Bölüm 2

2322 Words
Tek başına hayat mücadelesiyle savaşmak bazen, öyle çok zor oluyordu ki bıçak kemiğe dayandı dediğim çok zamanlar olmuştu. O zorlu günlerden geçebilmemi getirebilirdim. Görünmez bir kalkanla korunduğuma hep inanmışımdır. O kalkan ki anne ve babamın dualarının karşılığından başka bir şey değildi benim hikâyemde. On dört yaşındaydım ilk köyden ayrıldığımda. Nevşehir ilinin Hacıbektaş ilçesinde bulunan, yatılı Kız Meslek lisesini kazanmıştım. Köyde yaşadığımız için, yol sıkıntısından ötürü benim gibi liseyi okumak isteyenlerin çoğu merkezde ailesinden birilerinin yanında kalıyordu ya da yurtlar varsa öyle okuyordu. Erkekler için daha kolaydı. Köye geliş gidiş sağlıyabiliyorlardı. Kimi zaman yaz kış köye doğru giden arabaları durdurarak ya da köyden arabası olan birilerini ayarlayıp servis gibi kullanarak ki bu her zaman mümkün olmuyor, o şekilde okuyabiliyorlardı. Çok kişi değildik. Benim dönemimde liseye başlayan bizim köyden sadece on kişi vardı. Yedisi erkek üçü kız. Erkekler bir şekilde ayarlamıştı gelip gitmeyi. Hepsi bağlı olduğumuz il merkezinde başlamıştı liseye ki kontenjan gibi bir sıkıntıda vardı o zamanlar. Kızlardan biri ağabeyinde diğeri de ablasında kalıyordu. Benim kimsem olmadığı için öncelik yurt problemiydi ki öğretmenlerimin ön görüşü üzerene bahsettiğim okulu seçmek zorunda kalmıştım. Okul müdürümüz liseye gitmek isteyen öğrencilerin velilerine yol göstermek adına hepimizi ve ailemizi okulda toplamıştı. Herkes babasıyla katılmıştı. Benim de babam gelmişti. Başarım dan ötürü sevinçli ve heyecanlı geçmiştik en arka sıraya. Müdürümüz tebrik ediyordu bizleri. Ailemize eğitimin ne denli önemli olduğunu anlatıyordu. Aman okutun bu çocukları diye öğütlerde bulunuyordu. Yeri gelince kulaklarını çekin yeri geldiğinde zorla sırtlarından ittirin ama okutun diyordu üstüne basa basa. İmkanlar hocam. Biz yine de elimizden geleni yapacağız diyenleri öyle çoktu ki bana çok komik geliyordu onlar konuşunca. Hepsinin tarlası vardı. Ahırlarında hayvanları, ambarların da buğdayları. Bize göre oldukça iyi durumda olmalarına rağmen söylenmeleri haliyle çocuk aklımla tuhafıma gidiyordu. Senin de durumun yoksa, biz ne yapalım be emmi dememek için kendimi zor tutuyordum. Bilhassa babama seslenmişti müdürümüz. Aman Hamdi!. Aman ha! Özellikle sen! Sakın hiç etme bizim göz bebeğimiz değerli öğrencimizin emeklerini. Çok zeki çok başarılı. Hep destek ver. Hatta kendi köyünüzün çocuğu sizler de bu kızımıza destek olun. Biz öğretmenleri olarak elbette ona desteği sağlayacağız. Onun için burs ayarlamaya uğraşacağım. Gerekli herşeyle ilgileneceğim ama önce aile desteği. O yüzden sana özellikle söylüyorum, babası olarak sonuna kadar destek ver kızına " Bu güzel sözler için normal de orada olanların desteklemesi lazımdı değil mi. İyi bir tebrik sözüyle. Bakınız madden bir karşılık beklediğimden değildi de babamı desteklemelerini çok isterdim.. Ama biz toplulukların şöyle lanet bir huyu vardı ki; kendimizden madden yahut manen ve ya bedenen aşağı olan insanlara karşı aklımızın üstün olduğunu her daim iddia ederek mutlaka akıl verme gereksinimi gösterirdik. Üstelik hiç üstümüze vazife olmayan ve aklımızın ermediği durumlarda. Bu durumlara Anadolu da daha sık karşılaşıyorduk sanki.. Orada bulunanlar tebrik yahut destekten ziyade şöyle söylemişlerdi. Aman hocam! Çalma şu garibin aklını sen de! Neyle okutsun. Bu devirde dışarıda çocuk okutmak kolay mı. Hele bir de kız çocuğu. Hamdi bizim köyden başka bir köye bile gitmemiş adam. Nasıl gidecek peşinden kızının Nasıl arkasını kollayacak. Biz onun yerinde olsak kızımızı iyi yetiştirir, sonra da helal biriyle evlendiririz. Böyle sözler söylemişlerdi. Babamın garipliğini yüzüne vurdukları yetmezmiş gibi bir de aklını kullanamadığını iddia ederek saçma sapan akıl vermişlerdi. " Sen Nurgül' ü o dediğin helal adamla evlendir Sansar amca. Benim babam beni okutacak, bunun içinde biliyorum ki elinden ne geliyorsa fazlasını yapacak " demiştim. Sanki öğretmenim soru sormuş gibi bir de söz hakkı almak adına parmağımı kaldırarak onca velinin içinde ayağa kalkarak, konuşmuştum. Sınıfta bulunan herkes gülmüştü ben konuşunca. Sebebi o adama adıyla değil lakabıyla laf soktuğum içindi. ve ben bunu bilerek yapmıştım. Şimdi ki aklım olsa yapmazdım. Çünkü bu şekilde onlara karşılık vermem, onların babama uyguladığı lâkap adı altında iğneleyici ve küçük düşürücü sözleri karşı çıktığım halde onlara iade ederek, savunduğum şeyin arkasında dudurmaktı. Mutlaka şimdilerde bilir kişi bir birey olan her çocuğun küçükken anılarından istese de silemediği kötü anıları olmuştur. Benim de en büyük travmalarımdan biriydi babamı aciz görmeleri. Her işi alnının akıyla yapmış olmasına rağmen, eksik yapmış gibi hissettirmeleri. Ailemi hep fakir görüp her gördüklerinde yüzümüze değişik şekillerde bunu vurgulamaları. Abartılı anlatımım şu cağda rastlaştığımız bir çok kişinin ağzında fakir edebiyatı olarak nitelendirilse de jenerasyon farkıyla irdelenmeye elbette müsaittir fakat inanın bana öyle anlar yaşıyorduk ki adına travmatik bir çocukluk geçirdim demem çok normal. En basiti bayramlarda yaşadığımız o anlardı mesala. Bizim de köyümüzdü o yaşadığımız köy. Biz de o toprakların insanıydık. Biz de onlar gibi o güne özel, ak pak halimizle hem evimizi hem kendimizi ışıl ışıl hazırlardık. Sonra da onların yaptığı gibi bayramlaşmaya ailecek çıkardık. Herkesin evine gidilirdi bizim adetlere göre. Öyle adam seçilmez, şunu tanımıyoruz bu yabancı denmeden her kapı mutlaka çalınırdı. Biz de çaldığımız her kapıdan içeri elbette, buyur edilirdik. Bayram günü. Kalp kırılmaz herkese kapılar sonuna kadar açılır ya. O hesap. Şayet girdiğimiz her evde ikinci aile üstümüze geldiği an onlara yer vermek adına ev sahibinden önce hep biz ayağa kalkardık. Biz de kalkalım artık derdik. Kimse de az daha otursaydınız demezdi. Ayağınıza sağlık denirdi. Biz kapıdan çıkmadan yeni gelenlerin yanına girilirdi ki hoş beş sohbetlerini ayakkabılarımızı giyerken duyardık. Sonra bunu alışkanlık haline getirdik. O merak ettiğim arkadaşlarımın evine bayramlaşmak adına gittiğimizde hızlı hızlı kapı ağzında iyi bayramlar dedik ve şekerlerimizi alıp, çıkıp gittik. Size gelenler olur muydu derseniz. Elbette. Beklerdim pencere ağzında. Önümde dokunmaya kıyamadığım üstüne eklemeler yaptığım şekerliğimizin başında. Sonra evimize yaklaşan adım sesleriyle duyardım onları. Şu Çolağın evine de girelim. Kimi kimseleri yok sevaptır,içeri girmeden,bayramlaşalım diyenler olurdu. Neden girmek istemezlerdi ki. Şekerimiz vardı. Evimiz temizdi. Kapı ağzına serdiğimiz örgü paspasları bile yanlışlıkla biri gelecek diye kıvırmazdık. Neden girilmezdi evimize? Anlamak için kapı ağzında gelenlerin gözlerinin içine bakar dururdum. Oysa Çolakta aynıydı topal da. Şişko da aynıydı zayıf da. Uzun da aynıydı kısa da o köyde. Herkes aynı toprağın üstünde tepinirken, altına gireceğini bile bile neyin kibiriydi bu. O çocukluğumun bayramlarının farkı şuymuş meğer. Mali mülkü benzer büyüklükte olanlar içeride ağırlanır, olmayanlar kapı ağzında. Sülalesi geniş olanların şekeri yenirmiş, gariplerin ki direk cebe atılır. Evi betondan olanların ikramı tadılır. Kerpiçten olanların suyu içilmez. Sebep. Yazık olmasıymış! Sahiden de çok yazık! Çok karşılaştırma yapardım çok düşünürdüm o yaşlarda. Insanlar büyürken nasıl büyüyor da böyle davranabiliyor, sebebi ne diye. Büyük etki yapmıştı onların bize karşı olan tavırları üzerimde. En büyük travmalarımdan biri olan bu bahsini ettiklerim yüzünden ben de eşit şartlara sahip olmadıklarıma hep aşağıdan yukarı bakmış çokça ön yargılı davranır olmuştum. Herkesi aynı kategoriye koymak benim gibi nesil yetiştirecek olan bir eğitimciye tezat görünse de neden se kendimle eşit olmayan herkes gözümde kibirli ve acımasızdı. Bu yaşadığım kimine göre sıradan olan yaşam satandartlarından ötürü büyürken çok hırs yapmıştım. Ailemi o sefaletten kurtarmak için kendimi derslerime vermiş, yaşadığım onca imkansızlığa rağmen başarmıştım. Şimdi Çolak Hamdi nin yemeden yedirdiği giymeden giydirdiği kızının karşılığını ödeme vaktiydi. O yüzdendir hep ayaklarımın üstünde durma çabam. Ondandır bir erkek edasıyla ki ben bu sözden hiç haz etmiyorum, bütün işleri tek başıma başarabilmem. Akıl sağlığı ve beden sağlığı yerinde her kişi her işin üstünden mutlaka gelebilecek kapasitededir. Ben yıllarca çaba gösterdim şimdi gösterdiğim çabanın ekmeğini yemek derdindeyim. Önceliğim ailemin düzenini kurmaktı. Onlara artık bu yaştan sonra sefa sürebilecekleri rahat edebilecekleri ev yaptırdıktan sonra ancak kendime düzen kuracaktım. Ben küçük yaşlarda itibaren yükü demir yüklü hayata hem sırt verdim hem de sırtardım. Kimsem yok demedim. Yol bilmem iz bilmem, benim babam şehir bilmez de peşime düşemez de demedim. Öğrendim sorguladım çabaladım. Tabiri caizse gözümü hep açtım. Sonra Garip Çolağın göz açık kızı oldum. Şimdilerde adım ne diye sorarsanız? Hamdi nin hem Öğretmen hem de bir bakan bir daha bakar dedikleri, öğretmen hanımım.. Işte böyle çetrefilli bir hayattan uzanan yolculuğum yeni taşındığım büyükşehirde yol almak için dakikaları sayıyordu.. ..... Niğde- İzmir arası yolculuğumuz artık son bulmuş bilmediğim şehrin toprağına besmele çekerek adım atmıştım. Elimde bir adres vardı. Muavin malzemelerimi iteklercesine önüme koyarken, tuhaf bakışlarına karşı " hayırdır genç sen de aynı yolun ben de aynı yolun yolcusuyuz. Neyin tribi bu demek istesem de " teşekkür etmekle yetindim. Çocuğun bir kasa soğan patetes kanına dokunmuş olmalıydı. Bagaja koy yerleştir, geri çıkar ver. Onların benim için ne ima ettiğini bilseydi anlar mıydı bilmiyorum. Kurtuldu yükünden. Ben de onun bakışlarından. Otobüsler yolcu indirip bindirirken ortam kalabalıktı. Elimde tuttuğum adresle malzemelerimin başından ayrılmadan, bana doğru gelen orta yaşlarda ki muhtemelen evli olan çifte seslenerek durdurdum. " bakar mısınız " diyerek. Zaten bakıyorlardı. Tam karşılarında yorgun biçare gözüküyordum. Kırmadılar beni sağolsunlar dibime kadar yaklaştılar. Kadın karşılık verdi. " Buyurun " diyerek. " Manavkuyu Osman gazi mahallesine nasıl gidebilirim " diye sordum. Önce bir birlerine baktılar. Sonra malzemelerime. " eğer dolmuş tercih ederseniz. Bornova yeni garaj yazana bineceksiniz. Ya da çay mahallesi yazana. Ikisi de yakın gideceğiniz yere" dediler. " pekâlâ kaç dakika sürüyor. " " Dolmuşla kırk, elli dakika kadar sürer. Ama yanlış almazsanız bu malzemelerle biraz zor alırlar. Taksiyle giderseniz yirmi beş dakika da oradasınız hem de rahat edersiniz " diye akılda verdiler. Gocunmadım ki. Neyine gocunacağım neyin hesabını yapacağım. Açık olmak gerekirken. " taksi oraya kadar kaça götürür. Ona göre düşüneyim. " dedim. Yine karşılıklı bir birine baktılar. Bu kez adam cevap verdi. " elli - yüz arası tutar. Tam emin değilim ama" dedi. Kendi kendime ben de emin olmak için " çok teşekkür ederim sağolun " diyerek gitmelerine izin verdim. Malzemelerim tam ortada sayılırdı. Yakınımdan geçen arabalar ve otobüslerin sesinden ötürü rahatsız olunca önce valizlerimi sonra çuval ve kasayı karşı kaldırımda müsait ve daha sakin bir yere taşıdım. Cebimden telefonumu çıkararak, babamı aradım ve ona sağ sağlim geldiğimi merak etmemeleri gerektiğini söyledim. O da bana hep söylediği sözleri dile getirirken son olarak Allah'a emanet ettiğini söylerek kapattı. Dedim ya onların kalkanı beni her zaman korudu diye. Telefonu kapatır kapatmaz yanımda gri bir araç durdu. Az önce adres sorduğum kişilerdi bunlar. Kadın olan camı açıp seslendi. " eğer yalnış anlamazsan gideceğin yere biz bırakalım seni " dedi. Gerek yok başımın çaresine bakarım desem de dinlemediler. Biz de zamanın da öğrenci olduk dediler. Öğretmenim dedim daha çok şaşırdılar. Adının Hakan olduğunu eşinden öğrendiğim adam; malzemelerimi bagaja yerleştirirken, karısı da bana arka koltukta yer açıyordu. Haliyle onlarda yoldan gelmişti ve aracın içi benim sayemde tıka basa olmuştu. Çekinmiştim bu durumdan. Büyük ihtimal taksiye binecektim zaten. Sanki bekliyormuş gibi bu teklifi anında kabul etmiştim ya huzursuzluğunu eşyalarım yerleştirilirken anladım. Asla rahatsız olmamam gerektiğini üstüne basa basa tekrar etmişlerdi de biraz rahatlamıştım.. En arkada iki büklüm, kolilerin arasında yer açılınca oturmuştum. Araç hareket etmeye başlamıştı ancak ismen tanışabilmiştik. Semra imiş iyiliksever arkadaşın adı.. Meğer aynı memleket den geliyor muşuz ki o beni otobüste de görmüş zaten. Eşi Izmir'li olduğu için buraya taşınmış ve iki yıllık da evlilermiş. Aşağı yukarı on dakika içinde yüzeysel bir şekilde tanıştıktan sonra hangi okulda görev yapacağımı ve branşımı da sormuştu.. " bir değişiklik olmazsa Osman Gazi Ilk Öğretim okulunda başlayacağım inşallah. Sınıf öğretmeni olarak " " o tarafları çok bilmiyoruz ama hakkında hayırlısı olsun inşallah. Ev felan tuttun mu peki " " henüz değil. Okula çok aşırı uzak olmadığı sürece uygun bir ev bulursam ilk işim o olacak. Biraz araştırdım gelmeden. Bakalım " " bu süreçler çok zor oluyor. Yine de bir kadın olarak ve yalnız yaşayacaksan uygunluğun dan çok bence, güvenliğini düşünmelisin. Beş fazla olsun ama huzurlu otur evinin içinde " demişti. Elbette öyle isterdim. Kim istemezdi ki. Keşke herşey öyle ha diyince ya da isteyince olabilseydi. Cebimde ki paramla bu dediklerini yapmam için en az bu büyük şehirde bir yılı devirmem lâzımdı. ...... Yeni tanıştığım Semra beş fazla olsun demişti ama ben sanki ona inat etmiş gibi, önünde durduğum kahvehanenin sahibine kendime tanıtmış, beş fazla değil üç eksik benim için en uygun evi nereden bulabilirim diye sormuştum. Adam sıcakkanlı karşılasa da niye emlakçı değil de bizden yardım alıyorsun der gibi önce içeride ki kalabalığa sonra da bana sorgularcasına bakmıştı. O sormadan vermiştim cevabımı. " sizlerin kulağı deliktir böyle mahalleler konusunda. Bilginiz mutlaka olur diye düşündüğüm için. Yeni atandım ben. Öğretmenim. Okulu yolda gelirken gördüm. Şimdi de ev bulmam lazım. " dedim. Okulun adını verdim. En az on beş dakika yürüme mesafesi olur zor olmasın kızım " Anladığını belirtti kafasını sallayarak. Biraz düşündü. Yere baktı içeri baktı sonra tekrar bana baktı.. " yalnız mı yaşayacaksın hoca hanım " diye sordu. Bunu art niyetli sormadığı nitekim belli oluyordu. " bir süre evet. Belki sonra ailemi de getirebilirim," dedim. " yalnış anlama da bizim bu taraflar pek sana göre değil. Bak benim de kızım var. O da gurbet ellerde. Sen o göreve başlayacağın okulun arkasına düşen sitelerden felan ev bak bence" dedi. " adın neydi ağabey " " Bayram" " Bayram abi sordum o evleri araştırdım. Evde ki her hesap çarşıya uymuyor malesef. Yok mu kapısı penceresi sağlam ev bu civarda. Sen bir düşün" diye söyleyince tekrar düşünmeye başladı. Telefona baktı sonra bir şey yapmadan cebine geri koydu. Çırağına seslendi. " şu hurdacılardan it Selçuk un anasının evi boş mu hala " dedi ağzından kaçırdığı kelimeye karşı pot kırınca yüzünü buruşturdu anında pişmanlığını belli etti. " evet ağabey. Dün konuştular hatta. Cemil ağabeye kiracı bul bana dedi. O da evinin önünde gencecik çocuk öldürüldü kim ne yapsın senin evi dedi de biraz tartıştılar. Bayram ağabey çırağın söyledikleri ile bana bakarken kaşıyla görüyorsun bak diye işaret etti. " kaça verirler evi ki " dedim sanki çırağı duymamış gibi.. " valla beş yüz istiyordu ablam. Kim verecekse o fiyatı " iki bin kadar fiyata sahip evlerden sonra ilaç gibi bir fiyattı benim için. " kapı penceresi nasıl. Eğer evi tutarsam kiradan kesip demir taktırır mı " " aslında ilk bu yüzden Selçuk un evi dedim. Bu mahallede en korunaklı ev onun. Hurdacılık yaparlar ya. Bütün evin kapısı penceresi parmaklıklı. Denk getirir böyle işleri de yaptırmış. Tek sıkıntı evin konumu. Bir yıl önce o evin önünde genç yaşta biri öldürüldü. Çocugun arkadaşları aşağı mahalleden. Şimdi en ufak bir şeyde bizimkilerle onlar arasında büyük çatışma çıkıyor. Mekanları ise bu dediğimiz evin karşısında bir ev var orası. Içinde Gölge diye kendine at koymuş şerefsizin biri yaşıyor. Aman duyulmasın kızım da bu itoğlu it geçen yıl girdi mahalleye ondan sonra buralar böyle oldu. Kimse görmez yüzünü ama herkes korkar. Yoksa biz bu semtte doğduk bu semtte büyüdük. Bilmezdik böyle işler. Cinayetler. Gel sana biz daha uygun bir yer bakalım "

Great novels start here

Download by scanning the QR code to get countless free stories and daily updated books

Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD