Aslında ben sizin de çok iyi bildiğiniz gibi gayet aklı selim, zeki, akıllı, kendini bilen, duyularını, düşüncelerini kontrol eden, ağzından çıkanı kulağına duyuran, dahi, hatta dünyanın gelmiş geçmiş bir mucizesiydim. Evet yaratılış mucizesi!
İyi de neden şimdi öyle değildim. Niye acıların çocuğu sümüklü Emrah'a bağlamıştım. Bunu asla kabul etmiyorum. Böyle düşünen varsa yolarım. Ciddi söylüyorum tüy bırakmam.
Şimdi velakin ben, ben değildim. Evvet! Değildim. Toprak'ı görünce aklım firar ediyor, duygularım saçmalıyordu. Aşktan mıydı bunlar? Eğer öyle ise o aşkı öven şairlere yazarlara şuan sövüyordum...
Hani aşk masum bir duyguydu, kalpte kelebekler uçuşturan, kanat çırptıran, günümüze uyarlarsak gözlerden kalpli emojiler dökülen. İnsanı NASA'ya gitmeden uzaya götüren galakside yolculuk yaptıran, pamuk olduğunu düşündüğümüz sislerin yani bulutların içinde yuvarlandıran, kısaca sizi mutluluktan havalara uçuran, o havalardan boşluğa bırakan, bazen denizin en mavisini keşfettiren, bazen güneşin en sıcağına dokunan, bazen gecenin karanlığında ki yıldız pırıltısı olan, yeniden doğmanızı, hayatı tam anlamıyla keşfetmenize, varlığından haberdar olmadığınız duygularla yüzleşmenize, geninize aşırı derece seretonin, endorfin, melatonin üçlüsü yükleyen anlamsız bir şekilde ota boka sırıtan, dünyayı iplemeyen, hayatı önüne katıp koştur koştur yaşayan, instagrama resimle atıp storileri doldurtan, herkese hava atan, çatlatan, kıskançlık ve hasetler yaptıran, ses tonunu kedi miyavlaması tonuna demir attıran ve tüm bunları oturduğumuz yerden keşfettiren bir duygu olduğunu yazmışlar, uyarlamışlar, yaşamışlar ve bizi buna inandırmışlardı....
Hainler. Yalancılar, en büyük kandırıcıkçılar....
Kimse, salak bir insana dönüşeceğini açık açık vurgulamamıştı. Aklı selim olmayacağınzı, gözünün ondan başkasını görmediğini yaptığı her hareketinde bir anlam kendine bir pay biçme yaşayacağını, paranoyaların kahyasını, psikolojinin ebesini, her türlü saçmalığın önde bayrak taşıyanını, uykusuzluğu, dengesizliği hatta şizofreniye bağlayıp, hayallerle konuşup hayallerle yaşayacağınızı söylememişti.
Yani kıymetimi bilin ben söylüyorum. Bence aşk masallardan bile saçmaydı... yani aşk dedin mi bir kalıp yoktu bir tanım yoktu, ne desen bir şeyler eksik kalıyordu. Şeydi işte. Şey!
Aşk=şey
Ebet Türkçede aklımıza gelmeyen, yada gelen ama bir türlü uygun sıfatı bulup konduramadığımız nereye koysak şıp diye oturan o kurtarıcı kelimenin eş anlamlısıydı.
İnsanı mutluluktan uçurtturan şey, insanı havalara uçurtturan şey, insanı acıdan geberten şey, karşılıksız bir şey... Şey de şey....
O şey beni şey etmişti, ney etmişti? Bilmiyorum. Tıpta adı varsa da araştırmam gerekiyordu. Soğukla ürperince odaya geçip hızlıca üzerimi değiştirdim. Çekmeceden babamın yedeklerinden kıyafetleri de alıp salon kapısına geri döndüm.
Toprak buradaydı! Çıplaktı! Yani tam olarak Yarı çıplaktı. Değişik bakıyordu. Değişik konuşuyordu... yoksa o da şey miydi?
Kalbim küt küt atarken kapıyı tıklattım ve aralanmasını bekledim. Açılınca kıyafet olan elimi uzatıp kendimi dışarda bıraktım.
"Çabuk şunları giy, dondum burada."
Toprak'ın alaylı sesi geldi.
"Bende seni kontrol etmeye gelecektim düşüp bayıldın kaldın sandım." Dedi.
Tamam ne kadar değişik olsa da, sinir bozuculuğunda hiçbir değişiklik yoktu.
"Acele etmezsen soğuktan donacağım." Dedim sinirle. toprak babamın siyah tişörtünü çekiştirirken kapıyı sonuna kadar açtı.
"Kendine gelebildin." Dedi.
Ona ters ters baktım. Allah aşkına ne olmuştu buna, niye sırıtıp duruyordu, neden ukalaydı, burada ne halt ediyordu.
Uzun gür siyah saçları yağmur nemi ile aşırı tatlı bir hal almış, görmeyeli sakalları iyice uzamış ve göz harelerinin rengini belirginleşmişti. Babamın üzerine tam oturan siyah tişörtü biraz küçük gelmiş bütün hatlarını sarmalamış paçaları da birazdan bir dereye dalacak gibi havada kalmıştı. Anlık bakışlarımı tekrar gözlerime çıkarttım, her hali ile mükemmel her haliyle aşırı yakışıklıydı, tam bir cevherdi, keşfedilse bir Hollywod'e bir birine düşürürdü.
Fiko'nun atölyesine girdiği sahne aklıma geldi o zamanda yağmur yağmış ve bütün ıslaklığı ile içeriye dalışı herkese küçük dilini yutturmuş ve Fiko öne atılıp mankenimi buldum diye haykırmıştı.
Sonra Lara'nın abartılı bulduğum imaları yakıştırmaları, Prensin söyledikleri. Herkes görmüşken ben neden farkına varmamıştım. Tamam ona sinir oluyordum öldürmeyi düşündüm desem yalan değil. ama ne olmuştu da bütün bu nefret içeren duygular geri dönülmez bir aşka dönüşmüştü.
Kesinlikle keşfedilemezdi.... Buna asla müsaade etmezdim. Onu Hollywod'ın o çok seksi karılarına yem, yar etmezdim. Hollywood'e ateşe verir sinema sektörünü Bollywood'a bırakırdım.
Tüm bunlar aklımdan geçmiyormuş gibi bana ukala ukala bakan serseriye döndüm ve sordum,
"Ne işin var burada?"
"Senin görmeye geldim." Dedi hala sırıtıyordu. Gülme kızamıyorum diyemedim.
"Gördün işte," dedim.
Yüzünde ki alaycı ifade kayboldu,
"Özlemişim." dedi. bunu beklemiyordum içim ısınıverdi. Bütün duygular sakince yerlerine çekildi. Gözlerimi kaçırma ihtiyacı hissettim. Kuruyan dudaklarımı nemlendirmek için hafifçe yalayıp saçlarımı kulağımın arkasına tıkıştırdım.
Huzursuz hissetmiştim. Duyacak olduklarımdan değildi. Hislerim birazdan uluorta dökülecek hissi peydah olmasındandı. Gözlerim hiçbir yerde rahat edemeyip yine Toprak'ın gözlerini yakaladı ve orada kaldı.
"Kaçtım." İtirafı döküldü. Basit bir itiraftan çok daha fazlasıydı. güçlü bir tonda vurgulanmıştı. Şimdi ise az önce ki huzursuzluk kaybolmuştu. Çünkü, "Kaçtım." Demek de bir his çarpışmasıydı. Aynı saatlerin saniyesinde takılması gibi.
Toprak'da benim çektiğim sıkıntıları mı çekmişti, kaçtım derken bunu mu kast ediyordu. O kabullenme me evresini.
Gözlerimde ki soru ifadelerine bakıp gülümsedi. İçten bir güümseme ve alay kendisineydi bu defa. Kendi hislerine inanamayıp, takıldığı oltanın misillesin de ayılan balığın yaşadığı şok vardı.
Nasıl geldim ben bu oltaya diyordu iç sesi ona....
Uzanıp ellerimi avuçlarının arasına aldı. Toprak'ın kucağına sokulup başımı göğsüne koydum. Onun da başı boynuma yerleşmişti. Aldığı derin nefes o kadar huzurlu hissetmemi sağlıyordu ki.
İçimden geleni fısıldadım...
"Hep böyle kalalım."
Öyle kaldık. Sobanın içinden gelen çıtırtılı sesler ve başımın altında atan kalp'in huzuru vardı kulaklarımda....