Bölüm 9

2257 Words
Bugün Paul'un evinde havuz partisi düzenlenecekti. Kızlardan sadece birkaçı götürülecekti. Jasmine ile bir kız birlikte bir gösteriye gitmişlerdi. Em olmadığı içinde çoğu isteksizdi. Bende öne atıldım. Marilyn kararsız kalsa da ısrarlarım sonucu kabul etti. Ama elbette tek sebebi benim ısrarlarım olamazdı, kızların isteksiz olması ilk tercih olmayan beni öne çıkarmak zorunda bırakmıştı. Evden çıkmadan önce beni kenara çekmesi ve "Paul'dan olabildiğince uzak dur. Geçen seferki gibi bir rezalet istemiyorum." demesinden belliydi. Elbette olabildiğince sakin duracaktım ama okuduğum cümlelerden sonra ne gibi insanlar olduğunu daha iyi anlamıştım. Paul'a olabildiğince yakın olmalıydım. Onu kendime aşık edemezdim ama yakınlık kurabilirdim. *** Araca bindik ve çokta yakın olmayan bir yere geldik. Koca bir bahçe ve kocaman bir villa. Arkasında ki karla kaplı dağlar ev ile harika bir uyum içindeydi. Aşağıda ki gölün durgun akan sesi buranın huzur dolu olmasına yetiyor gibiydi. Ev tümüyle şeffaf camlar ile kaplıydı. Burada insan yoktu, çok ileride ki yoldan uzun sürede bir geçen araçlar dışında. Görseydi de umurunda olur muydu? Ev öyle görkemliydi ki en ihtişamlı şato bile yanında sönük kalırdı. Hayranlığımın adımlarımı durdurmasına izin vermedim. Bahçenin içinde ki çiçekler rengarenkti. Daha önce hiç görmediğim tüm renklerle boyalı, gökkuşağı gibi bir çiçek vardı. Dudaklarımda bir gülümseme oluşurken derin bir nefes çektim. Çiçeklerin büyülü kokusu burun deliklerimden içeri girdiğinde içimi hoş bir his doldurdu. Buradan bile gözüme çarpan bir diğer çiçekle duraksadım. Ganges Primrose ve Lotus çiçekleri vardı. Paul Hindistan'a mı gitmişti? Yoksa Hintli bir arkadaşı mı vardı? Düşüncelerim beni durdurmuşken, geride kaldığımı fark edip hızlandım. Eve girene kadar ara ara istemsizce arkaya dönüp baktım. Evin içi beklediğim gibi lükstü. Her tarafta güzel kadın portreleri ve oldukça uzun zaman önce yaşadığı belli olan yaşlı adam resimleri vardı. Büyük salonun ortasında eski amerikan filmlerinden fırlamış gibi duran bir adam heykeli vardı. Mobilyalar siyah ve beyaz renkteydi. Piyano ve yanan ışıklar ciddi ortamı biraz daha sıcak gösteriyordu. Paul'a ait görünmeyen küçük heykelcikler vardı. Daha çok yaşlı ve bilgili bir adamın koyacağı türden şeyler gibiydi. Bu adam Dark'da olamazdı. Çok fazla düşündüğüm için kendimi durdurdum ve salonu bırakıp arka bahçeye geçtim. Burada küçük bir havuz vardı. Daha insanlar gelmemişti. Ev sanki birkaç saat sonra tüm araziyle birlikte dağları da gürültüden sarsacak gibi değildi, oldukça sakin ve sessizdi. İçkileri hazırladık, havuzun etrafına mumlar koyduk. Müzik plaklarını ayarlama işi bana kaldı. Hareketli parçaları içinden ayırmak hiç zor olmadı. Çoğu hareketli müzikti zaten. Beethoven'ın plağını görünce duraksadım ve çevirdim. Yüzümde alaycı bir gülümseme oluşurken başımı iki yana salladım. "Eminim yanlışlıkla buraya girmiştir." dedim. Renkli, alev topu gibi yanan ışıkları da açtığımızda parti ortamı oluşmaya başlamıştı. Tek eksik insanlardı. Onlarda çok geçmeden geldiler. Bikini giyinen kadınlar ve üstü çıplak erkekler. Barın arkasına geçtim ve bardakları gümüş tepsiye koydum. İçkileri doldurdum ve tepsiyi sallamamaya dikkat ederek insanların arasına karıştım. *** Paul herkes geldikten yarım saat sonra geldi. Her zaman ki tavrı içindeydi. Bir insan her daim güvenle dolu olabilir miydi? Bu adam öyleydi. Tek bir kişinin bile onun hakkında ne düşündüğünü umursamıyor gibiydi. Onun için gayet doğal olabilirdi. Onu sevmeyen var mıydı ki? Bu his bana çok uzaktı. Fark etmeden onu inceledim. Sağlam adımlarla, etrafına toplanan kalabalığı görmezden gelerek dolaşıyordu. Kadınlar ona görünmez bir iple bağlı gibi peşinden takip ediyor, erkekler onun çekiciliğini kendilerine almak ister gibi her hareketini takip ediyorlardı. Havuzun başında durdu ve elini cebine attı. Değerlendirici bir bakışla etrafı incelerken onu ilk kez bu kadar ciddi gördüm. Buranın nasıl göründüğü ile ciddi bir şekilde ilgileniyor gibiydi. Kolumu dürten ellerle bakışlarımı ondan çektim. Clara kaşları çatık bir şekilde dik dik bana bakıyordu. "Paul'umu gözetliyorsun?" hafifçe gülümser gibi oldum ama içimde değişik bir şekilde sinir doğdu. Onun gibi kaşlarımı çattım ve "Ne o? Şimdide gözlerimin nereye değdiğine mi dikkat etmeliyim?" dedim. Clara utanmış gibi yere baktı ve tekrar bana döndü. "Bak- Paul Em'in ona yan gözle bile bakma." dediği ile önümde ki tepsiye döndüm ve sert bir şekilde elime aldım. "Onunla ilgilenmiyorum. Paul umurumda bile değil. Sizin gibi." onu ittim ve yanından geçtim. Bu insanların sorunu neydi? Benim her hareketim ne sebeple onlara bu kadar batıyordu? Küçük bir bakış, dokunuş, inceleyen bir tavır her şey benim zararımaydı. Elbette, Paul umurumda değildi, doğruydu ama bir bakışımın bile dikkatlerinden kaçmaması bana dikenli gözlerle çevrili olduğumu hatırlatıyordu. Burada bile, yüzlerce insan birbirine bakıp, birbirini incelerken ben yapamazdım. Şikayet etmemeliydim, ben onlar gibi değildim. Olamazdım da, amacım, rengim, konumum, tamamiyle farklıydı. Onlar başka dünyadan ben başka dünyadandım. Kısacası yanlış bir bakış bile beni uçurumdan aşağı göndermeye yeterliydi. Tepsi ile insanların arasından geçerken çarpmamak için yavaş adımlar atıyordum. Başım öndeydi ve sadece ayaklara odaklanmıştım. Koluma çarpan sayısız omuz ile morardığına emindim. Vücudum kalabalıktan ısınırken içkiye uzanan kollarla duruyor ve ancak ikinci içkilerini içtiklerinde gidebiliyordum. Burası garip bir şekilde rahat geldi. İnsanlar bana dikkat etmiyor, sadece elimde ki gümüş tepsiye dikkat kesiliyordu. İçkilerini alıyor ve kahkahalı sohbetlerine geri dönüyorlardı. Dördüncü tepside bittiğinde yerime Clara'yı çağırdım ve lavaboya gitme bahanesi ile uzaklaştım. *** Evin içine girdiğimde müzik sesi boğuk bir şekilde duvarlara çarpıyor ve yankı yapıyordu. Ne aradığımı bende bilmiyorum, sadece duvarları inceledim ve odaların önünde dikildim. İçeriden ses gelip gelmediğini kontrol ettim. Tam kapının kulpuna dokunmuşken arkamdan gelen adımlar ile hızla geri çekildim. Hizmetçi kadın bana şüpheyle baktı ama üzerimde ki garson üniformasını görüp indirdiği kaşları ile yanıma geldi. "Burada ne yapıyorsunuz?" hızla cevap verdim. "Lavaboya gitmem gerekti fakat bir türlü bulamadım." Kadın pek inanmamış gibi olsada nezaketen bana eşlik etti ve kapının önünde bekledi. Yüzüme soğuk su vurdum ve çıktım. Kadın hala aynı yerde bekliyordu. Yanıma yaklaşmadan "Mutfağa gitseniz iyi olur. İçki şişelerini doldurmanız gerek." başımı salladım ve önden giden kadını takip ettim. Hiç şüphe yoktu ki bir şeyler karıştırdığımı anlamış ve beni her ihtimale karşı yanına almıştı. Tanrı'dan tek dileğim Paul' a bu şüphesini söylememesiydi. Bizim evin tamamı kadar büyük olan mutfağa girdim ve gösterdiği dolaptan beyaz büyük şişeleri aldım. Onları taşımam zor olsa da masaya koyabildim. İçlerinde beyaz renkte, baloncukla dolu içecek vardı. Daha küçük olan şişelere koydum. Dolaptan çıkarttığı meyveleri dilimledim ve daha ferahlatıcı bir şeyler içmek isteyenler için yapılan naneli suyun içine limon ve portakal dilimlerini attım. Kirlenen masayı bezle sildim ve mutfaktan çıktım. Döndüğümde muhtemelen hiç beklemediğim bir görüntü ile karşılaştım. İnsanlar delirmiş gibi hareketler yaparak dans ediyorlardı. Masaların üzerine çıkmış ve kırık cam parçalarına aldırmadan zıplıyor ve düşüyorlardı. Düştüklerinde ise sanki komikmiş gibi hep birlikte gülüyorlardı. Düşen birine gülmek anormal olmayabilirdi, ama bu ortamda delice görünüyordu. Kaşlarımı çattım ve hızla bar masasına koştum. Sanki hepsi ne olduğunu biliyor gibi oldukça sakindi. "Onlara ne oldu?" "Hiçbir şey- Dans ediyorlar." dedi içlerinden biri. Tepsiyi bıraktım ve "Ciddi misin? Bana daha çok akıl hastalarını andırdılar." Kız sakince bana döndü ve "Gördüğün her şeyi anlamak zorunda değilsin. Sadece unut anladın mı? Hadi! Acele et, Paul içkisini bekliyor." bana dediği şey tam olarak şuydu, okuma yazma biliyorsun ve önüne konulan metni anlamlandırabiliyorsun ama bilmiyormuş gibi davranmalısın. Israr etmenin faydası olmadığı için içecekle dolu bardağı aldım ve insanlara yaklaşmadan Paul'un uzakta ki net görünmeyen silüetine ilerledim. *** Ona yaklaştıkça etrafı kırmızı ile çevrili gözlerini görüp kaşlarımı hafifçe çattım. İlk geldiğinde gayet normal görünüyordu. Önünde durduğumda bakışlarını havuz başında ki insanlardan çekmedi. Bardağı aldım ve önüne koydum. Bu hareketime de tepki vermemesi beni şaşırttı. Burada olduğumu biliyor olmalıydı. Bana bakıp sert sözcükler söylemesini bekliyordum. Buna yoğun bir arzu duyduğumdan değil tabii ki fakat ondan beklediğim hareket buydu. Dayanamayıp "İçkinizi getirdim." dedim. Paul başını salladı ve içkiyi eline aldı, bardağı burnunda götürdü ve kokladı ardından elini cebine atıp beyaz bir şey çıkardı. Yerli yerine oturan şeyler ile bir küfür savurup arkaya adım attım. Paul sanki benim olduğumu yeni görmüş gibi paketi avucuna sakladı ama daha sonra sanki benim görmem onun için hiç sorun olmazmış gibi paketi bardağına boşalttı. "S-Siz...? Siz ne yaptınız?" Paul içkisini ağzına götürecekken öne atılıp bardağını elinden almak için bir hamle yaptım ama sert tutuşundan bardak yalnızca sarsıldı ve yere birkaç damla içki döküldü. "Bu uyuşturucu mu?" diye sordum, çok iyi bilmeme rağmen. Paul elimi ittirdi ve sert bir el hareketiyle geri çekilmemi işaret etti. Endişe ile geri çekildim. "Bu yaptığın hareket de neydi?" derken içkisini tek bir dikişle içti. Dudak kenarları ıslanırken yutkundum ve tutunacak bir şey aradım ama hiçbir şey yoktu. "Sadece sizi durdurmak istedim." Paul başını arkaya attı ve yüksek sesle güldü. Ancak birkaç saniye sonra durdu ve ciddi bir yüzle bana döndü. "İlk defa içtiğimi düşünmüyorsun değil mi?" dediğinde sarhoş olduğunu anladım. "Hayır." başını salladı ve boş olan bardağı sanki görünmeyen yerlerde içecek varmış gibi tekrar dudaklarına götürdü. Cesaretimi toplayıp sordum. "Birine anlatacağımdan korkmuyor musunuz?" "Kime? Em'emi? Kızlara mı? Yoksa babama mı? Yabancı birine anlatacak olursan seni temin ederim dakikalar sonra bedeninle ruhun ayrılmış olacak. Polislerin seni dinleyeceğini düşünmüyorsun değil mi?" polis... Annem için bile yardım etmemişlerdi. Tek kelime etmedim. Eski anılar zihnimi kuşatırken arkamı dönmek için bir hareket yaptım ama beklemediğim anda "Dur." demesi ile başımı çevirdim. "Beni odama götür." dedi ve ayağa kalktı. Bedeni sarhoş gibi değildi. Ayakları sağlam basıyordu ama kasılan yüzü ile normal durmaya çalıştığı belli oluyordu. Garip isteğine şaşırıp kalırken istemsizce elimle kendimi gösterdim. "Ben mi?" bir şey demeden yanıma geldi ve elini omzuma attı. Hareketi vücudumun kasılmasına neden olurken oldukça yakınımda olan yüzüne baktım ve "Ne yapıyorsun?" diye sordum. Paul acı dolu bir sesle "Beni odama götür." diye tekrar etti. Etraftaki gürültü ve insan kalabalığını işaret etti. Muhtemelen onu bu halde görmelerini istemiyordu ama burada aklı başına biri varmıydı ki? Şimdi fark ettiğim evin üzerinde gizlenen adamlar ile yutkundum. Babasının adamları olmalıydı. Onu götürmeye gönüllü değildim yalan söylediğini düşünüyordum ama eve girme fırsatı cazip geldi ve yavaşça adımlamaya başladım. İnsanların önünden geçerken bir ağacın gövdesi kadar sağlamdı ama kapıdan girince ağırlığını bana daha çok verdi. Vücudu öne eğilirken yüzü solgunlaşıp terlemişti. Hiçbir şey demeden asansöre doğru ilerledim. Onu taşımak bana zor gelirken duvara yasladım ve kaçıncı kata çıkacağımızı sordum. "4." dedi ve inleyerek kendini duvara bastırdı. Bu hali beni rahatsız ederken "Zavallı görünüyorsun."dedim. Bu dediğime kahkaha attı ve bana yarı kapalı gözleri ile baktı. "Farkındayım. Ama senin gibi birinin önünde bu duruma düşmek beni gücendirmiyor." dedi. Bu halde bile bana olan nefreti ile konuşması beni sinirlendiriyordu. "Çok nefretle dolusun." dedim. Gülümseyerek yüzünü bana yaklaştırdı "Nefret duygusunu seviyorum. ". Şimdi tam önümdeydi. Birkaç saniye sustu ve zor duyulabilen sesle "Uyuşturucuya babam yüzünden başladım." dedi. Daha dediğini anlamaya fırsatım olmadan elini omzuma attı ve yüzünü yanağıma bastırdı. "Bu hissi anlar mısın? Baban ölmen için sana ilaç verir mi?" anlamsız ve bir o kadar acı sözleri ile yutkundum ve yanağıma değen soğuk dudakları ile ürpererek geri çekildim. "Ne dediğini bilmiyorsun." dediğimde tekrar acı dolu bir kahkaha attı ve "Kafam yerinde değil ama daima böyleyim o yüzden-" gözünü yüzümde gezdirdi "Şuan neler olduğunun gayet farkındayım." bakışlarımı ondan çektim ve gerginlikle asansörün açılmasını bekledim. 4.kata çıktığında hızla Paul'u tuttum, bana zorluk çıkarmadan kolunu belime doladı, açılan kapıdan çıktık. Yanağıma değen nefesleri normal bir insanın nefesinden çok uzaktı. Yüzüme saniyede kaç kere çarpıyordu? Maratonlar koşmuş gibiydi ama hayır uyuşturucu yüzündendi. Bir insan kendine neden bunu yapardı? Dediği gibi gerçekten babası ona bu kötülüğü yapmış mıydı? Bir baba nasıl böyle bir kötülük yapabilirdi? Babasının adamlarının onu bu halde görmesini istememesinin sebebi buydu belki de. Kendi yaptığı enkazı görmesini istemediği için. Onun bu kadar acı dolu bir hayatı olduğunu asla tahmin etmezdim. Kim bilir daha neler vardı, gizlediği. Tekrar sessizliğe gömülürken odasının yerini işaret etti. Sonunda geldiğimizde kapıyı açtım ve yatağın üzerine devrilmesine izin verdim. Hareketsiz bir şekile yatarken yanına yaklaştım ve "Paul?.." diye fısıldadım. Uykuya daldığına emin olduğumda odadan çıktım ve gizlice aşağı kata indim. Şimdi fark ettiğim bodrum merdiveni ile duraksadım. Etrafıma hızla göz gezdirdim. 'Kimse yok.' diye düşünerek mutfağa gittim ve aceleyle bulduğum çakmağı elime alarak, yavaşça aşağı indim. *** Tahmin ettiğim gibi karanlıktı. Boğucu kokusu boğazımı yakarken öksürmemek için parmağımı boğazımda gezdirdim. Çakmağı yaktığımda alev hafifçe parmağımı yakmıştı. Etraf her şeyi görebileceğim kadar net değildi ama ateş ne olduğunu anlamama imkan sağlıyordu. Çakmağın ışığı beyaz bir makineyi aydınlattığında kaşlarımı çattım ve kolumu daha net görebilmek için uzattım. "Tanrım... " gördüğüm makine beyaz ve oldukça büyüktü. Üzerinde ki kısa örtüyü hafifçe sıyırdım ve beyaz toz gözlerimin önüne serildi. Hızla kapattım ve elime değen tozu silkeledim. Sadece içici olmalıydı, eğer satsaydı sadece bir makine olmazdı değil mi? Paul satmıyor olabilirdi, ama babası kesinlikle yapıyordu. Aklıma gelen fikirle çakmağı söndürdüm. Gördüklerimi polise anlatsam bir şey yaparlar mıydı? Hala işine ve ülkesine bağlı polis kalmış mıydı? Yaşadığım bölgede yoktu ama diğer bölgelerde ki polislerle iletişime geçebilirsem belki Dark'ı biraz bile olsa yaralayabilirdim. Paul onun oğluydu. Canı yanarsa onunda yanacaktı. Elbette hapse girmesi imkansızdı ama her şeyi kusursuz idare ettiğini düşünürken aslında öyle olmadığını gösterebilirdim. Çakmağı tekrar yaktım ve başka bir şey kaçırmamak için odayı hızla taradım. Adım sesleri tavandan duyulurken merdivenlere koştum ama kapının kulpu hareket ediyordu. Hızla aşağı indim ve bedenimi duvara yasladım. Ellerim titrerken gözlerimi sıkıca yumdum ve nefeslerimi bile en aza indirmeye çalıştım. Adım sesleri yaklaşırken gölge birkaç adım uzağımda durdu. Yutkundum ve beni görmemesi için tanrıya dua ettim. Adam gözleri ile etrafa baktı ve merdivenleri tırmanmaya başladı. Rahat bir nefes alırken hızlı atan kalbim elimde ki çakmağın yere düşmesine neden oldu. "Lanet olsun!..." düşen çakmağı kaptım ve yerimden ayrılarak daha uzak bir köşeye koştum, ama adam duymuştu. Bana doğru gelirken "Kimsin?" diye tehditkar bir sesle konuştu. Karanlıkta bir hayalet konuşuyor gibiydi. Cevap vermedim aklımda yanından koşarak kaçarsam beni yakalayabilir mi? Düşüncesi geçerken birkaç adım attım. Adam önüme geçti . Karanlıkta her şey daha korkunç ve uğursuz görünür. Tıpkı bu adam gibi yüzünü görmediğim adam beklediğim gibi arkasından çıkardığı eşyayla, kaçacak fırsat bulamadan kafama ağır bir darbe indirdi. Ayaklarının dibine düşerken tek düşündüğüm her şeyin bitemez oluşuydu. Gözlerim kapandığında aklımda annem vardı. Derin boşluk beni karşılamak için kollarını açtı ve ben ondan olabildiğince uzağa kaçtım ama karanlık her daim kazanır. Ve ben savaşacak, yeteri kadar ışığa sahip değilim. Beni yakaladı ve kendine hapsetti.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD