******
Van Artos Dağı (Karanlık Akşam, Yakıcı Buz)
Buzun teni nasıl yaktığını biliyor musunuz? Ateş gibi yakar, derin yaralar açar izi kalacak cinsten. Bu gece de hem içimize hem de dışımıza yaşamımız boyunca geçmeyecek izler bırakıyordu en derininden. Yüzbaşımın yanından ayrılıyordum ama ayaklarım ilerlerken yüzüm arka tarafa bakıyordu. Aradaki mesafe biraz olduğunda bir kahkaha sesi işittim arkamdan. Komutanım hem ağlayıp hem kahkaha atıyordu. Geri döndüm yanına:
''Komutanım iyi misiniz?'' Yüzbaşım sert ses tonuyla bir küfür savurdu önce, sonra da gür sesiyle:
''Ben sana gitmeni emretmedim mi Ali? Niye döndün? Git hemen!'' Çantamı yere indirdim, diz çöktüm yanına:
''Yüzbaşım, gelin kaderimiz neyse aynısını yaşayalım, gitmeyeyim ben.'' Yüzbaşım daha da sinirlendi ve devam etti:
''Bugün için kor gibi yandı mı Ali?''
''Yanmadı komutanım.''
''Günler öncesinden garip garip rüyalar gördün mü Ali?''
''Görmedim komutanım.'' Sahi Ömer bugün rüya görmüştü değil mi? Üç kuş uçuyordu gökyüzüne rüyasında ve şu an üç şehidimiz vardı.
''Ailene öleceğine dair anlamlı anlamlı cümleler söyledin mi hı? İçine garip bir his doğdu mu bu günlerde?''
''Söylemedim, hiçbir şey hissetmedim komutanım.'' Sessizliğe gömülerek yavaşça kendine gelen askerlere baktı:
''Sizler bu dediklerimden birini yaşadınız mı?'' Zavallı askerler dişlerinin birbirine çarpmasından ağızlarını açıp konuşamıyorlardı bile. İkisi de mosmor kesilmişti ve durumları gayet ciddiydi:
''Size söylüyorum asker, bunlardan herhangi birini yaşadınız mı?'' Yüzbaşının bağırmasıyla askerler zorla toparlandı, Harun zor çıkan sesiyle cevap verdi yüzbaşına:
''Yapmadım komutanım.''
''Sen yaptın mı Tolga?'' Tolga titreyen dişlerinin arasından yavaşça:
''Yap-ma-dım ko-mu-ta-nım.'' diyebildi. Yüzbaşı bir kahkaha daha attı ve:
''Bu demek oluyor ki haberlerde bir dakika gösterilecek şehit askerler biz olmayacağız. Çünkü şehit olacak asker hisseder. Eğer şu an nefes alıyorsak aldığımız nefesin devamını getirmeye çalışacağız. Ali şurada bir örtü var askerlerin üstünü ört. Bana da yardım et, onlara daha fazla yanaşayım.''
''Emredersin komutanım.'' Fatih Yüzbaşı'yı askerlere iyice yaklaştırdım, üzerlerini gece gibi simsiyah bir bezle örttüm. Harun:
''Dayak yemiş gibi yüzüm ağrıyor komutanım.'' Harun'un sözüyle yüzbaşıyla birbirimize baktık ve hafif bir tebessümle:
''Belki de yemişsindir.'' dedim. Yüzbaşım ve erlerime son kez baktım ve verilen göreve amade bir şekilde arkama dönüp uçsuz karanlığa doğru baktım.
''Ali bakma karanlığa. Ucunda aydınlık var, daha fazla bekleme ve bizi de bekletme. ''
Kolumun ağrımasına aldırmadan ayağa kalktım, silahımı kuşandım. Belki de son görevim olurdu bilmiyorum; ama bir şekilde arkadaşlarımı kurtarmalıydım. Sırt çantamda sadece gerekecek eşyaları bırakıp gerisini yüzbaşının yanına boşalttım.
Yüzümü son kez erlere ve yüzbaşıma çevirdim:
''Hakkınızı helal edin kardeşlerim.''
''Helal olsun komutanım.''
''Helal olsun Teğmen Ali.''
Arkadaşlarımın yanından kolumda yaram, sırtımda yüküm, diğer kolumda ise silahımla ayrıldım. Belime yerleştirdiğim telsizi elime aldım ki sinyali aldığım noktada karakola bağlanayım. Kar maskesiyle yüzümü tamamen kapatmıştım. Vücudumda açık olan tek yer gözlerim ve kurşunun sıyırdığı noktaydı. Kirpiklerimde buz tanecikleri oluşmuş, göz kapaklarım soğuktan kıpkırmızı olmuştu.
Yüzbaşımın dediği noktadan gecenin siyahında bilinmeyen bir menzile doğru ilerliyordum. Etrafımı ne kadar kontrol etsem de şu an her şey ayrı bir tehlikeydi. Dağı sarmış eşkıyalar, kar, yırtıcı hayvanlar, karanlık, kolumda açılan yara, hatta düşüncelerim... Kurtulamayacağımızı bir an düşünsem umutsuzluk batağına düşer, kendimle birlikte arkamdakileri de ölüme sürüklerdim. Tek düşünce karşıma çıkacak umut ışığını bulmaktı.
Üzerimdeki ağırlıkla yaralı bedenim karın üzerinde yürümüyor, adeta sürükleniyordu. Dönüp arkama baktığımda almış olduğum mesafenin azlığını gördükçe içimdeki ümit fenerlerim tek tek sönüyordu. 'Güzel şeyler düşün Ali, güzel şeyler düşün. Eşini, bebeğini, anneni, babanı... 'Düşünceler havuzuna kendimi atmaya çalışsam da vücudumu saran ağrı kümesi engel oluyordu. Karın yerdeki parlaklığı ile yoluma devam ederken duyduğum ses aniden irkilmeme sebep oldu.
''Hır hır!''
Karşımda karanlıkta parlayan bir çift gözle karşı karşıya geldim. Ne yapacağımı bilemeden öylece bakakaldım. Kafamı bir iki salladım dalgın halim geçsin diye. Tam arkamdan gelen vız sesiyle kurt yere serildi. Vız vız sesler devam ederken yalnızca arkama dönüp bakabildim. Arkamda ve sağ tarafımda da vurulmuş kurtlar yerde yatıyordu.
''Uyuma asker, uyuma. Kendine gel. Unutma burada seni bekliyoruz. Yalnızca kendin için yaşamıyorsun, bizim için de yaşıyorsun. Git ve yardım bul. Bu sana verdiğim en önemli görevdir.''
''Emredersiniz komutanım.''
Silah sesinin ve bağırmamızın etkisiyle dağlardan yine çıtırdama sesleri geldi. Yavaşça dinledim dağları, tekrardan sessizliğe bürününce yoluma devam ettim.
Ayaklarımla karı kümeleye kümeleye yürüdüm. Kolumdaki kan aşağı doğru inerek parmaklarımın ucundan şıp şıp damlıyordu yere. Zaman ve mekan sıfır noktadaydı, neredeyim, saatin hangi dakikasında mücadele veriyorum hiçbir şeyden haberim yoktu.
'Allah'ım yardım et, bir kurtuluş ışığı göster bana.' bacaklarımın feri gittikçe sönüyor, dermanım azalıyordu. Yaram öldürecek cinsten değildi belki; ama yoğun kan kaybı, havadaki soğukluğun iliklerime işleyen sızısı, dağların ıssız yerinde karanlığın içinde yok olup gitmeme sebep olabilirdi. 'Ölümden korkmuyorum' derler ya büyük bir yalan. Dağın kör noktasında donarak ölüp kurda kuşa yem olmaktan şu an o kadar korkuyordum ki. 'Aklına güzel şeyler getir Ali, güzel şeyler. '
Bir an evde hayal ettim kendimi, sessizce bir köşede ailemi izlediğimi. Süheyla'm 'Bebeğin beşiği camdan' türküsünü söylüyordu ninni diye. Bey babası gelir Van'dan diyordu Şam yerine. Gerçekten gelir miydim Van'dan, şu an büyük bir meçhuldu. Aybala'mın boncuk gözlerini, yumuk yumuk ellerini öptüm hayal aleminde.
Bebeğim, güzel kızım, almakta zorlandığım nefesimi iki şey için harcıyorum şu an: Biri seni görebilmek, diğeri ise yüzbaşımın verdiği emri yerine getirebilmek. O umut dolu gözlerine bakmadan asla bu nefesi bitirmeyeceğim inan bana.
Süheyla'm asker olduğumu duyunca ailen vermek istememişti seni bana. Trafik kazalarında bile ölüm oranı daha fazla, diyerek dikilmiştim ailenin karşısına. Hayatımdaki bütün zorluklara benimle birlikte göğüs gerdin. Ne yapsam hakkını asla ödeyemem inci tanem. Sevgilim, ay yüzüm eğer alnıma yazılmışsa bugün Artos Dağı'nda karların arasında donarak ölmek bil ki ruhum sonsuza kadar sizinle olacak güzelim.
Annem babam, nur ellerinizi öpmeyeli bilmiyorum kaç ay oldu. Naaşım size teslim edilirse elinizi yüzüme sürün de kokunuzu duyayım olur mu? Babam biliyorum asker olmamı hiç istemedin. Bazen neden sözünü dinlemedim diye çok düşündüm, vicdan azabı çektim; ama verilen her görevin sonucunda içimi kaplayan huzur iyi ki buradayım dedirtti bana. Eğer şehit olursam asla gocunma olur mu, niye gönderdim deme. Vatan sağ olsun, de. Aybala'mı bas bağrına. Sevgili karım ve kızım sana emanet baba.
Bir mektup bile yazmaya fırsat bulamadan kendi kendime kurdum cümlelerimi. Gözyaşlarım akar akmaz oluşan buz parçalarını attım yüzümden, soluğum kesilip dermanım tükendiği anda bir ağaca yasladım elimi. Az bir yürüme mesafesinde sarı bir ışık görünce heyecanlandım birden.
'Allah'ım doğru mu görüyorum?' diye diye ovaladım gözlerimi. Kan kaybının verdiği baş dönmesi ve halsizlikle üç tane mi ışık var, yoksa bir tane mi seçemiyordum bir türlü. Koşmaya başladım o ışığa ulaşmak için. Ayağımın ferinin tükendiği bir anda düştüm karlara ve bayırdan aşağı doğru silahım ve çantamla yuvarlanmaya başladım. Yuvarlandıkça kar yığınları bir top kümesi gibi birikti üzerime. Dağ kulübesinin çitlerinin oraya düştüğümde vücudum karın için gömülmüş, kımıldamaya mecalim kalmamış bir vaziyetteydim. Gözlerimi tekrar araladığımda ölümü ensemde değil de artık göz bebeklerimde hissederken çaresiz sisin içerisinde zorla görünen aya kaydı gözlerim.
'Ay, ölümüme şahit tek sen olacaksın. Ay yüzlüme ve Aybala'ma selam söyle olur mu?'
Ölümü kabullendiğim esnada küçücük bir el dokundu omzuma. Aya odaklanmış gözlerim çölde vaha gören insanlar gibi karın içinde de vahalara mı hayal ettiriyor bana, dedim.
''Amca!''
Konuşmaya takatim kalmadığından cevap veremedim, ne dediğini ise bir türlü anlayamadım.
‘’Amca iyi misin? Amca!''
Benden ses soluk çıkmayınca kulübede bulunan birine seslendi farklı dildeki kelimelerle.
''Dede biri var burada, gel çabuk.''
Küçücük bir çocuğun seslenişine umut kırıntılarımı asarken, bu çocuğun ileride en sevdiğimin yürek sızısı, benim ise vicdan azabım olacağını asla bilemezdim.
''Amca kalk, amca!''