Gecenin sessizliği, binanın balkonuna usulca çökmüştü. Hafif bir esinti vardı, baharın habercisi gibi. Deniz, elinde iki bardak çayla balkona çıktı. Yiğit çoktan oturmuş, kollarını sandalyeye yaslamıştı. Bakışları geceye değil, o an ona çay getiren kadına çevrilmişti.
Deniz:
“Şekersiz. Ama yanında bir tane bisküvi koydum, hani çok tatsız kaçarsa dengeyi sağla diye.”
Yiğit – gülümseyerek:
“Senin yanında başka tatlıya gerek var mı?”
Deniz şaşkınlıkla baktı, sonra çaktırmadan gözlerini kaçırdı. Ufak bir sessizlik oldu. Ama tatlı bir sessizlikti bu, huzurluydu. Her ikisi de o sessizlikte ne çok şey anlattı, ne çok şey anladı.
Deniz – iç ses:
İnsan sadece çay içerek de sevebiliyor birini galiba. Gözlerine bakarken kalbinin hızlandığını hissedince…
Tam o anda kapının zili çaldı.
Yiğit (kaşlarını çatıp gülerek):
“Ben kim olduğunu tahmin ettim bile…”
Kapı açıldı. Karşılarında Ali, Efe, Mehmet, Emre ve Mert.
Ali :
“Komutanım bize çay yok mu yaa? Balkondan çay kokusu aldık, içimiz gitti!”
Efe (sırıtarak):
“İnsanın komşusu veteriner, çayı da güzel kadın yapınca içilmeden çekilmiyor hayat vallahi!”
Mert (abisine bakıp sırıtıyor):
“Ağabey… sen balkonda çay mı içiyorsun? Hem de eşlikli… vay be, zaman değişti.”
Deniz gözlerini devirerek başını iki yana salladı ama gülmemek için kendini zor tutuyordu.
Deniz:
“Buyrun hadi… zaten romantizm birkaç dakika bile sürmüyor.”
Mehmet (sessizce Efe’ye fısıldar):
“Bak yine laf yedi komutan… ama susuyo…”
Yiğit kaşlarını çatsa da ağzında istemsiz bir tebessüm vardı.
Yiğit:
“Hadi geçin de çayı siz doldurun artık. Bari sıcak içelim.”
Dakikalar sonra salonda herkes bir yerlere yayılmıştı. Emre patates cipsini kapmış, Efe Deniz’in çay bardağını değiştirip kendi çayına çökmüş, Mert Yiğit’le dalga geçiyordu.
Ali (fısıltıyla Yiğit’e):
“Komutanım… baktım çayı şekersiz içiyorsunuz ama bakışlar gayet ballı.”
Yiğit başını yavaşça yan çevirdi ve tehditkar bir bakış attı. Ali susmasa da sırıtmaktan geri durmadı.