EMANET

1444 Words
Ağzıma konulan birkaç kaşık sütten sonra yeter diye işaret ettim. Dakikalar önce karda üşürken şimdi yaramın etkisiyle yanmaya başlamıştım. Adını bile bilmediğim yaşlı amca, yeni bir tas ile geldi bu sefer yanıma. Tasın içine daldırdığı küçük havlu parçasının iyice sıkarak alnımdaki boncukları aldı. Yüzündeki hüzün, ellerindeki kırışıklar yaşadığı yılların zorluğunu ve hüznünü gözler önüne seriyordu. ''Adın nedir bey amca?'' ''Şeyhmus, Gevaşlı Şeyhmus.'' ''Senin adın nedir asker?'' ''Ali, Teğmen Ali.'' kendi nasıl cevap verdiyse aynı şekilde cevap vermiştim. 'Gevaşlı' soyadı mı lakabımı bilmiyordum. Elindeki havluyla yüzümdeki terleri silmeye bitirdiğinde boynuma doğru gezinmeye başladı. ''Ateşin yükselmiş asker, üzerindekini de çıkaralım.'' yavaşça titreyen elleriyle içliğimin üst tarafını da çıkardı. ''Yüzüğün var, evli misin?'' diye sordu. ''Evet evliyim. Bu sabah bir kızım olduğunu öğrendim.'' kolumdaki acı konuşmama müsaade etmiyordu. Yine acıyla inledim ve yüz ifademle acımı belli ettim. ''Allah analı babalı büyütsün.'' ''Az kalsın analı babalı lafının tek anası kalacaktı; ama alacak nefesim varmış daha. Peki ya senin Şeyhmus Amca eşin yaşıyor mu, evladın var mı?'' Elindeki ıslak havluyu alnıma yerleştirdikten sonra pencereye doğru ilerledi, karlara doğru baktı uzunca. Cevap vermekten çekindiğini hissettim. Bir tespihi eline alarak 'Lailaheillallah' diye yarısını duyduğum kelamını zikretmeye başladı. ''Sorduğum soruyla seni üzdüysem kusura bakma.'' yine bir süre cevap vermedi, 'herhalde cevap vermeyecek' dediğim anda konuşmaya başladı: ''Eşim sana ömür.'' sesi zor çıkıyordu. ''Allah rahmet eylesin.'' diye karşılık verdim. Yine uzun bir sessizlikten sonra karlara dalmış bir şekilde devam etti: ''Evlat soruyorsan üç kız, iki oğlan. Kızları iyi kötü yuvalarını buldurdum. İkisi Van'dadır, biri de köyde. Oğlanlar ise...''duraksadı. ''Oğlanların biri öldü, diğeri ise artık benim için yoktur.'' küs olup görüşmüyorlar mıydı anlamadım. ''Başınız sağ olsun.'' Evlat acısı da çekmiş Şeyhmus Amca. ''Peki Mirza... Torunun mu?'' Mirza'yı sorunca yönünü bana doğru çevirdi ve konuşmaya daha istekli hale geldi: ''Mirza'nın anası Mirza üç yaşındayken hastalandı. Yine böyle karlı bir gündü. Yollar geçit vermedi bize. Hastaneye zor bela ulaştırdığımızda hemen içeri aldılar. Birkaç saat sonra cansız bedenini elimize verdiler. İki kardeşti bunlar, bir abisi biri de Mirza. Öksüz yavrularım kaldı boynumuza. '' ''Babası nerededir, vefat eden oğlunuz mu yoksa?'' Amca derin bir nefes alıp verdi. Tespihinden birkaç tane daha çektikten sonra devam etti. ''Onu ne sen sor ne de ben söyleyeyim asker. Hı ama sordun öyleyse devam edeyim. '' Yine küçük penceresine çevirdi yüzünü, uzaklara doğru bakıp devam etti acı sözlerine: ''Gitme dedim ona, gitme. Öksüzleri bir de yetim bırakma, dedim. Defalarca kardeşin kanını kardeşe akıttırma, insanların canına kastetme dedim; ama dinletemedim. Köyde de bir evim var. Oraya bir gün senin gibi askerler geldi, oğlumun cansız bedeniyle. Mirza ve abisi öksüzlüğün yanında bir de yetim kaldı. Diğer torunum Mehmet deli doluydu, babasının ölümünden sonra tutamadım onu, o da gitti dağlara. Bir Mirza kaldı elimde. Köşe bucak sakladım Mirza'yı, herkesten uzağa bu dağ evine getirdim ki onu da kaybetmeyeyim.'' yutkundu, ben de yutkundum. Yaşadıkları o kadar zordu ki. ''Peki amca, ne düşünüyorsun? Şu anda elinde yaralı bir askerim, yeri geldiği zaman da eşkıyalara meydan vermeyen bir asker. Bu acı vermiyor mu sana?'' Şeyhmus Amca kalktı minderinden, yanıma doğru geldi ve elini uzattı başıma. Sıvazlamaya başladı saçlarımı. ''Senin adın Ali'dir. Ali Efendimiz (s.a.v.)'in dört halifesinden biridir. Damadıdır, koca kapıları yüklenerek kaldıran bir yiğittir. Bize insanlara yara olan değil, deva olan yiğitler gerektir. Yönüm Hak'tır, yolum Hak. Peki sen bu yola ne için çıkmıştın?'' ''Yolda kalanları kurtarmak için.'' '' Ya bak gördün mü? Senle benim yolum bu sebepten bir. Batıl canda olsa bile batıldır. Şimdi uyu ve dinlen, arkadaşlarından haber gelene kadar asker. Söz uzun ama can bir. Dinlen, ayaklan.'' Gözlerimi ne kadar kapatmak istesem de uyuyamıyordum. Şeyhmus Amca ise odanın köşesinde cağ diye adlandırılan bölümde yavaşça abdestini aldı. Yılların yer ettiği, diz ve baş bölümünün beyazladığı seccadesini serdi, Şafi mezhebinin gerektirdiği şekilde namazını kılıp dua etti. Vücudunu öne arkaya hareket ettirerek duanın ritmine kaptırdı kendini. Ben ise ihtiyarın ritmik hareketlerine bakarak yavaşça kapattım gözlerimi. Bedenimi saran ateşle vücudum zangır zangır titremeye başladı. Sobanın içindeki alev deliğinden çıkarak üzerime üzerime geldi. Yüzümden dökülen terler akarak sel haline gelip boğuyordu sanki beni. Seslensem çevremde kimse yoktu. Alevlerin yakıcı sıcağında bunalıp terimin suyunda boğulurken tavandan kafama doğru bir çığ kümesi düşüverdi. Şimdi de çığın altında çıplak halimle tir tir titriyor, elimle yavaşça çıkış yolu arıyordum. Ağzıma gelen karları iterken bir yanımda Ömer'i gördüm. 'Ömer! Ömer!' diye seslendim; ama beni dinlemeden çıkıp gitti. Sonra diğer şehit arkadaşlarım yanımda belirdi. Yüzbaşım 'Emri tamamla asker!'' diye bağırıyordu, sonra karların altında kaldı. Hangi tarafa baksam bir arkadaşım beni terk edip gidiyordu, ne kadar çabalasam da onlara ulaşamıyordum. Karla burnumun tıkandığı bir anda mosmor kesilen yüzümden bir pencere açıldı. Yüzbaşım Mirza'yı da almış yanıma geldi. 'Kurtulduk Ali Teğmen, kurtulduk.' tam sevinçle yüzbaşıma doğru yöneldim onu kucaklamaya, Mirza'nın kucağında durmadan ağlayan bebeği gördüm. 'Kızım, Aybala'm kar gitti, buz bitti. Etraf yine yangındı, yangın terlerle sele dönüştü. Mirza, Aybala'mı kucağıma alacağım esnada yere düşürdü. 'Aybala! Kızım!' diye bağırdım, çığlıklar attım; ama nafileydi. Sert bir şekilde açılan kapı sesini duydum ve benim sesim kulübenin her tarafını sardı. ''Asker! Asker! Kalk asker!'' yaşlı ellerin omzumu dürtmesiyle korkunç rüya aleminden uyandım. ''Kalk hadi, kalk. Arkadaşların kurtulmuş. Mirza geldi bak.'' Hızlı hızlı nefes alıp vererek küçük çocuğa baktım. Islanmış kıyafetlerini çıkarıp sobanın yanına bırakıyordu. Çoraplarını soba borusunun üzerindeki tellere astı. ''Hatice bacının evindelermiş şu an. O kadın şifacıdır, içini ferah tut, gerekeni yapacaktır.'' Rüyamın da etkisiyle hızlı olan nefes alışverişim bir an yavaşladı. ''Oh! Allah'ım sana şükür.'' dedim ve Mirza'ya bakmak için kalkan yarım gövdemi tekrar yatağa bıraktım. ''Durumları nasılmış sorsana çocuğa?'' Aralarında geçen uzun Kürtçe konuşmanın ardından Şeyhmus Amca bana döndü ve: ''Merak etme yaşıyorlar, ama biraz donmuşlar. Kurşun yaraları için yarına mutlaka hastaneye ulaşmaları lazım; çünkü yaralanan yerlerde morluklar oluşmuş hafiften.'' ''Of Allah'ım sen yardım et.'' Sallana sallana getirdiği macun şeklindeki acı karışımı ağzıma verdi. ''Ye bunu, bir de şu sıcak çayı iç. Uyumanı sağlayacak ve ağrılarını dindirecekmiş. Hatice Bacı göndermiş.'' Yavaş yavaş içtim çayı, içinde ne var bilmiyordum; ama içtikçe gözlerim kapanmaya başladı. Ağzımı saran acılık boğazımı yaksa da içimi ısıtarak uykunun kollarına beni attı yavaşça. Sabah vakti gözlerimi; küçük bir pencereden gelen gün ışığının aydınlattığı bir odada, sönmüş bir sobanın yanında, güçlükle açtım. Yarı çıplak bir vaziyette olan vücudum kalın bir yorgana bürünmüş vaziyetteydi. Sol tarafta, pencerenin hemen yanında Şeyhmus Amca gecenin verdiği yorgunluğa yenik düşmüş şekilde, ufak ufak horlamalar eşliğinde uyuyordu. İkimize de eşit uzaklıkta olacak bir yerde Mirza'ya yatak sermişti. Mirza, esmer yüzüne rağmen soğuktan kızarmış yanaklarını yastığa sıkıştırmış, ağzı da açık bir şekilde balık dudağı halini almış, gözleri ise kıvırcık kirpiklerinin kapanmasıyla uykuya esir düşmüş haldeydi. Yorganının açılan kısımlarındaki uzuvları büzülmüş, galiba üşümüştü. Yavaşça ona doğru kolumu uzattım ve yorganı tüm vücudunu kapatacak şekilde örttüm. Mirza'ya bakarak kızım Aybala'mı hayal ettim. Babalık duygusunun verdiği hazzı kundaktaki yavrumu kucağıma alarak değil de Mirza'nın uyuyan simasına bakarak hissettim. Gözlerimi karşımdaki küçük kurtarıcıma bakarak tekrardan kapattım. ''Mirza odunları getir.'' ''Getirdim dede, al.'' Yere; sıcak süt, zeytin, otlu peynir ve tereyağından oluşan basit bir kahvaltı sofrası kurulmuştu. Tandırda pişmiş ekmekler el ile bölünmüş, sofranın etrafına dağıtılmıştı. Şeyhmus Amca odada yokken Mirza bütün kahvaltıyı hazırlamış, esmer yüzünün ortasında kocaman, bembeyaz parlayan gözleriyle hazır olmuş vaziyette bana bakıyordu. Yataktan doğrulup gece çıkardığım içliği giydim, karşımda beni izleyen çocuğa göz kırpıp dudağımı kıvırarak küçük bir tebessüm attım. ''Günaydın kahraman. Türkçe bilmiyor musun?'' .... Şip şip koca kirpikleri inip inip kalktı, biraz daha beni izleyip ani bir hareketle dedesinin yanına gitti. ''Dede dede asker uyandı!'' ''Hele bağırma, geldim.Sevdin mi askeri?'' ''He, iyi birine benziyor.'' Kendi aralarında yaptıkları konuşmadan sonra içeri girdiler ve kahvaltımızı yaptık. Şeyhmus Amca eski bir çantaya ne olduğunu anlamadığım eşyaları doldurdu, ben de yavaşça kıyafetlerimi giyip çantamı ve silahımı hazırladım. Mirza'yı da alarak Şeyhmus Amca'yla köyün yolunu tuttuk. Köye indiğimizde arkadaşlarımın bulunduğu eve geldik. Harun'un eli, Tolga'nın bacağı, yüzbaşımın ise ayağı mosmordu. Kaldıkları evde Şeyhmus Amca gibi yaşlı bir kadınla Hacı adında meczup bir çoban vardı. Kurtuluşumuz iki yaşlı, bir çocuk ve bir de meczup sayesinde olmuştu. Gerçek gücün, insanın bedeninden veya aklından değil de kalp ile vicdanın en derininden geldiğini bu tablo sergiliyordu. Sağlık personeli ve askeri araçlar bizi almak için köye geldi. Hepimiz vedalaşıp teşekkür ettik bu güzel insanlara. Son olarak Şeyhmus Amcanın elini tuttum ve sordum: ''Sen bizim hayatımızı kurtardın, canımıza Allah'ın izniyle bir can daha verdin. Dile benden ne dilersen.'' Şeyhmus Amca hazırladığı küçük çantayı elime uzattı. Diğer elime ise Mirza'nın ellerini verdi, yanık teninden belirsiz bir şekilde dökülen yaşları silerek : ''Bu gecenin hatırına senden bir şey istiyorum asker, al bu can sana emanettir. Götür evine kızına abi olsun.'' Şeyhmus Amca'nın isteğine hiçbir şey diyemeden şaşkın gözlerle baktım öylece. Dudaklarımı araladım ve zorlukla: 'Amca nasıl, nasıl sahip çıkacağım bu emanete?'' diye sordum. Cümlemin devamını getirmeden tekrar aldı elimden çantayı ve çocuğun elini. Mirza'yı kendinden tarafa çekti. ''Asker, isteğimi iyi düşün; birkaç hafta sonra geri gel olur mu? Çünkü bir yavrumu daha heba etmeye gücüm yok.''
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD