Keyifli Okumalar!!!
Aklıma gelen planı Tuğçe'ye anlattığımda arkadaşım heyecanla 'Bittin sen dövmelerini sevdiğim' diye cıyaklamıştı. Biraz daha konuşup gülerek telefonu kapattım. Telefonu tezgaha bıraktığımda arkamda duyduğum ses kalbimin korkuyla durmasına neden olmuştu.
"Seni duydum." dedi. Ona döndüm. Kaşlarım şaşkınlıkla kalkmıştı.
"Siz türkçe biliyor musunuz Bay İgnacio?" diye sordum. Yakışıklı yüzünde beliren gülümsemeyle az önce kalktığım koltuğa oturdu. Ne demişti az önce o? Seni duydum mu? Ellerim buz keserken karşısına geçtim.
"Karımın annesi türk. Ve ben sizin, biz italyanlarla benzer halk olduğunuzu düşünüyorum. O yüzden kaynanamdan bana türkçe öğretmesini istedim." Ardından sır veriyormuş gibi bana doğru eğildi. "Aramızda kalsın. Ben siz türklere hayranım." Dediğinde gülümsedim. Ben bile kendimize hayranken onun bize hayran olması normaldi.
"Beni bilerek işe aldınız" dedim. Kafasını aferin der gibi sallarken gülümsedi.
"Gözlerindekileri gördüm Mine. Sen de tıpkı Ricardo gibisin. Yaralı ve öfkeli." Dediğinde önümdeki masanın kenarını sıktım. Beni çözmesi hoşuma gitmemişti. İgnacio gülüp ellerini teslim olur gibi kaldırarak
"Sakin ol hayatım. Seni patronuna satmayacağım. Aksine sana işbirliği teklif ediyorum" dedi. Ona kuşkuyla baktım.
"Beni duyduğunuzu söylediniz. Tam olarak neyi duydunuz?" aklıma mutfağa ilk girdiğinde kurduğu cümle gelmişti. İgnacio fısıltıyla bana kendi planımı anlatırken tüylerim diken diken olmuştu.
"Plan harika hayatım fakat sana yardım lazım. Ricardo gün içinde senin olmak istediğin kişi tipiyle çok karşılaşıyor. Zamanla öylelerini dikkate almamaya başladı. Onun dikkatini çok farklı bir şekilde çekmelisin." dediğinde kaşlarımı çattım.
"Yani ben fake i********: hesabı açarak ona mesaj atarsam beni kale bile almayacak. Öyle mi?" diye sordum. İgnacio türkçe bildiğini söylüyordu ama onun tam türkçe bildiğini zannetmiyordum.
"Evet seni kale bile almayacak. Hatta direkt engelleyecek." dedi benim yaptığım şeyi anladığını göstererek. Evet sevgili kaynanası ona türkçeyi eksiksiz öğretmişti.
Alkışlar!
Verdiği cevapla modum düşerken masaya yavaşça vurarak dikkatimi çekti. Kafamı kaldırarak gözlerine baktığımda kahverengi gözleri sıcacıktı.
"Üzülme. Sana yardım edeceğim" dedi.
"Nasıl?" İgnacio cebinden çıkardığı üzerinde şahsi numarası yazan kartı bana uzattı.
"Profilin hazır olduğunda bana haber et. Sana ona göndereceğin mesajı atacağım"
Koltuktan kalkmış mutfak kapısına doğru yürürken sorduğum soruyla durmuştu.
"Bana neden yardım ediyorsunuz? Onun arkadaşı olduğunuzu zannediyordum." dediğimde bana parlak gülümsemesini sundu.
"Onun arkadaşı olduğum için sana yardım ediyorum zaten. Çünkü gerçek Ricardo gün geçtikçe geçmişinin karanlığında kayboluyor. Ve ben dostum için endişeleniyorum." gizemli cevabı dikkatimi çekse de hiçbir şey sormamıştım. O da zaten mutfaktan çıkmıştı.
Ve evet gerçek Ricardo diye bir gerçek vardı. On gün içinde şaşırdığım şey de bu olmuştu. Herkesin bildiği; uçarı hayat süren, her zaman keyifli, sanki her gece bir kadınla yatan Ricardo Torrino evdeki gerçek Ricardo'nun gizli bir maskesiydi. Bunu evine adım attığı an etrafına yaydığı yüksek gerilimi ve ifadesiz yüzünü ilk gördüğümde anlamıştım. İgnacio Bianchi Ricardo Torrino'nun kara kutusuydu. Onun hakkında kimsenin bilmediğini bilen tek kişiydi. Onun en yakın arkadaşı; hatta tek arkadaşıydı. Çünkü sevgili patronum pek insan canlısı biri değil.
Telefonuma düşen bildirim beni düşüncelerimden koparmıştı. Tezgahtan aldığım telefona baktığımda kaşlarım kalkmıştı. Tuğçe instagramdan bana Ricardo'nun canlı yayın bildirimini göndermişti. Sanki ben çok uzaktaymışım gibi. Burnunun ucunu görmüyorsun seni salak.
Hemen linke dokundum. Aynı evdeydik ama ben onu sosyal medyadan izliyordum. Ricardo'nun odasında, yumuşak bir ışık yayılıyordu. Üstü çıplaktı ve gülerek konuşuyordu. Işıl ışıl gülümsemesi ve etrafa saçtığı neşe aldatıcı sanrıdan başka bir şey değildi. Milyonlar bu Ricardo'ya aşık ve hayrandı. Benimse dikkatimi gerçek Ricardo çekiyordu. Onu gerçekten çıplak haliyle tanımak içinde sağladığı sırrı öğrenmek istiyordum. Gözlerinin derinliğinde gizlediği gerçek hisleri arıyordum. Canlı yayında kahkahalar atıyor, sorulara samimi cevaplar veriyor gibi görünse de, ben onun maskesinin ardındaki karanlık tarafı görebiliyordum. Kalabalığın sevgisini kazanmış, göz alıcı bir dış görünüşe sahip olan bu adamın, kimsenin bilmediği içsel savaşlarını merak ediyordum.
Canlı yayın salondaydı.
Daha fazla dayanamadım ve telefonu kapatarak salona doğru yürüdüm. Kapıda durduğumda onu sahiden canlı canlı izlemeye başladım. Bir süre gelen soruları cevapladıktan sonra gitarını aldı. Ellerinin arasına aldığı gitarı sanki sevdiği kadınmış gibi okşadığında karnım kasılmıştı. O güzel parmakları şanslı gitarın üzerinde öyle seksi dolanıyordu ki, söylediği şarkıya odaklanamıyordum bile. Şarkının ezgileri kulaklarıma dolduğunda dilimle kuruyan dudaklarımı ıslattım.
Günlerdir beni huzursuz eden duygunun ismi sancılı bir şekilde göğsümün ortasında belirirken dişlerimi sıktım.
Onu istiyordum.
Çıldırmış olmalıydım ama onu istiyordum. Bianca'yla ne yapıyorsa aynı şeyi benimle de yapsın istiyordum.
Lanet olsun!
O an Ricardo gözlerini açtı ve tam gözlerimin içine baktı. Bana yıllar gibi gelen süre sonra "f**k me (Düz beni)" dedi. Boğazımdan aşağı yuvarlanan yakıcı hissin acısıyla yutkundum.
Artık hangi şarkısını söylediğini biliyordum.
Drink me.
Saliselik bakışını gözlerimden çekerek gözlerini tekrar kapattı ve şarkısını söylemeye devam etti. Bense gözlerimi ondan alamıyordum. Çıplak teninde gözleri yormayan hatta garip bir şekilde ona yakışan dövmeleri, karışmış saçları ve sesi. Beni edepsiz düşüncelere sürükleyen hafif hırıltılı, bariton sesi.
Onu izlemeye dayanamadığım zaman kapıdan çekildim ve odama gittim. İçeri girerek sırtımı kapıya dayadığımda kafamı kapının yüzeğine vurmaya başladım. Ona ceza için çıkacağım yol artık bana farklı görünüyordu. Onu hem cezalandırmak hem de elde etmek istiyordum.
Telefonum ingilizce dersimin olduğunu bana hatırlatmak için biplerken her zamankinden daha heyecanlıydım.
******
Bir buçuk ay daha geçerken günlerim rutin halde devam ediyordu. Koronavirüs İtalya'da ve dünyada can almaya devam ediyordu. Akşam yemeğinden sonra oturmuş Türkiye haberlerini izlerken çalan telefonuma baktım. Ekrana çıkan isimle gülümsedim. Ekrana dokunarak görüntülü aramayı kabul ettim.
"Kuzum" dedi naif sesiyle. Gözlerim doldu. Onu özlemiştim.
"Annem" dedim titrek sesle. Dolduğumu hemen anlamıştı.
"Ağlama kuzum. Ağlarsan ben de ağlarım bak." Dediğinde kafamı iki yana salladım. Onun ağlamasına dayanamıyordum. Gözlerimi kuruladım.
"Nasılsın anne?" diye sordum.
"İyiyim güzel kızım. Cafer eniştenle uğraşıp duruyorum işte. Beni deli ediyor adam. Sen nasılsın?" yüksek tansiyon hastası eşini şikayet ederken o kadar tatlıydı ki, yanaklarını sıkmak için deli bir istek duydum. Halide anne aslında benim teyzemdi. Dokuz yaşımdayken gittiğimiz piknikden dönerken ailecek yaptığımız kazada annemle babam ölmüş benden üç yaş büyük abim Bilal ve ben ağır yaralanmıştık. Uzun zaman sonra iyileşmiştik. Teyzem velayetimizi alarak bizi yanına götürmüştü. Bize annemden bile güzel bakarak büyütmüştü. O ve eşi Cafer amca o kadar iyi insanlardı ki, ailemin yokluğunu hiç hissetmemiştim.
Ta ki o güne kadar.
O lanet günü zihnim bana zorla hatırlatmaya çalışsa da psikoloğum sayesinde öğrendiğim yöntemle anılarımı defetmiş teyzeme odaklanmıştım.
"İyiyim annem. Çalışıyorum işte."
"Çalışmaya ihtiyacın yok biliyorsun değil mi? Bizim olan her şey senin." Dedi teyzem. Eşi Cafer amca büyük bir şirket sahibiydi ve çok zengindi. Hiç çocukları olmadığı için tüm miraslarını bana vasiyet etmişlerdi. Hiç zahmet etmeden elde ettiğin paraya alışmak kadar kolay bir şey yoktu ve ben o paraya çoktan alışmıştım. Yaşadığım sarsıcı olaydan sonra psikolojik olarak çökmüş uzun yıllar kendime gelmeye çalışmıştım. İyileştikten sonra Cafer eniştem tarafından öyle şımartılmıştım ki, kendimi ülkenin prensesi sanıyordum. Oysa ben bir prenses değil kötü kalpli bir büyücü tarafından küçük yeşil bir kurbağaya dönüştülmüş zavallı bir kızdım.
Cem ile evlendikten sonra onunla İtalya'ya geldiğimde şatafatlı hayatıma ara vermiştim. Her şeyi kendim kazanacaktım. İyi eğitimli, zengin ve güzel sayılabilecek bir kadın, yani ben neden ingilizceyi bu kadar geç öğrendi diye sorarsanız size yanıtım o dili hiç sevmiyorum olacak. İngilizce yerine rusça öğrenmem benim herkes tarafından zor diye kabul edilen dili kolayca kavradığımdandı. İngilizcenin canı cehenemmeydi.
Bu işe girene kadar tabii.
İşim deyince aklıma gelen adamla yutkundum. Onu hâlâ istiyordum. O kadar çok istiyordum ki rüyalarıma girmeye başlamıştı. Onu sevmiyordum ve hayranı da değildim ama yine de istiyordum. Birini yatağa atmak istiyorsanız sevmeniz gerekmezdi. İstemek yeterdi.
Teyzemle yarım saat kadar konuştuktan sonra telefonu kapattım ve bayağı ilerlettiğim ingilizcemle pratik yapmak için ingilizce kitap okumaya başladım. Ders saatim geldiğinde okuduğum Sarah Jio 'Böğürtlen Kışı' kitabını bırakıp derse odaklandım. Dersten sonra bir hafta önce açtığım fake hesabımda maskeli fotoğrafımı paylaştım. Karanlık ortamda hafif ışık vuran yüzümde dudaklarımı öne çıkaran kan kırmızısı bir ruj vardı. Beğeniler ve yorumlar anında yağmur gibi yağarken keşfetten Ricardo'yu arattım ve en son paylaştığı gönderiye baktım. Küçük kızı Gia'ya sarılmış objektife gülümsüyordu. Gülümsemesi içtendi ve beni de gülümsetmişti. Sert karantina rejimi geçen bir buçuk ayda biraz hafiflediği için oğlu ve kızını ziyarete gitmişti.
Onun hakkında Tuğçe sağ olsun her şeyi biliyordum. Mesela evli olup boşandığını. Bu evliliğin dört sene sürdüğünü, iki çocuğu; bir kızı bir oğluı olduğunu, eski eşi Hannah'nın amerikalı ve magazin habercisi olduğunu ve onunla boşandıktan sonra sunduğu magazin programının yönetmeniyle evlendiğini. Ricardo'nun onunla boşandıktan sonra oyunculuğu bırakıp sadece şarkıcılığa devam etme kararı aldığını da biliyordum.
Evi temizledikten sonra akşam yemeğimi yedim. Patron evde olmadığı için kendime patates ve köfte yapmıştım. Yemekten sonra odama çekilerek üzerime kısa penye şort ve ince askılı atlet giyindim. Saçlarımı at kuyruğu topladıktan sonra yatağa yattım ve telefonumu elime aldım. Sahte hesabıma girerek gelen yorumları okudum. Çoğu abaza gençlerdi ve fotoğrafta gördükleri kadın hakkında cinsel yorumlar yapmışlardı. Onları es geçerek Tuğçe'nin mesajını okumak için DM'ye girdim. On iki tane mesaj isteği vardı. Hepsini reddettim. Ben instagramda gezinirken w******p'a mesaj geldi. Mesaj İgnacio'dandı. Derin nefes alarak mesajı açtım. Mesajda 'Yatağın altından çıkma vakti geldi ufaklık' yazıyordu. Kaşlarımı çatarak okuduğum mesajı kopyaladım. Ne demek istediğini anlamasam da kurcalamadım. Ricardo sırları olan bir adamdı ve ben o sırları öğrenmek için pek hevesli değildim.
Şimdilik.
Ona mesaj atmanın tam zamanıydı çünkü evde yoktu. İnstagramda onu aratarak mesaj bölümüne tıkladım ve kopyaladığım mesajı yapıştırdım. Elimi gönder imgesine doğru yaklaştırarak gözlerimi kapattım ve dokundum. Gözlerimi açtığımda mesaj gitmişti. Tuttuğum nefesi dışarı üflediğimde boş bir poşet gibi yatağa yayıldım. Saniyeler sonra çalan telefonumu bıraktığım yataktan aldım ve cevaplamak için ekrana dokundum. Kimin aradığını biliyordum.
"Frida" dedi keyifle. İnstagramdaki sahte hesap adım Frida Black'ti. Bana o ismimle seslenmesi garibime gitse de alışmalıydım.
"Bay İgnacio"
"Mesajını gördüm."
"Onun hesaplarını yönettiğinizi biliyorum."
"Zeki kız"
"Görüşürüz Bay İgnacio"
"Görüşürüz Mine"
Bu garip konuşmayı sonlandırdıktan sonra telefonu yatağa bırakarak duşa girdim. Duştan sonra bakımlarımı bir bir uyguladım ve yatağa yattım. Komidinin üzerindeki telefonu elime aldım ve kontrol etmek için kilit ekranını açtım. Mesajı göndermemin üzerinden iki saat geçmişti ve ben belki görmüştür diye umut ediyordum. i********: hesabıma giriş yapıp DM'ye baktım. Gördüğüm şey yatağı sevinçle tekmelememe neden olmuştu.
Mesajımı görmüştü
Ve cevap yazıyordu.
Ve ben lanet olası şanslı sürtüğün tekiydim.
Bir dakika sonra mesajı göndermişti.
'Çok kırmızı' diye yazmıştı.
Ben basit bir 'sen de kimsin' cevabı beklerken adam bana böyle bir cevap vermişti. Şahsına münhasır dedikleri bu olsa gerekti. Anında cevap vermek yerine bir dakika kadar bekledim.
'Kırmızı olan ne?'
Diye bir cevap yazdım. On dakika sonra cevap verdi. Kalbim göğsümde gümbürderken öleceğimi sandım. Bu işin bu kadar heyecanlı olacağını düşünmemiştim. Daha doğru dürüst konuşmamıştık bile.
'Dudakların'
Cevap yazdım. Yazarken sırıtıyordum. Nasıl sırıtmazdım ki? Ricardo Torrino'yu meşgul ediyordum.
'Dudaklarla bir sorunun mu var?'
Biraz sonra yanıt geldi.
'Sorun dudakların değil. Sorun kırmızı olması.'
Kırmızıdan nefret ediyor. Hım!
'Kırmızı renginden nefret ediyorsun'
Yedi dakika sonra cevap geldi. Cevap verme süresi gittikçe azalıyordu. Bu iyi bir gelişmeydi.
'Zeki kız x'
Mesajın sonuna kendini beğenmiş yarım gülümsemeli emoji koymuştu. Gözlerimi devirdim. Benimle dalga geçiyordu piç kurusu. Bir mesaj daha yazdı.
'Kırmızıya rağmen dikkatimi çektin.'
Onun dikkatini çekebildiğim için kendimle gurur duydum.
İgnacio olmasaydı onun dikkatini çekemezdin seni aptal.
Ona ne cevap vereceğimi düşünürken bir mesaj daha yazmıştı.
'Adın Frida mı?'
Gülümsedim. Elbette sana gerçek ismini söylemeyeceğim Bay Kendini Beğenmiş.
'Evet' diye cevap yazdım. Hiç vicdan azabı duymadan yalan söylemiştim. Kendimi tokatlamak istedim. Psikolojim mi bozuluyordu ne?
'Nedense sana inanmadım' diye yazdığında kahkaha attım. Bu adam oyuncu değil bir asker olmalıydı. Ya da bir polis. Sezgileri mükemmeldi.
'Adımı sana söylemeyeceğim yakışıklı. Frida'yla idare etmek zorundasın x' gülümseyen emojiyle sonlandırdığım mesajı gönderdiğim mesajı ertesi sabah evinde odasındayken görmüştü. Tüm gün heyecanla evi temizlerken sık sık mesajı görmüş mü diye kontrol etmiştim. En son akşam yemeğinden sonra odasına çıktıktan sonra bulaşıkları halledip telefona baktığımda mesajıma görüldü atmıştı.
Ama cevap vermemişti.
Mesajla bakışırken dolgun üst dudağıma oranla azıcık daha büyük olan alt dudağımı sarkıttım. O akşam ve ondan sonraki akşamlar da bana cevap yazmayınca sık boğaz etmemek için kendimi tuttum ve hiçbir şey yazmadım.
Onun yerine kırmızı ruj sürdüğüm dudaklarımla çektiğim fotoğrafı Kırmızıdan nefret edenlere notuyla paylaştım. Telefonu yatağa bırakarak odamdan çıktım. Üzerimde kısa şort ve bol tişört vardı. İş vaktim çoktan bitmişti. Regli dönemime az kaldığı için aniden gelen tatlı krizimi yatıştırmak için mutfağa doğru yürüdüm. Acilen fındıklı beyaz çikolata yemeliydim.
Mutfağa yaklaşırken duyduğum sesle bedenim kaskatı kesilerek yerinden kıpırdamayı reddetti. Ricardo Bianca'yı girişteki duvara dayayarak sertçe beceriyordu. Sesini bastırmaya çalışan Bianca'nın ağzından boğuk sesler çıkıyordu. Gözlerini kapatmış kendini aldığı zevke bırakırken Ricardo beni hissetmiş gibi kafasını çevirerek olduğum yere baktı. Allah'tan olduğum yer karanlıktı ve o beni görmüyordu. Ama orada olduğumun bilincindeydi. Bunu yüzündeki acımasız gülümsemeden anlamıştım. O an yere yığılmamak için yanında durduğum koltuğun başına tutunurken kalbimin orta yerinden yükselen acı dalgası gözlerime vurmuştu. Gözlerimi kırptığımda yanaklarıma süzülen yaşlar irkilmeme sebep olmuştu. Hızla o yaşları kurularken kaşlarımı çattım. Bu da neyin nesiydi böyle? Hiçbir şey anlamamıştım. Fakat anladığım tek şey vardı; iki ay önce Bianca'nın Ricardo'yu ağzıyla tatmin ettiğini gördüğümde şimdi duyduğum acı yerine büyük haz hissetmiştim.
Onu fazla sahiplendin.
Şimdi gördüğüm manzara ise canımı sıkmıştı. Sebebini bilmiyordum ama bu hiç hoşuma gitmemişti. Bianca çığlık atarak orgazm olmaya başladığında daha fazla izlemedim. Oradan uzaklaşarak odamın önüne geldim. Tatlı için duyduğum deli istek bilinmeyen bir yerlere kaybolmuştu. Derinden iç geçirerek elim kapı kulpunda öylece bekledim. Neyi beklediğimi bilemeden, sebepsizce dondum kaldım. Beynim içeri gir diye beni dürtüklese de aptal bedenim bir şey bekliyordu.
"Girsene içeri salak. Neyi bekliyorsun?" kendi kendime türkçe söylenirken göğsümün altına dolanan kolla irkildim. Kolun ardından sırtımı boydan boya sert beden kapladı. Bedenimdeki tüm hücreler adama tepki vererek kasıldı. Ondan yayılan seksin kokusunu alabiliyordum.
Çünkü az önce menajerinin içindeydi.
"Patronunu gizlice izlememelisin Mine" kulağımın dibindeki hırıltılı sesi ve ağzından çok seksi çıkan ismim yutkunmama neden olmuştu. Hızla çarpan kalbimin gürültüsünü duyduğuna emindim.
"Ben sizi izlemiyordum." diye inkar ettim. Nihayet kendime gelebilmiştim. Sesimi bulmuş ona cevap verebilmiştim. Bir de ondan uzaklaşabilsem muhteşem olacaktı ama bu şimdilik mümkün değildi. Çünkü hain bedenim onun varlığından memnundu. Kendimi vurmak istedim.
Düşüncelerimi adamın kulağımın dibinde seksi bir biçimde dilini şaklatması böldü.
"Seni küçük yalancı" diyerek kolunu sıkılaştırdı. Bedenim ona tamamen yapışırken kalçalarıma dayanan sertliği hissettim. Aman Allah'ım. Boştaki eli tişörtümün altına süzülerek karnımı okşadı. Tüm kaslarım gerilirken elinden uzaklaşmaya çalıştım.
"Elinizi üzerimden çekin. Ben sizin çalışanınızım Bay Torrino. Kadınınızı bırakıp benim yanımda olmanız büyük bir hata." dedim dişlerimin arasından. Beni cevapsız bırakarak tenimde dolaşan elini yukarı çıkararak sol göğsümü avuçladı. Gerçekleştirdiği ani saldırı karşısında sıçrayarak elinin altında kıvranmaya başladım. "Bırakın. Lütfen." dedim. Onu yola getirmek için ılımlı olmaya karar vermiştim. "Yüzüne bile bakmadığınız çalışanınızı bu şekilde taciz edemezsiniz."
Aferin sana Mine. Adama laf sokmanın tam zamanıydı.
Dediklerimden sonra Ricardo'nun sırtıma dayanan göğsü titredi. O az önce bana mı güldü?
"Hım. Birilerini incitmişim." dedi kulağımın altını dilinin ucuyla okşayarak. Bu kadarı da fazlaydı. Öfke bedenime saldırırken kollarında çırpındım. Beni anında bırakmıştı. Ona yüzümü dönmeden
"Sakın benimle oynamayın. Ben sizin sıkıldığınızda bir kenara atabileceğiniz kuklanız değilim" dedim öfkeyle. Birkaç saniye bekledim ve arkama döndüm. Karşılaştığım tek şey kocaman boşluktu.
Gitmişti.
BÖLÜMLER KÖLE VE KANLI BERDEL BİTTİKTEN SONRA GELECEKTİR.