Ameliyat Öncesi Karşılaşma
Ankara, kışın sert soğuğunu gecenin içine hapsetmişti. Acil çağrı geldiğinde Dilay kahvesini bitirmek üzereydi. Odasından hızla çıkıp acil girişine doğru koşmaya başladı. Hastanenin acil girişinde helikopterin pervaneleri durduğunda, rüzgârla birlikte barut ve kan kokusu içeri doldu.
Sedye hızla koridora alınırken, başında koşan sağlık ekibinden biri bağırıyordu:
“Göğüs ve karın bölgesinde çoklu şarapnel yarası! Nabız zayıf! Bilinç açık!”
Op. Dr. Dilay SERPER, steril eldivenlerini takarken göz ucuyla sedyedeki adamı gördü. Önce sadece bir yaralıydı… Sonra bir an için bakışları dondu.
O yüz… Yıllar önce, bir daha asla görmeyeceğini sandığı yüz.
Kalbi, göğsünde bir mermi gibi patladı.
Yarkın.
Aradan geçen onca yılın izleri vardı yüzünde: Derin çizgiler, sertleşmiş bakışlar, bir asker duruşu. Ama yine de, onu tanımamak imkânsızdı.
Ellerini titretmemeye çalışarak yanına eğildi.
“Ben Dr. Dilay SERPER. Adınız?”
Yarkın’ın gözleri, yorgun ve pusluydu. Dudakları çatlamıştı.
“Yarkın…” dedi, sonra kısa bir öksürükle devam etti. “Teğmen Yarkın Atalay .”
Dilay’ın nefesi bir an kesildi. Yıllar öncesinin bütün anıları—o yaz akşamı, zehirli çay kokusu, fren sesleri, çığlıklar—hepsi birden zihnini doldurdu. Ama şimdi, buradaydı. Yaralıydı.
Ve hâlâ hayattaydı. Dilay kendini tutamadan kelimeler ağzından döküldü.
“Beni tanıyor musunuz?” dedi Dilay, sesi neredeyse fısıltı gibiydi.
Yarkın, bakışlarını onun üzerinde gezdirdi. Yüzünde tanıdık bir şeyler arıyor gibiydi ama belli belirsiz gülümsedi.
“Sanmıyorum… Ama tanıdık…” diyebildi kesik kesik nefes alırken.
O an, Dilay’ın içinde hem bir öfke hem de tarifsiz bir sızı yükseldi. Yıllar önce onu unutan—ya da unutmaya zorlanan—bu adam, şimdi yine karşısındaydı.
Gözleri kapanmadan önce Yarkın, bakışlarını ona dikip fısıldadı:
“Eğer başarabilirsen… Beni hayatta tut!”
Kırmızı ameliyat lambası yandığında, Dilay sadece bir cerrah değildi artık. O, geçmişini ellerinin altında tutuyordu.