HAYATIMI MAHVEDEN ADAMIN ÖLÜ ÇİÇEĞİYDİM
1.BÖLÜM
HAYATIMI MAHVEDEN ADAMIN ÖLÜ ÇİÇEĞİYDİM...
Kafam can kırıklarıyla dolu doktor. Bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor anlıyor musun?
OĞUZ ATAY
Bu bir masalın başlangıcı değil, sonunu getiren uçurumdu.
Uçurumun dibine yapılmış bir salıncak düşünün... Hayatınızın ipi, uçurumun ucundayken ne kadar yaşama imkânınız olabilirdi? Ya yaşamınız son bulduysa? Ya biri tarafından hayatınız ele geçirildiyse...
Gömülmediğiniz bir mezar var... Ölmediğiniz halde kalbinizde açılan bir mezar...
Bir Ölü yaşayabilir miydi?
Onun adı gerçekten vardı. Bir Ölü'nün adı olması ne kadar normal, ne kadar gerçek olabilirdi ki? Yaşam belirtisi göstermediği halde nefes alabilen bir Ölü...
Kandırılıyordu hayat tarafından...
Kandırılıyordu bir Ölü tarafından...
Ve bilmiyordu insan, sonun bir başlangıcı getireceğini...
Hayat benden tek sevgiyi almamıştı, hayat benden beni çekip koparmıştı. Ben artık yoktum! Ben artık bir hiçtim! Ölüydüm ben, hayatımı mahveden adamın ölü çiçeğiydim...
"Bırakın beni, ben deli değilim! Yalvarırım bırakın beni!" deli değildim ben! Değildim...
Hastaneden yine kaçmayı planlanmıştım ve yine görevliler tarafından yakalanmıştım. Kollarımdan iki hemşire sıkıca tutup hücre diye adlandırdığım küçücük alanı olan odama doğru sürüklüyorlardı. Ne kadar onlardan kurtulmaya çalışsam da nafileydi. Çok güçlülerdi.
Kolumdan tutan erkek hemşire tahammül sınırı kalmamışçasına bağırmaya başladı. Gözleri artık yeter, diye bağırıyordu. Buraya adımımı atığımdan beri, benden çekmedikleri eziyet kalmamıştı. Sürekli sabırlarını sınıyordum.
"Zorluk çıkartma artık! Hasta olmadığını sende biliyorsun ama bildiğin halde hastaymış muamelesi yapıyorsun kendine! Kendine gel artık, Ölü diye biri yok! Kafanda kurduğun o adam, her neyse gerçek değil!" dediğinde, çoktan beni hücre gibi görünen odama kapattı.
Çırpınmaya devam ederek kapıya defalarca vurdum ama açan olmadığı gibi ses de çıkarmadılar. Yorulmuşçasına kapının yan tarafına adım atarak duvara yaslandım. Başımı arkaya attığım gibi yere doğru diz çökerken derince nefes verdim. Gözlerimi baygınca karşıya dikerken onu gördüm.
Ölü'yü...
Kanlı canlı karşımdaydı. Gerçekti... Nefes alıp veriyordu karşımda, dudaklarını hareket ettiriyordu. Başını oynatıyordu. Kalbinin atışı bana kadar geliyordu, onu duyuyordum. Bana gülümseyerek bakıyordu. Bana kimse inanmıyordu, karşımda duran adamı gördüğüme bir türlü inanamıyorlardı.
Deliymişim gibi davranıyorlardı. Oysaki delirdiğimi sanmıyordum. Bu gerçek elinde sonunda ortaya çıkacaktı. Bunalmıştım. Bana bakışlarından, acıyışlarından sıkılmıştım. Kendimi daha ne kadar ispat edecektim bilmiyordum. Ona ifadesizce bakınırken dudağını hızla aralayarak konuşmaya başladı.
"İnanmıyorlar mı kimse yine sana? Boşuna çabalıyoruz sanki buradan çıkış yok! Ben varım, gerçeğim biliyorsun değil mi? Bana inanıyor musun?" bana inan, der gibi gözlerini bana dikti.
Kendi sesimi duymakta zorlanırken onun sesini duyabiliyordum çünkü çok kısık bir sesle konuşurdu. Bunu nasıl beceriyordu anlamıyordum. Bir insan nasıl bu kadar kısıkça konuşabilirdi ki?
Ona bakmaya devam ettim. Gözlerim ona bakmak için direniyordu. Onun gözlerine baktıkça yaşam buluyordum sanki. Dudağımı sinirle oynatarak isyan edercesine inledim.
"İnanmıyorlar, bana sürekli deli deyip duruyorlar! Eğer sen gerçek olmasaydın, sarılıp öpemezdin beni! Eğer sen gerçek olmasaydın, benimle birlikte yemek yiyemezdin!" dedim, kısa bir süre duraksayarak. Ardından daha derin bir nefes alıp verdim. İç çekerek haykırdım. "Buradan çıkmanın yolu yok mu Ölü? Ben burayı sevmedim, sevemedim... Buradan çıkmak istiyorum."
Ellerini cebine koydu. Omzunu duvara yaslamış bir şekilde burukça gözlerimin içine baktı. Kaşının üstüne parmaklarını götürüp düşünceli moduna geçti bir süreliğine. Aklına bir şey gelmişçesine parmaklarını kaşından çekerek çenesine doğru götürüp hafifçe kaşıdı.
Bu bakışları tanıyordum. Bizi kurtaracak olan, plana geçiş yapma vakti geldi, demek istiyordu. "Dinle beni şimdi." dedi, ona kulak vermemi isteyerek. Onu daha dikkatlice dinlemeye başladım.
"Planımıza geçme vakti geldi. Sen şimdi, Ölü'yü görmüyorum, hepsinin halüsinasyon olduğuna inanıyorum, diyerek kendini onlara kanıtlamaya çalışacaksın. Seni bir süre sonra bırakacaklar çünkü sana bu sefer gerçekten inanacaklar. Sen çıkınca otomatik olarak ben de seninle birlikte çıkmış olacağım. Anladın mı planı?" dedi, başını bana doğru uzatarak.
Ölü'nün planı güzel taktikti. Olumluca başımı sallayıp kocaman gülümsedim, hala yere diz çökmüş haldeyken. Bu sayede iğnelerden kurtulmuş olacaktım. Bana artık sürekli ilaç içiremeyeceklerdi. Sevinçle ayaklandım. Sevincim sesime yansırken hevesle sordum.
"Ee ne zaman uygulamaya geçiyoruz, planı?" der demez, dudaklarının arasına sinsi bir gülüş ekleyerek elleriyle oynamaya başladı.
"Yarın Çiçek, yarın çiçeğim..." gözümün önünden bir anda yok oldu sanki. Bir sismişçesine buhar olup gitse de hala orada olduğunu sanıyordum. Silik bir görüntüyle pencerenin önünde duruyordu.
Ölü'yü sevmek nasıl bir duyguydu bilmiyordum aslında. Bazen kalbim yokmuş gibi hissediyordum. Duygularım, beni esir altına almış gibiydi. Bazen nefretle bakıyordum bazense aşkla...
Bu çelişki bilinmezliği belki de beni ölüme sürükleyecekti...
Yolun kenarında yürürken, mezarlığın oradan geçtiğimin farkında değildim. Annemin ve babamın mezarı hemen az ötedeydi zaten. Ben eve doğru ilerlemeye devam ederken, mezarlığın ortasında bir ses duydum. Korkarak karşıya bakışlarımı çevirirken titremeye başlamıştım. Mezarlığa doğru bedenimi tam döndürdüğümde karşımda bir adam vardı. Bana gözlerini dikmiş bakıyordu.
Ona bakarken yavaş ve sert adımlarla yanıma doğru geliyordu. O geldikçe ben geri geri gidiyordum. Çok korkuyordum. Bir katil bile olabilirdi. Sanki mezarın içinden fırlamış gibi üstü başı toprak içindeydi. Daha da korktum.
Aklımı yitirecek gibiydim. Yanıma daha da yaklaştı. Sert bir ifadeyle dudağını araladı. Dedikleriyle titrerken kaçmak istiyordum. O kadar korkunçtu ki söylediği şeyler...
Elimde tuttuğum poşetler bir bir yeri boylarken, gözlerimi de sımsıkıca kapatmıştım. Daha da yaklaştığını hatta elinin yanağıma değdiği hissettim. Geri çekilmeye çalışsam da izin vermedi. Gözlerimi çığlık atarcasına daha sıkıca yumdum.
"Güzel bir gamzen var doğrusu..." dediğinde, elim ayağım daha çok titredi. Hayatım boyunca hiç bu kadar korktuğumu hatırlamıyorum... Hala inanmakta güçlük çekiyordum. Ya gerçekten mezardan dirildiyse? Bu imkânsızdı... Ya ben kötü bir kâbusun ortasındaydım ya da hakikaten delirmiştim ve bunu inkâr etmekle dile getiriyordum.
Onun üstüne, mezarda baykuş sesleri yankılanıyordu. Mezarın ortasında korkunç bir filmin bir oyunu gibiydi, gördüklerim.
"Korkma, benden sana zarar gelmez. Ben seçilmiş kişi olarak kendime eş arıyorum ve buldum sanırım..." dediğinde, kurnaz bir edayla gülümsediğini duydum. Yok, Allah'ım, yok ben kesin kötü bir kâbusun içindeyim. Yoksa başka açıklaması mümkünatı olamazdı. Şimdi üçe kadar sayacağım ve o, buradan yok olup gidecek!
Bir!
İki!
Ve üç!
Gözlerimi korkarcasına açtığım zaman karşımdaydı hala. Hala olduğu yerde gülümsüyordu. Ondan panikle hızla uzaklaştım. Gözlerime keskince baktı. Arkama döndüm. Bir hızla yanından ayrılırken kalbim boğazımda atıyordu. Arkama başımı döndürüp tekrar öne çeviriyordum. Arkamdan gelmiyordu çok şükür.
Bir süre sonra koşmayı bırakarak rahatlarcasına havaya doğru derin nefes bıraktım. Dizlerimin üstüne doğru hafifçe eğilmiştim. Tekrardan doğrulup arkama sürekli baka baka eve doğru temkinli adımlarla yürümeye devam ettim.
Sanki bir an kendimi korku filmlerin içerisinde zannetmiştim. O derece gerçek ve korkunçtu...
Ev karşıdan görünürken hızlı adımlarla ilerledim. Kapıyı açtığım gibi içeriye geçerken ardından kapıyı kapatmış ve üç kere kilitlemiştim. Yere doğru çömeldiğimde gözlerimi bir süre kapalı tuttum. Daha sonra ayaklanarak salona geçtim. Karanlık olan etrafta düğmeye bularak ışığı açtım. Koltuğa oturan kişiyle elim, ışığın düğmesinde kalakalırken dehşete düştüm.
Yüzü bana doğru dönük değildi. Cam kenarına odaklanmış gibiydi. Geldiğimi hissedercesine keskince konuşmaya başladı.
"Ne orada dikilip duruyorsun geçsene içeriye! Bak sana sıcak çikolata da yaptım. İçin ısınır." derken, sesi kısıktı. Ben bile zor duyarken sesini, o nasıl konuşabiliyordu anlamamıştım.
Ben yerimde kilitli kalırken yüzünü aniden bana çevirdi. Elinde olan sıcak çikolatayı bana doğru uzattığında o kadar rahattı ki... Gözlerim hala olanlara inanamıyordu. Elimi yanağıma doğru götürdüm. Yanağıma hafif tokatlar atıp kolumu çimdikledim, gerçek olmamasını dileyerek.
Korka korka yanına gittim. Karşı karşıya geldiğimiz zaman ürkerek gövdesine dokundum. Kaybolmuyordu. Bu sefer gövdesine sertçe vurdum. Dudakların arasından acı bir inilti dökülmüştü. Hemen elimi oradan çekip ağzıma götürerek geri geri adımlar atmaya başladım. Gerçekti! Ama bu nasıl olurdu? Duvarının dibine geçtim. Yolun sonuna gelmiştim sanki. Geliyordu yanı başıma. Elimle git işareti yaparak kovmaya çalışıp duruyordum. Daha çok yaklaştı. Yere çömelerek kendimi korumaya çalıştım.
Yine kısık bir tonla konuşup büyük bir sakinlikle "Sakin olur musun? Sana zarar vermem. Bana yüzünü göster şimdi?" deyince yüzümü daha çok gizlemeye çalıştım. Bu sefer sinirlenmişti ki güçlü bir o kadar da ürkütücü sesiyle tekrar etti.
"Bana bak dedim." sesiyle ortalığı inletti. Anında başım dizimin üzerinden kalkmış ona doğru doğrultulmuştu. Göz bebeklerim titremeye başlamışken elini yüzüme değdirmişti. Çok önemli bir şey yapıyormuş gibi, gözyaşlarımın aktığını fark etmediğim zaman, yanaklarımdan akan yaşları özenle silmeye başlamıştı.
Hareket bile edemiyordum. Sanki her an arkasından silahını çıkarıp vuracakmış gibiydi. Hayal mi yoksa gerçek mi kestirmekte zorlanıyordum.
O gece delirmiştim ama inkâr edip duruyordum. O günden sonra sanrılar çoğalmış, her yerde onu görüp âşık olmuştum. Bu yaptığım akıl, mantığa sığmayan cinstendi. Bunun için akıl veya mantığa gerek yoktu...
O günden sonra daha sık görmeye başlamış sanki o konuşuyormuş gibi cevap veriyordum.
*
"Duvarın dibinde oturup da üşütme daha fazla! Sonra kimse sana bakmıyor. Çiçeğim beni duyuyor musun, ben kime diyorum ki?" diyerek, beni yerden kaldırmaya çalıştı ama boşuna sarf ediyordu. Yerden kalkmak bilmiyordum. Kızmaya başladı, gözleri korkutucu bir edaya büründü. Sinirlendiği zaman can acıtır dururdu. Eline, ne zaman bulduğu kesici aletiyle koluma çizikler atıyordu. Her bir çizikte veryansın ederken odanın kapısı hızla açıldı. O sırada Ölü yok olmuş ve elimde bir âdet kesici aletle bir ben kalmıştım.
"Nereden buldun onu sen? Doktor çağırın! Kan kaybından ölecek yoksa!" dediğini duydum, hasta bakıcının. İfadesizdim. Aklım, gerçek ile hayali karıştırıyordu ve ben hiçbir şey yapamıyordum. Doktorlar doğruyu mu söylüyorlardı gerçekten de?
Ben deli miydim?
Sedyeyle beni, bilmediğim bir yere sürüklerken, gözlerim kapanmadan önce ilerle onu gördüm. Bana nefretle bakıyordu. Dudağını iki yana kıvırdığında şeytani gülümsemesi daha da arttığını fark ettim. Aklımı yitirmemi ister gibiydi.
Beni tanıdık odama getirirlerken yatağıma yerleştirdiler. Ellerimi bile zor oynatabiliyordum.
Gözlerimi tekrardan açtığımda, ne zaman geldiğini bilmediğim Ölü'yle kırgınca konuştum.
"Kandırdın beni! Benim kestiğimi zannettiler. Şimdi ne olacak nasıl çıkacağım bu bataklıktan? Hani bana kıyamazdın sen?" dedim, ifadesizce duvara bakarak.
Yanı başıma doğru gelerek yan tarafıma doğru uzandı. Ardından açlarımda kocaman ellerini hissettim. Sanki biraz önce çizikleri o yapmamış gibi normal çıkan sesiyle "Onu sen yaptın çiçeğim... Kendi kendini yaraladın. Ben dokunmadım bile sana. Unuttun mu ben ölüyüm senden başka kimse beni göremez!" diyerek sözlerini bitirdi.
Saçlarımın arasından dudaklarını çekip yaralı olan kollarıma doğru götürerek iyileştirici öpücüklerini bıraktı. Onu geriye sinirle itekledim.
"Yalan söylüyorsun bana, sen yaptın onları! Yalan söylüyorsun işte!" bağırdıkça bağırıyordum. Saniyeler içerisinde içeriye giren hemşire, hâlimi hiç iyi görmüyordu. Elimle Ölü'yü gösterip "O yaptı! Kolumdaki çizikleri o yaptı! Görmüyor musunuz onu? O yaptı işte bana zarar vermeye çalışıyor?" dediğimde, hemşire endişeyle temkinli adımlar atarak yanıma yaklaşıyordu.
"Sakin ol tatlım. Orada kimse yok. Korkma tamam mı?" dedikçe, Ölü korkunç gülümsemesini bahşediyordu. Yine biraz önce ki gibi şeytani bir şekilde gülümsüyor, bakışlarıyla da ürkütüyordu.
"Ya kimse niye anlamıyor beni! Orada bana bakıp gülüyor? Ben deli değilim! O gerçek, o var! Ben görüyorum?"
"Kimse göremez senden başka. Boşuna çırpınıp da kendini iyice deli gösterme! Unutma bir tek sen duyup görebilirsin beni." kulaklarımın içinde kısık bir o kadar da korkunç sesi yankılanıyordu.
Hemşire "Tatlım orada kimseyi göremiyorum ben? Bak sen akıllı bir kıza benziyorsun. Orada kimse olmadığını anlayabilirsin." dedi, beni ikna etmeye çalışırcasına. Başımı olumsuzca iki yana salladım.
Kulağıma iki bir de Ölü'nün mırıldanması geliyordu. "Ben buradayım çiçeğim. Benden kurtulmak için anca benim yanıma gelerek olur." deyince, hemşirenin burada olduğunu unutarak Ölü'ye cevap verdim.
"Nasıl kurtulurum senden?" dedim, gerçekten cevabını merak edercesine.
Ölü bana dalgınca bakındıktan sonra "Ölünce." dedi, normal bir şey söylüyormuşçasına. "Ya da birinin seni öldürmesini bekleyerek." ardından gözümün önünden ışık hızıyla ayrıldı.
Dedikleri o kadar ürkütücüydü, tüylerim diken diken olmaması elde değildi. Hemşire bana korkunç bir ifadeyle yüzüme baktığında "Kiminle konuşuyordun sen az önce?" diye, dehşete düşmüşçesine sordu.
Hemen öne atıldım. "Ölü'yle işte! O burada ama kanıtlayamıyorum size?"
Ölü ne demişti gitmeden önce? Ya kendini öldür ya da zamanını bekle, demişti. Kendimi öldürsem şimdi ondan kurtulacak mıydım yani? Peki, ondan gerçekten kurtulmak istiyor muydum?