ZÖHREDEN
Abimin sözü üzerine çeyiz almadan geri yola düştük. Turgut abim, babamla konuşup "Emmi, düğünden sonra Zöhre burada kalacak, okutacağız" dediğinde babamın yüzü sevinçle aydınlanmıştı. Ben de hem mutluydum hem de buruk. Ailemden ayrılmak istemiyordum ama artık bir amacım, bir çabam olacaktı. Köyde kaldığımda beni darlayanlar hep olacaktı, ama en azından kendime bir yol çizebilecektim.
Arabanın tökezlemesiyle köy yoluna girdiğimizi anladım. Elim yüzümde, dışarıyı seyrederken kuşluk vaktinin serin esintisi yüzüme çarpıyordu. Hafifçe gülümsedim.
Arabanın penceresinden başımı içeri çevirip köyüme baktım. Ne olursa olsun, benim için cennetten bir köşe gibiydi. Hani derler ya, şehre de gitsen, başka memlekete de, insanın doğup büyüdüğü yer bambaşkadır.
Behice ablam, "Abi, orada ne oluyor?" diye sorunca, İbrahim abim "Köye okul oraya yapılacak," dedi. Gözümü o yöne çevirdim. İnşaat başlamıştı demek ki…
Evin önüne vardığımızda araba durdu. Hilal ablam ve anam kapıda bekliyordu. Kaçamak bir bakış attım abime, sonra inip anamın elini öperek başıma koydum. O da gözleri ışıldayarak, yüzünde kocaman bir tebessümle bana sarıldı.
"Hoş geldin kızım," dedi.
Duygulandım. "Anam," diyerek ona sıkıca sarıldım.
Arkamdan Hilal ablam seslendi. "Kızım, çekil de ben de sarılayım!"
Ters ters ona bakıp gülümsedim. "Ablacım, sen de beni mi kıskanıyorsun yoksa?" dedim, sonra anama daha sıkı sarıldım. Sonra kenara çekilip onların sarılışını izledim. Anamın yüzünde güller açmıştı. Bizi görünce bir gün de olsa her şeyi unutmuştu.
Ana yüreği işte…
O sırada abime baktım. O da Hilal ablaya kaçamak bakışlar atıyordu. Hilal ablam hafif kızardı, "Ben bir içeri bakayım," deyip hızla eve girdi. Yanakları al al olmuştu. Gülmemek için dudaklarımı ısırdım.
O sırada Aysel yengem de geldi. Bizi görünce sarılıp hasret giderdi.
"Eee, kızlar, ne var ne yok memlekette?" diye sordu, sırayla bana ve ablama bakarak.
Tam konuşacakken ablam sesi biraz yüksek çıkardı. "Çeyiz almaya gittik yenge, eksik gedik ne varsa aldık geldik işte," dedi ve içeri yöneldi.
Yengem, memnuniyetsiz bir ifadeyle çakır gözlerini kıstı. "Ana, bu kızının dili açılmış," diyerek elini böğrüne koydu.
Anam kaşlarını çatarak cevap verdi. "Sana ne Aysel? Hadi git evine, çocuklar seni bekler!"
Resmen yengemi kovmuştu!
Şaşkınlıkla anama baktım. "Ne oluyor burada?" diye içimden geçirerek arkasından eve girdim. Tam kapıdan geçerken arkama baktım, yengem Ayşe ablanın evine doğru gidiyordu. Başımı sağa sola sallayıp iç geçirdim.
"İkisi de aynı kumaşın parçası işte," diye mırıldanarak içeri geçtim.
Yıkanmam lazımdı. Kendimi odamıza attığımda, ablam da üzerini indirip banyoya geçecekti.
“Abla, sen gir çık, ben de girerim,” dedim ve üzerimi çıkarmaya başladım. Ablam munzurca bakınca şaşkınlıkla,
“Ne?” diye sordum.
“Birlikte girelim mi, kız?” dedi gülerek.
“Girelim valla, abla,” dedim.
Bizim odanın hemen karşısında banyomuz vardı. Koca bir hanımız yoktu ama konağımız güzeldi. Emmilerimin hanlarına kıyasla küçüktü ama ben seviyordum. Ablamla kıkırdayarak banyoya geçtik. Biraz oturup suyun dolmasını bekledik. Atlet ve donla köşede duruyorduk. İki çeşme vardı, biri sıcak, biri soğuk. Küvetleri (curunları) doldurup suları karıştırdık.
Ablamın saçlarına su döküp başına sabunu sürdüm. Köpürtüp her yıkayışımda içim açılıyordu. Yabangülü sabunla yıkanıp lifi sabunladım. Ablamın boynuna, beline ve kollarına sürttüm. Sonra bir daha başını sabunlayıp yıkayınca durulandı.
Sıra bana gelince, aynı işlemi o yaptı. Arkamı döndüğümde ablam donunu indirip durulanıp havluya sarıldı ve çıktı. O çıkınca ben de durulandım ve havluya sarılıp çıktım.
Tam başımı kaldırmıştım ki aklıma bir şey geldi.
"Abla," dedim. "Hilal abla eve girdi ya, biz niye görmedik?"
Ablam yüzünde bıkkın bir ifadeyle, "Arka kapıdan çıktı," deyince ağzım açık kaldı. Elimi ağzıma kapattım.
"Abim..." dedim içimden.
Banyoya göz gezdirip, "Abla, sen çık, ben burayı toplayıp geliyorum," dedim. Sesim banyoda yankılandı.
Ablam, "Fıstığım, birlikte yıkayalım," deyince ikimiz de iki koldan hemen temizleyip banyodan çıktık.
“Hadi, odaya geçelim fıstığım,” dedi. Odamıza girdik. Evde kimse yoktu ama yine de sağa sola bakmadan edemedik. İçliklerimizi giydikten sonra, kısa şortumu geçirip üzerine diktiğim kahverengi eteği ve krem rengi gömleğimi giydim. Ablama dönüp yanına oturdum, saçlarını okşayarak taradım. Ördükten sonra,
“Ablam, fıstığım, ben bir şeyler hazırlayacağım,” dedi ve başına yazmasını bağlayıp dışarı çıktı.
Ben de yüzümde tebessümle saçlarımı tarayıp arkaya attım. Ellerimi arkaya uzatıp saçımı ördüm, yana çekip tokamı taktım ve mutfağa geçtim.
Ablam çoktan bir şeyler hazırlamıştı. Acıktığımı hissettim. Hemen sofrayı açtım, ayranları doldurdum. Hazırladıklarını birlikte yedik. Doyunca sofrayı kaldırıp dışarı attık kendimizi.
Etrafa bakındım. Kimse yoktu ama bir yerden sesler geliyordu. Kulağımı verince abimle Hilal ablanın sesleri olduğunu anladım. Ablama dönüp,
"Abla, hadi içeri girelim, yoksa yüzümüz yanacak," dedim.
Ablam gülerek, "Kızım, dur, ağacın altında oturacağız," dedi.
Yan taraftan gelen sesleri dinlemeye devam ettik…
---
Yazardan:
Hilal içeri girerken, İbrahim’in dudağının kenarı hafifçe kıvrıldı. Genç adam, sevdiği kadının her hareketini dikkatle süzüyordu. Hilal gözlerini ona diktiğinde hafifçe göz kırptı. Bu, İbrahim için büyük bir lütuftu. Onu özlemişti. Çocukluğundan beri seviyordu Hilal’i.
Aysel yenge, Hilal’i pek sevmezdi ama içinden, "Abim neyini seviyor bu kadının ?" diye geçirmeden edemedi.
İbrahim fırsatı kaçırmadı. Göz ucuyla anasına ve kız kardeşlerine baktı, sonra hızla içeri süzüldü. Hilal daha ne olduğunu anlayamadan, İbrahim arkasından yaklaşıp hafifçe poposuna dokundu. Gülerek, “Gel gülüm,” dedi ve onu kollarına alıp odasına çekti.
Hilal şaşkınlıkla irkildi. “İbrahim, bu yaptığın çok ayıp!” dedi, hafifçe elleriyle itmeye çalışarak. Ama İbrahim’in bırakmaya niyeti yoktu.
İçerden tıkırtılar gelince İbrahim Hilal’e sus işareti yaptı.Odasının kapısından acıp bakınca Behice gördü.
Hilal'in elinden tutup arka kapıdan dışarı çıkıp samanlıktan taraftan gittiler. samanlığa girip Hilal'i tuttuğu gibi kucağına çekip altından sertliği hissedince ata biner gibi oturan Hilal dudaklarının arasından inlemeler yükseldi.Ah ibrahimm dediğinde başını arkaya attı.
İbrahim, genç kadının beline sıkıca sarıldı, alnını alnına yasladı. "Yanıyorum, Hilal," diye fısıldadı, sesi koyu ve ciddiydi.
Hilal’in nefesi düzensizleşti. İbrahim'in dokunuşları tenini yakıyordu. O da seviyordu onu, ama bu şekilde olmazdı.
"İbrahim, dur," dedi fısıltıyla.
Genç adam, kadının gözlerine baktı, sonra derin bir nefes aldı. Sevdiği kadının üzerinde kalkıp elinin tutup kaldırdı. saçına düşen bir saman tanesini nazikçe aldı. Gözleri, Hilal’in mahcup yüzünde gezindi.
"Sen yanımda olunca başka bir evreye geçiyorum," dedi usulca. Hilal hafifçe gülümsedi.
İbrahim onu yeniden kendine çekti, kokusunu içine çekti ve boynuna bir öpücük kondurdu. “Bekleyeceğim, gülüm. Ama bir hafta bile olmayacak, iki düğün arasında...”
Hilal kıkırdadı. "O gün geldiğinde, dur demeyeceğim, İbrahim," dedi gözlerini kaçırarak.
İbrahim onun gülümsemesini izledi, sonra elini tutup dışarı çıkardı.
Avlunun bahçesine adımlarını attıklarında, genç adam elini uzatıp erik ağacından bir meyve kopardı. Üstünü silip Hilal’in dudaklarına uzattı.
Genç kız tedirgin bakışlarla etrafına göz gezdirdi. "Biri görecek, İbrahim," diye fısıldadı.
İbrahim umursamaz bir tavırla gülümsedi. Gözleri, Hilal’in dudaklarında gezindi. Aklından hiç de masum şeyler geçmiyordu. Yarım kalan her şey içini kemiriyordu.
Elindeki eriği ağzına attı, meyvenin suyu dudaklarının arasından akarken gözleri parladı.”Erikte sulu sulu” Hafifçe eğilip Hilal’in başına küçük bir öpücük kondurdu.
Tam o anda, avlunun kapısının önünde bir araba sert bir frenle durdu.
Hilal’in gözleri korkuyla büyüdü. İbrahim’in arkasına saklandı.
İçeriden bir ses kükredi. “Hilal!”
Turgut gelmişti.
BEHİCEDEN;
"Zöhre, gir içeri," dedi ablam, sesi sabırsızdı. Ben ise elimi ağzıma kapatıp gülmemek için kendimi zor tutuyordum.
Ablam kaşlarını çattı, “Yok, bu iflah olmaz,” diyerek içeri hızla girdi. Sonra odanın içinde bir ileri bir geri yürümeye başladı, tırnaklarını kemiriyordu.
Başımı hafifçe eğip gülümsedim. "Ne olmuş abla?" dedim merakla.
Ablam, gözlerini devirdi. “Abim, nişanlısı ile cilveleşiyor,” dedi sinirle.
Gülüşümü bastırmaya çalışsam da başaramadım. Başımdaki yazmayı çıkarıp kenara attım. “Abla, yarın önce sen, sonra ben bu konaktan gideceğiz. Abim ve Hilal ablam bu eve gelecek. Burada anamla, babamla yaşayacaklar. Yakındır yani, kasma kendini. Hem bence onlar da baya rahatladı.”
Ablamın yüzüne kaçamak bir gülümseme yayıldı ama hemen ciddileşti.
Behice, kaşlarını çatarak kapının eşiğine çıkıp Hilal'in kolundan tutup git abi diye fısıldadı. İbrahim o an sevdiğine birşey olmasın diye resmen uçtu..
Behice ve Hilal tam dışarı çıkar gibi gözükürken…
Avlunun kapısı sert bir şekilde açıldı.
Turgut’un gözleri öfkeyle parlıyordu. Etrafı taradı, sonra kız kardeşine odaklandı.
Ne oldu ağabey?” diye sordu endişeyle.
"Nerede İbrahim?" diye sert bir sesle sordu.
Behice, sesini ayarlayarak, "Çıktı ağabey," dedi. Hilal’in yanındaki duruşunu düzeltti, belli etmeden kolunu sıktı.
Tam o sırada, Zöhre mutfaktan başını uzattı. "Abi, çay koyayım mı?"
Behice içinden "Şu an sırası mı Zöhre?" diye geçirdi ama bir şey demedi.
Turgut, bir süre Hilal’i süzdü, sonra başını hafifçe eğdi.
"Tamam bacım, çay koy," dedi. "Ama bana doğruyu söyleyin."
O anda avlunun kapısı bir kez daha açıldı.
İçeri İbrahim girdi.
Behice içinden, "Bu adam çok arsız," diye geçirdi. Turgut abisi sabırlıydı, ama İbrahim göz göre göre ateşe yürüyordu.
Turgut kaşlarını çattı. “Neredesin, İbrahim?”
İbrahim, pişkince sırıtarak, “İşçilere baktım, geldim, emmioğlu,” dedi.
Turgut başını salladı, konuyu uzatmadı. Ama yüzü hâlâ asıktı.
Bir süre sonra konuşmalar kesildiğinde, Turgut iç çekti.
Zöhre ben kuzularıma bakım dıyerek ahıra gitt.
Hilal de bende konağa geçiyorum Ağabey deyip konağa geçti.
Behice de boşları toplayıp içeri geçti..
Turgut sesli nefes alıp verdi.
“Birkaç gün sonra buraya Tahir Karakurt gelecek,” dedi.
İbrahim’in kaşları kalktı. "O İstanbul’da değil miydi?"
"Evet, öyleydi," dedi Turgut. "Ama kesin dönüş yaptı."
İbrahim başını salladı. Turgut devam etti, "Ayağının tozuyla gelip toplantı yaptı. Tam babasının oğlu. Bir Manası severim.diğeri serseri."
Sonra İbrahim’in omzunu sıktı. "Düğünü keşke öne alsaydık."
İbrahim’in gözleri bir an ışıldadı, sonra yeniden söndü. “Önce Behice’nin düğünü olacak, sonra bizimkisi,” dedi.
Turgut, İbrahim’e uzun uzun baktı, sonra sessizce başını salladı. "Peki, öyle olsun," dedi.
Ardından, ikisi de ağır adımlarla inşaat alanına doğru yürüdüler.