bc

GİTME! BAK BURADA NE VAR

book_age18+
355
FOLLOW
1.5K
READ
others
dark
drama
tragedy
comedy
sweet
humorous
lighthearted
serious
mystery
like
intro-logo
Blurb

(+18)Kenarları yırtılmış bir valizle bir de yüreğinde biriktirdiği servetle yollara düştü Öğretmen hanım. Bilmediği şehirde, cebindeki üç beş kuruşla kendine en ucuz hayatı kurmaya çalıştı. Kendine layık gördüğü yaşam, onlarca pahalı yüreğin inşası için gerekliydi.

chap-preview
Free preview
BÖLÜM 1
Derler ki; insan oğlunun kendini anlatabilmek için değer gördüğü hikayelerin bir çoğu ya yolculukta başlarmış ya da başka bir şehire taşındığında. Benim hikâyemde tam olarak böyle başladı. Anlatmak için sabırsızlandığım benim ben olabildiğini anlatan hikâyem, tek başıma yeni bir şehre doğru yola çıktığımda başladı. Küçücük, tabiri caizse avuçlarımıza sığacak büyüklükte, doğup büyüdüğüm Niğde nin Kemer hisar ilçesine bağlı Badak köyünden çıktım da, düştüm yollara. Yine köyümün büyüklüğüne benzettiğim kadardı, yanıma aldıklarım. Yatılı liseyi kazandığımın haberi ile hazırlıklara başlayan babam," kızım okul kazandı" diyerek kapısına gittiği, Postacı Ömer ağabeyden istediği yüz liranın, kırk lirasına aldığı, rengi solmuş siyah valizim elbette yine en yakın yoldaşımdı yanımda. O da bizim köydekilerin benzettiği gibi, erken yaşta kocayanlardandı benim gibi. Kenarları patlamış, rengi solmuş yine de ellerimde, birlikte hayata tutunmaya çalışıyorduk yıllarca. Henüz hikayemin en başından aklınıza kötü bir şey gelmesin. Herkes gibi biz de hayata tutunmak için karnımızı duyurmak uğruna sırtımıza yük yüklenenlerdendik. Çok şükür onun dışında başka bir dertle başka bir tasayla da henüz tanışmamıştık.  Şöyle söyleyeyim; elli hanelik küçük bir köyde doğup büyümüştüm ben. Küçüktü köyümüz. Hâlâ da çok büyümüş de değildir açıkçası. İl merkeziyle, bağlı olduğu ilçeye yakın olsun diye mi bilmem, çift yönlü asfalt, şehirleri bir birine bağlayan o gösterişli yolun kenarına yerleşmişlerdi bizimkiler. Bizimkiler derken işte köyün en eski adamları.. Hangi köydensin diye soranlara ki bu hep anlaşılırdı köylü olduğum- " Kolsuz geçidini çıktıktan sonra Niğde - Adana yolunu birbirine bağlayan o köprüye varmadan yolun kenarında gördüğünüz küçük köydenim derdim. Kime bu şekilde tarif ettiysem de mutlaka tahmin ettikleri yer doğrudur.. Çocukluğum; o yolun kenarında, yoldan geçip giden arabaların içinde ki çocukların hayatlarını düşünmekle, onlar gibi olabilme ihtimalimin olduğunu düşleyerek geçmişti. Onlar camlarını indirip de bu köy de neresiymiş, şu kerpiç evlerde kim yaşıyormuş derdine düştüler mi bilmem ama o yol kenarında elinde bir çubukla, keçi güden kızı mutlaka görenler olmuştur. Büyükçe bir taş vardı. Hala da vardır gerçi. Ben hep o taşın üstünde oturur, elimde tuttuğum söğüt dalıyla iki siyah keçimizi güderken onlara yoldan geçenleri tarif ederdim. Kesin şu arabada şöyle bir kız var. Kesin o bizi gören kızın evlerinde televizyon vardır. Aa bakın şu arabada ki kızın tıpkı Fatoş’un bebeğine benzeyen bir bebeği var diyerek anlatırdım. Üstümde kim bilir kimin verdiği bilinmeyen eski ama kullanılır kıyafetler olurdu. Çok çok eski zamanlar değil aslında bu bahsettiğim zamanlar. İki binli yılların başıydı. Altı yedi sekiz on yaşlarıma kadar hep aynı taşın üstünde aynı konumdaydım. Başkasının bize hayır olarak verdiği çiçekli pazen elbiselerimle, altına giydiğim bol kesim penye pantolonlarımla, ayaklarımda mavi naylondan delikli ayakkabılarımla o çocuk çoban kesin bendim ve sizler bizim oralara yolunuz düştüyse şayet mutlaka o yol kenarında beni görürmüşsünüzdür. Yaşadığımız köy daha önce de bahsettiğim üzere küçüktü. Günümüzde bile hâlâ kerpiçten evleri kullananlar vardı. Henüz yeni yeni betonlaşmaya başlamıştı evler. Düne kadar üzerine naylon çekilip saman ile toprağı harmanlayarak eve akmasını engellediğimiz damlar, şimdilerde renkli saclarla kaplı çatılara erişmişti.. Aslında bunun sebebi; belki sizlere komik gelecek ama imkânsızlıklardan değil de köyümüzde yaşayanların yüzde sekseninin ihtiyar kesim, olmasından kaynaklanıyordu. Eskisi gibi buna ben de dahil genç kesim artık yaşamıyordu köyde. Malûm sebeplerimizin ana maddesi eğitim bir diğeri de daha kaliteli ve konforlu yaşamayı seçmek uğruna! kendilerini şehrin kalabalığının akışına bırakanlardı. Ben eğitimi seçenlerdendim. İşte bu yüzden köyde kalanların neredeyse hepsi, eski toprak dediklerimizden olduğundan, öğrenmiş yahut öğretilmiş değerleri yüzünden evlerini ve yaşadıkları hayatı değiştirmemek için fazlasıyla direniyorlardı. İmkânları varken ilerlememek konusunda inat ederlerken, bahaneleri de "bu saatten sonra ne gereği var! bizler böyle gördük bundan sonra da böyle devam ederiz, sizler kendinizi kurtarın diyerek" geri çekiliyorlardı. Ellerinde olan gurbet elde ekmeğinin peşinde olan evlatlarına destek çıkarken olmayanlarda oldukları kadar geçinip gidiyorlardı. Ancak çoluk çocuğu şehirlerde iyi iş tutanlar varsa, onlar köye geldiklerinde doğduğu ocakları değiştirmeye başlamıştı da çıplak damların yerini son yıllarda renkli çatılar, almıştı. Gidenler dönmüyor, dönenler baba ocağını sadece yazın keyif sürmek için kullanıyor ve bizim bu köy yerinde hep aynı duruyordu.. Bizim aileden dışarı giden ilk kişi bendim. Bir gün dönecek miydim orası Allah'ın bileceği işti ki dönmek için elimden geleni yapacaktım. Çünkü ailemin benden başka kimsesi yoktu. Annem ve babam biz kendimizi bildik bileli hep fakir insanlardı. Çok yaşlı değillerdi ama yıllardır ne çatımız değişmişti ne de duvarlarımız. Kirece boyanmış kerpiç duvarları olan evimizin karşılıklı iki göz odası vardı. koridor dediğimiz ara holün duvarının birinde dört katlı tahta rafa mutfak eşyalarımız dizili, onun önünde küçük bir tezgah ve lavabo vardı. Annem eski perdelerden biriyle tezgahın altı gözükmesin diye kapatmış ağzı kapaklı bidonlara yiyeceklerimizi koyarak altına dizmişti. Buzdolabımızı bile ben on yaşındaydım köyden birilerinin bize verdiğinde. Çamaşır makinemizi üniversite okurken aynı zamanda çalıştığım paraları biriktirerek almıştım anneme. Televizyon derseniz Kahveci Abdullah ağabey; mekanı cennet olsun, ALLAH rahmetini üzerinden eksik etmesin o vermişti. Kahvedekiler büyük televizyon istediği için değiştirince babama al götür de çocuklar izlesin demişti. Çolak Hamdi derlerdi babama. Doğuştan sol kolu hafif kısa, eli içe bükük bir vaziyette ve parmakları eksikti babamın. Mesleği; o tek koluyla yapabileceği her türlü işti açıkçası. Adına Çolak Hamdi derlerdi ama köylünün de sağ koluydu babam. Fakat kıymeti bilinmeyenlerdendi. Bağlar mı budanacak tı? Çolağa üç beş kuruş verelim de yapsın olurdu. Hayvanları otlatmaya mı gidecekti? Çağıralım Çolağı, karşılığında beş kilo un verelim de gütsün olurdu. Akan damlara naylon mı çekilecekti? Aman başkasına söylesek bi ton para alır! Gelsin Çolak ile avradı üç beş kuruşa hallederler derlerdi. Sevinirdi ama babam. Ona iş çıktığı her gün eve neşeyle gelir, şükür etmesini de bilirdi. Karnımızı doyurmaya sebep iş çıkmış ya koşarak giderdi. Çoğu işi de annemle birlikte yaparlardı. Adı çolaktı namı garipti fakat taş gibi bedene sahiplerin yapamayacağı işlerinde üstesinden fazlasıyla gelirdi. Bunu dile getirmeyi her zaman hoş bulmasam da malesef acı bir gerçek vardı ki babamın yaptığı işler liralık hatta o zamanın para birimiyle milyonluk olsa da kolundan ötürü kuruş hesabıyla değeri verilirdi. Sanki defolu ürünmüş de ucuza alıp kullanırız derlerdi. Küçükken aklım ermezdi bu duruma. Tıpkı babam gibi sevinirdim ona iş çıkınca. Ta ki insanların ne çeşit türlerde olduğunu seçebildiğim zamanlara kadar. O verdikleri kuruşlar bizim için, yoksulluk zamanlarımız da milyonluk bir değerde olmuştu. Babam ve annemin alınlarından dökülen terlerin karşılığı bize hep bereketli gelmişti. Az dı ama çoğaltmasını bilmiştik. Üç kuruşun ikisini yediysek birini mutlaka babamın süt bidonundan yaptığı kumbaramıza atmıştık. Fitre verenler olurdu ramazanda. Annem bize bayramlık alır geriye kalanı o bidona atardı. Ve inanır mısınız. Bana ve kardeşim Hakkı ya alınan yeni kıyafetler sadece bayramdan bayrama olurdu.  O biriktirdiğimiz paralarla ben yedi yaşlarımdayken almıştık iki keçimizi. Biri dişi diğeri erkek. Gözümüz gibi bakardık onlara. Annem ve babam yevmiyeye gittikleri günlerde ben yedi yaşlarımda kocaman bir kadınmış gibi güderdim de hâlimi görenler şöyle derdi. " şu Çolağın kızı ne yaman bir şey olacak " diye.  Keçimiz aldığımız ilk yıl ikiz doğurmuştu. Öyle çok sevinmiştik ki o iki küçük keçiyi evimizin baş köşesinde günlerce beslemiştik. Sonra ki yıl yine ikiz doğurmuştu. Helal malın kazancı bereketli olur derdi annem. Babamın derme çatma yaptığı ahırımız artık kalabalık olmuştu. Annem geceleri komşu Huri teyzenin kızına dantel yetiştirince onun karşılığında da birkaç tavuk ve horoz almıştık. Böyle anlatınca ne komik karşılıklar değil mi? Ama öyleydi. O zamanlar abartısız bu şekilde yaşama tutunmaya çalışıyorduk ki ye kürküm ye misali babamın üzerine yapıştırılan etikette malesef bunu tetikliyordu. On yaşındaydım. On keçimiz vardı. Bahar aylarında sütünden yararlanmıştık. Sonra üçünü satıp ölmek üzere olan emektar bir eşek almıştık. Onu bile ölecek diye babama üç beş kuruşa satmışlardı. Ben karşısına geçip seni kandırıyorlar baba buna nasıl müsaade edersin diye çemkirirken karşısında " bilirim kızım" derdi. İçini çeke çeke." Bilmez miyim! Ama sen bilmiyorsun. Konuşanın hak arayanın, hakkını arayanın ekmeğini aslanın ağzına koymuşlar. Varsın böyle olsun. Sizleri hakkıyla büyütebileyim de varsın az aşım ağrımaz başım olsun yavrum " derdi.   Çocuk halimle içim ezilirdi babama. Şayet bugünlere başım dik göğsümü gere gere gelebildiysem hep o çocuk halimin hırslanmaları sayesindeydi. Annem sakinleştirirdi beni. İnancı yüksekti. Dilinden şükrü eksik etmezdi. Yetim olmasına rağmen kendini bu konuda çok güzel geliştirmişti ki onun sabrı şu yaşıma kadar tanıdığım kimse de yoktu. Belki de onun sabrının sadakatinin ve sevgisinin sayesinde ölecek dediğimiz eşeğin bile dizlerine can gelmiş, bizim hep hafif yüklerimizi neredeyse sekiz yıl kadar taşımıştı. Annem yetimdi. Babam engeli olduğundan yetim bırakılmıştı. İki garip insanın en büyük çocuğu ben en küçüğü benden beş yaş küçük erkek kardeşim Hakkı idi.. Annemin annesi onu doğururken ölmüş babası da iki yıl sonra genç yaşta çıktığı ceviz ağacından düşerek hayatını kaybetmişti. Babaannesi on yaşına kadar hem kör dedesine hem de ona bakmıştı. Sonra onlar da ölünce biraz halasında biraz da amcasının yanında kalmış erken yaşta da babama layık görülerek evlendirilmişti. Layık derken şöyle algılayın. Hani babamın engeli var ya sen de yetimsin diyerek. Kelimelerimle resimlerini sizlere çizebilsem de canlandırsanız keşke. İkisi de noksan hayatlarının içinde öyle değerli güzellikteler ki bunu anlatmam imkansız. Bilmem benim canlarım olduğundan sanki annem gibi güzel o köyde yoktu. Babam gibi yakışıklı kimseyi de asla görmemiştim. Annemin saçları sarıydı. Teni beyaz. Gözleri çim yeşili. Yüzünde çilleri vardı. Fakat o çiller, yıllarca güneşte çalıştığı için lekelere dönüşmüştü. Hatta onun bu özelliği yüzünden ölmüş annesine bile iftira atanlar olmuştu. Böyle sülalede bozkırın ortasında bu şekilde doğan çocuk nasıl olur diyenler olmuştu. Annem oldum olası çok zayıftı. Omuzları yukarı kalkık ve sırtı çok çalışmaktan hafif kamburlaşmıştı. Göz çukurları zayıflığından ötürü son zamanlarda yoğunlaşmıştı biraz. Başına hep boncuklu yazma örterdi de o kendi elleriyle ördüğü boncukları gözünün önüne kadar sarkıtır o çukurlar bir nebze kapanırdı. Bilirim ki başka bir hayatta gözlerini açsaydı annem, güzelliğiyle dillere destan olurdu. Hoş benim için hep öyleydi ya. Babam derseniz annemin tam tersiydi. Birine yoğurt diğerine pekmez derlerdi. Esmerdi babam. Simsiyah geriye taranmış gür saçları vardı. Teni kavruk, kaşları kalın gözleri karaydı. Beni saçlarımı, kaşımı, çenemde ki küçük gamzemi babamdan almıştım. Hafif sarıya çalan tenimi ve gözlerimin koyu yeşilini annemden. Farklı ve değişik bir karışımdı fiziki durumum.  Babamın da bedeni tıpkı annem gibi zayıftı. Onun da kirli gür sakallarının arasında saklanan yanakları içe çöküktü. Boyu da yine annem gibi uzundu. Ben küçükken anneme leylek    Babama da lekirdek diye dalga geçerlerdi boylarından ötürü. Ben de onlara, sizin çamışlar gibi olacaklarına varsın öyle olsunlar diye laf dalaşıyla karşılık verirdim. Çocuktuk masumduk ama bizi yetiştirenlerden ne öğreniyorsak biz de onları bir birimize satardık. Onlar beni hor görürdü ben ise annem ve babamın zamanında arayamadıkları hakları onların üstünde aramaya çırpınırdım. Yine de eve gelince annem dinginleştirirdi. Eğer benim ailemde onların ailesi gibi olsaydı şimdi böyle biri olmaz o çektiğim sancıların hırsıyla bambaşka biri olurdum. Annemin ve babamın ideolojisi hep şu yöndeydi. Ağzından çıkan her sözde seni görecekler. İkram ettiğin her yemekte ve uzattığın her gül de. Unutma kişinin elinde dilinde ağzında ne varsa karşısında ki onda ilk onları görür. Sen diken uzatana gül uzat. Zehir ikram edene şerbet ikram et. Kötü söz edene de iyi cümleler kur. Ben okul hayatım da hep başarılı bir çocuk olmuştum. Okumak için iyi bir meslek sahibi olabilmek için, ailemi yoksulluktan kurtarmak için öyle imkânsızlıklardan geçmiştim ki yer yer bunları da anlatacağım. Zorlu bir hayat mücadelesinden sonra bütün okullarımı birincilikle bitirmiş, onca imkansızlığa rağmen iyi bir üniversite puanı kazanabilmiştim. Hedefim doktor olmaktı fakat bir an önce okulu bitirip seçtiğim mesleğe başlamak adına öğretmenliği seçmek zorunda kalmıştım. Okulum biteli iki yıl olmuştu. Girdiğim sınavdan çok iyi bir not alınca ki bazen o da yetmiyor belki de Çolak Hamdi nin duaları sayesinde ikinci yılımda atanmıştım. İlk görev yerim İzmir di. Adını sanını çokça duyduğum yerini sadece harita ve televizyonlardan bildiğim memlekete doğru yola çıkarken, kendisiyle bizzat tanışmak için oldukça sabırsızlanıyordum.  ...... Elimde biri büyük biri küçük iki siyah valiz vardı. Büyük olanın kenarları patlamıştı. Anneciğimin muazzam el dikişi ile sağlamlaştırılmış olmasına rağmen, dikilmiş olan sert naylondan fışkıran saçaklar uzaktan bakınca bile belli oluyordu. Hoş solmuş rengini gören de çantanın eski olduğunu kolaylıkla söylerdi ya zaten. Hangi cağdan kalma bu valiz diye. Verirdim ki cevabımı gocunmadan. "Yatılı liseyi kazandığımda babam, şehire giden birine sipariş vermiş, o da sağ olsun ikinci el satan dükkandan bunu almıştı. Yıllardır ben nereye gidersem o da yanımdaydı. İçindekileri taşıdığı sürece de daha çok yanında olacak gibiydi. Mevzu bahis çantamın durumu değildi aslında. Otobüsten iner inmez muavinin dalga geçer gibi önüme fırlatırcasına bırakmasındaydı sıkıntı. Çantanın bile kürklüsü meşhurmuş her yerde dedirttiğinden. Neyse ki alışkındık bu durumlara da çabucak toparlanmıştık.   Biri lise yıllarımdan kalma çok eski ama büyük diğeri de üç yıl önce kitaplarımı taşımak için aldığım küçük çantamla, bir çuval, bir de biraz soğan ve patatesin olduğu plastik sandıkla nihayet yolculuğumuz sona ermişti ve inmiştik. Dereleri aşmıştık, tepeleri geçmiştik. Sarı dağları bitirdikçe yemyeşil dağlarla buluşmuştuk.. Cebimde tam tamına bin dokuz yüz seksen sekiz lira vardı. Ayağımda hem yaz hem kış giyebileceğim ayakkabılarım. Üzerimde dizleri nezelmiş, soluk siyah bir pantolon onun üstüne de anne eli değmiş kare delikler bırakarak ördüğü kırmızı kazağımı giymiştim. Mevsimlerden eylüldü. Bilseydim bu memleketin böylesi sıcak olacağını bu şekilde giyinmezdim.  Eylül ayında bile rüzgarı sert esen bozkırı arkamda bırakmıştım da düşmüştüm yollara. Bizim Boz kızı da. Yerden yüksek balkonumuza pisleyen tavukları ve bizi korusun diye avluya bağladığınız, kuru ekmek yemem diye direten itimizi de. Kızmayın canım it dedim diye. Onun ancak sizin buralarda namı köpek. Oysa bizim oralarda bildiğiniz it oğlu it. "Yemiyor zıkkım" derken bile vicdanı ağır basan, yaptığı yemeklerin illaki suyuna, sofrada geride bıraktığımız kırıntı ekmekleri doğrayarak, itin önüne koyan, sizde ki anneyi bizde ki anayı da bıraktık. Hatta sizin evin reisi baba, bizim evin direği bubayı da. Ellerinde bir sürahi su ile yollarken bizi uzaklara, gözü yaşlı geldik taa buralara. Durun canım söylenmeyin hemen. Biliyorum nasıl konuşmam gerektiğini. Nerede nasıl davranmayı da. Kimlerle nasıl konuşmam gerektiğini de. Öğrendik çok şükür. Fakat size, hem gördüğünüz beni, hem de bilmediğiniz beni anlatacağım ya. Karışacak gibi buralar. Yoksa herkes konuşabilir tabi. Kimi kelimeleri dilinde raks ettirir, kimi horon teptirir. Kimi caz söyler kimi rap. Elbette konuşur herkes.. "Sizinkiler den nasıl çıkar kelimeler ya "diye sorarsanız şayet.. Ahh!. Kimi uzun havada göbek attırır, kimi de oyun havasında ağıt yaktırır. Neyse birlikte öğreneceğiz mutlaka. Anlatıyoruz yavaş yavaş bir şekilde. Zor değil. İş ağızdan çıkan kelimelerin hangi şekilde çıktığı değil, bize ne anlattığında değil mi. Sahi biz kimiz ki. Oysa koskoca otogarda yalnızım ben. Yanımda getirdiğim soğanlara mı ad koydum acaba. Yoksa çantanın köşesine sıkıştırılmış iki âdet salça kavanozlarına mı. Kime dedim ki ben biz diye. Şöyle olmuş olmalı mutlak. Hani bizden bahsedeceğim dedim ya. İşte o biz, şu bizler oluyor. Anadolu'nun bağrından kopup gelmiş, bilmediği büyük şehirler de hayata tutunmaya çalışan kız çocukları. Yoksulluğun tadını bilenler. Dirsek çürüttüğü okul sıralarında bende bir gün büyüyeceğim de ilk maaşımla babama palto alacağım diyenler. O bizler öyle çok ki anlattıkça zaten diyeceksiniz ki '"ben de sizden im” Ama hep kızlar olacak. Yoksa nerede görülmüş erkeğin biz dediği öyle değil mi. Vallahi bizim oralarda pek yok da. Biz onları, hep ben dediklerinden bilmez miyiz. Bilen bilir canım siz de! Sanki yalan söylüyorum. Bilenler öyle iyi bilirler ki düşününce akıllarında " bir" o" kalır. Bakınız tekil şahıs olur kendileri.. Velhasıl kelam biz siz onlar derken, bir türlü tanışamadık. Merhabalar efendim. Benim adımı hikayemi anlattıkça siz koyacaksınız. Çünkü kolay kolay ismimi söylemeyeceğim anlatırken. İyi de nasıl sesleneceğiz ardınızdan derseniz bana oturduğum mahallede de kendi köyümde de "Öğretmen hanım" diye sesleniyorlar. Pekala özellikle başka biri daha hep böyle sesleniyor. Bakınız yine tekil kullandım. Öyleyse cinsiyetini belirtmiş miyim. Ona da benim yüzümden şöyle diyeceksiniz.. " Gölge "

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

KARANLIK | Texting

read
1K
bc

FİRUZE (KARADAĞLI SERİSİ I.)

read
11.4K
bc

ARİYA

read
9.5K
bc

Muhteşem Hayatım (!)

read
1.0K
bc

SOMUT- UYANIŞ

read
5.6K
bc

Mafyanın Esiri (+18)

read
31.9K
bc

Karanlığın Sesi Serisi

read
1.0K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook