-2-

1780 Words
Gözlerimi tepemde aniden yanan ışıkla birlikte aralarken neye uğradığımı şaşırmıştım. Neredeyse ışık görmeyeli iki hafta olmuştu ve sanırım gözlerim bu karanlığa alışmıştı. Fazlasıyla sersemlemiş bir şekilde doğruldum ve bakışlarımı kapıya sabitledim. Henüz ismini bilmediğim sarışın ve kadın olan vampir kapıda dikiliyordu. Üstelik mahzenin kapısı açıktı. Bu görüntü beni adeta şaşkına çevirmişti. Hemen ayağa kalkmaya çalıştım fakat tekrar dizlerimin üstüne düşmem çok zor olmamıştı. " Neler oluyor, beni çıkaracak mısınız? " diye sordum acı bir şekilde. Fakat umut daha yoğundu...  " Hadi gidiyoruz " dedi ciddi bir şekilde ve hızla gelip koluma girdi. "Nereye? " diye sordum merakla. " Gidince görürsün." dedi sırıtarak. Bu sözleri beni korku ve merakın arasına atıp gitmişti... Sanırım her şey şimdi başlıyordu. Kolumu iyice kavradıktan sonra kapıya doğru ağır adımlar attı ve beni o demir parmaklıklardan çıkardı. Yürüyecek halim yoktu ve sarışından destek alıyordum. Beni sürüklediğini de söyleyebiliriz. Uzun bir koridoru yürüdükten sonra önümüze bir kapı çıktı. Büyük, demir bir kapı. Yavaşça arkamı dönüp baktığımda ise gün ışığının yansıdığı yer olduğunu tespit ettim. Kapı oldukça kalın görünüyordu. Sarışın ise kolumu öyle sıkı tutuyordu ki sanki koparacaktı. O sırada iki tane vampir geldi ve kapıyı açtılar. Gözlerim bir anda güneşle karşılaşınca kamaştı, bir tuhaf hissettim...  Bu ışık beni hem sersemletmişti, hem de ruhumu ısıtmıştı. Derin derin nefes aldım. Etrafa göz gezdirmeye çalıştım ve büyük bir araçla karşılaştım. Üzerinde markası yoktu. Daha önce hiç görmediğim bir araçtı. Sanırım bununla gidecektik. Her yerim ağrıyordu, umarım içi rahattır diye düşünmeye başlamıştım fakat çok geçmeden kendimi arabanın bagajına tıkılırken buldum. Bu beni bir hayli sarsmıştı. Siyah saçlı olan bagajın kapağını kapatmak için hazırlanıyordu. Adeta iki büklüm olmuştum ve yüzünde ki ciddiyet beni ürpertiyordu. Rüzgar estikçe üzerinde ki siyah pelerin dalgalanıyordu ve o biran olsun soğukluğundan ödün vermiyordu. İçimde ki korku tarif edilemezdi ve titriyordum. Bagajın kapağını kapatırken bir kaç saniye içerisinde göz göze geldik ve aniden kırmızıya dönen gözleri nefes alışlarımı hızlandırmıştı... Haddinden fazla titriyordum ve gözlerim doluyordu. Aklıma gelen tek şey ise daha önce izlediğim korku filmleriydi... Beni keserek öldürecekleri düşüncesi aklımın etrafında büyük bir çember oluştururken kalp atışımı boğazımda hissediyor gibiydim... Arabayı sürmeye başlamışlardı, oldukça hızlıydılar. Hiç durmaksızın sallanmaya başladım ve kafamı sürekli bir yerlere çarpıyor, oluşan acıyla suratımı ekşitiyordum... Serseme dönmüştüm. Bakışlarımı yaralanan kirli ellerime sabitledim... Parmaklarımın arasında çukurluklar oluşmuştu ve üzerinde kuruyan kan damlaları kirle birleşmişti. İşaret parmağımı ağzıma götürerek ıslaklık yaratmaya çalıştım ve yaralarımı ovarak çıkarmayı denedim. Fakat bu canımı yakmaktan başka bir işe yaramamıştı. Daha sonra yavaşça delik deşik olan gömleğimi biraz yukarıya doğru çektim ve karnımda ki iğne izlerine baktım. Morarmışlardı ve dokundukça ağrıyorlardı. Dişlerimi sıkarak çığlık atmak üzere olan dudaklarımı susturmaya çalıştım ve göz yaşlarımı serbest bıraktım...  Arabayı aynı hızda sürüyorlardı ve midem çok kötü bir şekilde bulanmaya başlamıştı. Çok geçmeden arabanın yön değiştirdiğini hissettim ve ani bir frenlemeyle kafamı bagaj kapısına çarptım. Hatta çarpma değildi bu, kafamı resmen bagaj kapısına geçirdim... Bu bende bastıramadığım bir çığlığa yol açsa da kendimi susturmam çokta zaman almamıştı. Sanırım gelmiştik. Bagaj kapısını açmalarını büyük bir heyecanla bekliyordum çünkü havasızlıktan ve mide bulantımdan ölmek üzereydim. Bagajı kim açacaksa onun üzerine laps diye kusmayı planlıyordum. Arabanın ön kapılarının sert bir şekilde kapanmasıyla irkildim ve bagaj kapısı bir anda açıldı. Siyah saçlı, uzun boylu olan vampir açmıştı ve ben güneş ışığıyla karşılaşır karşılaşmaz yüzümü ekşiterek başımı yere eğdim çünkü güneş ışığı gözlerimi kamaştırmıştı. Fakat daha fazla aracın içinde duramadım ve siyah saçlı vampir kolumdan tutup beni indirdi.  "Neresi burası? " diye sordum merakla. Tabii bu sırada aniden gelen öğürme hissiyle ağzımı kapattım fakat daha fazla dayanamayıp sağ tarafıma doğru eğildim. Gözlerim irileşmişti ve kusmaya başladım. O da bu iğrenç halimi görünce kolumu bıraktı. Bir yandan saçlarımı tutuyor bir yandan da içimi boşaltıyordum. Nefes nefese kalmıştım, bu gerçekten iğrençti. İçimde ne kadar çiğ et parçası varsa çıkarmıştım ve midem tam anlamıyla boşalmıştı. Lakin kustuklarımı gördükçe daha çok öğürüyordum ve gözlerimi sıkıca kapattım. Bu yaşadığım en berbat hislerden birisiydi. Kusma işini bitirip yere çökmem de çok uzun sürmemişti. Öksürmeye başladım, adeta ciğerlerim sökülüyordu. Kendimi durdurmam gerekti. Derin derin nefes almaya çalıştım. Çünkü bu temiz havaya ihtiyacım vardı. Günlerdir o hapishanenin rutubet kokusu ile ciğerlerimi doldurmuştum ve bu gerçekten iyi gelmişti. Halsizdim ve bayılacak gibiydim. Vampir öfkeyle kendime gelmemi bekliyor belki de ne kadar iğrenç olduğumu düşünüyordu. Renk değiştiren gözlerini bir an olsun üzerimden çekmemişti ve arabadan getirdiği su şişesini üzerime attı. Korkarak şişeyi kavradım ve titreyen ellerimle ağzıma götürdüm. Suyun yarısı dudaklarımdan süzülerek elbiseme dökülse de susuzluğumu gidermiş gibiydi. Şişeyi tekrar yere bıraktım. Daha sonra kolumdan sertçe tutup beni ayağa kaldırdı. Yırtılmış ve kirlenmiş olan gömleğimin kenarına ağzımı sildikten sonra duraksayıp karşımda ki binaya baktım. Sanırım bahsettikleri yer burasıydı. Tamamıyla demir kaplamaydı. Bir gökdelen edası vardı. Devasal bir yapıydı... İçeride beni nelerin beklediğini kestiremiyordum fakat iyi şeyler olmadığı kesindi. Yanımdaki vampir çok geçmeden beni içeriye doğru iteklemeye başladı.  " Yavaş olsana biraz! " diye bağırdım. Çünkü gerçekten canımı acıtıyordu. Bakışlarını bir an olsun yürüdüğü yoldan ayırmayarak ciddiyetini koruyordu. Başı dikti, asla yere bakmıyordu. Sanki yanımda soğuk bir cesetle yürüyor gibiydim... Adım attığımız yerden sesler geliyordu. Burada çok fazla kalacağımı sanmıyordum. Bir insan olduğumu anlamaları an meselesiydi. Babam vampirlere karşı birçok önlem almıştı. Bunlardan biriside içime melez kan kokusunu enjekte edişiydi. Bu onlardan korunmamın en basit yönüydü. Belki de kan kokusundan bir melez olduğumu düşündükleri için beni de kaçırmışlardı. Babam bir vampirle karşılaştığım zaman onlara uysal davranmamı ve mümkünse güçlü görünmeye çalışıp onlara bir melez olduğumu inandırmamı söylerdi. Onlardan korktuğumu belli etmezsem kurtulma şansımın her zaman olduğunu anlatırdı. Daha önce peşime takılan 3 vampirden de bu sayede kurtulmuştum. Karşımıza kocaman bir kapı daha çıktı. Ve yine elini sırtıma yerleştirdi. İtekleyerek beni oraya soktu. Bu hareketi beni sersemletiyordu. Fakat şuan girdiğimiz yer oldukça kalabalık ve lükstü. Lakin gördüklerimi tasfir edebileceğim kadar tuhaf kelimeler bilmiyordum. Sizlere sadece ham maddelerini söyleyebilirdim; demir, bakır, gümüş...  " İşkence göreceğimi sanıyordum? " dedim hayretle. Çünkü burası beni getirdikleri yerden kat kat iyi bir yere benziyordu ve tanımlayabileceğim tek şey bir otel gibiydi.  " Hiçbir şey göründüğü gibi değildir " deyip bütün lafı ağzıma tıktı. Boyu benden 20 cm kadar uzun olduğu için ona başımı kaldırarak bakıyordum. Kan kokuyordu ve oldukça soğuktu. Hem elleri hem de bakışları. Yüzü her zaman ki gibi ciddiydi. Görende annesini babasını öldürdüm sanırdı. Çatık kaşları, ben buradayım diye bağıran elmacık kemikleri, uzun kirpikleri... Sanırım podyumdan çıkıp gelmişti. Erkek olmasına rağmen benden güzeldi, ilginçti tabii.  " Adın ne senin? Sana ne diye hitap etmem gerekiyor?  " diye sordum merakla. Ve bu soruyu sorarken tedirgin olmuştum. Fakat o hiç istifini bozmadan çok soru sormamam gerektiğini söyledi ve yürümeye devam etti. Şuan ondan ve başıma geleceklerden çok fazla korkuyordum ama kendimi sakinleştirmek için onunla konuşmam gerekiyordu. "İyi o zaman, söylemeyeceksen 'adi' diye hitap etmek istiyorum. Kaba mı olur? Ya da ağır? Ama adi, tek başına sönük kalıyor. Adi şerefsiz daha güzel. İki isim. Ne dersin?  " deyip bakışlarımı üzerine diktim. "Bruce, adım Bruce ve bir daha sakın benimle iki kelimeden fazla konuşma! " diye bağırdı, yüz hatlarına tamamen öfke dolu mimikler yerleştirmişti. Bu ses tonu beni titretmeye yetse de bunu belli etmemek için duruşumdan hiç ödün vermemiştim. Güçlü olmasam bile, güçlüymüş gibi yapabilen başarılı bir tiyatro oyuncusuydum. Bu sene Oscar benim olmalıydı...  Adımlarımızı biraz olsun hızlandırmıştık ve ben gittikçe daha çok üşüyordum. Bulunduğumuz ortamda inanılmaz derecede kan kokusu vardı ve buzdolabı gibiydi. Üşüdüğümü her ne kadar belli etmesem de ellerimin titremesini durduramıyordum. Bu yüzden dikkatini çekmem çok uzun sürmemişti. " Üşüyor musun sen? " diye sordu birden. " Evet yanıtını alınca ceketini vereceksen üşüyorum. Merakından soruyorsan bir melez asla üşümez, çıldırmış olmalısın! Klima falan yok mu biraz daha estirin buraları! " deyip geçiştirdim onu ve yürümeye devam ettik. Büyük ve gri bir kapının önüne gelince ise durduk ve önüme geçerek kapının şifresini girdi. Fakat o kadar hızlıydı ki ne yazdığını anlayamamıştım.  " Şifre 1-2-3-4 mü? Yoksa doğum tarihin mi? " diye mırıldandığımda asla suratıma bakmadı ve kapı sağ tarafa doğru kayarak açıldı. Bruce kolumdan çekiştirerek beni odaya soktu. İçeri de dişçi koltuğuna benzeyen bir koltuk ve bir de monitör vardı. Tabii birde uzun, beyaz saçları olan soğuk bakışlı bir vampir. Merakla odanın boş köşelerini incelerken koltuğun hemen sağ tarafında duran tüpler dikkatimi çekti. Hepsi doluydu ve sadece bir tanesi boştu. Sanırım yüz tane falan vardı. İçlerindekinin kan olduğuna emindim.  " İsim..." diye fısıldayan kısık sesi ile duraksadım ve bakışlarımı kıstım. Benim adım neydi... Bir an için ismimi hatırlayamamıştım ve bu bende korku dolu saniyeler yaşatmıştı. Fakat çok geçmeden sorusunu yanıtladım. " Kimliğimi yanımda getirmedim. Resmi bir durum yoksa takma isim kullanabilir miyim? Beni beş yerimden bıçaklayıp çalılıklara atacakmış gibi baktığına göre hayır... Kristen Stay, Stay'i büyük harflerle yazarsan sevinirim. " dedim. Koltuğa oturmamı söyledi ve bileğimi açmamı istedi. Bildiğimiz kan alma işlemiydi. En azından bu işlemi dişleri ile gerçekleştirmiyorlardı.  " Ne yapacaksınız? " diye sorduğumda rahat olmaya çalışarak arkama yaslandım. Bakışlarımı Bruce'a sabitledim ve o hiç bana bakmıyordu. Bakışlarını karşıya sabitlemişti. Bir an kandan korktuğunu falan düşünmüştüm ama vampir olduğu aklıma gelince dayanamayıp yiyebileceği ihtimali daha mantıklı geldi.  Vampirin elindeki tuhaf iğneyi görünce de gözlerim irileşmedi değil hani. Yavaşça bana yaklaştı ve iğneyi bileğime doğru yerleştirdi. Korkulu gözlerle iğneye dalmış gitmişken aniden acı içinde çığlık attım. Çığlıklarımı bastırmak için ise sert bir şekilde dudaklarımı ısırdım. Ağzıma kan tadı gelmeye başladığında ise dudaklarımı dişlerimin acısından kurtardım ve derin derin nefes almaya başladım. Kan alma işlemleri de çok sürmeden bitmişti. Yavaşça ayağa kalktım ve koltuğun kenarından destek aldım. Aldığı kanı sağ köşede duran son tüpün içine koyduktan sonra sinsi bir sırıtış yarattı. Bileğimi elimle sıkıca bastırırken, Bruce köşeden aldığı mavi elbiseyi uzatarak kalacağım oda numarasını söyledi. " 305 " Üstelik birde parmak izi aldı. Odadan çıktık ve yürümeye devam ettik. İlerledikçe bina genişliyor gibiydi. Kalabalığa yaklaşınca Bruce yürümeyi kesti ve işaret parmağıyla karşıdaki kalabalığı göstererek konuştu. " Hemen git ve orada ki sıraya gir. Bu arada zekanı sanırım zindanda unuttun ama korkma, özel bir araçla getirteceğimden hiç şüphen olmasın. " dedi ve bu lafı beni oldukça sinirlendirmişti. " Zekam seninle muhatap olmak istemediyse onu rahat bırakmanı tavsiye ederim.  " diye fısıldarken dişlerimi ısırıyordum, fakat cevap verme lüksünü göstermedi ve öfkeli bakışlarını üzerime dikti. Bende daha fazla onunla muhatap olmak istemeyerek kalabalık sıraya doğru ilerledim. Korkuları gözlerinden okunan bir yığın melez vardı ve hepsi çok tedirgin görünüyorlardı. Uzun sıranın en arkasına doğru yürümeye başladım. O sırada birisi sertçe omzuma çarparak önüme geçti. Bu hareketiyle irkilirken sinirim adeta iki katına çıkmıştı. " Yalnız burası melezler için, seni dağdan getirdiler galiba, öküz olarak?  " diye bağırdım öfkeyle. Yavaşça kafasını bana doğru çevirdi. Sarışın, yeşil gözlü bir erkekti bu. Söylediklerim karşısında gülmüştü. Beni baştan aşağı süzmeye başladı. Bense sadece gözlerine bakıyordum.  " Tanıdığınıza göre aynı dağdan otlanıyoruz herhalde? " dedi ve elini uzattı. " Ben Brad... " diye devam etti sözlerine. Bakışlarımı uzun parmaklarına diktim ve tereddüt ettim. Birinin elini sıkıp, onunla tanışmak için doğru bir zaman mıydı? " Kristen... Kristen Stay... " 
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD