Bölüm : “Soğuğun İçinde”
(Deniz’in gözünden)
İnsan bazen ne kadar kaçarsa, hayat onu o kadar köşeye sıkıştırıyor. Kaçmak için geldiğim bu şehir… nedense tam da kalmam gereken yermiş gibi.
Kars soğuktu. Hissedilen soğuk -10’du belki ama benim içimdeki yangına buz gibi iyi geliyordu.
İki hafta olmuştu geleli. Her sabah penceremin önüne konan kar tanelerine bakarak, aynı düşünceyle uyanıyordum: “Hayattayım ama neden hâlâ içimde bir yer hâlâ o arabada yanıyor?”
Kardeşimin çığlığı hâlâ kulağımdaydı.
Annemin titrek elleri, babamın son kez bana “kaç!” deyişi…
Ben kaçamadım. Kaçmadım. Onları çıkarmaya çalıştım ama… o araç bir anda alev aldı. Ve ben… yalnız kaldım.
İşte bu yalnızlıkla, bu yangınla geldim Kars’a.
Beni bu şehirde tutan tek şey Mert’in sesi olmuştu:
“Gel buraya Deniz. Yeni bir hayat kurarız. Kliniği birlikte açarız. Hem burası tam sana göre… sessiz, soğuk ve kimsenin karışmadığı bir şehir.”
Onun yanında olmak güvenli hissettirmişti. Üniversite yıllarından beri beni en iyi tanıyan insan oydu. Ve dediği gibi yaptım. Geldim.
Kliniğimiz küçük ama huzurluydu. Kapının girişine birlikte astığımız “Aslan & Ateş Veteriner Kliniği” tabelası bana hâlâ gerçek gelmiyordu.
Kars’a geldiğimde, Mert’in yaşadığı 3 katlı binadaki boş daireye yerleştim. Mert üst katta, ben giriş katındaydım.
Karşı daireyi ise Mert’in ağabeyi Yiğit’e aitmiş.
Ama o görevdeymiş, hatta Mert bile onun tam nerede olduğunu bilmiyordu.
İki haftadır o kapı hiç açılmamıştı. Hiç ses gelmemişti. Sanki biri orada hiç yaşamamış gibiydi.
Ben de merak etmemiştim.
İnsan acının içinde yaşarken, başkasının kim olduğunu değil, kendi içindeki yabancıyı tanımaya çalışıyor önce.
Ama bilmeden, o kapı her açıldığında hayatımın da değişeceğini nereden bilebilirdim?
KLiNİK SABAHI
(Deniz’in gözünden)
Kahvemin buharı hâlâ yükseliyordu. Kalbim kadar ellerim de üşüyordu sanki. Kars’ın sabahları keskin olurdu; ama ben bu keskinliğe çoktan alışmıştım. Alışmak ne kelime… sanki ciğerime dolan o buz gibi hava, geçmişin yangınını biraz olsun bastırıyordu.
Klinikte ikinci haftam dolmak üzereydi. Ama hâlâ her sabah aynı cümleyi kuruyordum aynada:
“Burası senin yeni hayatın, unutman gereken ne varsa geride kaldı.”
İçimden “yalan” diye fısıldayan bir ses her seferinde oradaydı ama susturuyordum.
Kapıdan içeri girer girmez Mert’in sesi yankılandı:
“Bakın kim gelmiş! Veteriner hanım lütfedip teşrif etmişler!”
Gülümsedim. O olmasa belki hâlâ o karanlık odada oturuyor olurdum.
“İzin ver de dosyalarla ben ilgileneyim, sen kahveni döküp duruyorsun her sabah.”
Mert gözlerini devirip elindeki dosyayı masaya bıraktı.
“Ben dökmüyorum, kupalar küçük. Gerçekten şuraya normal bir kupa alsak ne olur yani? Ben bardakla içen insanım Deniz.”
Başladık yine.
“Sen zaten anormal bir insansın Mert. Bardaktan kahve içen biriyle ortak olmam neyin işareti bilmiyorum.”
Kahkahası klinikte yankılandı. İyi geliyordu. Her şeyin bu kadar içimi parçaladığı bir dönemde birinin bana hâlâ böyle gülebilmesi…
Masama geçtim. Bilgisayarı açarken kafamda hâlâ sabahki o rüyadan kalan görüntüler vardı.
Alev, bağırışlar, cam kırıkları…
“Hey, nerelere gittin yine? Gözlerin dolmuş Deniz…”
Başımı kaldırdım. Mert karşımda, yüzü ciddileşmiş.
“İyiyim,” dedim hemen. “Dün gece kötü uyudum sadece.”
Başını eğip omzuma elini koydu.
“Burası senin yuvan artık. Ve ben buradayım. Her şey yoluna girecek, inan.”
Gözlerimi kaçırdım. Çünkü “her şey” kavramı benim için yanık bir enkazdan ibaretti artık.
Tam o an kapı açıldı. Gelen kadın köpeğini kucağında tutuyordu, minik bir kaniş.
Klinik bir anda canlandı. Muayeneler, kontroller, reçeteler… saatler ilerledikçe içimdeki ağırlık biraz hafifledi. İnsan bazen çalışırken iyileşir ya… o hesap.