GEZİ

1416 Words
Mecburiyetlerim var benim. Benim babam yok, anneme arkamı dönemem. Biliyorum sana biraz fazla yükleniyor ama inan kötü bir insan değil. Lütfen Asya, büyütme artık. Son bir haftadır kimseyle konuşmak istemiyordum. O kadar sinirli ve üzgündüm ki beni tek mutlu eden yemek yemekti. Elimde kaşıkla, çikolata kutusuyla dertleşiyordum. Beni tek anlayan yemeklerdi. Hayatımda ki herkes—annem, babam, arkadaşlarım—hepsi bir zaman kilomla ilgili fikrini söylemekten çekinmezdi. Evet, çok mutsuzdum ama irademe hâkim olamıyordum. Zaten değerlerim düşük; yemezsem elim ayağım titriyordu. Gece yatarken kendime verdiğim sözler, sabah “aman yarın başlarım”la bitiyordu. Babam, “Kızım ben tahlil vermek için sabah hastaneye gideceğim, seni bırakırım.” dedi. Başka zaman olsa ya hemen bizimkilere haber verirdim ya da Emre’ye mesaj atardım. İkisi de içimden gelmedi, zaten ikisine de kırgındım. Beni korumaları gerekiyordu, çünkü beni hep biri korurdu. İki hafta önceki kadar mutlu değildim. Belki unutup aynı şekilde devam edecektim ama kendime gelmem zaman almıştı. Sabah babam uyandırdı: “Hadi kızım hazırlan, çıkalım.” deyip çıktı. “Tamam baba, geliyorum.” dedim. Lavaboda işlerimi halledip kıyafetlerimi çıkardım. Daha geçen aldığım pantolon üzerime olmayınca ağlama krizine girdim. Annem ve babam hızlıca odama girip merakla, “Kızım ne oldu, neden ağlıyorsun sabah sabah?” diye sordular. Annem gelip sarıldı: “Benim dünya güzelim, ne oldu sana böyle? Neden bu kadar mutsuzsun artık?” Babam kapıda bekliyordu. Tek kelime çıkmadı ağzımdan ama gözleri dolmuştu. Biraz kendimi toplayıp gülümsedim: “Ya bana bakmayın, biraz kilo almışım. Ona canım sıkıldı.” diyebildim. Annem elini omzuma vurup, “Hay Allah’ım sen akıl ver. Kızım sağlıklı ol da kilolu ol, hadi sıkma canını. İstersen verirsin. Hadi kahvaltıya.” deyip çıktı. Kahvaltı masasında, “Baba ben birkaç gün rapor almak istiyorum, kendimi iyi hissetmiyorum. Sıra bulur muyuz?” diye sordum. Annemle bakışıp, “Olur kızım, buluruz.” dedi. Doktor gerçekten hasta olduğuma kanaat verdi; bir sürü ilaç yazıp gönderdi. Bedenim değilse bile ruhum acı çekiyordu. Bir şeyler ters gidiyor ama ben düzeltemiyor gibi hissediyordum. Sabah olmadığımı gördüğü hâlde hâlâ aramamış, mesaj yazmamıştı. Oysa ki Emre, “Sensiz güneşim doğmuyor, huzurum olmuyor.” derdi hep. Bugünlerde güneşi doğuyor, huzurunu kaybetmeden hayatına devam ediyordu. En büyük hata bendeydi. Öyle bir yaslanmışım ki, ilk sarsıntıda yıkılacak gibi oldum. Her gün bize gelen Hülya, iki gündür uğramıyor ve aramıyordu. Tabii Makbule teyzenin yanında beni korumadığı için kızmıştım. O da “Kendini korumayı öğren artık, hep arkanı toplamaktan bıktım.” demişti. Haklıydı. Kaç yıldır bana sataşan herkese karşı ya Emre ya da Hülya cevap vermişti. Kimseden korkmuyordum ama herkesin ilk dalga geçtiği kilom olunca kendimi kusurlu sanıyordum. Bu hafta evde olduğum için önce markete uğrayıp bütün paramla cips, kola, çikolata aldım. Sakinleşmemi sağlayacak şeyler bunlardı. Ben raporluyken onlar geziye gidecek, beni düşünmeden eğlenecekler… Bunu düşünmek bile beni kahrediyordu. Hep annesi yüzünden olmuştu. Bu kadın beni sadece kiloluyum diye mi sevmiyor? Ne kadar düşünsem de başka bir şey bulamıyordum. Eve girince annemin en sevdiğim yemekleri hazırladığını gördüm. Sanki sabah kilo aldım diye krize girmemişim gibi… Ellerimi yıkamak için bile vakit kaybediyorum diye düşünüyordum. Bir tabak sarma aldım, zeytinyağlı harika olmuştu. İlk tabağı yedikten sonra tabak gözüme küçük göründü; sarma tenceresini direkt önüme koydum. Hem ağladım hem yedim. O kadar çok yemiştim ki, mideme ağrı girince neredeyse tencereyi bitirdiğimi fark ettim. Her zaman olduğu gibi pişmanlıktan daha çok ağlamaya başladım. Kendimi zaten yetersiz hissediyordum ama engel de olamıyordum. Bütün bir haftayı yiyerek, ağlayarak geçirdim. Emre birkaç kez mesaj attı ama sadece görüldü yaptım. Hülya hiç aramamıştı. Çok üzerine gittim diye düşündüm ama benim olduğum durumda o olsaydı, hiç düşünmeden savunurdum. Yarın geziye gidiyorlardı. Böyle küs olmak içime oturuyordu. Yazmamak için kendimle savaşıyordum. Gece 12’de Emre’nin beşinci arayışıydı. Artık dayanamayıp cevap verdim. “Sevgilim seni çok özledim. Ne olur yapma böyle. Hadi aşağı gel, gitmeden seni göreyim.” dedi. O kadar çok özlemiştim ki, “Tamam geliyorum.” dedim. Aşağı indiğimde yine bir çiçek buketi beni bekliyordu. “Geleceğimden bu kadar emindin yani?” dedim. “Benim seni özlediğim kadar senin de beni özlediğini çok iyi biliyorum. Biz biriz, yapma lütfen böyle. Annemle günlerce konuşmuyorum. O da hatasını anladı, bir daha seninle bu şekilde konuşmayacak. Sana olan aşkıma saygı duymayı herkes öğrenecek. Seni çok seviyorum, bunu unutma yeter.” Mutluluktan ağlamaya başladım. “Ben de seni çok seviyorum. Bu hafta gerçekten çok üzüldüm ama bir daha aramızda böyle bir yanlış anlaşılmaya izin vermeyeceğim.” dedim. Yanında daha uzun kalmak isterdim ama 1 saate tur arabası hareket edecekti. “Döndüğümde görüşeceğiz aşkım.” deyip tekrar sarılıp yanaklarımdan öptü. “Görüşürüz aşkım, seni çok özleyeceğim.” dedim. Gerçekten bu Emre’yi çok özleyecektim, henüz farkında değildim. ⸻ EMRE’DEN Bizim aşkımız çocukluktan beri devam eden, hiç sıkılmadan yaşadığımız bir masaldı. Annem ne zaman Asya’dan nefret etmeye başladı hiç fark edemedim. Sürekli başka kızları örnek gösterip: “Yanına hiç yakışıyor mu? Allah aşkına, senin nasıl bok bir gönlün var? Düzgün bir kız bulamadın. Ben onu gelin diye almam, istemeye falan hayatta gelmem. Gözüm açık gider. Azıcık hakkın varsa gel vazgeç… Hayatını bu kızla karartma.” Bir daha aklıma gelmeyen bir sürü konuşma yapıyordu. Asya o kadar masumdu ki, daha bir gün bir insan kırdığını görmemiştim. Bana olan aşkı her zaman beni mutlu etmişti. Anneme günü gelince seveceğini, ne kadar iyi bir insan olduğunu anlayacağını anlatıyordum ama anlamamakta çok kararlıydı. Gezi otobüsüne bindiğimde üzerimden koca bir yük kalkmıştı. Bir haftadır aramızın kötü olması beni çok üzmüştü. Ona sarılınca bütün dertlerim uçup gitti. Hülya’nın yanına geçip oturdum. “Ne yaptın aşık, ikna edebildin mi?” diye sordu. “Tabii ki kızım, bizim aşkımızı hafife alma. Biz öyle ufacık şeylerden ayrılmayız.” dedim. “Aman sizin aşkınızla uğraşamam şimdi.” dedi. Değişik bir hâller vardı Hülya’da. Normalde hiç küstüklerini görmemiştim Asya’yla. “Sen de çok uzatma sevgilim, üzülme. Kapatın artık bu konuyu.” dedim. “Tamam, ben uyuyacağım. Gelince haber ver.” deyip bana doğru döndü. Sabaha karşı Antalya’daki kamp alanına gelmiştik. Herkes odalarına yerleştikten sonra Ali Haydar hoca: “Bugün bol bol eğleneceğiz. Yarın bir parkurumuz var, o da sizi çok yormayacak çocuklar. Şimdi odalarınıza yerleşin, havuzda buluşalım. Bugünün tadını çıkaralım.” dedi. Ben hemen odaya yerleşmek için gidecekken Senem: “Haydaaaar hocam, buraya kadar geldik. Akşam bir gece kulübüne gidelim lütfen!” dedi. Ali Haydar hoca, “Herkes reşit, siz okey derseniz bana hayhay.” dedi. Sınıfın en çapkını Umut, “Off, nasıl güzel kızlar vardır…” deyince hoca: “İzmir’in kızları daha güzel Umut’c*m, sil ağzını, git odana.” diye ayar verdi. Bu sayede çapkınlık yasak anlamış olduk. Hülya hemen benim yanımdaki odadaydı. “Hazırlanınca beni almadan aşağı inme.” dedi. “Tamam, sen hazırlan. Ben birazdan geliyorum.” deyip odaya geçtim. Mayo giyip Asya’ya mesaj attım: “Aşkım ben geldim. Havuzda olacağım. Akşama da dışarı çıkmayı planlıyoruz. Kalabalık olacağı için yazamazsam durumu anla. Seni çok seviyorum.” Akşama kadar yüzüp otelin her şeyi dahil nimetlerinden yararlandık. Akşam yemeğinden sonra turla beraber Antalya’nın en canlı mekanlarının olduğu semte geldik. Haydar hocanın özel emriyle kimse birbirinden ayrılmadan, koloni halinde hareket ediyorduk. Çoğunluğun istediği diskoya girdik. Ortam o kadar iyiydi ki… Dans edenler, sevişenler… Sanki başka bir gezegendeydik. Kendimi çok özgür, başka bir insan gibi hissediyordum. Çocuklarla deli gibi dans ettik, içtik, eğlencenin dibine vurduk. Ali Haydar hoca, “Yarın onda parkur var, haydi gece ikide dönüyoruz!” dedi. Hepimiz isyan ettik ama işe yaramadı. Otele ulaştığımızda herkes odalarına çekildi. Hülya su almak istediğini söyleyince: “Odada vardır.” deyip çekiştirdim. “Hepsini içtim, odada su kalmadı.” diye resepsiyona doğru yürüdük. “Bir su almayı bile çok görüyorsun.” diye dudaklarını sarkıtınca… Hiç farkına varmadan dudaklarından makas aldım. Elimi ateşe değmiş gibi hemen çektim. Bu yaptığım çok yanlıştı… Çok yakın arkadaştık ama sanki sevgilimi öpüyormuş gibi bir his… Kafam karışmıştı. Resepsiyondaki görevli suları verdi. Hülya kolumda, az evvelki olay hiç yaşanmamış gibi bir şeyler anlatarak yürüyordu. Sanırım ben büyüttüm diye düşündüm. Yan yana olan odalarımıza geldiğimizde: “Emre içeri gelsene, sana bir şey gösterecektim.” dedi. Aklıma hiçbir şey gelmeden içeri girdim. Banyodaki Hülya’ya seslendim: “Hani nerede, ne göstereceksin? Çok uykum geldi. Ya da çıkıyorum, sabah gösterirsin.” deyip kapıya yöneldim. Çıkış kapısına elimi atmıştım ki… Hemen solumdaki banyo kapısı açıldı. Gözlerime inanamadım. Hülya çıplak halde karşımdaydı. “Kuzum, ne yapıyorsun ya? Kafam baya gitti senin.” dedim. Ben gözlerimi kapatmaya çalışırken gayet rahat bir şekilde önüme geçip: “Seni istiyorum. Hem de öyle böyle değil… Çok istiyorum.” deyip dudaklarıma yapıştı. İlk tepki vermedim… Ama öyle şehvetli öpüyordu ki karşılık vermem geç olmadı. Ellerim vücudunda dolaşmaya başladı. Kalçalarına dokunduğumda artık kendimden geçmiştim. Ne aklıma Asya geldi… Ne de Hülya’nın en yakın arkadaşımız olduğu. Sadece aldığım haz vardı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD