2-EYMEN YALVAÇ

2388 Words
İhsan, doktorun odasına çıkarken koridorda onu gördü. Adımları kesildi. Fatih, başında Cerrah Bey ve dün gece onlara yardımcı olan bir hemşirenin yardımıyla asansöre götürülüyordu. Yüzü sargı beziyle sarılıydı. Adım attığı sırada bir ses duyuldu. Bir helikopter sesiydi. Cerrah'ın helikopteri gelmişti; gitme vaktiydi. Ambulans ile havaalanına gideceklerini düşünmüştü. Görünen o ki hastane çatısından ayrılacaklardı. Vakit kaybetmeden merdivenlere yöneldi. Ama çatıya değil, alt kata inen merdivenlerden aşağı koşarak indi. Gördüğü ilk kişinin koluna dokundu. "Telefonunuzu kullanabilir miyim?" Yaşlı adam ağırlığını bastonuna vererek telefonunu İhsan'a uzattı. "Acelem var evladım." Sabırsızca başını salladı ve biraz uzaklaşarak bir duvarın dibine sindi. Gittiği yerden arayamazdı. Şu an halletmeliydi bu işi. Aylin'i mi aramalıydı? Belki de direkt annesini aramalıydı. "Saçmalama İhsan." Numarayı gizleyip Yamaç'ı aradı. Çaldı, çaldı, çaldı. "Ne var?" "Yamaç, benim. İhsan." "Nerdesiniz lan siz!" Görüş alanına giren kahverengi ayakkabılar dikkatini dağıttı. Başını yavaşça kaldırdı. Doktor Cerrah, kolundaki saate dokunup hızlı olmasını söylediğinde hızla başını salladı. "Yamaç ben, kendimde değilim. Geceden beri çok kötüyüm." "Ne oldu lan ne! Deli gibi merak ettik sizi. Neredesiniz?" Derin bir nefes aldı. Doktor bakışlarını kaçırsa da bu yalana şahitlik ediyordu. "Fatih yok." "Ne demek Fatih yok. Nerede?" "Fatih..." Elini yüzüne örttü. Hıçkıra hıçkıra ağlamak istedi. "Ne oldu Fatih'e?" Bağırsa da sesinde açık seçik bir endişe vardı. İhsan daha fazla kendini tutamadı. Ağlayarak konuşmaya devam etti. "Mekana gidecekti, son kez kontrol edeceğim dedi." "İhsan... Neden ağlıyorsun? Bir şey mi oldu ona?" "Arabam ondaydı. Polatlı yolunda, sabaha karşı bulunmuş araba." "Nasıl bulunmuş?" "Yanmış." dedi fısıldar gibi. Karşı taraftan ses kesildi. Bu yalanı tamamen şu an uydurmuştu. Mantıksızdı. İçerde kimsenin olmadığı öğrenildiğinde ne yapacaktı? Doktora bakmak bile istemiyordu. Kesinlikle bu yaptığını onaylamayacaktı ama başka çaresi de yoktu. Fatih kayboldu dese, gel birlikte arayalım derdi. Ama Eğer Fatih'in öldüğünü düşünürlerse eninde sonunda bu işin peşini bırakırlardı. Yamaç sonunda konuştuğunda sesi sormaktan korktuğu bir şeyi soran bir insanı sesi gibi çekingen ve neredeyse fısıldar gibiydi. "İçinde değildi, değil mi?" Sessiz kaldı. "Sana soruyorum İhsan! Fatih arabanın içinde değildi, değil mi?" "İçindeydi. Kahretsin ki içindeydi!" Bir el omzuna dokundu. Doktor olduğunu biliyordu ama başını kaldırıp bakmadı, utanıyordu çünkü. Her ne kadar davasında kendine göre haklı gibi görünse de yalan söylüyordu. Bu Yamaç'a, Aylin'e, Fatih'in annesine ihanet sayılırdı ama zamanı geldiğinde, Fatih ile birlikte karşılarına çıktıklarında aslında bir ihaneti temizlemek için bu yalanı söylediğini anlamalarını umuyordu. Bunun için elinden geleni yapacaktı ama şu an değil. Şu an yapması gereken tek şey bir an önce İsviçre'ye gidip Fatih'in tedavisine başlamaktı. Gerekirse yeni bir yüzü, gerekirse yeni bir ismi olacaktı. Değişmeyecek olan Fatih'in kalbiydi. Her zaman Aylin'in biricik sevgilisi, annesinin biricik oğlu olarak kalacaktı. Aksinin olmasına fırsat vermeyecekti. "Emin misin? İhsan bir şey söyle! Orada mısın şimdi?" Yamaç'ın Yanında tanıdık kimsenin olmamasını diledi. Aynı şeyleri Aylin'e söylemeye cesareti yoktu çünkü. "Bir şey sorma artık. Yamaç çok kötüyüm görmüyor musun? Ben bunu kaldıramam. Biraz uzaklaşmam gerek." "Ne uzaklaşması lan ne uzaklaşması! Söyle bana nerede olduğunu. Nasıl bir durumdayız görmüyor musun?" "Görüyorum!" dedi sesini yükselterek. Artık gitmesi gerekiyordu. "Yamaç anla beni ne olur. Kardeşimi kaybettim, çocukluğumu kaybettim. Burada kalamam. Ankara'da kalamam." "İhsan yapma. Herkesin sana ihtiyacı var. Hüma teyzeyi düşün, Furkan'ı düşün. Bir yere gidemezsin." Yamaç'ın ses tonundan ağlamamak için kendini zor tuttuğunu anlayabiliyordu. Telefon kapandığında ağlayacağını da çok iyi biliyordu. Onun yanında olmak isterdi. Eğer gerçekten böyle bir şey olmuş olsaydı, gerçekten Fatih ölseydi yine yanlarında olacaktı ama şu anda Fatih ile birlikte helikoptere binip buradan uzak bir yere gitmeliydi. Onun yaşaması için tek çare buydu. Umuyordu ki Fatih'in iyileşmesi kısa sürecekti ve bu yalana son verip Yamaç'a her şeyi anlatacaktı ama biraz zamana ihtiyacı vardı. "Gittiğim yerden sana ulaşırım." dedi ve daha fazla konuşmasına izin vermeden telefonu kapattı. Doktor bir şey söylemeden merdivenleri çıkmaya başladı. Konuşsa bile İhsan ne diyeceğini çok iyi biliyordu. Telefonu sahibine geri vererek ağır ağır merdivenleri çıktı. Efsunlar Şirketler Grubunun uçak mühendisiydi. Birazdan işine de son verecekti belki ama umrunda bile değildi. Önemli olan yalnızca Fatih'in yaşayacak olmasıydı. 20 yılını geçirdiği kardeşini ölüme terk etmediği için kendinde az da olsa güç buluyordu. Üstelik yaşama ihtimali de çok fazlaydı yani fazla olmasa da öyle bir ihtimal vardı. O da buna tutulacaktı. Ne kadar sürerse sürsün bekleyeceğine yemin etti. Çatıya çıktığında çoktan herkesin helikoptere bindiğini gördü. Saçları alnına döküldü. Bu kez dokunmadı. İsviçre'ye gittikten sonra ilk işi Fatih ameliyattayken onları kesmek olacaktı. Hiçbir kıymeti yoktu: İnsanların birbirine olan nefretinin, tüm bu kalp kırışlarının hepsi boşunaydı. Elini gözüne siper ederek helikoptere yaklaştı. Birazdan uçup gideceklerdi. Ceketinin üzerinden kasete dokundu. Helikopter havalanmadan önce son kez dışarıya baktı. "Asıl sen benim adımı unutmayacaksın Hakan. Geri döndüğümüzde seni yeryüzünden sileceğiz. Yemin ediyorum." Ve yanında yalnızca umuduyla, sabrıyla çıktığı bu yolda ; eli 5 saat boyunca arkadaşının eline kenetli bir şekildeydi. Dua ederken son yarım saat kala daha fazla dayanamamış ve uyuyakalmıştı. Omzuna dokunan el sayesinde uyanmış ve ilk yaptığı Fatih'i kontrol etmek olmuştu. "Geldik." Helikopter durmuştu. Terleyen elini Fatih'in elinden ayırdı. Dışarıda bekleyen iki erkek Cerrah Bey'e başıyla selam verdikten sonra anlamadığı dilde bir şeyler söyledi. Ardından Cerrah da onlara aynı dille cevap verdi. İki adam Fatih'in sedyesini dikkatle helikopterden indirirlerken vakit kaybetmeden o da ayağa kalktı. "Doktor, ne olacak şimdi? Nereye götürüyorlar Fatih'i?" "Endişelenme. Ankara'dayken konuştuğum arkadaşım önce bir muayene edecek, sonra seni de çağırırım." "Konuşurken ben de olabilir miyim?" "Sen en iyisi biraz dinlen. Biz seni haberdar edeceğiz." "Dinlenmek istemiyorum." "O zaman izin ver de doktor görevini yapsın. Seni çağıracağız olur mu?" İstemeye istemeye başını salladı. Arkalarından giderken helikopterin tekrar çalıştığını duydu. Doktor oldukça zengin olmalıydı. Zengin demişken, eli ile arka cebini yokladı. Cüzdanı yanındaydı. Parasını burada kullanabilmeyi diledi çünkü eğer Fatih yüz nakli veya herhangi bir ameliyat olursa bunun ona pahalıya patlayacağını düşünüyordu. Önce doktorla konuşmalıydı. Duruma göre gerekirse Türkiye'deki bir arkadaşı ile irtibat kurar ve parasını eline ulaştırmasını isterdi. Hastaneye girdiğinde oldukça büyük koridorlar, geniş hasta odaları, her köşe başında bir güvenlik görevlisinin olduğunu gördü. Burası oldukça büyük bir hastaneydi. Türkiye'de de böyle güzel hastaneler vardı. Doktorun sırf burada çalıştığı için İsviçre'ye gelmek istediğini düşündü. "Fırsatçı." diye mırıldandı. Yine de ona bir şey söylemeyecekti. Yardımına ihtiyacı vardı. Fatih bir odaya götürüldüğünde o da girmek istese de Cerrah Bey eliyle onu durdurdu. "Allah aşkına biraz sözümü dinleyemez misin? Hastamla arama girmeyeceksin. Söz verdin." İhsan gözlerini devirdi. "Ne yapacağına karışmayacağım. Sadece orada olmak istiyorum." "Sen bana güvenmiyor musun?" "Güvenip güvenmemekle bir ilgisi yok. Onun yanında olmak istiyorum." "Ben de sana diyorum ki doktorun onu muayene etmesi gerek. Kalabalığa da mikrop ihtimaline de gerek yok." "Şimdi de ona zarar vereceğimi mi söylüyorsun?" diye sordu sinirli bir şekilde. Farkında olmadan aralarındaki 'siz' mesafesini kaldırmıştı. "İkimiz de aynı yerlerde bulunduk. Şimdi ben mikroplu sen de temiz mısın?" "Sen beni anlamıyorsun galiba. Ben sana pis misin dedim?" Daha şimdiden ikisinin de biribirinden çekeceği vardı. Anlaşılmış oldu. Doktor derin bir nefes alarak elini İhsan'ın omuzuna koydu. "Bak sana düzgünce söylüyorum. Bir beş dakika bize izin ver. Ardından sargı bezleri değiştirildiğinde seni odaya alacağım." "İyi, bekliyorum." Doktor rahatlamış bir nefes verdi ve odaya girdi. "Adama bak ya." Onların arkasından kollarını göğsünde birleştirip sabırla beklemeye başladı. Acaba ne kadar kalacaktı bu ülkede? Konuştukları dili bile anlamıyordu. İngilizce olmadığına emindi. Acaba Almanca mıydı? Keşke İngilizce olsaydı. Almancayı hiçbir zaman sevmemişti. Sonunda bekleyişi son buldu. Kapı açıldı ve Cerrah Bey yanında onun yaşlarında bir adamla çıktı. "Durumu nasıl?" "Tekrar ağrı kesici yaptık. Pansuman sırasında uyandı." "Uyandı mı?" diye sordu heyecanla. "Görebilir miyim?" "Birazdan göreceksin. Şu an tekrar uyuttuk." "Uyandığına göre durumu iyi öyle değil mi?" Doktor ellerini önlüğünün cebine götürdü. "Durumu dün nasılsa bugün de öyle. Test sonuçlarının çıkmasını bekliyoruz." "Uyandığında bir şey söyledi mi?" "Nasıl söylesin? Ağzını aralasa bile dili dönmez konuşmaya. İnleyip durdu. Acı çekiyor." İhsan sırtını duvara yasladı. Duymayı beklediği cümlelerdi bunlar. Ama yine de yıkıcıydı. "Peki ne olacak? Böyle uyuyacak mı sürekli? Acı mı çekecek?" "Arkadaşının yüzünü gördün. Nasıl olmasını bekliyorsun? Biz elimiz kesilse aman bir şey olmasın deyip doktora gidiyoruz. Ama Fatih'in yüzü tamamen yandı. Hayatta olması bile mucize." Doktor ne yazık ki haklıydı. "Ameliyat demiştiniz. Yüz nakli veya başka bir şey." Cerrah Bey İhsan'a cevap vermek yerine yanındaki doktora döndü ve başka dilde bir şeyler söyledi. Yabancı doktor bakışlarını İhsan'a çevirdi ama söyledikleri onun anlayabileceği şeyler değildi. "Anlamıyorum ki." Cerrah Bey doktorun söylediklerini İhsan'a çevirdi. "Arkadaşınızın durumu sandığımdan daha ağır. Yüzünde 3. derece yanık var. Şu an ameliyata hazır değil. Çok iyi düşünmeniz gerekiyor." İhsan korkuyla Cerrah Bey'e baktı. "Neyi düşüneceğim? Onun iyi olması için ne gerekiyorsa yapacağınızı söylediniz." Cerrah karşısındaki sabırsız gence ondan daha sakin bir sesle cevap verdi. "Biz gelmeden hemen önce uygun bir yüz bulunmuş. Birazdan sonuçlar çıkar. Kan uyumu, doku uyumu çok önemli. Arkadaşınızın vücudu kabul edebilirse, senin de izninle onu hemen ameliyata alabiliriz." "Ama şu an yarası çok taze. Bir ameliyata hazır olmadığını söylediniz." Cerrah Bey İhsan'ın söylediklerini doktora çevirdi. Doktor anlayışlı bir şekilde başını salladı ve yeni bir şeyler söyledi. "Ne dedi şimdi?" "Yaraların kapanması, en azından kısa bir sürede kapanması İmkansız. Bu ağrılar dayanılmaz derecede arttığında arkadaşın dayanamayabilir. Ama hem sonraki yaşamı için hem de hastalığını daha kolay atlatabilmesi için yüz naklinin daha uygun olduğunu düşünüyor. " İhsan yine içinden çıkılmayacak bir duruma girmişti. Sanki biri çözülmeden diğer bir sorun ekleniyordu. Türkiye'deyken yüz nakline sıcak bakmıştı ama şimdi korkuyordu. Ya Fatih dayanamazsa? Ya o masada kalırsa? Buraya gelirken arkadaşı nefes alıyordu. En azından yaşıyor olduğu gerçeği onu ayakta tutuyordu. "Sonuçlar yarım saate çıkar. İstersen sen biraz düşün. Sana bir oda ayarlamamı ister misin?" "Gerek yok. Teşekkür ederim." İki doktor da oradan uzaklaştı. O sırada içerden çıkan hemşire kendisine İngilizce bir şeyler söyledi. İhsan kızın söylediklerini anladığı için şükretti. "Lütfen cam bölmeden içeri girmeden önce kapının önündeki giysileri üzerinize geçirin. Geçmiş olsun." İhsan bir şey söylemeden hızla içeri girdi. Kapı ile cam bölme arasında yaklaşık bir buçuk metre vardı. Bakışlarını Fatih'ten ayırmadan dolabın içinden aldığı giysileri üzerine geçirdi. Maskesini taktıktan sonra derin bir nefes aldı ve içeri girdi. İşte şimdi makinenin çıkardığı ses durmadan kulağına geliyordu. Oksijen makinesine bağlanmıştı. İhsan daha Fatih'in yattığı sedyeye ulaşamadan ağlamaya başladı. Göz kapakları bile görünmüyordu. Titreyen elini Fatih'in sargılı elini uzattı. Yangından kurtulmaya çalışırken elini yüzüne siper etmiş olmalıydı ama görünen o ki bir işe yaramamıştı. Eli de yanmıştı. "Kardeşim." dedi gözyaşlarının arasından. "İyi olacaksın. Sana söz veriyorum. Seni böyle görmek..." dedi ve burnunu çekmek için sessiz kaldı. "Seni böyle görmek, beni kahrediyor. Sana ihtiyacımız var Fatih. Annenin sana ihtiyacı var. Kardeşinin sana ihtiyacı var. Benim sana ihtiyacım var. Hadi uyan ne olur." Tekrar sustu. Eğer uyanırsa acı çekecekti. Üstelik sesini duyamayacaktı. "Hadi Sarraf'ım. Sen çok güçlüsün. Bana da sen güç vereceksin. Sana söz veriyorum, adını kimseye unutturmayacağım. Tek istediğim hayatta kalman. Senin yerine intikam da almayacağım. Uyandığında sen karar vereceksin her şeye. Ama ne olur nefes almaktan vazgeçme. Belki de kızacaksın bana. Sana sormadan adını değiştireceğim için, yüzünü değiştireceğim için bana kızacaksın. Ama her şeyi senin için yaptığımı bil. Doktorlar yüzün bu haldeyken iyileşmenin çok zor olacağını söylüyor. Yoksa ben adını, yüzünü senden alır mıydım? Ne olur hayatta kal." Eğilip sargı bezinin üzerini öptü. "Fatih bunları sana tek tek kendim anlatacağım. Sana söz veriyorum. Bir elim hep ailenin üzerinde olacak. Sen iyileşene kadar Aylin ve ailen hep güvende olacak." Maskesi ıslandı. Hem gözyaşları hem de terleri birbirine karışmıştı. Tekrar burnunu çekti ve elini yavaşça Fatih'in elinden ayırdı. Odadan çıkacağı sırada kulağına ulaşan ses olduğu yerde hareketsiz kalmasına neden oldu. Neydi bu şimdi? Az önce gayet ritmik bir şekilde kalp atışlarını duyuyordu. En azından makinenin çıkardığı ses bunu gösteriyordu ama şimdi ses hiç kesilmeden ötmeye devam ediyordu. Yüzünü hızla arkasına çevirdi. Makinedeki yaşadığını belirten çizgi şimdi düz bir çizgi halindeydi. "Fatih." dedi fısıltıyla. İkinci kez adını seslendiğinde kattaki herkesin sesini duyduğunu düşündü. "Fatih! Hayır, hayır!" Hızla odadan çıktı ve koridorda bağırdı. "Yardım edin! Arkadaşıma bir şey oldu! Help!" Boğazının yırtıldığını düşündüğü. Koşarak kendisine doğru gelen hemşirelere içeri geçmeleri için yol verdi. Ardından Doktor Cerrah ve arkadaşı göründü. Koşarak Kendisine doğru geliyorlardı. "Ne oldu?" "Kalbi durdu. Bir şey yap doktor." Cerrah Ataman ve Doktor Ganz odaya girip kapıyı kapattı. İhsan seri bir şekilde üzerindekileri çıkarıp yere savurdu. Şu an Türkiye'de olsaydı düşünmeden kaseti polise teslim edip Hakan'ı içeri tıkardı. "Hayatta kal Sarraf." dedi alnını soğuk duvara yaslayarak. "Hayatta kal." Ayakları onu daha fazla taşıyamadı ve ne olduğunu anlamadan yere yığıldı. Bedeni yalnızca 12 saat dayanabilmişti. Fatih ne kadar dayanabilirdi? Kendine geldiğinde hala uykusu vardı. Kaç saattir baygın olduğu hakkında bir fikri yoktu ama uzun zamandır uyuyor gibiydi. Fatih. Hızla doğruldu ve kolundaki serumu fark etti. Düşünmeden kolundan çıkardı ve sedyenin dibinde duran ayakkabılarını giydi. Kapıyı açacağı sırada içeri Doktor Cerrah girdi. "Uyanmışsın." "Fatih nerde? İyi mi?" Doktor küçük bir tebessüm ederek başını salladı. İlk defa gülmüştü. "Geri getirdik. Ancak -" "Ancak ne? Yine ne oldu?" "Ameliyat için onay vermen gerekiyor." İhsan gözlerini ovdu. Hala uykusu vardı. "Kaç saattir uyuyorum Doktor?" "Çok olmadı. İki saat falan." "Onu görebilir miyim?" Cerrah anlayışla başını salladı. "İçeri girmek yok. Üstelik artık bana lütfen doktor diye seslenme." İhsan belli belirsiz başını salladı. Doktorun arkasından giderken, az ilerde diğer doktoru fark etti. Onları görünce danışma masasına bıraktığı dosyayı eline aldı. Birlikte yoğun bakımın önüne geldiklerinde İhsan cama yaklaştı. Fatih hala yaşıyordu. Şükretti. "Det går inte bra." Kollarını sıkıca göğsünde birleştirmiş, kulağına ulaşan kelimeleri anlamaya çalışıyordu. Kalbi sıkıştı. Kötü olma ihtimali, aldığı nefesin ona yetmiyor olma ihtimali yıkıcıydı. Acı vericiydi. "Ne diyor Cerrah?" dedi sağ tarafında duran kır saçlı, yorgun bakışlı doktora bakarak. Kendi sesi daha yorgundu. Ama bunu fark edecek veya düşünecek vakti yoktu. Doktor Cerrah, yüzünü camdan ayırarak İhsan'a baktı. "İyiye gitmiyor." dedi tek seferde. Genç adam yanağının içini ısırdı. Ağzına Ankara'dan ayrılmadan önce içtiği bir yudum çay dışında hiçbir şey koymamıştı. Umut verici bir cümleyi hevesle beklemişti. "Han har 90% brännskador i ansiktet." Cerrah çevirmek için bekledi. Önce İhsan'ın duymak için hazır olmasını bekliyordu. Gencin ağırlaşan göz kapakları ağır ağır inip kalktı. "Neymiş?" Cerrah boğazını temizledi. Yirmi üç yıllık meslek hayatında sayısını unutmasına yetecek kadar ameliyata girmiş, sayısız hayat kurtarmıştı. 'Başınız sağ olsun.' veya 'Gözünüz aydın, hasta kurtuldu.' demeye alışkındı. Ancak tesadüfen hayatına giren bu iki delikanlının çaresizce yardım dilenmeleri hem kendisinin hem de Dr. Michel'in ellerindeki son tedavi yöntemini kullanana dek, bu savaşa devam etmeleri adına çoktan bir söz verdirmişti. "Yüzünde %90 yanık var." "Yani?" Anlatmaya Cerrah devam etti. "Ciğerleri iyiye gitmiyor. Yüzündeki yanıklar hala çok taze. İki pansuman arası sadece bir buçuk saat." "İzin mi istemeye çalışıyorsunuz?" Son kez Fatih'e baktıktan sonra bakışlarını iki doktorun yüzünde gezdirdi. "Yapın ameliyatı. Ne gerekiyorsa yapın. Kaç paraysa ödemeye hazırım." "İsmi kayıtlara ne diye geçecek?" Gözlerini kapatıp birkaç saniye bekledi. Tekrar yığılıp kalmaktan korkuyordu. "Eymen." dedi ve gözlerini Cerrah'a çevirdi. "Eymen Yalvaç." ***
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD