(Deniz’in gözünden – Binanın bahçesi)
Kli̇ni̇kten çıkarken üzerime çöken gerginliği atamamıştım.
Gökyüzü puslu, hava tipik Kars gibi griydi.
Bahçede biraz oyalanmak istedim. Elimdeki kahveyi yudumlarken içimdeki buz hâlâ çözülmemişti.
Sabah…
O bakışlar…
O emir verir gibi konuşan ses…
Ayağımı kara saplayıp boş boş ağaçlara bakıyordum ki, arkamdan gelen motor sesiyle irkildim.
Bir askeri araç yavaşça yanaştı.Durdular.
İlk inen kişi tanıdık değildi. Ardından ikincisi… Sonra diğeri… Ve sonra…
Yavaşça kapısını açtı. Botlarını yere vurup kafasını kaldırdı. Kamuflajlı ceket hâlâ üstündeydi. Yüzü… Tanıyamayacağımı sanmış olmalıydı.
Ama ben o gözleri unutmam. Soğuğu mideme saplayan o bakışları.
O an dilim damağım kurudu. Ama bir refleksle kahvemi bırakıp ellerimi belime koydum.
“Ne yani?” dedim sesimdeki keskinliği bastıramadan.
“Şimdi de evime baskın mı yapıyorsunuz? Suç işlemedim, tekrar edeyim istedim.”
O sadece bana baktı. Sanki bir saniyeliğine dünyası durmuş gibiydi.
Kaşları hafif çatılmış, yüzü karışık bir ifadeyle dalgalar gibi gelip gidiyordu.
Sonra dudaklarının kenarı oynadı. İlk defa sesini bu kadar yavaş ve alçak duydum.
“Evime geldim.”
Gözlerim büyüdü.
“Ne?”
O sırada araçtan inen diğer asker – adını sonradan öğreneceğim deli dolu Efe’ydi – hafifçe kıkırdadı.
“Komutan, biz yanlış apartmana mı girdik ne?”
Aralarındaki o bakışmadan hiçbir şey anlamadım ama biri koluma çarpsa yere düşebilirdim.
Evime geldim mi dedi bu adam?
“Siz… Bu binada mı yaşıyorsunuz?”
Başını salladı.
“Üç yıldır.”
Sırtımdan ter boşaldı.
“Ben iki haftadır buradayım…”
Ama o an insan aydınlanma yaşarya bu adam Mert’in abisi Yiğit ve benim yan komşum. Düşüncelerimden araya giren kısa ve tok bir kahkaha, timden biri daha… Yine adını sonradan öğreneceğim Emre’nin sesiyle sıyrıldım .
“Komutan, meğer komşuymuşuz ya! Ne zaman taşınma çayı içiyoruz?”
Yiğit onlara kısa bir bakış attı.
“Yürüyün,” dedi. Ama ben orada hâlâ taş gibi dikiliyordum.
Komşum.O komutan.Sorguya çeken adam. Mert’in abisiymiş
Yan duvarımın öbür tarafında yaşıyor.
Ben şu an tam anlamıyla… şoktayım.
(Yiğit’in gözünden - Binanın Bahçesi)
Giriş kapısına vardığımızda kar üzerindeki araba sesi bile fazla geliyordu. Sessizlik içimdeydi. Gözüm binaya takıldı.
Her şey yerli yerindeydi, gözüme batan bir detay yoktu ama içimde tuhaf bir huzursuzluk vardı. Deniz’le karşılaşma ihtimali, hazırmıyım bilmiyorum.Sorguda adresini öğrendiğimde zaten komşum olduğunu anlamıştım.
Efe hariç diğerleri arabadan indi. Sonra ben indim ve karşımda bahçede bir adet Deniz
Elinde kahve bardağı. Şaşkınlıkla bize bakıyordu.
Ve gözleri… Yeşille mavinin sınırında dolaşan… Tanıdık gözler.
İkimiz de bir an hiçbir şey demedik. Sanki zaman çökmüştü aramıza. Sonra sesi geldi, diken gibi.
“Ne yani? Şimdi de evime baskın mı yapıyorsunuz? Suç işlemedim, tekrar edeyim istedim.”
Gözlerim yüzünde dolaştı. Sertti ama… Korkusuzdu. Bu şehirde kimse bana böyle konuşmaz. Ama o konuştu.
Derin bir nefes alıp gözlerimi kıstım.
“Evime geldim,” dedim.
O an gözlerinin içi büyüdü. Yüzü ne yapacağını şaşırdı, o hazırlıklı cümleleri yerle bir oldu. Zevkle izledim bunu.
“Ne?”
Bir şey daha söylemedi. Konuşamadı.
Kelimeler boğazında düğüm oldu.
Efe arkamdan mırıldandı:
“Komutan biz yanlış apartmana mı girdik ne?”
Kahkaha mı atmaya çalıştı ne yaptıysa sesi bastırılmıştı ama ben duydum.
Tim sustu, belli ki merakla beni izliyorlardı.
“Siz… Bu binada mı yaşıyorsunuz?” dedi.
Başımı hafifçe salladım.
“Üç yıldır,” dedim. Sade. Soğuk. Net.
“Ben iki haftadır buradayım. ”
Şu hayatta hiçbir tesadüfe inanmam. Ama bu… Bu saçma bir rastlantıydı. Ve beni rahatsız ediyordu. Karmaşık duygularla orada dikildim. İçimden geçen tek şey: Yine huzurum kaçacak.
Emre dayanamayıp patlattı lafı:
“Komutan, meğer komşuymuşuz ya! Ne zaman taşınma çayı içiyoruz?”
Omuzlarımı kasıp yan baktım.
“Yürüyün,” dedim.
Sertçe geçtim yanından. Bir an o gözlerle yeniden karşılaştım. Soğuk… ama içten içe yakıcı.
O an tek düşündüğüm şey şuydu:
“Bu kız başıma bela olacak.”
Ve nedense… Kendime, bu belayı istemediğimi tam olarak söyleyemedim.