Bölüm – “Yolda Başlayan Yolculuk”

647 Words
(Gece – Yiğit’in gözünden) Saat 23.48. Sokaklar sessiz, hava keskin. Deniz kapıya çıktığında bot yerine spor ayakkabılar vardı ayağında. Karın içine gömülüyor, umurunda değil. Bagajı açtım. Malzeme çantasını koydu. Yan koltuğa geçti. Direksiyona geçmeden önce son kez göz ucuyla baktım. Yorgun ama dik duruyordu. Gözlerinde korku yoktu. Cesaret dediğin bu işte; korkup kaçmamak değil, korkmadan gitmek. Motoru çalıştırdım. Cam buğuluydu. Silecekleri çalıştırdım, öndeki beyazlığa odaklandım. Tam kemerini takmıştı ki konuya girdim. “Köye girdiğimizde asker olduğumu bilmemeliler.” Bir an dönüp yüzüme baktı. “Neden?” “Çünkü o köyde sıkıntılı birkaç aile var. Sınır hareketli. Beni tanırlarsa gerginlik çıkar. Gölge gibi gitmemiz gerek.” Kısa bir sessizlik oldu. “Peki ben ne diyeceğim? Gece vakti, üniformalı gibi duran biriyle köye giriyorum. Sorgusuz sualsiz inanacaklar mı?” Dudaklarımı sıktım. “Nişanlım de,kocam de. Ne dersen de. Ama asker deme.” Gözlerini devirdi. “Tabii. Ne güzel. Gece gece tiyatro sahnesi kurduk. Hazır dekor da var, ben de gelinliği kapıp gelseydim bari.” Direksiyonu hafifçe sağa kırdım, virajı geçtik. “Ciddiyim. Bu önemli.” “Ben de ciddiyim. Sırf senin kaprisin yüzünden inandırıcılıktan uzak bir yalan söyleyemem.” “Kapris değil. Güvenlik meselesi.” “Peki Yiğit Komutan, nişanlın olayım… Ama yüzük yok, samimiyet yok, arada buz gibi hava var. Hangisi daha dikkat çeker sence?” Bir an sessizlik oldu. Göz ucuyla baktım ona. Sertti ama zekiydi. Haklıydı da. Ama bu konuyu uzatamazdım. “Ne diyeceksen de ama beni askeri bir görevle ilişkilendirme.” O an sesi değişti. Yumuşamadı ama sertlik yerini kararlılığa bıraktı. “Merak etme. Ne diyeceğimi biliyorum.” Baktım. Bakmadı. Sadece camdan dışarı, geceye odaklanmıştı. Sustu. Ben sustum. Ama o arabada… İlk kez bir savaş sessizce başlamıştı. Deniz’in gözünden: Köye vardığımızda hava hâlâ zifir karanlıktı. Karlar dizime kadar geliyordu. Ama ben yürüdükçe içim ısınıyordu. Köy meydanında bizi karşılayan kadınlardan biri, yaşlı ama dinç bir teyzeydi. Aceleyle konuştu: “İnek sabaha kadar kıvranıp durdu kızım… Bir bak hele.” Gözüm ister istemez Yiğit’e kaydı. Hâlâ ciddi, hâlâ suskun. Adeta köyün sessiz bir taşı gibi. Teyze başıyla onu işaret etti: “Yanındaki kim?” Yüzümde ufacık bir gülümsemeyle cevapladım: “Stajyerim… Biraz tembel. Beş yıllık okulu sekiz yıla uzattı. Bu sene mezun olmasını umuyoruz.” Teyze önce şaşırdı, sonra kafasını salladı. “Yaşı da büyük değil mi kızım? Hâlâ mı okuyoo?” İçimden kahkaha atmak geldi ama boğazımı temizleyerek tuttum kendimi. Göz ucuyla Yiğit’e baktım. Suratı ifadesizdi… Ama gözleri? Evet, o gözler kesin “seni burada gömeceğim” diyordu. Ah, bu adamın sustuğu kadar kimse bağırmıyor. Ahırın içi sıcacıktı. İnek uzanmıştı, gözü cam gibi parlıyordu ama halsizdi. Eğilip başını okşadım. Yavaşça konuştum: “Kızım… Tamam… Ben geldim. Şimdi sana yardım edeceğim…” Gözlerini kırpıştırdı. Durumu değerlendirdim. Pozisyon uygun değildi, sancılar düzensizdi, zorlanmıştı. Köylü kadına döndüm: “Sezaryen gerekiyor. Beklersek hem inek hem buzağıyı kaybederiz.” Sonra Yiğit’e döndüm. Göz göze geldik. “Asiste edebilir misin?” Bir anlık sessizlik oldu. Bakışları “beni ne hale sokuyorsun?” diyordu. Ama başını salladı. Ellerimizi steril ettik. Ben hızlıca kesiği attım, Yiğit elimi izliyordu. Yönlendirdim, ne yapması gerektiğini söyledim. Ve sonunda… Minik, nemli bir burun dışarı çıktı. Buzağı! Avuçlarımın arasına aldım. O an… dünya durdu. O koku, o sıcaklık… İçimde bir şeyler iyileşti. Mutluluktan gülümsedim. Belki de uzun zaman sonra ilk kez böyle içten güldüm. Tam o sırada, kapıda bekleyen teyze başını uzattı. Gururla söyleniyordu: “Oğlum az ders çalış ha… Olmaz böyle. Deniz kızım olmasa hiçbir şey yapamayacan sen! Evlilik yaşın da geçti, hâlâ okuyorsun yazıktır.” Az kalsın buzağıyı yere düşürüyordum. Bir yandan güldüğümü gizlemeye çalışıyor, bir yandan “ciddi kalmalıyım” diyordum. Ama içimdeki çocuğu susturamadım. Teyzeye dönüp: “Merak etme teyze. Öğreteceğiz inşallah.” Yiğit’in yüzü donuktu. Ama kulakları kızarmıştı. Teyzeye başıyla selam verdi: “Çabalıyorum…” O an, onu ilk defa… İnsan gibi gördüm. Kırık, utangaç, sessiz ama sıcak. İçindeki adamı belki ilk kez dışarı çıkarıyordu. Ve ben… Ne yazık ki, bu hâli çok sevdim.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD