1.bölüm
20.08.1990
Ağa, karısına sevdalıydı. Kollarının arasına öyle bir hapsetmişti ki… Onu kaybetmek, ölümden beterdir.
Tahir’in en büyük korkusuydu bu.
Genç kız, yerinden kımıldayıp huzurun kollarına sığındığında, mis gibi amber kokusu burnundan girip bütün duyu organlarına yayıldı. Kocasına daha sıkı sarıldı. "Burası çok güzel," diye fısıldadı uyku mahmuru gözlerini kırpıştırarak. Sonra daha da gömüldü Tahir’in göğsüne. Tahir tebessüm edip onu daha sıkı sardı.
Ağa, Zöhre’sinin saçlarını okşadı. Sonra elinin tersiyle alnından başlayarak parmaklarını yüzünde gezdirdi. Kendinden biraz uzaklaştırıp çenesinden tutarak kendine çevirdi ve eğilip dudaklarını dudaklarına hapsetti. Nefesleri, tenleri birbirini tanımak için yanıp tutuşuyordu.
Ve o an… Yine bir şey oldu.
Zöhre’nin kalbi sıkıştı, boğazında görünmez bir el hissetti. Belki de birkaç kişi birden boğuyordu onu. Titremeye başladı. Tahir, karısının halini fark ettiği an telaşla doğrulup "Zöhre!" diye seslendi, onu sarsmaya başladı. Genç kızı kendine çekti, kollarının arasında yine bir kriz geçiriyordu. Etrafına bakındı. Hızla sürahiye uzanıp bir bardak su doldurdu ve Zöhre’ye zorla içirdi.
Genç kadın kendine gelince, gözleri korkuyla büyümüş halde fısıldadı:
"Tahir… Ben… ben korkuyorum."
Ağlamaya başladı.
Tahir, yataktan kalkıp gözlerini kapadı, derin bir nefes aldı. Hem anlıyor hem de bu işin artık canını sıkmaya başladığını hissediyordu. Sesli nefesler alıp verdi. Sağa sola gidip gelmeye başladı. Ellerini saçına daldırıp öfkeyle konuştu:
"Yeter! Anlıyorum seni, Zöhre. Ama bak, herkes hayatına devam ediyor. Ben karıma dokunmak, teninde soluklanmak istiyorum. Sana sevdalıyım diye bekliyorum. İstesem her gece bir kadınla olurdum. Ama ben irademe sahip çıkıyorum! Neden herkese karşı gelip elinden tuttum, neden her şeyi göze aldım?"
Bir an durdu, sonra yorgunca ekledi:
"Tahir yoruldu, Zöhre."
Sonra arkasına döndü, derin bir nefes alarak kapıya yöneldi.
"Ben dışarı çıkıyorum. Gece gelmeyebilirim, sen de bekleme," dedi soğuk bir sesle. Tam çıkacakken omzunun üzerinden geri dönüp ekledi:
"Aramızdaki ölüleri çıkar at, Zöhre. Ben çıkarmaya başladım. Hayat yoksa devam etmez. Eğer böyle giderse, bu dünyada ikimiz de yaşayan ölüler gibi olacağız. Bize bunu yapma."
Zöhre’nin hıçkırıkları duvarlar arasında yankılandı. Ama kimse duymak istemiyordu. Herkes sağır, kör ve dilsizdi ona karşı.
Bir tek Tahir… O her şeyiydi.
Ve şimdi o da ellerinin arasından kayıp gidiyordu.
Zöhre, doğduğu güne bir kez daha lanet etti. Lanetliydi zaten. Onun yüzünden mezarda yatan üç ölü, bir ömür aralarında mı yatacaktı? Her gece kocasına ölümü yaşatıyordu.
Bıkmıştı.
Kendini öldürse kimse arkasından ağlamazdı.
Ellerini bağlayıp, iki dizinin arasına başını gömdü. Saatlerce ağladı.
03.06.1990 - Geçmiş
Aynada saçını düzelten Zöhre, yatakta yatan ablasına dönüp baktığında yüzünde bir tebessüm oluştu. Tekrar aynaya bakıp üstünü başını düzelttikten sonra odadan çıktı.
"Ana, ben çıkıyorum. Ablam hâlâ uyuyor."
"Tamam kızım, birazdan kalkıp hamur yoğuracak. Sen de kuzuları otlat, geç kalma, ekmeğe yetiş."
"Tamam, ana," derken, ağabeyinin seslenişiyle ayakkabısını giyerken başını kaldırıp, "Buyur ağabey," dedi Zöhre.
"Zöhre, sana bir şey diyeceğim," dedi kısık bir sesle. Sağına soluna bakıp sol cebinden bir zarf çıkararak kız kardeşine uzattı. Zöhre’nin gözleri ışıldadı.
"Ağabey, ben veremem," deyip dışarı çıkıp ahırlara doğru ilerledi.
"Kız, gel buraya!" diyen İbrahim, "Allah aşkına, geçen verdiğin mektubu verecekken emmime yakalandım. Yengem de ‘Bu İbo başımıza bela olmadan verelim Mehmet Ağa' diye isyan etti."
"Ağabey, sen ne zaman evleneceksin? Bak, elbise dikeceğim, bana haber et emi?" diyerek ahırlara doğru gidip kuzuları dışarı çıkardı. Arkasına bakıp abisinin sinirli hâlini görünce yüzünde bir tebessüm belirdi.
"Ağabey, ablam birazdan hamur yoğuracak. Sen ona ver, benden önce verir," deyip kuzuları önüne katarak uzak olmayan, çok da yakın olmayan köyün otlu yerine götürdü. Kendisi de akar suyun yanında bir türkü mırıldanmaya başladı.
Her gün radyoda çalan türkünün nakaratı dolandı diline:
Kömür gözlüm, sende sevda ne arar?
Şirin sözlüm, sende vefa ne arar?
Sevmişim yâr, yüreğim ona yanar,
Yüreğim ona yanar.
Kapıldım gidiyorum, umudum yok yarına,
Ben de serimi koydum bu aşkın pazarına.
Kapıldım gidiyorum, umudum yok yarına,
Artık serimi koydum ben bu aşkın yoluna.
Kömür gözlüm, sende sevda ne arar?
Şirin sözlüm, sende vefa ne arar?
Sevmişim yâr, yüreğim ona yanar,
Yüreğim ona yanar.
Aradan bir vakit geçtikten sonra derin bir nefes alıp sağına soluna baktı, sonra da akar suya:
“Çok güzel akıp gidiyorsun,” diye içinden geçirdi.
Eliyle saçlarıyla oynamaya başlayıp düşüncelere daldı.
Genç kız, birçok köydeki kızlar gibi... Poşetinden el işini çıkarıp işlemeye başladı. Arada bir kuzulara bakıp yeniden işine döndü, danteline şekil vermeye başladı. Yüzüne gelen saçları dudaklarının arasından üfleyerek çekme çabası gülünecek bir durumdu.
Arkadan bir at kişnemesi duydu. Başını işten kaldırıp baktığında emmioğlunu görüp içinde bir korku hissetti. Yine de dik dik Süleyman’a bakarak:
"Buyur ağabey, neye bakmıştın?" dedi.
Süleyman’ın yüzü düştü. Sevdiği kız ona "ağabey" diyordu. Gönlüne aldığı kızı değil, ablasını vermişlerdi kendisine.
"Sana baktım, Zöhre."
"Af buyur ağabey, neye baktın?"
Süleyman, atın üzerinde bir sağa bir sola bakıp genç kızı incelerken, Zöhre’nin kaşları çatıldı. Zöhre, çekinerek geri geri adımladı. Aralarındaki mesafe açıldığında, Süleyman:
"Ne diyeceksen de, görenler olur şimdi. Geçen gün..." diye konuşmaya başladığında sözleri yarım kaldı.İçinden diyemedi Ablam ile evleneceksin benim adımı geçiriyorsun sağda solda diyemedi .....
"Ayşe ablanın sana dediklerini duydum. Ablamla evleneceksin," diyerek başı dik, yüzündeki korkusunu belli etmeden kuzulara baktı. Yerden aldığı malzemeleri poşete koydu. Yönünü döndüğünde yürüyüp gitti.
Arkasında kalan,emmisi oğlu Süleymanda, öyle bir sinir bıraktı ki, genç adam Emmimi kızı Zöhrenin küçücük yaşına bakmadan, cesaretine bir kez daha hayran oldu. Ateş ediyordu Zöhre bütün gözleri kendine ilk görüşte çekiyordu....İçinde kaynayan ateş herkesi yakacaktı, en çok da kendini. Öfkesinden deliye dönüp sağa sola yürüyerek, dişlerini sıkarak genç kızın gidişini izledi.
Süleyman, babasına verdiği sözün altında ezilirken, Behice değil de Zöhre’ye gönlü düştüğünde, onun için her şey farklı olmuştu.Bir söz verildi.Bu sözden dönemezdi.....Allah kahretsin diye ayağı ile taşa vurdu.....