YENİ BAŞLANGIÇLAR YENİ UMUTLAR
Yeni başlangıçlar yeni umutlar getirir. Yeni umutlar ise mutlu yarınlar... Herkes isterdi mutlu olmayı. Ne olursa olsun gümeyi... Mutsuzluk öyle bir lanet ki sarıp sarmaladı mı insanı bırakmazdı yakasını. Umudu olmayan insanın ruhu çürürdü. Peşi sıra sürüklerdi mutsuzluğu. Ruhum mu çürümüştü benim? En ufak umut ışığı yandığında üstüne toprak atanlar mı sebepti mutsuzluğuma? Yoksa bunu yapmalarına izin veren ben mi suçluydum. Annemin İnci kızı... Gülüşlerimle ışıldayayım isterdi eminim. Oysa ben mutsuzluğumla kararmış, pas tutmuştum. Ne olacaktı bilmeden yaşıyordum günlerimi. Karanlık ve ruhsuz. Yeni umutlar gerekiyordu bana. Ruhumu sarıp sarmalayacak beni iyileştirecek umutlar. Bu sefer tutunacaktım uzatılan dala. Ne olursa olsun peşinden gidecek ve çıkacaktım bu mutsuzluk çukurundan. Güneş doğsun ki içimdeki karlar erisin, sürekli bedenimi saran bu titreme geçsin istiyordum. Ufak bir kelebeğin kanat çırpışları kadar naif bir rüzgar okşayıp geçsin bedenimi. Çiçekler açsın içimde...
Ne çok şey isterdim. Ezip geçtiler çiçeklerimi. Soldurdular umutlarımı. Yaşayıp gidiyordum kendi halimde. Ne zararım vardı ki? Ne günah işlemiştim de reva görmüşlerdi bunu bana? Neden kötüydü bu kadar insanlar? Neden iyilik varken kötülüğü seçiyorlardı? Neden insanın tüm ruhunu sömürmekten, ellerinde ne var ne yok alıkoymaktan vazgeçmiyorlardı? Neden?..Neden?.. O kadar çok neden vardı ki bu hayatta. Sorgulamak doğru değildi belki ama ben sorguluyordum işte. Bilmek istiyordum bu halde olma sebebimi. Neden?
Hayata yenik başlayanlardım ben. Bu muydu sebebi? Öksüz olmam mıydı bunu yapmalarının sebebi? Beni koruyacak sarıp sarmalayacak kimsem yoktu. Var olsa da yoktu benim için. Ruhumu parçalayan insanların bende değeri giderek siliniyordu. Sevmek için çabaladığım, içten içe sevdiğim ama bunu dile getiremediğim insanlar vardı. Günden güne ölen sevgimle hissizleşen duygularım vardı. Ruhumu kasıp kavuran, canımı yakan. Bu yüzdendi kimsesizliğim ve bu yüzdendi yalnızlığım. Sevgi, Mutluluk dilenen bir acizdim ben. Ruhunu kaybetmiş ufacık bir umut ışığı peşinde sürüklenen bir aciz. Yıkılmış duvarların altında kalmış, yalnız, çaresiz ve ruhsuz boş bir bedendim sanki. Ruhum parçalanmış, mutsuzluk ile lanetlenmiş bir avare... Annemin İnci kızıydım ben. Tertemiz ve ışıldayan bir yanım olmalıydı. Oysa kirletmişlerdi ruhumu. Toza toprağa bulanmış, katran gibi kara... Ufacık da olsa bir umut gerekiyordu bana. Üstümdeki siyahı atmak ve tekrar beyaz olmak için. Tekrar parlamak için...
Işıkları söndürülmüş, kapısı kilitlenmiş odamda yatağıma oturmuş, dizlerimi kendime çekip kalkanımı oluşturmuştum. Dizlerime sımsıkı sarılmış kollarım kimsesizliğini gidermek için sığınmıştı diz kapaklarıma. Şişmiş ve altları morarmaktan çok yeşile dönmüş gözlerim o kadar çok sızlıyordu ki sanırsın kurumuştu yaşlarım. Günlerdir döktüğüm göz yaşlarım dün akşam duyduklarımdan ve yanağımda patlayan tokattan sonra dinmişti.
Babam sinirli bir adam olmasa da biricik karısı ne derse ona inanan bir insan olduğu için ne söylersem söyleyeyim inanmadı bana. Bu arada ben İnci. Yalnızlığın çepeçevre sardığı çaresiz kız İnci. Adımı annem koymuş. Beni doğurduktan sonra sadece birkaç saat yaşayan annem, İnci kızım diye sevmiş beni. Sonra da yummuş gözlerini bu hayata. Uzun yıllar annemin yasını tutan babam ve bizi kanatları altında tutan babaannem ile büyümüştüm. On yedi yaşıma girdiğim yaz bir gün yıkılmıştı duvarlarım ve savunmasız kalmıştım. Babamın eve başka bir kadınla geldiği gün değişmişti hayatımız. Babam bu kadının sözleriyle hiç olmadığı birine dönüşüyor, o kadından başkasını gözü görmüyordu. Kadının günden güne ortaya çıkan zehirli dili ve düşen maskesi ile hayatımızın bundan sonra daha da kötü olacağının çanları çalmaya başlamıştı zihnimde.
Üniversiteye girdiğim dönemlerde babama okula gitmeyeyim diye baskı yapsa da babam ilk kez onu dinlememiş ve okula yollamıştı beni. Lojistik bölümünü bitirdiğim okulum, benim bu evden kaçışım olmuştu. Bütün hayatım derslerimden ve başarıdan ibaret olmuştu. Okul birincisi olarak bitirdiğim okulum, Bursa'nın en iyi şirketlerinden birinde staj yapmamı sağlamıştı. Evde olanlardan bağımsız, o kadının şerrinden uzak yaşamaya çalışıyordum. Hayatımı zehir eden ise babamın sevgili eşi Nermin'in kardeşi Vedat oldu. Üç yıl önce ablasını görmeye geldiği zaman görmüştüm ilk onu. Bakışları beni korkutuyordu. Beni takıntı haline getirmesi ile korkum da gün geçtikçe artıyordu.
Bundan iki hafta önce çalıştığım firmanın önüne gelmiş, iş çıkışında yolumu kesmişti. O zaman anlamıştım takıntısının hastalık derecesine ulaştığını. Onu kendimden uzaklaştırmak için itmiş, tokat atmıştım. Avaz avaz bağırmıştım onu istemediğimi. Yedirememişti bunu kendine ve tehdit ede ede gitmişti. 'İstesen de istemesen de benimle evleneceksin. Muhtaç olacaksın bana' demişti. Zihnindeki binlerce tilkinin kuyrukları birbirine değmeden kendince yaptığı dahiyane plan benim hayatıma mal olmuştu. Ablasının da babamı doldurmasıyla babam beni gözümün içine baka baka erkeklerin altına yatan bir fahişe olmakla suçlamıştı. Babamdan yediğim tokat sözleri kadar yakmamıştı canımı.
Oysa ne günahım vardı ki benim? Bu yaşıma kadar bir erkek elimi bile tutmamıştı. Böyle şeylere ne ayıracak zamanım olmuştu ne de kalbim biri için deli divane atmıştı. Çalışıp durmuştum sürekli. O kadının zehirli dili bana değmesin diye çalışmıştım. Babam ise bana inanmak yerine o kadının söylediklerine inanmıştı. Yalvarmalarım, haykırışlarım etki etmemişti. Zehirli dillerin, kirlenmiş düşüncelerin pençesinden kurtulamamıştım. Güya kirlenen namusumuzu temizlemek için evlenmem gerekiyordu. Anlamıştım dertlerini. Önce evlilik fikrini koyacaklardı ortaya sonra da Vedat'ı sunacaklardı çare olarak. Bu yüzden demişti muhtaç olacaksın bana diye.
Günler peşi sıra kovalarken kilitli odamda yalnızlığımla baş başa tıkılıp kalmıştım. Ne yemek yiyor ne konuşuyordum. Kurtuluşumun çanları ise bu gün çalmıştı. Babam ilk kez karısını bu işe karıştırmamış ve durumu Hediye teyzeye anlatmıştı. Hediye teyzem.. Benim pamuk kalpli tonton güzelim. Annemin en yakın arkadaşı olan Hediye teyze yıllardır en büyük destekçim, sırdaşım olmuştu benim. Kocası Hasan amca ile birlikte ziyarete gelirlerdi beni. İkisi de çok iyi insanlardı ama Allah onlara bir evlat nasip etmemişti. Kader demişti bir keresinde Hediye teyze bana. Kader... Sen de bizim kızımızsın. Evlat olmaz mısın bize demişti. Olurdum tabi. Az iyiliklerini görmemiştim. Babamdan çok onlar okutmuştu beni. Ayaklarım üzerinde durmamı sağlamışlardı. Babamın Hediye teyzeye durumu anlatmasıyla koşup gelmişti yanıma. Derdimle dertlenmiş ben ağlarken benimle birlikte ağlamıştı.
"Hediye teyze yalvarırım bir şey yap. Gözünü seveyim. Benim suçum yok. Yemin ederim yanlış bir şey yapmadım. Her şeyi o Vedat ile ablası Nermin planladı. Yemin ederim Hediye teyze."
"Bilmez miyim ben seni kuzum. Ağlama hadi yavrum. Ama baban dinlemiyor evlenecek diyor. Hasan amcan kaç kere konuştu ama ikna edemedik."
"Bir yolu olmalı Hediye teyze. Tuzağa düşürüyorlar beni. Ölümüm olacaklar."
"Dur hele sen bir çare düşünelim. Aslında bir yolu var ama. Ben bir konuşayım da."
Gözlerindeki yaşı silip telefonunu aldı. Bir numarayı çevirip kulağına götürdü telefonu. Ne yaptığına anlam veremiyordum.
"Alo Aysel. Nasılsın kardeşim? İyiyiz biz de şükür. Bir durum var aslında. Ne soracağım sana sen hala Aslan'ı evlendirmek istiyor musun?"
Duyduklarımla şoka uğramıştım. Kocaman açılmış gözlerimle Hediye teyzeye baktığımda susmamı işaret edip olan biteni anlattı karşısındaki kadına. Konuşması bittiğinde yine geldi oturdu yanıma. Şaşkınca bakıyordum ona. Ben evlenmekten kaçarken o ne yapıyordu?
"Ne yaptın sen Hediye teyze? Ben evlenmekten kaçıyorum sen beni evlendirmeye çalışıyorsun."
"İyi yaptım kuzum. Bakma öyle bana Vedat itiyle evleneceğine Aslan oğlumla evlen. Baban kesin konuştu evlenecek başka yolu yok diyor. Çok iyi adamdır Aslan. Kefilim ben. Ailesi de çok iyi insanlardır. Baban koymuş kafasına evlendirecek seni. En azından seni üzmeyecek, zarar vermeyecek, iyi bir adamla evlen. Vedat'la değil."
"Olmaz Hediye teyze. Bir kere leke sürdüler bana nasıl temizlerim? Ya o insanlar ne düşünür hakkımda? Başka bir yol bulalım. Ben evlenmek istemiyorum ki."
"Keşke olsa başka yolu kuzum. Babanın inadını bilmez misin? Senin yanında anlattım durumu. Aysel koca yürekli bir kadındır kızım. Sen kefilsen her türlü tamam dedi. Başka yolu olsa yapmaz mıyım? O nermin cadısı babanı doldurdukça dolduruyor. Dinletemiyoruz babana hiçbir şey. Sen de deme leke filan diye senin hiçbir günahın yok. Sen beni dinle kızım."
Çaresizdim. Yapacak bir şeyim yoktu. Hediye teyze ne diyorsa yapacaktım. Vedat ile evlenmektense tanımadığım bilmediğim ama iyi olan, bana sahip çıkacak bir adam ile evlenirdim.
"Sen ne diyorsan kabul Hediye teyze. Madem başka bir çarem yok senin dediğin olsun. Ben yapamam, Vedat ölümüm olur. Katlanamam ona."
"Bak İnci'm eğer tamam dersen bu işe kabullenmen gereken biri daha var."
"Nasıl?"
"Aslan'ın on sekiz aylık bir oğlu var."
"Oğlu mu var? Ya karısı?"
"Aslan evli değil kızım. Bunu anlatmak bana düşmez. Ancak Aslan anlatabilir sana. Ama güzel mi güzel, tatlı bir oğlu var."
Kısa bir süre düşündüm. Küçücük, bir buçuk yaşında bir bebek... Benim gibi öksüz bir yavrucak. Fazla da düşünmeye gerek yoktu aslında.
"Eğer onlar için sorun olmazsa ben kabullenirim bebeği Hediye teyze. Küçücük bebeğin bana ne gibi zararı olsun? Öyle biri değilim biliyorsun. Belki zorlanırım sorumluluklar ağır gelir ama öğrenirim. Her şeye razıyım ben teyze. Yeter ki kurtarsınlar beni."
"Ağlama artık sil göz yaşlarını. Hem ne güzel anne olur ya senden. Öğrenirsin sen de her şeyi. Ben de yardım ederim Aysel de. Sen yaralı öksüz bir kuş o yaralı öksüz bir kuş. Kol kanat olursunuz birbirinize. Anasızlık nedir bilirsin sen. O yavrucak da tatmaz anasızlığı."
Usulca salladım başımı. Madem kurtuluşumdu başımın üstünde taşırdım onları. Kahramanım olacaklardı. Benim ailem olacaklardı. Hem iyi insanlarmış. Ben de içimde kötülük barındırmazdım ki. Onlar bundan sonra benim hayatım olacaktı. Kurtuluşum olarak bakacaktım onlara. Hayatım olarak.
Hediye teyze babamla konuşmak için odadan çıktığında içimdeki sıkıntı biraz dinmişti. Yatağıma uzanıp tavanı izledim öylece. Düşündüm her şeyi. Anne olmak.. Yüreğim heyecandan kanatlandı bu düşünce ile. Küçücük bir meleğin dudaklarından dökülecek anne kelimesi. Sahi anne dedirtirler miydi? Yüreğimin yangını, kokusunu hatırlamadığım anne. Şimdi o küçücük yaralı yüreğe derman olabilir miydim ben? Ben daha bir bebeği kucağıma almamışken yapabilir miydim? Aslında neden yapamayayım ki. Öğrenirdim, yapardım onun için her şeyi. Ben ona o bana derman olurdu. Hayatım olurdu.
Aralanan kapı ile doğrulup Hediye teyzeye baktım. Yarın geleceklerini söyledikten sonra dolabımın başına geçip benim için kıyafet seçmeye başladı. Mezuniyetimde giydiğim elbiseyi çıkardığında itiraz etsem de dinlemedi beni. Birlikte seçmiştik o zaman elbiseyi. Çok kısa bir elbise değildi. Beyaz ve sade olması oldukça hoşuma gidiyordu. Hediye teyze uyumamı söyleyip evine gitti.
Sabah kalktığımda bir süre yatakta oturup durdum. Kilit sesini duymamla gözlerimi kapıya diktim. Gelen babamdı.
"Kalk kahvaltını yap. Akşama görücü gelecek. Nermin ile hazırlık yapın."
"Biliyor mu görücü geleceğini?"
"Yok daha değil. Kahvaltıda diyeceğim."
"Söyleme. Annemi şu kadarcık sevdiysen söyleme ona görücü geleceğini."
"Neden?"
"Söyleme sadece. Annem için."
"Tamam söylemeyeceğim. Sen de sıkıntı çıkarmayacak evleneceksin. Seni bu halinle alacak adam bulmuşuz şükret."
Dudaklarımı birbirine bastırıp derin bir nefes aldım. Nasıl bir baba kızına bunları yakıştırıyordu?
"Evleneceğim. Ama sen pişman olacaksın baba. Çok pişman olacaksın bana söylediklerin için de yaptıkların için de."
"İnci! Yeter kes sesini de geç kahvaltıya."
Hiçbir şey söylemeden geçtim mutfağa. Günler sonra doğru düzgün bir şeyler geçmişti boğazımdan. Babam sadece misafir geleceğini söylemişti karısına. Benim de ona yardım etmemi. Sonra gitmişti evden ve beni bu zalim kadının ellerine bırakmıştı yine. Umursamadım ama. Sonunda kurtulacaktım bu kadından. Bütün gün o yayılıp otururken ben evi temizlemiş üstüne de gelenlere ikramlık bir şeyler hazırlamıştım. Babaannem böyle öğretmişti bana. Gelen misafirin karnı doyurulur rahat ettirilirdi. Hediye teyze geldiğinde birlikte odama geçtik. Hazırlanmama yardım ettiğinde içeri geçtik birlikte. Nermin böyle giyindim diye bana tuhaf tuhaf bakıyordu.
Babam ve Hasan amcanın gelişinden yarım saat sonra çalan zil ile Nermin gelen kim diye sora sora gitti kapıya. Tabi ben ve Hediye teyze de peşinden. Kapıda gördüğü yabancı yüzlerle şaşkınca bakındı. Hediye teyze, Aysel hanım olduğunu öğrendiğim kadına sarılınca Nermin geri çekildi. Aysel hanım Hediye teyzeden ayrıldığında bana yaklaştı. Önümde durduğunda hemen elini öptüm. Yüzüne bakamıyordum bir türlü. Haksız yere üstüme sürülmüş bu lekeden utanıyordum. Aysel hanım yüzümü kaldırıp gülümseyerek baktı bana. Sonra da sarıldı. Peşinden Erdal beyin de elini öptüm. İçeri gelen orta yaşlarda olduğu belli olan adam kucağında beş yaşlarında bir kızla girdi. Elini uzatıp kendini tanıttı. Adil abi, eşi Maral abla ve küçük kızları Ece. Ece'yi severken duyduğum kargacık burgacık seslerle kapıya döndüm. Gözlerime takılan mavi boncuk gözlerle kalbim göğüs kafesimi zorladı. Karşımdaki ufaklıkla gözlerimiz kenetlenmişken duyduğum öksürük sesiyle gözlerimi bana gülen bebekten çektim.
Karşımda duran yapılı adam beni korkutmamış kucağındaki oğlunu sarışını gördükçe sığınacak bir liman olduğunu düşündürmüştü. Baba gibi babaydı bu adam belli. Benim babam niye böyle olmamıştı ki? Elini uzattığında karşılık verdim ve kendisini tanıtmasını bekledim. En son gözlerim yine küçük beyin mavi gözlerini bulmuştu.
"Oğlum Yiğit Efe."
Öyle sahiplenerek öyle gururlanarak söylemişti ki bunu, imrenmiştim istemsizce. Elimi ufaklığa uzattığımda bana doğru atılmasıyla koca adama baktım çekinerek. Kucağıma almak istiyordum. Aramızda bir bağ olacak mı merak ediyordum.
"Şey biraz kucağıma alabilir miyim?"
Gözlerini gözlerime sabitleyip tartarak baktı ve karar vermiş olmalı ki Yiğit Efe'yi bana uzattı. Korka korka tuttum bebeği. Aslan ben doğru tutana kadar Yiğit'i sırtından destekledi. Kollarıma yerleşen ufaklık ellerini yüzüme sürmeye başladığında içeri geçtik. Kucağımdaki minik bedenden yayılan sıcaklık ruhumu şenlendirmişti. Garip bir güç hissetmiştim kendimde. Kısa süre bebekle birlikte oturdum. Kucağımdan bırakmak istemiyordum.
Hediye teyzenin işaretiyle Yiğit Efe'yi karşı koltukta oturan babasının kollarına bıraktım ve mutfağa geçtim. Elimde tepsiyle gelip kahveleri dağıttım ve usulca yerime oturup başımı eğdim. Herkes Aslan'ın kahveyi içmesini bekliyordu. Aslan gergince kahveye bakıp uzandı ve bir yudum içti. Gözleri aniden bana dönünce kaçırdım gözlerimi. Tuz yerine bol şeker koyduğum için şaşırmış olmalıydı. Gerek yoktu ki tuza. Ha tuzlu olmuştu ha şekerli bir farkı yoktu ki bunun. Bir insan buna bağlı olarak belli etmezdi karakterini. Tekrar ona baktığımda kalan kahveyi de içip babasına baktı. Erdal bey beni istediğinde babam da direk verdim demişti. Benden, tek evladından bu kadar kolay vazgeçebilmişti. Yan yana geldiğimizde Erdal bey yüzüklerimizi takmıştı. Kurdele kesildiğinde Nermin babamı kenara çekmiş çemkirip duruyordu. Olanlar hoşuna gitmemişti belli ki. Kapı çalınca acelece gidip açtı. Yanında Vedat ile döndüğünde korkuyla Aslan'a doğru yaklaştım. Bu adamdan ölesiye korkuyordum. Benim bu hareketim müstakbel kocamın gözünden kaçmamıştı.
"Ne oluyor burda?"
"Gel Vedat. İnci'yi nişanladık."
"Ne diyorsun sen enişte ne nişanı? Yok nişan filan. Evlenemez İnci."
"Vedat oğlum saçmalama olanları bilmiyorsun sanki. Sen söylemedin mi, anlatmadın mı bana olanları? Şimdi ne demek evlenemez?"
"Yalandı. İnci'yi bana ver benimle evlendir diye yalan söyledim tamam mı? Benimle evlenecek İnci."
"Sen nasıl böyle bir şey yaparsın? Öldürürüm seni it herif."
Her şeyin açığa çıkmasına sevinmekle olanlardan korkmak arsında bocalamıştım. Ablası Vedat'ı babamın elinden aldığında Erdal bey de babamı tutuyordu. Aslan'ın arkasından çıkıp babamın yanına ilerledim. Şimdi kızıp bağırması bir işe yaramazdı ki. En başından bana inanması gerekirken onları dinlemiş beni hiçe saymıştı. Gururum ayaklar altına alınmıştı. İki haftadır yaşadığım korku yetmişti bana.
"Pişman olacaksın demiştim baba. Yalvardım sana günahım yok dedim. Bana inanman gerekirken onlara inandın sen. İstediğin olsun baba ben evleniyorum. Bir daha sizi görmek istemiyorum. Benim hayatımda artık sen ve senin ailene yer yok. Sen nasıl bu insanlar için beni yok saydıysan artık benim içinde sen yoksun."
***
Göz yaşlarım usulca akarken dönüp bakmadım babama. Bakamadım. Bunu kendime yapamadım. Daha fazla gururum, kadınlık onurum ayaklar altında çiğnenmeden uzaklaşmak istedim buradan. Yiğit Efe Vedat'ın çıkardığı patırtıdan rahatsız olmuş ağlarken Ece de Adil abinin arkasına saklanmıştı. Çocukları korkutmaya ne hakları vardı ki? Onlar adına ben utanıyordum bu insanlardan. Ece'ye elimi uzattığımda çekinerek baktı.
"Gel bakalım benim odamda neler varmış?"
Annesine baktığında Maral abla gelip elini tuttu ve benim peşime takıldı. Mahcupça bakışlarımı Aslan'a çevirdim. Kim bilir ne kadar kızmıştı. Üstelik ailesini huzursuz etmiştim kızmakta haklıydı. Sert ve soğuk bakışları Vedat'ın üzerindeydi. Şuan gerçekten korkutucu görünüyordu.
"Yiğit Efe'yi de alayım mı?"
Bakışları bana dönerken yumuşamıştı. Demek ki kızgınlığı bana değildi. Bu iyiye işaretti sanırım. Yiğit'i bana uzattığında hemen sardım kollarımla. Odama geçmeden önce babama seslendim. Daha fazla olay çıksın istemiyordum.
"Lütfen biz bu evden gidene kadar gönder bu adamı evden. Biz gittikten sonra istersen geri getirirsin eve. Tatsızlık istemiyorum. Bir kere olsun benim için bir şey yap. Yeterince rezil olduk. "
"İnci.."
Cevap vermeden odama geçtim. Konuşulacak bir şey kalmamıştı ki. Yiğit'i yatağa yatırıp yanına yastık koydum. Hemen yan dönüp kollarının üzerine yatmıştı. Onu düzelttiğimde geri eski haline geldi ve uyuklamaya başlamıştı. En azından sakinleşmişti. Ben de böyle rahat olduğunu düşünüp rahat bıraktım onu.
Dolabın üstündeki valizi indirirken Maral abla sorgusuz yardım etti bana. Ece çalışma masamda oyalanırken biz de bütün kıyafetleri toparladık. Özel eşyalarımı da aldığımda her şey bitmişti. Etrafa son kez göz gezdirip eksik var mı diye baktım. Son kez izledim yıllarımı geçirdiğim odanın duvarlarını. İyiliği kötülüğü tadan anılarımı. Bu kez sızlamadı yüreğim buradan ayrılacağım için. Odaya giren Hediye teyze ve Aysel hanım ile duvarlardan çektim gözlerimi.
"İnci'm?"
"Hediye teyze..."
Sıkıca sardım kollarımı ona. Tek sığınağım oydu benim.
"Bir süre sizde kalabilir miyim? Topladım eşyalarımı, artık burada kalamam. Misafir etsen birkaç gün beni."
"O nasıl söz kızım bizimle kalacaksın tabi. Bırakır mıyım seni hiç ben?"
"Yok Hediye. Biz gelinimizi de alıp gideceğiz İstanbul'a. Düğüne kadar bizim ile kalır sonra da kendi evlerine geçerler."
"Olur mu ki Ayselciğim kalsın bizde. Düğün zamanı getiririz İstanbul'a."
"Burada kalırsa rahat vermezler kıza. Bizimle gelecek o yüzden. Her şeyin hazırsa gidelim kızım."
Hiç itiraz etmeden kabullendim. Haklıydı Aysel hanım. Burada rahat bırakmazlardı beni. Belki onlarla gidersem izimi bulamazdı Vedat. Ya da korkardı Aslan'dan. Aysel hanım, Aslan'a seslendiğinde odaya gelmişti. O valizleri alırken bana Yiğit'i işaret ettiğinde dikkatlice uyuyan Yiğit'i kucağıma aldım. Battaniyesini iyice üzerine sardım ve Aslan'ı takip ettim. Babama bakmadan Hediye teyzelerle vedalaştım. Herkes arabalara geçtiğinde Aslan beni bekliyordu. Yanına gittiğimde arka koltuğu gösterdi. Aysel hanımın yanına oturduğumda kapıyı kapattı ve sürücü koltuğuna oturdu. Araba hareket edip uzaklaşırken gözlerim babamdan ayrılmadı. Kahramanım olması gerekmez miydi? Küçükken imrenirdim okuldaki kızlara. Onlar babalarından birer kahraman gibi bahsederken ben hiç bahsetmezdim babamdan. O benim hiç kahramanım olmamıştı. Her gün geçtiğim sokakları izledim bir bir. Artık tanımadığım yollara saptığımızda derin bir nefesi ciğerlerime hapsedip önüme döndüğümde gözlerim dikiz aynasından bana bakan Aslan ile kesişti. Utanarak eğdim başımı. Yolumuz uzundu ve ben bu insanların arasında ne yapacağımı bilmiyorum. Yabancılardı bana. Olanlardan utanıyordum benim suçum olmamasına rağmen.
Başımı koltuğa yaslayıp akıp giden yolu izledim bir süre. Akşam saatleri olmasıyla her yerde ışıklar yanıyordu. Bir bir kayıp giden ışıklar hayatımı gösteriyordu sanki bana. Ben de kayıp gidiyordum hayattan böyle. Yiğit'in mırıldanmalarıyla Aysel hanıma doğru döndüm. Yorulmuş olmalı ki uyuya kalmıştı. Kucağındaki Yiğit Efe'nin dudaklarını büzdüğünü görünce Aysel hanımı rahatsız etmeden kucağıma aldım. Aynadan yine Aslan ile göz göze gelmiştik.
"Çantada maması olması lazım. Acıkmış olmalı."
Onu onaylayarak çantanın içine baktım. Bulduğum biberonun kapağını açıp Yiğit'i koluma yatırdım. Biberonu ağzına yaklaştırır yaklaştırmaz gülücükler saçarak mamayı içmeye başladı. Güzelim gözleri tekrar süzülmeye başlamıştı. Ne kadar güzel bir bebekti. Tombul, bembeyaz yanakları tam ısırmalıktı ama kıyamazdım ki ona. Hiçbir masuma kıyamazdım ben. Aslan'ın bakışları sürekli bize kayıyordu. Kalan yol benim Yiğit'i izleyip düşüncelere dalmamla geçti. Nereye sürüklendiğimi bilmeden gidiyordum.
Yol sonunda bittiğinde gecenin üçü olmuştu bile. Önünde durduğumuz eve baktım. Daha doğrusu evlere. Aynı bahçe içinde üç koca ev. Ortada olan ev en ihtişamlısıydı. En eskisi de oydu belli. Aslan, Aysel hanımları da uyandırdığında hep birlikte indik arabadan. Aysel hanım sabaha az kaldığı için Adil abileri de göndermemişti. Kucağımda sımsıkı sardığım Yiğit ile peşlerine takıldım ben de. Maral abla yanlarda duran evleri gösterip birinin onlara ait olduğunu birinin de biz evlenince oturacağımız ev olduğunu söylemişti.
İçeri geçen herkes koltuklara yerleştiğinde Maral abla ile çocukları bir odaya yatırmıştık. İçeri geçtiğimizde kimsenin yüzüne bakamıyordum. Nasıl bakacaktım ki bu insanların yüzüne? Rezillik diz boyuydu. Usulca bir koltuğun kenarına oturup ellerime bakmaya başladım. Stresten parmaklarımı sıkıp duruyordum. Aysel hanım, Maral ablaya yiyecek bir şeyler hazırlayalım deyince kalktım ben de hemen. En azından bir işin ucundan tutsaydım iyi olacaktı. Evimize kadar gelip aç dönmüştü bu insanlar. Düşündüğüm her dakika bir ayıp daha buluyordum onlara karşı yapılan ve bu daha da utanmama sebep oluyordu.
"Şey yardım edeyim ben de."
Maral ablanın peşinden mutfağa geçtim. Maral abla domates salatık doğramamı söyleyince çekinerek dolabı açtım. Sebzelikten çıkardığım malzemeleri tezgaha koyup yıkadım. Hafif kahvaltı tarzı şeyler hazırlayacaktık. Aysel hanım da mutfağa geldiğinde utanarak başımı eğip bir özür mırıldandım.
"Aysel hanım ben özür dilerim. Benim yüzümden hem tadınız kaçtı hem de bir yemek bile yiyemediniz."
"Kuzum benim olur mu öyle şey? Senin ne suçun var? Hem artık hanım yok. Annenim ben senin."
Yutkunarak baktım ona. Bu ağırdı işte benim için. Zamana ihtiyacım vardı.
"Şey bana biraz zaman verseniz olur mu? Ben bu kelimeye yabancıyım. Kimseye anne demek nasip olmadı."
"İnci kızım benim. Sen gelinden çok kızımsın artık. Maral ne ise sen de o. Ne zaman istersen o zaman dersin."
"Teşekkür ederim."
Hep birlikte sofrayı hazırladığımızda erkekler de gelmişti mutfağa. Hepsi ceketlerini ve kravatlarını çıkarmıştı. Erdal bey baş köşeye oturduğunda herkes oturmuş Maral abla ile ben kalmıştık bir tek. Çayları doldurduğumuzda Maral abla da yerine oturmuştu. Tek boş kalan yere, Aslan'ın yanına oturdum ben de. Çekinerek tabağıma bir iki zeytin ve peynirden koydum. Herkes yemeğine odaklanmıştı. Domates, salatalığa hiç uzanmamıştım bile. Maral abla zeytinyağı ve nane koymuştu üzerine ama benim naneye alerjim vardı. Bunu söylemeye utanmıştım. Gelir gelmez insanlara isteklerimi bildirmek... Ne bileyim utanmıştım. Aslan domates tabağını alıp benim tabağıma koyacakken kolunu tuttum.
"Koyma."
"İki lokma yedin sadece bunlardan da ye."
"Yiyemem. Teşekkür ederim."
"Yiyemez misin? Neden?"
Kaşlarını çatarak sorduğu soruyla gözlerimi ona çevirdim tekrar. Yerimde kıpırdanıp açıklama yaptım.
"Naneye alerjim var. Yiyemem onlardan."
"Baştan söyleseydin keşke canım koymazdık. Hay Allah..."
"Sorun değil doydum ben Maral abla teşekkür ederim."
Aslan sıkıntıyla iç çekip elindekileri geri masaya bıraktı. Çayımı avuçlarımla sarıp bu yaz ayında buz tutmuş ellerimi ısıtmaya başladım. Gözlerimi sofradan ayırmıyor kimseyle göz teması kurmuyordum. Tanımadığım insanların arasında olmak hem çekinmeme neden oluyor hem de beni korkutuyordu. Yemek faslı bitince Maral ablaya yardım ettim ve topladık hemen sofrayı. Birkaç saatte olsa dinlenmemizi söyleyen Aysel hanım Maral abla ile beni çocukların yanına göndermişti. Yukarıdaki odaya çıktığımızda Ece çift kişilik yatağın ortasında uyurken Yiğit'te beşiğinde uyuyordu. Maral abla kızının yanına kıvrılırken beşiğin yanına geçip Yiğit'e bakmaya başladım. Ne kadar masum, ne kadar güzel bir bebekti.
Cam kenarındaki tekli berjere oturup camdan dışarıya bakmaya başladım. Gözlerim baksa da görmüyordu ki. Yalnızlığım içimi ince ince yakarken bir iki damla süzüldü gözlerimden. Bu koca ev, bu insanlar yabancıydı bana. Ne yapacağımı bilemiyordum. Yaşayabilecek miydim? İşim yoktu doğru düzgün param yoktu. Beni hayatta tutacak bir amacım bile yoktu. Neden yaşıyordum onu bile bilmiyordum. Ölümle ilgili düşünceler beni bu kadar sarmışken ve anneme kavuşmak için içimde doğan inanılmaz kuvvetli istekten duyduğum ağlama sesiyle sıyrıldım. Beşiğe yaklaştığımda beni görür görmez ağlaması yavaşlayıp gözlerime baktı. Elimi uzattığımda parmağıma tutunan küçük pamuk gibi el ile hem Yiğit Efe susmuş hem de ben amacımı, yaşama sebebimi bulmuştum. Ben bu küçük meleğin annesizliği tatmasına, öksüzlüğü tatmasına izin vermeyecektim. Ölüm şu dakikadan sonra düşünmeyeceğim bir şeydi. Yiğit için yaşayacaktım.
Dizlerimin üzerine çökmüş Yiğit'in beşiğinin yanında elim parmaklığın arasında oturuyordum. Camdan yansıyan ışıklar güneşin doğduğunu hatta saatin biraz daha ilerlediğini gösteriyordu. Yiğit bir daha uyanmamıştı ama odadaki kokuya bakılırsa altına yapmıştı. O yüzden uyanması yakındı. Uyandırmadan altını değiştirebilir miydim acaba? Denemeliydim. Usulca çektim parmaklarımı küçük elinden. Kenarda duran çantayı alıp içini karıştırdım ama ıslak mendil ve pudrayı bulsam da bez yoktu. Sıkıntıyla derin bir nefes aldım. Dolaplara bakmaktan başka çarem yoktu. Çekmeceli dolaba yaklaşıp sessizce gözlere bakmaya başladım. Bulamayınca büyük gardıroba bakmak için arkamı dönmüştüm ki kapıda dikilen Aslan ile göz göze gelince derin bir nefesi ciğerime hapsedip korkuyla baktım ona. Sonuçta tanımadığı bir insandım yanlış anlayabilirdi beni. Ayrıca izinsiz dolapları karıştırmam da doğru değildi. Bir iki adım geri gidip konuştum çabucak.
"Ben özür dilerim sadece Yiğit'in bezini arıyordum."
"Sorun yok sakin ol."
Aldığım nefesi geri bıraktım rahatlayarak. Kızmamıştı bana ve yanlış bir şey düşünmemişti.
"Bez kalmamıştı dün alınca arabaya koymuştum getirmeyi unutmuşum."
Sessiz adımlarla odaya girip bana yaklaştı. Bez paketini uzatarak sordu.
"Sen mi değiştirirsin yoksa ben değiştireyim mi?"
"Aslında değiştirebilirim diye düşündüm ama daha önce hiç yapmadım."
Başını saklayarak beşikteki Yiğit'e yaklaşıp uyandırmadan altındaki tulumu çıkardı. Beşiğe yaklaşıp nasıl yaptığını izlemeye başladım. Yiğit'e öyle şefkatli davranıyordu ki. İncitmekten korkar gibi. Üstünü geri giydirdiğinde telefonunu çıkarıp fotoğrafını çekmişti.
"Hiçbir anını unutmak istemiyorum. O yüzden fotoğraflarını çekiyorum sürekli. İstersen bir ara albümlere bakarsın."
"Çok isterim."
Gözlerimi yere indirip Aslan'a bakmaktan kaçındım. Duyduğumuz günaydın sesiyle hemen bir iki adım uzaklaştım Aslan'dan. Yeni bir yanlış anlaşılmaya veya suçlanmaya katlanamazdım. Maral abla uyanmıştı. Bize bakıp gülümsedikten sonra Aslan'a hitaben konuştu.
"Yengem İnci'nin eşyalarını getirsen de bir üstünü filan değiştirsin. Kız dünden beri böyle duruyor. "
"Tamam yenge getiriyorum şimdi."
Bana kısa bir bakış atıp odadan çıktığında Maral abla beni çekip yatağa oturtmuştu.
"Kuzum rahatla biraz. Bu kadar çekinmene gerek yok."
"Yok abla öyle değil de..."
"Dinle beni İnci'cim. Şuan sana yabancı insanlarız ama yakında sen de ailemizden olacaksın. Rahat olmaya çalış. Aslan da kötü değildir bakma soğuk durduğuna. Zor şeyler yaşadı o da. Ama sana zararı olmaz."
Başımı sallayarak onayladım Maral ablayı. Zaten kapı da tıklanmıştı. Aslan valizi bırakıp başka istediğimiz şey olup olmadığını sordu. İtiraz edince de çıktı odadan. Maral abla da peşinden gittiğinde banyoya geçip önce dün geceden kalma makyajımı yıkadım. Uyumadığım için akmamıştı ama şuan yüzüme çok ağır geliyordu. Buz gibi suyu yüzüme çarptım bir kaç kere. Yüzüm makyajdan arınınca aynadan kendimi izledim. Gözlerimin altı morarmıştı. Yüzümü kuruladıktan sonra saçlarımı tepemde topuz yaptım. Üzerime rahat bir şeyler giyindikten sonra çocukları uyandırmamak için sessizce çıktım banyodan da odadan da. Yavaş adımlarla aşağı indiğimde salonda kimseyi görememiştim. Mutfağa girdiğimde Maral ablayı ve Aysel hanımı gördüm. Sessizce kapıda durup beni görmelerini bekledim. Beni gören Aysel hanım olmuştu.
"Gel kızım dikilme öyle kapıda."
"Şey yardım edeyim mi?"
"Bitti her şey kuzum sadece tabaklardan al da gel hadi bahçeye."
Kalan üç tabağı da aldığımda peşlerinden bahçeye gittim. Erkekler masaya oturmuş derin bir sohbet içindelerdi. Yine kimse ile göz göze gelmeden elimdekileri masaya koydum. Herkes oturduğunda ben de oturdum boştaki sandalyeye. Konuşmalara odaklanmadan çayımı karıştırıyordum. Uzun süre dalmış olmalıyım ki koluma dokunulmasıyla sıçrayarak gözlerimi çevirdim dokunana. Vedat da böyle yaklaşmıştı hiç beklemediğim anda. O kadar çok düşüncelerime dalmıştım ki bir an unutmuştum güvende olduğumu. İstemsizce korkuyordum. Masadaki herkes endişeyle bana bakıyordu.
Aslan ise sert bakışlarını bana çevirmiş çenesi kaskatı bakıyordu. Neden böyle sert bakıyordu ki? Bu hali çok korkutucuydu.
"İnci benimle gelsene Yiğit'i alıp gelelim hava alsın. Ece de uyanmıştır ikisini bir getiremem."
Yutkunarak kalktım oturduğum yerden. Sorunun bu olmadığına adım kadar emindim ve korkmadan yapamıyordum. Peşi sıra eve girdim. Merdivenleri çıkarken yine sessizdik. Tam yanlış anladığımı sadece çocukları alacağımızı düşünürken üst kata çıkar çıkmaz kolumu tutup koridorun duvarına yasladı beni. Korkuyla ona baktığımda sertçe gözlerime baktı. Neden bunu yapıyordu bana? Neden korkutuyordu? Yoksa Aslan da onlar gibi miydi? O da bana zarar mı verecekti?
"Şiddet mi gördün?"
"Ne?"
Böyle bir soru beklemiyordum. Ben bana kızdığını sanarken o yaşadıklarıma kızıyor ve sorguluyordu. Bunu ona söylemek istemiyordum. O evde yeterince gururum ayaklar altına alınmıştı ve ben bu yaşımda kendimi savunamadığım için utaıyordum. Oysa savunmam gerekirdi kendimi korumam gerekirdi. Ya ben ne yapmıştım. Nutkum tutulmuş gibi durmuştum öylece. Babamdır deyip ses etmemiştim. O kadına bile ses çıkarmamıştım. Ben bu yüzden utanıyordum kendimden.
"Dövdüler mi seni? Sana kim dokunsa irkiliyorsun. Herkese korkuyla bakıyorsun."
"Yo-yok ondan değil."
"Ya neyden İnci doğruyu söyle."
"Şiddet filan yok. Be-ben sizleri tanımıyorum. Nasıl insanlarsınız onu bile bilmiyorum. Yanlış bir şey yaptıysam eğer ö-özür dilerim."
Başımı eğerek söylediklerimden sonra çenemden tutup yüzümü kaldırdı. Söyleyemezdim ki ona. Kimseye söyleyemezdim. Dedim ya utanıyordum kendimi koruyamadığım sesimi çıkarmadığım için. Şimdi Aslan'a bakarken de aynı duygular yüreğimi sarmıştı. Onlara bunları yaşatmaya hakkım yoktu ama yaşanmıştı işte. Elimden gelen tek şey özür dilemekti. Olanları geri alamazdım.
"Biz bir haftaya kadar evleniyoruz İnci farkında mısın? Uzatamayız bu durumu biliyorsun. Bu halde uzun süre bizim evde kalman uygun görülmez. Niye kabul ettin benimle evlenmeyi be kızım?"
"Ben biliyorum bunları. Ne size ne bana söz gelsin istemem. Be-ben gideyim. Hediye teyze var. Yardım eder bana. Aysel hanım bizle gelecek dedi diye geldim ben."
"Onu mu dedim ben İnci? Laf söz gelmeden düğünü yaparız zaten. Sadece uzatamayız bu durumu. Gitmek yok unut bunu. Sen niye kabul ettin evlenmeyi tanımadığın adamla?"
"Biliyorsun olanları."
"Tek bildiğim o adam sana iftira attı ve baban da seni evlenmeye zorladı. Benim de kötü olacağımı düşünmedin mi?"
"Hediye teyze ben kefilim dedi. Hem sen babasın. Küçücük bebeğin var. Zarar vermezsin diye düşündüm. Hem Yiğit Efe de karar vermemde etkili oldu."
"Yiğit ile ne alakası var?"
"Öksüzlük nedir bilirim. Hiç görmedim annemi. Yiğit de aynılarını yaşamasın. Başında üvey anneyle yaşanmıyor. "
"Sen de üvey anne olacaksın."
Beynimden vurulmuşçasına kaldırdım başımı. Böyle bir şey beklemiyordum ve kırılmıştım açıkcası. Ama hak vermeden de edemedim. Ben nasıl onları tanımıyorsam onlarda beni tanımıyorlardı ve onların da çekinceleri vardı. Ama ben değildim Nermin gibi. Kimse aynı değildi. Herkesin anneliği farklıydı. Herkes kötü olacak değildi ya. Hayatta her şeye rağmen iyi insanlar da vardı.
"Yapmam. Eğer kabul edersen gerçek annesi olurum. Ben doğurmuşum gibi. Kanımdan canımdan gibi. Ama üvey annelik yapmam. Küçücük, savunmasız bir bebeğin ne suçu olabilir ki hayatın tüm yükümlülükleri üzerine kalsın. Onun ne suçu var ki ben ondan çıkarayım bir şeylerin acısını. Tamam belki herkes aynı değil ama ben kötüsünü görmüşken bana emanet edilen küçük bir cana aynı kötülükleri yapmam."
Gözlerinde farklı bir parıltı ile bana baktığında gözlerimdeki kızgın ateş şaşırmışlıkla söndü resmen. Bu adamın gözleri nasıl da güzeldi. Dikkat çekiyordu hemen. Düşündüklerimden utanarak eğdim başımı, kaçırdım gözlerimi. Müstakbel kocam yakışıklı adamdı doğrusu ama sürekli ona böyle bakmam da doğru değildi.
"Eğer sen de bana bunu söylüyorsan geri dönüşü yok İnci. Madem gerçek annesi olurum diyorsun Yiğit seni öyle bilecek. Sen doğurmuşsun gibi. Yiğit'i doğuran kadın dönmez zaten. Dönse de Yiğit'i istemeyecektir. Oğlum bu acıyı yaşasın istemiyorum. Annesizliği tatsın istemiyorum. Kabul mü?"
"Kabul."
"Güzel hadi çocukları alıp inelim ve sen de artık kimseden çekinme ve korkma. Sana bizden zarar gelmez. Bundan sonra sen de bizim ailemizin bir parçasısın. Yiğit'in annesi benim de karım olarak."
Tekrar başımı sallayınca odaya geçtik. Ece uyanmış beşikteki Yiğit'in başında oturmuş onunla konuşuyordu. Küçük paşa da dinliyordu ablasını. Gülerek baktım bu hallerine. Aslan Ece'yi kucağına alıp öptü, oynamaya başladı onunla. Beşikteki Yiğit ise beni görünce kollarını hızlı hızlı hareket ettirip onu almamı istediğini belirtince aldım kollarıma. Cennet gibiydi kokusu. Derin derin soludum bu kokuyu. Aslan kucağında Ece ile bizi izliyordu. Hep birlikte aşağı indiğimizde ben Yiğit ile birlikte mutfağa geçerken Aslan bahçeye gitmişti. Yiğit'i tek kolumda tutarken buz dolabından mamayı aldım. Aldım almasına da nasıl yapılıyordu ki bu? Evirip çevirdiğim şişeye odaklanmış üzerindeki bit kadar yazıları okumaya çalışıyordum. Yiğit'te aksi gibi durmuyor elimdeki şişeyi çekiştiriyordu. Canını yakmak istemediğim için çekemiyordum da elinden.
"Oğlum bir dur zaten cahil çıktım iyice annem."
Gözlerimi Yiğit'e çevirdim ve gülen gözlerine baktım. Anne.. Ne güzel kelimeydi bu. Bir gün Yiğit'ten de duyar mıydım ki? Kendimi kandırıyordum belki de. Hemen annesi ilan ediyordum kandimi. Yine de hayali bile güzeldi.
"Annem... Kabul eder misin sen de beni anne olarak Yiğit Efe'm? Benim kahramanım da sen olur musun?"
Duyduğum anlamsız kelimelerle gülerek sarıldım ufacık bedenine.
"Bunu evet olarak sayıyorum."
"Bence de evet diyor."
"Hih!"
"Korkma benim."
"Boş bulundum sadece. Bu arada bu nasıl yapılıyor?"
Koca bir kahkaha sesi çınladı mutfakta ve ben yerimde sendeledim. Daha toparlanamadan Yiğit'in sesi de kahkahalarına karışınca yüreğimin gümbürdemesini hissettim. Aslan'ın güldüğünü pardon kahkaha attığını ilk kez görüyordum. Daha yeni tanıyordum onu bir gün olmuştu sadece ve kaşları hep çatık yüzü hep sertti. Açıkçası fazla can yakan bir gülüşü vardı. Hep gülmeliydi bence. Neden böyle hissettiğime anlam veremiyordum ama daha ilk günden değiştiğimi hissediyordum. Belki de kendimi aldatıyorum. Normal değil bu kadarı. Fazla geldi belki de bu değişim. Ailem değişti, ruhum, duygularım, hislerim değişti. Hayatım değişti. Yeni bir ben vardı artık.
***