İki bilet.

2002 Words
Mutluydum. Gülmekten karnıma ağrılar girerken, "Dur artık!" diye bağırdım. Karnımın üzerindeki elleri durdu ve can alıcı gülümsemesiyle bana baktı. Böyle baktığında gökyüzü mavisi gözleri kısılıyordu ve bu çok hoşuma gidiyordu. "Bu yaptığının bir bedeli olmalı." diyerek dudağının kenarını gösterince utançla gözlerimi kapattım. "Ama isteyerek olmamıştı. Gerçekten." diye mırıldandığımda sol eli yanağımı buldu, ardından sevmekten korkar gibi okşadı. Bunu seviyordum, bana gösterdiği şefkati ve sevgiyi. "Biliyorum." dedi. "Sadece gülmeni sevdiğimden." Ani iltifatıyla kal geldiğinde elleri yine rahat durmadı ve karnımı buldu. Kahkahalar ile gülerken çevremizdeki insanlar sesimden rahatsız olmuş gibi homurdanmaya başladılar ama kendimi durduramıyordum. Dün nevruz şenliğindeyken kendimi dansa fazla kaptırmıştım ve dirseğim Toprak'ın dudağının kenarına çarpmıştı. Sonra da sahile gelip, kumsalda uyumuştuk. Tabii bu soğukta büyük ihtimalle hasta olacaktık ama yine de bunu bildiğiniz halde bir şey yapmamıştık. Nefessiz kalırken elleri karnımı sonunda serbest bıraktı. Kendisi de yanıma uzandığında, akan göz yaşlarımı sildim. "Gel bakalım." diyerek beni göğsüne çekince gülümsedim. "Toprak..." "Efendim." dediğinde derin bir nefes alıp hafifçe doğruldum. Saçlarım göğsüne dökülürken merakla diyeceklerimi dinliyordu. "Hani sana bir dilekten bahsetmiştim ya," "Evet." diyerek doğruladı. "Eğer gerçekleşirse sana söyleyecektim." dedim. Meraklanarak yerinde kımıldadı. "Eee?" "Bu senin elinde." dedim şirince gülümseyip. "Nasıl yani?" Tekrardan gülümseyerek omuz silktim ve sol elimle yanağını okşadım. "Yanağın...yumuşacık." diye konuyu değiştirmeye çabalarken, Toprak kaşlarını çatarak beni itti. Nefes nefese kumun üstüne yığılırken bu sefer Toprak'ın üstüme eğilmesiyle homurdandım. "Rol çalıyorsun." Kaşlarını çatıp sinirlice(!) söylenmeye başladı. "Bak sen şu işe." deyip burnumu sıkarak sağa sola sallarken, "Yaa!" diye çemkirerek kurtulmaya çalıştım ama izin vermiyordu. "Şimdi bana o küçük dileğini söylemezsen seni bırakmam." dediğinde yüzünde beliren muzhip ifadesiyle bana bakıyordu. "O zaman dileğimin bir anlamı kalmaz." dedim. "Dilek dilemene gerek yok; benden istediğin her şeyi senin için yaparım." dedi. Sözleriyle ikimizin arasında bir sessizlik oluştu. Daha sonra gülümsedim. Aşk demek ki böyle bir şeydi. Çok önceden hayatımda olmasa da olur derken şuan ne kadar güzel bir duygu olduğunu görüyordum. Hissediyordum, tadıyordum. Aşk onun için her şey yapmak, ama en önemlisi en doğrusunu yapmaktı. Mutlu etmekti, hiçbir beklenti içine girmeden, karşılık vermesini beklemeden onu güldürmekti. Aslında Toprak'ın bana verdiği ve en sevdiğim özelliği buydu ya. Beni mutlu etmesiydi. Gözlerinin içine baktığımda kendimi görüyordum. "Sanırım öğrenmek için daha çok sıkmam gerek." deyip oyunbaz ifadesiyle burnumu daha çok sıkınca gerçek hayata döndüm ve çırpınmaya başladım. "Tamam tamam! Bırakırsan söylerim." dedim. Gülüp üstümden kalktığında bende ayağa kalktım. O üstündeki kumları silkelerken, "Ya da," dedim. "Söylemem!" Beni yakalamasına izin vermeden kahkaha atarak koşmaya başladım. Arkamdan bağırdığını duyuyordum ama durmadan koşuyordum. "Durursan sana uçurtma alırım." diye bağırdı küçük bir çocuğu kandırır gibi. Eh, tav olmadım değil. Ayağımın altındaki kumlar koşmamı zorlaştırıyordu, Toprak'ın beni saniyeler içinde yakalayacağını biliyordum. Bu yüzden uçurtma olayına kendimi alıştırdım. Deli misiniz? Tabii ki uçurtma için değil. "Bir uçurtma bir pamuk şeker diyelim biz ona!" diye bağırdım nefes nefese. "Tamam." diyen sesini işitince durdum ve durduğum gibi yere çöktüm. Fazlasıyla yorulmuştum. Üstüme gölge düşünce onun geldiğini anlayıp havaya baktım. Bir anda alnımda dudaklarını hissedince içim amansız bir huzurla doldu. "Seni yakalayacağımı biliyordun, ama güzel pazarlık." Kıkırdayarak gözümü kırpmaya çalıştım ama yapamadım. İki gözüm aynı anda kapandığında ofladım. Yine ben ve yine rezillik. Durduğum yerde bile rezil oluyordum ya bana helal olsundu. Toprak da gülerken omzuna vurdum. "Normalde yapıyordum aslında." diyerek kabul etmedim. "Anladım, h-hm." alaylı sesine yanaklarımı şişirdim. "Bak, şimdi nasıl yapacağım." dedikten sonra sol gözümü kırpmaya çalışırken yeniden olmadığında ellerimi yüzüme kapatıyordum gözümün üstünde dudaklarını hissettim. Yutkunamadım. Yemin ederim size...Öyle bir histi ki...Ne anlayabiliyordum ne de anlatabiliyordum. Sanki, bir annenin yeni doğmuş bebeğini kucağına alması kadar tarifsizdi hissettiklerim. Belki abartıyorsun diyecektiniz ancak emin olun değildi, abartmıyordum. Anneler bebeklerini kucaklarına aldıklarında sanki kalplerinde eksik kalan yerlerini tamamlanmış gibi hissederlerdi ya, benimde öyleydi işte. Uzun zamandır kalbimde bir şeyler eksikmişte, o gelince düzelmiş gibi. Dudakları bu sefer diğer gözümün üstüne gelip ufacık öpücük kondurdu. "Bir gün senin dileğini gerçekleştireceğim, Nehir. Ama bunu biliyor gibiyim." Gözlerimi yavaş yavaş açıp Toprak'a baktım. "Neymiş?" dedim büyülenmiş sesimle. Sanki çok önemli bir şey diyecekmiş gibi kulağıma kadar eğildi ve, "Sır." dedi fısıldayarak. "Bunu sadece ben bileceğim, eğer birgün gerçekleşirse sana söyleyeceğim." dediğinde dudaklarımı büzdüm. Benim ona yaptığımı o bana yapıyordu. "Tamam, hiç merak etmiyorum zaten." İnanmış gibi başını salladı. "İnandığını biliyorum zaten, güzelim." Güzelin miyim gerçekten? "Hadi, gel. Güzelce kahvaltı yapalım." Başımı sallayıp ayağa kalktım. "Eve gidelim olur mu? Bu sihirli ellerin yaptığı kahvaltıyı yemek herkesin hakkı." dedim. Saçmalamayın, tabii ki kendimi övmüyorum. Kolunu omzuma atıp kendine çekti. "Sanırım sadece Toprak'ın hakkı diyecektin." dediğinde kahkaha atıp büyük bir ciddiyetle başımı salladım. "Üzgünüm, unutmuşum." Sanki küçük bir çocuğu sever gibi yanaklarımı sıkıp öpücük kondurdu. Ardından eli elimi sımsıkı tuttuğunda iç çektim. İç çektiğimi gören Toprak sırıtmaya başladığında, "Ya!" diye elimi çekmeye çalıştım ama izin vermedi. Aksine daha sıkı tuttu, sanki hiç bırakmayacakmış gibi. Yol boyunca birbirimize sataşıp durduk ve kapımın önünde durunca içeriden sesler geldiğini duyup duraksadık. "Arkadaşların mı?" diye sordu Toprak. Başımı korkuyla iki yana salladım. "Hayır, evimi kimseye vermedim." İçeriden tabak çatal sesleri gelirken kapı bir anda açıldı ve gördüğüm kişiyle gözlerim hayretle açıldı. "Baba?" "Sen...Anne?" Karşımda bir de annemi gördüğümde gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Pekala, şuan babamın bakışları benim şaşırmamdan daha çok önemliydi; çünkü öyle bir bakıyordu sanki Toprak yanımda beni öldürmek için vardı. Doğru, bakışlarıyla zaten o işi yapıyordu. Bana her baktığında, güldüğünde kendimi cennette gibi hissediyordum. Ben bir anda melül melül gülümserken annemin koluma çimdik atmasıyla kendime geldim. Gülümsemeye çalışırken, "Babacım, bu Toprak. Çok yakın arkadaşım, kardeş gibiyiz." dedim. Yalan. Onu gördüm, ilk görüşte aşık oldum. Takip ettim. Dövmesinden yaptırdım...Dövme mi? Gözlerim bir anda şokla açılırken annemleri geride bırakarak odama koştum. "Kapıda durmasanıza! Kendi eviniz gibi takılın." diye bağırmayı da arkamdan ihmal etmedim. Odama girer girmez boynumdaki koca dövmeyi nasıl kapatsam diye düşünmeye başlarken en mantıklı şeyin kapatıcı olduğuna karar verip üstüne kapatıcıyı boşalttım. İşim biter bitmez salona geçtiğimde tam tahmin ettiğim bir manzara vardı. Babam ve annem, Toprak'ı sorguya çekmişler, kızımızdan uzak dur gibi bakıyorlardı. Hallerine güldüm. Ailenin tek çocuğu olunca seni kimseyle paylaşmıyorlardı. "Hoş geldin kızım." dedi babam kinayeyle. Anlamamış gibi sırıtıp babamın yanına oturdum. "Hoş buldum babacım, ne iyi ettiniz de geldiniz." Annem bana hiç bakma tenezzülünde bulunmadı. "Ee çocuğum sen hangi bölümü okuyorsun?" "Mimarlık." Annemin dudaklarından beğenmiş mırıltılar dökülürken babamın bakışları ona döndü ve burun kıvırdı. "Kardeş gibisiniz demek? Bize hiç bahsetmedin de merak ettim, nerede tanıştınız?" "Tramvayda tanıştık." dedi Toprak. Bunun üzerine babam, "Anladım..." dedi düşünceli ifadesiyle. Anneme durumu kurtar gibi bakarken bir anda konuyu değiştirip, "Hadi kahvaltı yapalım." deyince rahatladım. Masaya otururken babam hala ikna olmamış gibi bir bana bir Toprak'a bakıyordu. "Sen yurda mı yerleşsen ya." dedi ağzının ucuyla. Elimdeki çatal yere düşerken annem, "Abart abart." diye söyleniyordu. Toprak da yandan yandan bana bakıp ayağıma vurdu, 'ne' dedim ağzımı oynatarak. Babamı işaret edince oraya döndüm ama ikimiz çoktan annemin lazerinin altına girmiştik. İşte şimdi yandık. Benim helvamı mı yeseniz acaba? Kim yapar? "Canım kızım." dedi sevimli sevimli. Kanmayın bu sevimliliklere, "Hadi mutfağa gelde yardım et." El mecbur koyun gibi arkasından süzüldüm. Tabii gitmeden Toprak ile uzun uzun bakıştık, belki bir daha ona bakacak gözüm olmazdı falan mazallah. "Kız sen o çocukla sevgili misin?" "Yo ne alaka?" dedim saçımla oynarken. Bir anda elime vurup kızgın kızgın baktı. "Bak bir de saçıyla oynuyor zilli. Yoksa flört mü ediyorsunuz?" Yanaklarım pancar gibi kızarırken bu konuları neden annemle konuşmadığımı bir kez daha anlamıştım. Utançtan renkten renge giriyordum. "Sen flört ne nereden biliyorsun?" diye cırladım. "Çocukta dövmeli bir şey. Baban beğenmedi söyleyeyim, sen unut o çocuğu." Kaşlarımı çattım. Asla olamazdı öyle bir şey. "Saçmalamasana! Çok da sever bir kere!" diye çemkirince gülüp yanaklarına hafifçe vurdu. "Ah kınalı saf kuzum, niye bu kadar saf oldun ki sen..." diye mırıldanıp mutfaktan çıkarken bir dakika ne olduğunu çözmeye çalıştım. Tamam, çözdüm. Tamam, safım ama herkesin başına gelebilirdi böyle şeyler. Değil mi ama? Ne var annem ağzımdan laf aldıysa? Sevgili olduğumuzu öğrendiyse? Tam bende mutfaktan çıkıyordum ki bir anda annem bembeyaz suratıyla içeri girdi. "Noldu anne?!" dedim korkuyla. "Baban...Toprak..." Ellerimi yanaklarıma koydum. Daha doğru düzgün kavuşamadan ilk aşkımı kaybetmiştim. "Öldüreceğim seni!" İçeriden gelen babamın sesiyle çığlık atarak içeri girdim. "Dur baba yapma! Kıym-" bir anda susup önümdeki manzaraya gözlerimi kırpıştırdım. Babam ve Toprak koltukta oturmuş bir futbol maçının özetini izliyorlardı. Babam hala televizyona dik dik bakarken Toprak kolunu kanepeye uzatıp diğer eliyle saçlarını karıştırdı ve bana göz kırptı. Allahım bu ne güzel manzara. Gözleriyle telefonumu işaret edince telefonuma baktım. Mesaj atmıştı. Kayınbabayı kafaladım galiba? Kafalamaz olur musun adam! O da soru mu? Şuan ondan mutlusu yok gibi görünüyordu. Tam bu sırada istediğim her şeyi babama yaptırabilirdim, 'Ben evleneceğim.' desem ona bile 'tamam' derdi çünkü bu anlarda kendini kaybediyordu. Acaba denese miydim? Saçmalama Nehir! Adam kendine geldikten sonra Toprak'ı öldürsün mü istiyorsun? Kendine gel kızım. "Atsana lan şu topu!" Babamın bağırışı ile kendime gelip gözlerimi kırpıştırdım. Toprak da babama katılarak, "Doğru düzgün top oynayamayan adamları maça çıkarıyorlar." diye destekleyince babam başını sallayarak, "Aynen oğlum." dedi. Gülüp Toprak'ın yanına oturdum. "Sen çok fenasın." diye fısıldarken omuz silkti. "Bizde biliyoruz bir şeyler." deyince güldüm. "Bir an babamın seni öldürdüğünü düşünmüştüm." dedim kısık bir tonla. Toprak, babamı ve annemi kontrol ettikten sonra yüzüme doğru eğildi. "Hoşuma gitti..." duraksadı, ne diyeceğini dikkatle dinlerken devam etti. "Benim için endişelenmen." dediğinde gülümsedim. Elbette onun için endişelenecektim. Ne sanıyordu ki? Gözünün içine toz girse kendimi kötü hissederdim canı yandığı için; endişelenmeme şaşırıyor muydu? Babamın sesiyle bakışlarımı Toprak'tan çektim. "Kızım bize bir çay koyda ağzımız tatlansın." babama başımla onay vererek kalktım mutfağa gidip bardak çıkartırken bir anda belime dolanan kollar ile donakaldım. "Toprak ne yapıyorsun?!" diye dehşete düşerken arkamdan kısık gülüşünü duydum. "Seviyorum." deyip dudaklarını enseme bastırdı. "Bende seni seviyorum ama lütfen arkamdan çekilir misin? Annemler fark edecek." Ellerini çekmek bir yana belimi daha sıkı sarınca içime dolan mutluluk duygusuyla derince nefes aldım. Ensemdeki dudakları harekete geçip ufak ufak öpücükler bırakmaya başlayınca huylanarak başımı arkaya yatırdım. "Yapma..." diye mırıldandım. "Neyi?" dedi ne yaptığını bilmiyormuş gibi. Halbuki çok iyi biliyordu. "Bunu mu?" dedikten sonra yine öpücük kondurunca, "Toprak!" diye cırladım. Yakalancaktık! Sonrası ne olurdu acaba? "Nehir!" annemin sesi ile telaşla kollarından sıyrılmaya çalıştım. Kollarını çözüp sanki hiçbir şey yapmamış gibi bardakları indirmeye başladı. "Kızım ne yapı-- Toprak? Ne oldu tuvaletin yolunu mu kaybettin?" dedi kinayeyle. Hadi cevap ver dercesine bakınca, "Hayır Süheyla abla, gelirken Nehir yardım istedi de, ona yardım ediyordum." Ağzım beş karış dediklerini dinlerken tepsiyi alıp mutfaktan çıktı. Tabii çıkarken göz kırpmayı da unutmadı! Yapma şunu, ölüyorum diyorum anlasana. Annemin cimciği ile kendime gelince çemkirdim. "Ne yapıyorsun anne ya!" derken kaşlarını çattı. "Azıcık Toprak'ı örnek al. Çocuk burada bile sana yardım etmeye geliyor ama sen annene bile yardım etmiyorsun! Yazıklar olsun sana!" dediğinde gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Acaba az önce olanları görse ne olacaktı? * "Bir daha gel oğlum. Al bunları da evde yersin." deyip Toprak'ın eline kekleri tutuşturan anneme baygınlıkla bakıyordum. Resmen kadın bana göstermediği ilgiyi beş saatte Toprak'a göstermişti. Yüzüm kıskançlıkla buruşurken gözlerim usulca ona kaydı. Çok mutluydu. Annemim ona gösterdiği ilgiden tabii ki mutlu olacaktı ama onun bu kadar mutlu olasının asıl sebebi yıllar sonra anne sevgini hissedebilmesiydi. Dudaklarım kıvrıldı. "Görüşürüz Süheyla abla, size de efendim." deyip babamla el tokalaştılar. Kısa bir süre sonra annem ve babam içeri gidince beklemediğim bir anda belimden tutulmamla nefesim kesildi. "Ne yapıyorsun?! dedim telaşla. "Sana bir sürprizim var." dediğinde merakla baktım. "Neymiş o?" dediğimde omuz silkince kaşlarımı çatıp omzuna vurdum. "Ya demeyeceksen neden söylüyorsun! Bu Nehir meraktan çatlasın diye mi?" diye söylendiğimde tebessüm ederek içeriyi kontrol etti ve beni bir anda kapıya yasladı. Nefesim kesilirken, "Ne yapıyorsun?" dedim telaşla. "Çok aksiyonlu." dedi gülerek. Bende gülerken, yüzüme eğilip dudaklarıma bir buse kondurunca irkildim. Hipnoz olmuş gibi ona bakarken avuçlarıma bir şeyler bıraktı. "Görüşürüz." bu sefer ki durağı alnımı buldu ve oraya da çok sevdiğim öpücüklerini sıraladı. Güldüm. Eliyle alnıma düşen saçlarımı kulaklarımın arkasına tıkıştırarak mırıldandı. "Ne güzel güldün..." dediğinde boynuna sarıldım. Kollarımı sıkıca boynuna sararken avuçlarıma bıraktığı kağıtları baktım. İki bilet. Pinhani konseri. Pinhani konseri için iki bilet! Gözlerim şokla açılırken, "Sen..." dedim şaşkınlıkla, "Ben?" dedi geri çekilirken, "Seni seviyorum!" diyerek yüzünü öpücüklere boğunca kendini geri çekmeye çalıştı. "Baban içerdeyken bunlar uygun değil..." diye mırıldandığında omzuna bir tam bir vurdum. "Görüşürüz birtanem." deyip çıkınca el salladım ve kapıyı kapattım. Sırtımı kapıya yaslayıp derin derin nefes alırken gülmemi engelleyemiyordum. Pinhani konserine iki bilet...Toprak ve ben.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD