugün ülkenin sayılı edebiyatçılarından birisi olmasını sağlıyor. İşin garibi ben bu hikayeyi annemin ağzından dinlemedim. Nereden öğrendim biliyor musunuz? Bir edebiyat dergisine verdiği röportajdan. Tıpkı hiç tanımadığı diğer hayranları gibi. Serin sokaktaki Şirin Güzellik Salonuna doğru yürürken, sanki bu düşüncelerimi hissetmiş gibi heyecanla anlatıyor macerasını. Ben de ilk kez dinliyormuş kadar mutluyum üstelik. Asıl şaşkınlığımı ise kuaför dükkanına girdiğimizde yaşıyorum. "Ümran sen mi geldin kızım?" diyor yaşlıca bir kadın. "Bak yine bildi Ümran abla görüyor musun" diyor, fön çeken genç bir kadın. Ben olayı anlamaz şekilde bakınırken. Annem gidip yaşlı kadının elini ve yanaklarını öpüyor. "Gel Gülce, seni Şirin abla ile tanıştırayım" diyor. Kadının odağını hiç değiştirmeyen bakışları ile görme engelli olduğundan emin oluyorum artık. Beni hayrete düşüren bir şekilde; "Sonunda Gülce'yi getirdin demek bana" diyor. Yanına varınca ben de annem gibi ellerine uzanıyorum fakat o beni kendisine çekip sıkıca sarılıyor. Saçlarımı, yanaklarımı öpüyor. Gözünden akan bir damla yaşı görünce uzanıp siliyorum. "Görmüyor ama ağlıyor meret be kızım." deyince burukça bir tebessüm yerleşiyor ufacık dükkandaki herkesin yüzüne. Bu vesileyle ismimin neden Gülce olduğunu da öğreniyorum. Meğer 'Gülce' ismini Şirin hanım çok severmiş. Zahit bey ile birbirlerini sevmeye başladıktan sonra sürekli bir kız çocuk hayali kurmuşlar. Onu güzel elbiselerle giydirmişler, Şirin teyze saçlarını yaptığını hayal etmiş sık sık, Zahit amca işten gelince 'koşsun sarılsın boynuma bütün yorgunluğum geçer.' dermiş. Ama kader onları 40'lı yaşlarda ancak bir araya getirince çocuk sahibi olamamışlar. Sonrası ise tahmin ettiğiniz gibi. Annemden rica ediyorlar. Eğer bir kızı olursa ismini Gülce koymasını istiyor sevdalılar. Annem de ona kazandırdıkları eşsiz hikayenin minnet borcunu ödüyor. İsmimi daha da çok seviyorum artık. Uzun bir süre ellerimi bırakmayan Şirin teyzenin annemle olan anılarını dinledim. Anneme dair o kadar çok şey öğrendim ki. Mesela yolu sık sık buralara düşermiş annemin. Canı sıkıldığında, bunaldığında gelir Şirin teyzenin ellerine bırakırmış kendini. Yıllardır beğenilen Ümran Koru saç modelinin de mimarıymış Şirin teyze. Annem bir gün yine kafa dağıtmak, akıl danışmak için gelmiş salona. Çırak demiş ki "Şirin abla eve kadar gitti, şimdi gelir." Annem beklemiş bir süre, bakmış gelen giden yok, merak etmiş Şirin teyzeyi. İçine kurt düşünce, hemen iki bina yandaki evine kadar gitmiş. Bir de bakmış ki, Şirin teyze evin balkonunda, yerde baygın yatıyor. Çevreye sesleniyor, bir kaç kişi geliyor yardımına, atıyorlar annemin arabasına ve hastaneye yetiştiriyorlar. Meğer beyin kanaması geçirmiş Şirin teyze. Geç müdahale edildiği için de görme yetisini tamamen kaybediyor. Annemin bahsettiğine göre babamla boşanma zamanlarıymış. Benim velayet davamdan hemen önce olmuş bu elim olay. Velayetim anneme verildikten sonra ara ara gider, birkaç gün gelmezdi. Sürekli şehir dışında toplantısı olduğunu söyler, beni ya babama ya da bakıcıma bırakırdı. Meğer o dönemlerde Şirin teyzenin yanında kalır, Zahit amca ve ona sürece alışana kadar yardım edermiş. Ona dair bilmediğim ya da yanlış bildiğim o kadar çok şey var ki. Hepsini öğrenebilecek zamanı birlikte geçirmek için dua ediyorum. Bir süre sonra dükkana gelip karısının alnından öpen, bana sarılıp "Gülce'm güzel kızım" diyen, Zahit amca ile de tanışmış ve güzel bir sohbet gerçekleştirmiştik. Annemin onlarla olan muhabbetini izlerken büyülenmiş gibiydim. Bambaşka bir kadın vardı karşımda. İzlediğim ve hayranı olduğum Ümran Koru değil, anne, arkadaş, kardeş Ümran'dı. Ben bu Ümran'ı da çok sevdim. Allah ikisine de uzun ömürler versin ne diyelim... Bu güzel gezimizi, Nazım beyin iyi niyetini suistimal etmeden sonlandırıp hastaneye geri döndük. Eşyalarımızı da sabah gelmeden hazırladığımız için yapacak başka bir şeyimiz yoktu. Annem elbette hastane odasına da iş getirmişti. Birkaç umut veren yazarın taslaklarını inceleyecekti. Yeni yazarlar her zaman ilgisini çeker, onlara yol gösterebilmek, eksiklerini giderebilmek için elinden geleni yapardı. Fark ettim ki bu zaman kadar ben onun işine, çalışanına, kaynağına gösterdiği ilgiyi en çok kendim için istemişim. Bunu bencillik olarak asla adledemem. Fakat maddiyata olan hissizliğimin yarattığı boşluğu manevi bir sıcaklıkla doldurmak istemem de bencillik olarak kesinlikle değerlendirilemez. O elindeki nüshaları okurken ben de onu seyre dalmıştım. Bir yandan da hastalığını düşünmeden normal rutinine devam etmesi hoşuma gidiyordu. İşinin henüz bitmeyeceğini anladığımda ise Bahtışen'in yürek çarpıntılarına geri döndüm. ... Ayaklarıma zorlan kalk dedim, kalktım ve yanımın, böğrümün ağrısından kıvrana kıvrana girdim içeri. Halime aba kapının ağzında beklermiş zaten. Girdi koluma götürdü sıcak maşınganın yanına beni. Her yanım acıdan ağrıdan sızım sızım sızılıyo amma aklım düşüm muallimin az evvel kapıda ettiği kelamda. Ne dedi o adam? Essah mıydı rüya mı akledemiyom bi türlü. Dediği şey olcak iş mi. Tövbe, yok olmaz . Ben öyle yara bere içinde yere çökünce, yerde oyuncağınan oynayan bebe kalktı ayağı tay tay geldi dibime. Dudağımdan akan kanı gördü de bir iç çekti sorma. "uf" dedi ve bastı o fındık ağzını yaramın üstüne. Neremde ne kadan sızı varsa hepsi uçtu gitti a kızım. Döndü oturdu kucağıma, koydu mis kokan kafasını göğsüme, na şurama. "emme açı." Karnı acıkmış kurban olduğumun. Acım var ağrım var dinlemedim. Kalktım ocaklığın başına mis gibi tereyağına yumurtayı bırakıverdim. Az da peynir ufaladım kıyından. Tekmil etmiştim iki günde, pek bi severek yiyodu öyle yapınca. Süt kaynarıdı maşınganın başında zaten. Bir bardağa da ondan katıverdim, içine de az bişem bal. Kan olsun, can olsun pamuğuma dedim. Ben öyle yer sofrasında hem Esme'nin hem de bebenin karnını doyururken muallim girdi içeri. Şöyle bi baktı bene "İyi misin Bahtışen? Götüreyim mi seni kasabadaki sağlık ocağına? Bir merhem falan verirler belki. Ama biraz sabretmen lazım. Öğlen okul bitince gideriz tamam mı?" Ayran budalası gibi açtım ağzımı, ne deyiveriyo bu adam diye bakıyom. Benim cevabımı beklemeden döndü Halime abaya; "Halime abla, ben okula gideyim şimdi. Oğlan da Bahtışen de sana emanet. Okul bitince gelirim ben. Hadi Esme, gel kızım dersimizin başına gidelim." dedi döndü ardını çıktı evden. Bakakaldım Halime abanın yüzüne. O da gülüverir kıs kıs. Hay Allah, haberim olmadan bişeyler dönüyo ama hayrolsun inşallah. Oğlanı yedirdim, baktım çıkıverdi kucağıma, açar ağzını, yumuluverir o çipil yemyeşil gözleri. Sabah kadar dolandırdı babasını, uyumadı ,elbet gelir uykusu. Yatırdım maşınganın yanındaki sekiye, beni de istedi yanında ben de uzanıverdim. Zaten her yanım dökülüyo, geceyi sabah etmişim onlar gibi. Onunla bir yumuldu gözlerim. Ne kadan düştüm uyku kuyusuna kim bilir. Gözümü açtığımda muallim burnumun ucunda çökmüş yere yaralarıma bakıyo, yüzünü buruşturuyo böyle, sankim onun yarası da canı acıyo. Gördü bu gözümü açtığımı, gülüverdi gözümün ta içine bakarak. "Uyandın mı, uyuyan güzel?" deyiverdi. Ama ben daha kendime gelemedim, ayılamadım heral dedim, düş bu gördüklerim. Ama yok, değil gibi de. Eğildi koynuma yüzünü gömmüş uyuyan oğlanı öptü başından. Saçı neredeyse yüzüme değiverdi. Kokusu dolar adamın burnuma. Doğrulayım dedim, unuttum yaralarımı, yandı canım elbet. Ofuldanınca kararttı bakışını, "Canın mı yandı yoksa?" diye sordu bene. Yok dedim, yanmadı canım meraklanma. "Peki öyleyse, doğrul da az bu tarafa gel, seninle konuşmak istediğim bir şey var." dedi. Dediği gibi kalktım doğruldum, üstüme başıma bi baktım ki, mintanımın düğmesi açılmış, yazmam kafamdan çıkmış, saçımın örüğü desen çalı gibi olmuş. Şimdi ben miydim bu halda uyuyan güzel? Vardım gittim kıyına, "geç otur, ayakta kalama" dedi. Kurulmuş zemberek gibi ne diyosa yapıyom ben. Anladı helecanımı "Korkma sakın bundan sonra. Bak Bahtışen. Ben sabah bahçede söylediğim her şeyde ciddiydim. Esme'den duydum bir kaç kez, seni anlatıyor herkese. Babası sana ne kadar kızsa, vursa bile onu sevmeyi hiç bırakmamışsın. Babasına annesine kinlenip de hıncını ondan almamışsın. Öyle diyor arkadaşlarına. Biri var, oğlan çocuklardan, bilirsin sen de Mustafa adı. Ben büyüyünce Bahtışen aba ile evlenecem deyip efeleniyor okulda. Sen demişsin ona, ben seni beklerim Mustafa, yeter ki oku da büyük adam ol diye. 'Okulu hiç sevmiyom ama sırf Bahtışen abamın yüzü gülsün diye büyük adam olacam ben.' diyor arkadaşlarına. E ben de gördüm, şu kısacık zamanda senin merhametini, güzel yüreğini. Köyde herkes senden bahseder durur. Kiminin koyununu kurtarmışsın yardan, kiminin hastasına bakmışsın of demeden. Eve gidip dayak yemişsin üstelik evdeki işi aksattığın için. Bu zulüm sence de yetmez mi artık? Nenenden duyduğuma göre 18'ini de doldurmuşsun çoktan. Artık kimse karışamaz sana, kimse varını yoğunu senin adına yönetemez. Kendi hayatın hakkında tek söz sahibi olan sensin. Bak ben çok acı çektim. Eşim, yani rahmetli; teyzemin kızıydı. Öyle annemler biz küçükken aralarında sözleşmişler, evlenme çağına gelince de bizi dinlemediler evlendirdiler. Ama biz karı kocadan önce iki iyi arkadaş olduk onunla. Sonra oğlumuz doğdu, izine ayrıldı o süresiz. Teyzemler Erzincan'da yaşıyor benim. Eniştem rahatsızlanmış, kıştı mevsim. Her yer kar boran. Düştük tabi yollara. Sonra ben kaybettim arabanın hakimiyetini, kaydık buzlu yolda. Araba onun tarafından bir ağaca sertçe çarptı. Oracıkta öldü Ayşe. Boynu kırılmış, tabibin dediğine göre. Hasta ziyaretine diye çıktığım yolda, eşimin cenazesini götürdüm ben baba ocağına. Oğlanı Allah'tan bizimkilere bırakmıştık. Ona da bir şey olsaydı yaşayamazdım ben. Meğer ayağım kırılmış benim de, o acıdan, üzüntüden düşmedim üstüne. Cenazeydi, oğlana sahip çıkayım derdiydi derken zaman geçti, yanlış yerden kaynadı kemik. O yüzden aksıyorum yani. Doktor düzelir dedi ama oğlan çok küçük, kucak istiyor, gezmek istiyor. Onu ben kucaklayıp gezdiremezsem, demez mi babam da bıraktı beni diye? Kendimden vazgeçtim o sebeple. Sonra da Tayinimi istedim Ardahan'dan. Neresi olursa olsun fark etmezdi benim için. Nasibimde Derecik varmış, yolumu buraya düşürdü yaradan. Belki karşıma sen çıkacakmışsın, belki oğlumun aylardır süren huzursuzluğu son bulacakmış kim bilir? Her şerde olan hayır gibisin Bahtışen sen. Bak bu çocuğa kendi kanından canından kimse iyi gelmedi senin kadar. Oğlum sanki kısacık ömründe aradığı neyse onu buldu sende. Çocuk daha doğru düzgün baba demezken, daha bir haftadır tanıdığı kızın adını söylüyor yarım yamalak. İlk defa birine "emme" diye sesleniyor. Ben çok çaresiz hissediyorum kendimi Bahtışen. Koşamadığım yerde bir ayağa, düşünemediğim yerde bir başa, saramadığım zaman bir kola, yani kısaca benim sana ihtiyacım var. Bak sakın yanlış anlama beni. Senin çaresizliğinden, yaşadığın evde gördüğün muameleden faydalandığımı düşünme ne olur? Öyle olsaydı eziyet çeken ilk kadına gider sorardım bu soruyu. Benim yoldaşım yok Bahtışen, bana yoldaş olur musun?" İçimi çekip de gendi sesimi duymayaydım, yüzümdeki yaraya değen tuzlu gözyaşım canımı yakmayaydı ağladığımı bilmezdim. Uzandı elleriynen sildi gözümün yaşını. Ne iğrendi ne yüzünü buruşturdu. Hatta ben sene diyim, sanki inciymiş dökülen de yere düşerse kaybolurmuş gibi usulca sildi. Sesim çıkmadı, dilim dönmedi ama başımı salladım he dedim Mehmet öğretmene. O gece nenem de indi Halime abaya, "elleri kırılsın" diye beddua etti öz oğlu için, benim içim acıdı. Dedi ki; "Bahtsız kuzum, benim rızam vardır bu işe. Hiç ardına bakıp da nenem ne eder, evin işini kim yapar, Esme'yi kim kollar diye düşünme. Sene mi güvenerek ettiler çoluğu çocuğu?" Bi çanta tutuşturdu elime. Kenarda kıyıda biriktirdiği, emek emek işlediği cehizleri toplayıp getirmiş meğer. Muallim geldi o gece nenemden istedi beni. Ertesi gün de Cuma namazının ardından imam muştuyu verdi köye, bir kaç ehtiyarın şahitliği ile üç burma mehire gelin oldum ben. Evim de yurdum da okul bahçasındaki muallim lojmanıydı artık. Değme sarayı, konağı o lojmanın bi odasına değişmem kızım... ... Annem işini bitirmiş ve yaklaşık yarım saat kadar gözlerim kapalıyken yüzümdeki tebessümü izlemiş. Sonra bana seslenmiş çekinerek... "Gülce, iyi misin kızım?" "İyim anne, bitti mi işin?" "Çok oldu bitireli. Neredeyse yarım saattir seni izliyorum. Dinlediğin ne ise sana eşsiz bir huzur bahşetmiş gibiydi." "Bahtışen teyzenin kayda aldığım hikayesi, kendi ağzından anlatımıyla hem de." "Öyle mi, çok güzel bir kaynak bu senin için. Birinci ağızdan anlatım her zaman daha kıymetlidir bunu sen de benim kadar iyi biliyorsun. Bak şimdi ben de çok merak ettim hikayeyi." "Beraber dinleyelim ister misin?" "Çok isterim." Kaydı en başa sardım ve Bahtışen'in yaralarının açıldığı ilk zamandan başlattım. En son dinlediğim yere kadar olan kısmı bir de onunla dinleyecektim. Bu bir yolculuğa çıkıp, senin için kıymetli bir eşyayı unuttuğunda, aldığın kilometrelerce yolu üşenmeden geri dönmek gibiydi. Ben bu yolculukta annemin fikirlerini almak için geri döndüm...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD